Resmi tarih 19 Mayıs’ı “Atatürk’ü anma, gençlik ve spor bayramı” olarak kutluyor.
Gerçekte 19 Mayıs kara bir gündür!
19 Mayıs bir halkın Pontosluların soykırımdan geçirilmelerinin yıldönümüdür.
- yıldönümünde Pontos soykırımını lanetliyoruz.
Pontos soykırımının 100. yıldönümünde Yeni Dünya İçin Çağrı dergisinin 197. Sayısında yayınlanan “100.yıldönümünde Pontos soykırımı” başlıklı yazıyı yayımlıyoruz.
- YILDÖNÜMÜNDE PONTOS SOYKIRIMI
Pontos
Doğu Karadeniz Bölgesi, İ.Ö. 400 yıllarında Pers İmparatorluğu’na bağlı bir satraplıktır. (İran medeniyetinde ülke topraklarının ayrıldığı idari birimlere (eyaletlere) verilen ad veya Persler’in valilik atamaları olarak da adlandırılabilecek bir sistemdir.) Daha sonra Doğu Karadeniz Bölgesi, Kapadokya’da bir devlet kuran Datomes’in yönetimine girer. İ.Ö. 300 yıllarında bölgede Pers kökenli Pontos Devleti kurulur. Başkenti Amasya olan bu devlet, Perslere özgü bir toplumsal yapıya sahiptir. Kıyıdaki Yunan kolonileri bu devlete bağlanır. Sonunda Pontos Devleti Roma İmparatorluğu ile karşı karşıya gelir. Pontos devleti, savaşlar sonunda Büyük Roma Devleti’nin egemenliğine girer.
Roma İmparatorluğu’nun dağılmasıyla ortaya Doğu Roma çıkar. 1024’te IV. Haçlı Seferi’yle İstanbul’a gelen Lâtinlerin Bizans İmparatorluğu’nu ele geçirmeleri üzerine İmparator Komnenos’un İstanbul’dan kaçan torunları Aleksios ve David Trabzon’a gelir. Gürcü Kraliçesi Tamara’nın da desteğiyle Pontos Rum İmparatorluğu kurulur. Aleksios Kommenos (1204 – 1222) ilk imparator ilân edilir. 1398’de Yıldırım Beyazıt’ın Samsun ve Canik’i alması üzerine Trabzon Devleti, Osmanlı İmparatorluğu’na yıllık vergi ödemek zorunda kalır. Sinop–Trabzon arasındaki bölgede kurulan bu devlet, 1461’de Fatih Sultan Mehmet tarafından ortadan kaldırılıncaya kadar 257 yıl yaşar.
Pontos Yunanca bir sözcüktür. Pontos’un kelime anlamı denizdir. Pontos sözcüğü bir millete/ulusa veya etnik bir gruba verilen bir ad değildir. Tarihi Pontos coğrafyası, Gümüşhane, Samsun (Canik) Lazistan (Trabzon, –Çaykara, Dernekpazarı, Hayrat ve Of– Rize, Artvin –Arhavi, Hopa, Borçka, Murgul, Meydancık– Gürcistan’ın Acara Özerk Cumhuriyeti, Batum ve Sarp’ı) kapsamaktadır. Osmanlı İmparatorluğu döneminde 1850’de Lazistan Sancağı kuruldu. Bu sancak 1928’de, T.C. devleti tarafından lağvedildi ve yerine Rize-Artvin illeri kuruldu. Günümüzde Lazlar, Pazar’dan Sarp’a yani Batum’a kadar uzanan bir bölgede yaşıyorlar. Lazlar çoğunlukla Pazar, Ardeşen, Fındıklı, Arhavi, Borçka, Murgul, Çamlıhemşin, Hopa ve Sarp’da yaşıyor.
Stefanos Yerasimos Pontosluları değerlendirirken şöyle diyor: “Cizye (Müslüman olmayanların ödediği vergi) kayıtlarına göre bu bölge 16. yüzyıldan beri Anadolu’daki Hıristiyanların en kalabalık olduğu yerdir. Bunların büyük bölümü Ortodoks Hıristiyandır, Ermeni değildir. O dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarını söylemek güçtür. Çünkü bunların esas olarak 4. yüzyıldan itibaren Gürcülerin Hıristiyanlaştırılan iki ana gurubu olan Tzanlar (Canik bölgesinde) ile Lazların (Lazistan bölgesinde) soylarından geldikleri, genellikle Rumca konuşmakla beraber yerel bir diyalekt kullandıkları ve kendilerine özgü pek çok adetlerinin olduğu bilinmektedir. Bunlara birde kıyı şeridindeki Yunan kolonileriyle bölgeye özellikle Trabzon İmparatorluğu (1207-1461) döneminde yerleşen, Helenleşmiş büyük Bizans ailelerinin soyundan gelenleri eklemek gerekir. Türk fethinden sonra Tzanların ve Lazların büyük bölümü İslamiyet’i kabul etmiş, bir bölümü de 19. yüzyılda uyanan Yunan milliyetçiliğinin etkisi altında yeniden Hıristiyanlığa dönen Of yöresinde yaşayanlar, yani Oflular gibi, iki din arasında, iyi belirlenmemiş bir inanca bağlı kalmışlardır. Bu Ortodoks Hıristiyan nüfus, 19. yüzyılın başında yeni bir canlanma sürecine giren kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu’da yaşayan, Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hıristiyanlar gibi, Yunan Ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaklardır.” (“Pontus Meselesi”, Stefanos Yerasimos, Toplum ve Bilim, sayı 43/44 Güz 1988-Kış 1989, s. 35-76)
- yüzyılın sonunda, Yunan ulusal etkisine tabi oldukları için Rum diye adlandırılan nüfus, 1890’lara doğru Vital Cuinet’in (Fransız Papaz ve düyunu umumiye memuru Vital Cuinet) verdiği rakamlara göre toplam nüfusun yaklaşık beşte birini (800 bin Müslüman ve 50 bin Ermeni’ye karşılık 200 bin Rum) oluşturmaktadır.
Pontos hakkında Ayşe Hür’de şöyle demektedir: “’Pontuslular’ ya da Pontuslu Rumlar diye anılan ve Rumcanın Romeika denilen bir diyalektini kullanan topluluğun, MÖ 4. yüzyıldan beri Karadeniz kıyılarında kolaniler kuran Yunanlıların; bölgenin yerli halklarından olan Gürcülerin MS dördüncü yüzyılda Hıristiyanlaşmış kolları olan Tzanlar ile Lazların ve 1204 yılında Konstantinopolis’in 4. Haçlı Seferleri’ni takiben Latinlerin eline geçmesi üzerine Trabzon’a yerleşen Bizanslı soylu ailelerin karışımı olduğu sanılır. Bu gruplar bölgenin Osmanlı idaresine girdiği 1461 tarihinden sonra zorunlu göç ve zorunlu ya da gönüllü ihtida hareketlerine rağmen varlıklarını sürdürüşlerdi.” (“Öteki Tarih -1-”, Ayşe Hür, s.153, Profil Yayıncılık, Sekizinci Baskı, Haziran 2013, İstanbul)
Pontos Bölgesi, Osmanlı yönetimine girdiği 1461’den sonra zorunlu göç ve zorunlu ya da gönüllü Müslümanlığa geçişler olmasına rağmen varlıklarını sürdürmüşlerdi. Nitekim 1914 Osmanlı Salnamelerine göre, (Aktaran Ayşe Hür, Bkz. https://www.politikars.com/ayse-hur-p111ntus39un-gayriresmi-tarihi-13369h.htm) Samsun’dan Rize’ye kadar uzanan bölgede yaklaşık 450 bin Ortodoks Rum (yani Pontoslu) yaşıyordu. Bazı yerlerde Rum nüfus oranı yüzde 50’ye kadar çıkıyordu. Ayrıca Rumca konuşan ancak Müslüman olan ve Arap alfabesi kullanan Gizli Hıristiyanlar da vardı ki bunların sayısı hâlâ bilinmiyor.
İslamlaşma süreci sonunda ilginç dinsel gruplar oluşmuştur. Türkçe konuşan ama Yunan alfabesiyle yazan ve okuyan Hıristiyanlar olduğu gibi, Rumca konuşan ve Yunan alfabesini kullanan Rumlar varlıklarını korur. Bunun yanı sıra Rumca konuşan ancak Müslümanlaşan ve Arap alfabesi kullanan gruplarda meydana geldi. Hatta 17. ve 18. yüzyılda gizli Hıristiyan (Kriptochristian) gruplarının olduğu bir gerçektir. Bir başka gerçek de, Müslüman olmalarına rağmen Hıristiyanlık öncesine kadar uzanan eski dillerini ve geleneklerini terk etmeyen grupların varlığıdır.
Türkçülük-Türk Milliyetçiliği
- yüzyılın üçüncü çeyreğine kadar Osmanlı Türklerinin ulusal bilinçleri yoktur. İmparatorluğu oluşturan halkları ve ülkeleri egemenlikleri altına alan fethetme özelliği ön plândadır. Kendilerini Müslüman topluluk -Ümmeti Muhammed- olarak tanımlamaktadırlar. Yani dinsel özellikleriyle tanınmaktadırlar ve din, kimlik belirlemedeki baskın unsurdur.
“Osmanlı devletinin çöküş döneminde, imparatorluğun parçalanmasını önlemek amacında olan “Osmanlıcılık” ideolojisi ortaya çıkar. Bu ideoloji başlangıçta, öncelikle Türk ve Müslüman kesimlerin sınıf çıkarlarını formüle eden bir ideoloji olmasına rağmen, açıkça Türkçü değildir. Dağılmayı önlemek için ‘Osmanlı’ devleti çatısı altında yaşayan gayrimüslimlerin de haklarını garanti altına almayı savunan bir yapıya sahiptir. Bu yüzden ‘Osmanlıcılık’ temelinde kurulan örgütlerin kurucuları arasında gayrimüslim aydınlar da vardır. Fakat bir yandan Osmanlı İmparatorluğu’nun boyunduruğu altındaki Türk olmayan milliyetlerin ulusal başkaldırılarının artması, diğer yandan imparatorluk içinde de gayrimüslim burjuvazinin giderek egemen konuma gelmeye başlaması ile birlikte, Osmanlıcılık yerine, Türk milliyetçiliği, Türkçülük ideolojisi ortaya çıkarak yaygınlaşmaya başlar.
Osmanlıcılık ideolojisinin, farklı milliyetlere mensup nüfustan oluşan Osmanlı toplumunu Türk kapitalistlerinin egemenliği altında birleştirmesinin imkânsızlığı anlaşıldığı ölçüde, Osmanlıcılık ideolojisinden Türkçülük ideolojisine kayılmaya başlanıldı. İngiltere ve Fransa gibi emperyalist büyük güçler Osmanlıcılık Türkçülüğe dönüştüğü, bu ikisi örtüştüğü ölçüde bu ideolojinin gelişimini, dayandığı gayrimüslim işbirlikçi burjuvazinin, dolayısıyla kendilerinin de çıkarlarına ters düştüğü için engellemeye çalıştılar.“ (“Kemalist Devrim“, H. Yeşil, s.169, Dönüşüm Yayınları, Eylül 2000, İstanbul)
“İttihat ve Terakki Partisi, 1912 Balkan Savaşı yenilgisi ile birlikte iktidarın tüm iplerini elinde topladı. Bu süreçte bundan önce, ordu ile İttihat ve Terakki’nin içiçe girmesi ve İttihat ve Terakki’nin kendi yapısında da giderek artan ölçüde ordu hiyerarşisini yansıtmaya başlaması vardır. Bunun bir sonucu partide ve devlet iktidarında sivil kanadın etkisinin sürekli gerilemesi, rejimin ise giderek daha çok bir militarist çehreye bürünmesi oldu. Bu dönemde gelişen dağınık muhalefetin merkezi konumundaki Hürriyet ve İtilaf Fırkası (bu fırka Feroz Ahmad’ın deyimiyle, Jön Türklerin ‘liberal’ kesiminin fırkası idi) 1912 seçimlerinde çok daha iyi örgütlü olan İttihat ve Terakki karşısında ağır bir yenilgi aldı. 1913 ortasında, diğer siyasi rakipleri üzerinde cinayetlere kadar varan baskıcı yöntemler de kullanılarak muhalefet iyice sindirildi. 1913-14 seçimlerinde fiilen İttihat ve Terakki’den başka parti yoktu. 1913’e gelindiğinde iktidar bütünüyle İttihat ve Terakki’nin elinde toplanmıştı. İttihat ve Terakki Fırkası, yeni doğmuş Osmanlı anayasacılığına kendi yapısını ve sınırlarını dayatmıştı. Esas gücünü ordudan alan ve bu dönemde Enver, Talat ve Cemal Paşa’ların adlarıyla simgelenen tek parti iktidarı, kendine muhalif basını Abdülhamit dönemini aratmayacak bir boyutta sansür etti ve siyasi hareketlere tanınan özgürlük alanını büyük ölçüde kısıtladı. “Hürriyet”, “Adalet”, “Müsavat” şiarlarının iktidara taşıdığı parti, bütün bu şiarların içeriği ile fazla ilgisi olmayan bir rejimin taşıyıcısı, militarist bir tek parti diktatörlüğünün uygulayıcısı oldu. Balkan Savaşı’yla birlikte Meriç Nehri’nin batısındaki tüm Balkan toprakları kaybedildiğinden ve imparatorluğun Müslüman kökenli ama Türk olmayan nüfusun yaşadığı bölgelerinde de ulusalcı eğilimlerin güçlenmesi sonucunda, artık Osmanlıcılıkla imparatorluğun yaşatılmasının mümkün olmadığı iyice açığa çıkmıştı. Bu açığa çıktığı ölçüde, İttihat ve Terakki de daha fazla Türkçülük ve onun en aşırı ucu Turancılık ideolojisine sarıldı.“ (Age. s.181-182)
Yunanistan’ın Bağımsızlığa Kavuşması
1821’de Osmanlı İmparatorluğu’na karşı başlayan isyan 1829’da hedefine ulaşır. 450 yıl süren Osmanlı – Türk egemenliği Yunanistan’da sona ermiştir. 1832’de imzalanan İstanbul Antlaşması ile Yunanistan’ın bağımsız bir ülke olarak tanınması kabul edilir. Karadeniz bölgesindeki Rumların ulusal uyanışı,1821’de Osmanlı İmparatorluğu’ndan bağımsızlığını kazanan Yunan Devleti ile ilintilidir.
1832’de ulusal sınırları tanınan Yunanistan, o tarihlerde Yunan yarımadası ile Ege Denizi’ndeki Kiklad adalarını kapsıyordu. Yunanca konuşanların ağırlıkta olduğu Girit, Ege adaları, Epir, Teselya, Makedonya ve Trakya, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde kalmıştı. Yunan milliyetçilerinin Küçük Asya dedikleri Anadolu’da 1,7 milyon Yunan asıllı yaşıyordu. Aynı dönemde Yunanistan nüfusu yaklaşık 2,6 milyon idi. Yunan devletinin kuruluşu, Karadeniz bölgesinde Rum ulusal uyanışının başlangıcı kültüreldir. Kültürel milliyetçiliğin siyasal milliyetçiliğe evrilişi, 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanıyla başladı. Kültürel milliyetçiliğin siyasal milliyetçiliğe evrilişi, 1912-1913 Balkan Savaşları ve 1914-1918 Birinci Dünya Savaşı ile zirveye çıktı.
Pontos İdeali
- yüzyılla birlikte milliyetçiliğin gelişmesi, bölgenin Hıristiyan nüfusunu da etkiledi. Pontos’ta burjuvazinin yaptığı milliyetçi bir canlanmanın etkisiyle birlikte, Yunan ulusuna ait olma duygusu benimsenmeye başlandı. Gerçekte Yunanistan’ın Pontos’lulara ilgisi yoktu. Pontos 1916-1918 arasındaki dönemde yarı bağımsızlığı tadıp ve Anadolu’da Türk – Yunan savaşına kadar (1922) politik mücadelesini sürdürdü. Bağımsızlık mücadelesi ideolojisinden farklılaşanlar “kaçak” ve “Yunanlıları dinleyen”ler olarak karakterize edildiler.
İster Yunanca isterse de Türkçe konuşsunlar bu Hıristiyan halk yalnızca bu özelliklerinden dolayı (dinlerinden dolayı) Lozan antlaşmasına göre 1924 yılına kadar yaşadıkları toprakları, yani 3 bin yıldır emek verdikleri, ekip biçtikleri toprakları geride bir tek kişi kalmayacak şekilde terk ederek başta Yunanistan olmak üzere başka ülkelere mülteci olarak ve örgütsüzce yayılmaya mecbur bırakıldılar. Her iki kişiden birinin kaybolduğu, kalanların da bir dönem bağımsızlık düşleriyle uğrunda mücadele ettikleri ülkelerini artık Jenosid ve kovulmayla anımsamaktadırlar.
Pontos’un Politik Örgütlenmesi
Pontos Rum Cemiyeti ilk defa 1904’te Merzifon Amerikan Koleji’nde gizli olarak kuruldu. 1908’de Samsun’da “Müdafaa-i Meşrute”, daha sonra “Mukaddes Anadolu Rum” cemiyetlerinin kurulmasıyla Pontos teşkilatı genişletildi. Batum’dan İnebolu’ya kadar olan bölgede birçok şube açıldı. Pontos Rum Cemiyeti 1909’da Atina’daki Küçük Asya (Asya-yı Sugra) Cemiyeti’nin denetimi altına girdi. 1910’da “Pontos” adlı bir dergi yayınlanmaya başladı. Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus işgal döneminde başlayan bu faaliyetler, Mondros ateşkesi sonrasında bu kez Yunanistan’ın güdümünde yeniden hız kazandı. Cemiyetin amacı Batum’dan Sinop’a kadar uzanan Karadeniz sahillerinde başkenti Trabzon veya Samsun olan bir Karadeniz Rum Cumhuriyeti kurmaktır.
Bağımsızlıkçı düşüncelerin Pontos’ta yayılmasının önemli nedeni de Yunan devleti ile geliştirilen ilişkilerdir. 1922 Yunan yenilgisine kadar, Yunanistan’daki siyasal yaşama damgasını vuran büyük Yunanistan ideali Pontos Rumlarını da etkiler.
Ekonomik güç ister istemez siyasi talepleri de harekete geçirecektir. Pontos aydınlarının ulusal Helen ideallerini benimsemeleri 19. yüzyılın ikinci yarısına dek gider. Pontos hareketini 19. yüzyılın ilk yarısına kadar götürenler de bulunmaktadır. 1840 yılından başlayarak, Rize’den İstanbul Boğazına kadar Anadolu’nun Karadeniz havzasında, eski Yunanlılığın ihyası için çalışan ve dışarıdan yönlendirilen ayrılıkçı bir Rum grubun varlığı bilinmektedir.
Mustafa Kemal, Nutuk’ta Pontos’taki gelişmeleri şöyle anlatır:
“1840 yılından; yani üççeyrek yüzyıldan beri, Rize’den İstanbul Boğazı’na değin Anadolu’nun Karadeniz bölgesinde eski Yunanlılığın diriltilmesi için çalışan bir Rum topluluğu vardı. Amerika’daki Rum göçmenlerinden Rahip Klemetyos (Klematios) adında biri, ilk Pontos toplantı ocağını İnebolu’da, şimdi halkın Manastır dediği bir tepede kurmuştu. Bu örgüt üyeleri, zaman zaman, ayrı ayrı haydut çeteleri kurarak çalışıyorlardı. Genel Savaş (Birinci Dünya Savaşı) sırasında dışardan dağıtılan silah, cephane, bomba ve makineli tüfeklerle Samsun, Çarşamba, Bafra ve Erbaa’daki Rum köyleri sanki birer silah deposu durumuna gelmişti.
Ateşkes Antlaşması’ndan sonra bütün Rumlar, Yunanlılık ulusal amacıyla her yerde şımardığı gibi, Etniki Eterya Derneği propagandacıları ile Merzifon’daki Amerikan kurumlarınca eğitilip yetiştirilen ve yabancı hükümetlerin silahlarıyla güçlendirilip yüreklendirilen bu bölgedeki Rum topluluğu da bağımsız bir Pontos Devleti kurmak isteğine kapıldı. Bu amaçla genel bir başkaldırı hazırladılar. Dağlara çekildiler.” (“Nutuk”, Mustafa Kemal, s. 470, Kaynak Yayınları, Eylül 2015, İstanbul)
Pontos’ta başlangıçta kültürel kulüpler kuruldu. Pontos’ta siyasi bir eylemin mümkün olduğu düşüncesi, 1908 Jön Türk Devrimi’nden sonra doğdu. 1912 Balkan Savaşı’yla gelişerek ve 1914’te Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla siyaset gündemine girdi. O dönemde artık önemli bir ekonomik ve aydın çekirdeğinin bulunmasına rağmen, eyleme geçme sırasında liderliğini dayatan kilisedir.
Din adamlarının önderliği o dönem için anlaşılırdır. Kurtuluş Savaşı’nda da birçok bölgedeki Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinin öncülerinin önemli bölümünün din adamları olduğunu biliyoruz. Ege’deki Milli Mücadeleyi örgütleyen Celal Bayar’ın Galip Hoca olarak ortaya çıkması, İlk meclisin dinsel ritüellerle açılması dönemin durumunu ortaya koymaktadır.
Pontos’un başını çekenler iki din adamıdır. Amasya Metropoliti Ghermanos (Germanos) Karavangelis ve Trabzon Metropoliti Chrisanthos (Krisantos). Germanos Yunanistan’a bağlı bir Pontos düşüncesini savunurken, Barışçıl ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Krisantos diğer halklarla birlikte bağımsız ya da eşitlikçi-otonom özerk bir Pontos’un savunucusu olarak mücadele etmektedir.
Osmanlı İmparatorluğu için Balkan Savaşları (1912-1914) bir dönüm noktasıdır. Balkan Savaşları sonucunda Jöntürkler Osmanlıcılık maskesini çıkarıp, Türkçülük temelinde toparlanmaya başlar. Balkan Savaşları, Türk Milliyetçiliğinin zincirinden boşalmasına etkide bulunur.
Meşrutiyetle beraber Müslüman olmayan halklara da askerlik yükümlülüğü de getirilir. Zorunlu askerliğe karşı Pontos halkının tavrı göze batmaya başlar. Pontos halkı amele taburlarında kırılmak istememektedir.
O tarihe kadar silahaltına alınmamış, sadece donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılan Pontos halkı, düzenli orduya nefret besler. Savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bir olgudur. Silahlarıyla ya da silahsız olarak memleketlerine dönen köylüler, köylerinde yaşamaya cesaret edemez ama yine de ailelerini korumak ve tarla işlerine yardımcı olmak amacıyla köylerinin civarında kalır. Böylece bölgede silahlı birlikler kendiliğinden kurulur.
Balkan Savaşlarının kaybedilmesi sonucu onbinlerce göçmen Anadolu’ya gelir. Osmanlı hükümeti Balkan göçmenlerinin bir bölümünü Pontos bölgesine yerleştirir. Pontos köylüleri, Balkan göçmenlerini kendi köylerine kabul etmemekte kararlı olmaları sonucu hükümete ilk başkaldırı eylemlerini başlatır. Çarşamba yolu üzerindeki Kirazlık köyüne bir grup göçmenin yerleştirilmek istenmesi girişimi, jandarmalarla silahlı güçlerin ilk kez karşı karşıya gelmelerine yol açar. Göçmenlerin Çırahman, Ökse, Tevkeris, Çinit, Andreandon, Çınarlı köylerine yerleştirilme girişimleri de aynı şekilde, silahlı çatışmalara neden olur ve sonunda sözkonusu köylerin eşrafına uygulanan baskıya rağmen göçmen yerleştirme girişimi önlenir. Böylece Birinci Dünya Savaşı’na, yalnızca Samsun yöresiyle sınırlı görünmekle birlikte bir ön ayaklanma havasında girilir. Birinci Dünya Savaşı öncesinde başlatılan genel seferberlik ve Hıristiyan yükümlülerin amele taburlarına yazılmaları da doğal olarak asker kaçaklarının sayısını arttırır. Kaçakların köylerin civarında saklandıklarını ve ailelerince beslendiklerini bilen jandarma, aileler üzerinde baskı yapar. Bu durum ise silahlı grupların bireysel ya da örgütlü olarak cezalandırma eylemlerine girişmelerine neden olur. Böylece her baskı ve eylemin etnik açıdan yorumlandığı şiddet eylemleri giderek tırmanmaya başlar. Aynı dönemde Metropolit’de kaçaklara mali yardım sağlamak üzere devreye girerek Samsun’lu eşrafı seferber eder. Hükümetin işe karışması sonucu, kaçaklardan bazıları yeraltına geçerek çetelere katılır. Bu da çetelerin ekonomik olduğu kadar siyasi bakımdan yapılanmalarını doğurur. (“Pontus Meselesi”, Stefanos Yerasimos, Toplum ve Bilim, sayı 43/44 Güz 1988-Kış 1989, s. 35-76)
Osmanlı hükümeti, 1915 sonbaharında, olaylara en fazla karışan ve göçmenlerin yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı (Ökse, Çirahman ve Tevkeris) ilk cezalandırma harekâtına girer. Köyler ateşe verilir, nüfus dağıtılır. Erkekler, en tanınmışı Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta olan şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan silahlı gruplara katılır. Çok sayıda silahlı gruplar Bafra Nebiyan bölgesinde toplanır.
Jöntürkler 1911’de Selanik Kongresi’nde kararlaştırdıkları gibi Anadolu’daki ulusal sorunları diğer ulusları imha ederek “çözme”ye başlar. 1916’da bağımsız bir Pontos Rum Cumhuriyeti’nin kurulması düşüncesinin taraftar bulmasının bir nedeni de Jöntürklerin uyguladıkları yoketme politikasına olan tepkinin sonucudur. Pontos yerleşim yerlerinde Pontoslu Rumların politik haklarını savunmayı öncelikli hedef sayan örgütlenmeler dönemi başlar. Pontoslu devrimciler arasında küçük de olsa Yunanistan ile birleşmeyi savunan bir grup da vardır. Bunlara birlikçiler denir. Ancak somut şartlar (coğrafik mesafe) bağımsızlıkçıların, yani Pontos’ta bağımsız bir devlet düşüncesine daha elverişlidir. Pontos’un bağımsızlıkçı çizgisini savunanlar arasında Trabzon’da çıkan Epoxi (Mevsim) gazetesinin sahibi Kapetanidis de bulunmaktadır. Kapetanidis, 1921’de Amasya da öldürülür. Pontos’un bağımsızlığını hedefleyen Pontos Ulusal Merkez Konseyi, Güney Rusya’da Ekim 1917 de kuruldu.
1917 Ekim ayı ortasında Atina’da, Pontosluları bağımsız bir devlet içerisinde birleştirmeyi amaçlayan bir konferans toplanır. Eski Giresun belediye başkanı olan Kaptan Yorgi’nin oğlu olan Konstantin Konstanidis, görünüşte, Sovyetlerin, Rus İmparatorluğu’nda yaşayan halkların kaderini kendilerinin belirlemeleri yolundaki deklerasyondan esinlenerek Marsilya’da Tüm Pontoslular Kongresini toplar. 4 Şubat 1918’de Avrupa, ABD ve diğer ülkelerden Pontos temsilcileri Marsilya’da bir araya gelerek birinci tüm Pontos konferansını gerçekleştirir. Konferans Sovyetlerin desteğini almak için dışişleri bakanı Leon Trotçki’e bir mektup gönderme kararı alır. Mektup Trabzon’un tekrar Türklere geri verilmesinin büyük bir yanlış olacağını ve Pontos Cumhuriyeti düşüncesini desteklenmesini içermektedir.
4 Mart 1918’den itibaren Pontoslu bağımsızlıkçıların sesi olan Pontos gazetesi İstanbul’da yayınlanmaya başlanır. Kasım 1918’den itibaren çok fazla Pontoslunun yaşadığı İstanbul’da da İstanbul Pontos Derneği’nin faaliyetleri sonucu Pontos sorunu büyük boyutlar kazanır.
Doğu Pontos
1916’da bölgenin Rus işgaline uğraması sonucu Pontos ikiye bölünür. Rus ordusu Gomoura’ya geldiğinde (Trabzon’un doğusunda, Pyxitis suyunun bir kaç kilometre ötesinde bugünkü Yomra) artık Trabzon’un düşmesi kaçınılmazdır. Rus ordusu Doğu Pontos’da kaldığı sürece Hıristiyan nüfusun görece olarak rahat olduğu söylenebilir.
Doğu Pontos’ta Trabzon Metropoliti Chrisanthos’un önderliğinde bir Pontos parlamentosu oluşturulur. Gürcistan’da/Batum kentinde, Pontoslular Ulusal Meclisi kurulur. Pontos’u bağımsız bir devlet olarak ilan eden bu meclisin adı, Pontos parlamentosudur. Müslüman erkekler korkudan, göçmen olup, kaçıp gittiğinden aileleri ve küçük çocukları ise savunmasız kalır. Başrahip Müslüman çocuklara çorba dağıtan mutfaklar oluşturur ve ilk kez Müslüman çocukları için belediyeye bağlı bir ilkokul yaptırır. Doğu Pontos’taki bu yarı bağımsız yapı, 1917’de Trabzon Sovyetine katılır.
Ekim Devrimi’nden sonra Bolşevikler Birinci Dünya Savaşı’ndan çekilir. Rusya’nın Kafkasya cephesinin çökmesinin ardından, Batılı müttefiklerin temsilcileri bu bölgede Türk ilerlemesini durduracak bir kuşak oluşturmaya çalışır; bu kuşağa kuzeyden güneye doğru Pontos Rumlarının, Gürcülerin, Ermenilerin ve Urmiye Nasturilerinin katılmaları sözkonusudur. Pontos’un ulusal birliğinin oluşturulmasında başı çeken Trabzon Metropoliti Chrisanthos, 1917 yazında ve bölgenin iç kesimlerindeki köylüleri Rusların bıraktıkları silahlarla donatmaya girişir. Silahlı köylülerle Osmanlı ordusunun öncü güçlerini oluşturan Türk çeteleri arasında ilk çatışmalar başlayınca Crisantos, Vehib Paşa’ya bir heyet göndererek, Türklerin geri dönme koşullarını müzakere etmeye karar verir. Bu sırada iç kesimlerde de silahlı Türk ve Rum köyleri arasında bir ateşkes anlaşmasına varılır.
Trabzon Geçici Hükümeti
Doğu Pontos’taki Rum faktörü savaş boyunca gerek Türkler tarafından gerekse de İttifak güçlerinde resmi olarak tanınır. 16 Nisan 1916’da Trabzon valisi şehrin yönetimini Metropolit Chrisanthos’un başında olduğu üç kişilik heyete devreder. 18 Nisan’da Ruslar Trabzon’a girer. Halk ve metropolit Rus Ordusunu büyük bir coşkuyla karşılar. Pontos Rumları baskı, şiddet ve ekonomik sömürü ile geçen 455 yıllık Osmanlı iktidarından sonra ilk kez kendini özgür hisseder.
Trabzon Geçici Hükümeti, iki yıl iktidarını sürdürür. Bu iki yıllık süreç Trabzon Bizans ihtişamına benzer günler yaşar. Chrisanthos geçici hükümet düşüncesinin ilham kaynağıdır. Kendisi “Doğu Partisi”nin görüşlerine yakındır ve bu görüşleri hayata geçirmektedir. Rum kimliğinin temel rol oynadığı bir Rum – Müslüman federasyonu düşüncesi kendisine çok çekici gelmektedir. Bu politika Türklerle barışma ve çelişkileri törpüleme politikasıdır. Chrisanthos göç etmiş olan Rumların geri dönmesine karşıdır. Göçün nedeni, askerden kaçmak ve 1914’te başlayan Türk saldırılarına karşı canını güvenceye almak içindir. Ancak Pontoslu mülteciler Chrisanthos’un bu politikasına karşı çıkar. Chrisanthos da Kafkas Rumlarını, özellikle de Kars Rumlarını devrimden etkilenmişler olarak nitelendirir.
1917 Şubat’ında Rusya’da yaşanan burjuva demokratik devrimi Pontosu da dolaysız etkiler. Rusyanın kontrolünde olan bütün alanlarda kendiliğinden Sovyetler örgütlenir. Rumların katılımıyla Trabzon’da da Sovyetler örgütlenir. Metropolit Chrisanthos’un kendisi de bu Sovyetlerde yer alır. Orduda hizmet eden Kafkas Pontoslularının taşra niteliklerinden dolayı askeri Sovyetleri de örgütlenir.
Halk temsilcileri konseylerine Rumlar da katılır. En karakteristik örneklerden birisi de yönetimini dört Komiser’in yani bir Ermeni, bir Müslüman, bir Rus ve bir Pontoslu Rum’un üstlendiği Kars ilindeki yönetimdir. Rum cemaatini dolaysız etkileyen düzenlemelerden (reform) biri eğitim üzerindeki kilise etkisinin kaldırılarak devletleştirilmesi uygulamasıdır.
Pontos’da eğitim alanında iki siyasal eğilim güçlenir. Bunlar toplumsal-devrimci ve liberal milliyetçi eğilimlerdir. Aralarındaki en önemli farklardan biri de Türkler karşısındaki tutuma ilişkindir. Toplumsal-devrimci geleneği savunanlar Türk düşmanı bir politika izler. Liberal milliyetçiler ise Türklere karşı daha ılımlı bir politika sahibidir. Mart 1917’de Trabzon’da kurulan geçici hükümet, Türklere karşı daha ılımlı bir politika izlemekten yanadır.
Batı Pontos
Batı Pontos’da ise durum farklıdır: 1916 yılının başında, Ruslar Karadeniz kıyısında Trabzon’un işgali ve Çarlık ordusunun Tirebolu yakınlarındaki Harşit nehrine kadar ilerlemesiyle sonuçlanan bir saldırı başlatır. Tirebolu ile Sinop arasında kalan topraklar yerel koşullar özel bir önem kazanır. Batı Pontos’ta kendiliğinden silahlı birlikler oluşur. Trabzon’a yerleşen Rus İstihbaratı, yeni kurulmakta olan Pontos gerilla hareketinin en önemli lideri olan Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta’yla ilişkiye geçmekte tereddüt etmez. Batı Pontos’un kaderini artık silahlar belirleyecektir.
Pontos Gerilla Hareketi
1914’lerde Türk ordusundan kaçan, askere hiç gitmeyip kaçak durumda olan birçok Pontoslu dağlara sığınır. Ancak gerilla gruplarının oluşması, Türklerin Batı Pontos Rumlarını yok etmeye başlamasından sonra özellikle de 1916’dan sonra başlar. İlk başlarda birbirinden habersiz ve daha çok vur-kaç eylemi yapan savunma gruplarıdır. İlk gerilla gruplarından birisi Vasili Anthopoulos’un 3 Temmuz 1916’da Sivas’ta oluşturduğu gruptur. Genel görüşe göre, Rusların ilerlemesiyle birlikte Pontos’ta bir genel devrim öngörülmektedir.
Vasilis Anthopoulos, Sivas bölgesinde genel bir devrim için Türklere karşı başkaldırmaya hazır on bin gönüllü toplar. Keza Amisso (Amasya’da bir yerleşim yeri)’da devrim için başkaldırmaya hazırdır. Ancak Rus ordusunun ilerlememesi ve Pontos bölgesini işgal edememesi Anthopoulos’un da bütün plânlarını alt üst eder. Zamanla Anthopoulos ile Ruslar arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar. Vasilis Anthopoulos derhal yapılacak bir müdahaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır. Rusların oyalamalarından endişe eden Vasilis Anthopoulos, 24 Eylül’de büyük bir darbe indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarlayarak harekâtı başlatır. Vasilis Anthopoulos ve adamları Türk köylerinden geçerken Hıristiyanlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldürüp evlerini yakar. Ordu yakınlarında askeri birliklerle yapılan çatışmanın ardından Vasilis Anthopoulos’un birlikleri çatışmayı kaybeder ve Anthopoulos 9 adamı ile birlikte 18 Ekim’de Trabzon’a sığınır ve savaşın sonuna kadar Trabzon’da kalır.
Türk çeteleri karşı saldırılara girişir. Müslümanlar arasında da Hıristiyanlar kadar asker kaçağı vardır. İttihat ve Terakki Partisi’ne bağlı eşraf, partinin milliyetçi ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. Giresun ve civarında “Rumculuk” faaliyetlerini önleme görevi sivil çetelere verilir. Bu çetelerin en ünlüsü, İttihat ve Terakki mensubu Topal Osman ve yardımcılarıdır. Topal Osman, yerel eşraf ve yönetimin desteğiyle, hiçbir engellenme ile karşılaşmadan Hıristiyan nüfusu etnik arındırmaya tabi tutar.
Topal Osman, Giresun’dan Samsun’a kadar uzanan bölgenin hâkimi olur. Bu olağanüstü dönemde 17–18 Ocak 1919’da toplanan Kars Kongresi’nde, Giresun’da kurulması kararlaştırılan Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin kurulma görevi Topal Osman’a verilir. Giresun Belediye Başkanlığı’nı denetimine alan Topal Osman, 17 Mayıs’ta İzmir’in işgalinden iki gün sonra Giresun’da büyük bir miting düzenler. 19 Mayıs’ta Samsun’a çıkan Mustafa Kemal’in Havza’da Topal Osman ile görüştüğü ve bu bölgenin asayişinin sağlanmasıyla görevlendirildiği bazı kaynaklar tarafından ileri sürülmektedir.
Sürgünler
Bütün Karadeniz kıyısı, Harşit Çayı (Gümüşhane’nin doğusundaki dağlardan doğar) batısında kalan alan tamamen boşaltılır. Çeteler, Hıristiyan köylerine dalar ve halkın mallarını yağmalar. Evler ateşe verilir. Direnmeye kalkışan ise derhal öldürülür. 1916 yazı çok sıcak geçer. Rus Ordusuna casusluk yapılıyor, lojistik destek sağlanıyor gerekçesiyle Harşit Çayı’nın batısındaki Hıristiyan nüfusun cephenin 50 kilometre güneyine sürülür, sürgün edilenlerin servetlerine el konur. Sürgünler, Alman-İttihat Teraki ittifakının bir plânıdır. Tirebolu Rumları, 16 Kasım’dan itibaren sürgüne gönderilir. Rum nüfus ilk aşamada Giresun’a sürülür, ardından Şebinkarahisar’a yönlendirilir. Aralık ayı başında Bahattin Şakir’in Samsun’a gelmesiyle birlikte sürgün politikası sistemli bir biçimde uygulanır.
Daha sonra Türk çeteleri Samsun bölgesindeki köylere saldırır. Aralık sonuna kadar 18 köy tamamen, 15 köy de kısmen yakılır. 9 Ocak’ta 80 kişi tutuklanır ve ertesi gün Havza’ya gönderilir. Aynı gün genel sürgün uygulaması, Karavangelis’in ilk çetelerini örgütlediği, Samsun Rum varoşundan, Kadıköy’den başlatılır. 4.000 kişi önce Havza’ya, ardından Çorum’a gönderilir. Giresun çevresindeki Rum köylerinin nakli de aynı tarihte başlatılır. Ocak sonunda Bafra çevresi, şubatta da Çarşamba ve Ünye sürgüne maruz kalır. Buralarda yaşayan 30.000 kadar Pontoslu, Ankara’ya doğru yola çıkarılır. Ordulu Rumlar 1917 Ağustos’unda, Sinop Rumları ise 6 Temmuz’da nakledilir. Metropolit Germanos ile ilgili olarak İstanbul’daki evinde gözaltında tutulma kararı alınır. Sürgünün o yıllarda başlangıçta Ermenilere yönelik soykırımı derecesine varmaması Yunanistan’ın tarafsızlığına ihtiyaç duyulmasındandır. Yunanistan tarafsızlığını bozduğunda ise süreç Batı Pontoslular için kanla noktalanacaktır.
Selanik Elefteria (Özgürlük) Meydanı’nda başlayan ve Fransız Burjuva Devrimi gibi liberal ve insani değerler üstüne dayanan ve Sultan’ın tüm tebasına hitap eden, onun iktidarına ve sorumsuzluğuna karşı herkesi bir araya gelerek devrime katılmaya çağıran Jön Türk hareketi, kısa süre içinde milliyetçi, katliamcı bir Türk hareketine dönüşür. Jön Türklerin sloganı artık özgürlük, eşitlik ve kardeşlik değil, Türkiye Türklerindir olur. 1916’da yankılanan tek slogan budur.
Mustafa Kemal ve Pontos
Mustafa Kemal, Pontos hareketini bastırmak için başladığı gezisine İngilizlerin istekleri, sultanın maddi/manevi destekleri ve yardımlarıyla başlar. Samsun’a gelir gelmez İngiliz temsilci Yüzbaşı Hurst’la görüşen Mustafa Kemal, toplulukların başkanlarını karargâhına davet eder. Rumların önderi Garmanos bu davete katılmaz. Mustafa Kemal, bölgenin durumuyla ilgili olarak İstanbul’a gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporlarda; Germanos’un idaresindeki Rum çetelerinin siyasi bir amaçları olduğunu belirtir.
Raporda otuz üçü Samsun’da, kırk kadar Rum çetesi sayılmakta, buna karşılık altısı Samsun’da bulunan on üç kadar Türk çetesi olduğu bildirilmektedir. Mustafa Kemal, Haziran 1919’da Havza’dan gönderdiği raporlarla, Rum faaliyetleriyle ilgili yeni bilgiler verir. Mustafa Kemal’e göre; azınlıkta olmalarına rağmen Sivas, Amasya ve Tokat Sancaklarında da, aynı Canik Livası’nda olduğu gibi Rumlar çetecilik ve siyasi amaçlı çalışmalar yapmaktadır! Mustafa Kemal’e göre; Samsun ve güneyindeki asayişin sağlanması için mevcut jandarma ve birlikler yetmeyeceği için birkaç bin erin silahaltına alınması uygun olacaktır. Ayrıca Mustafa Kemal Samsun’daki Ortodoks Piskoposunun da bölgeden uzaklaştırılmasının uygun olacağını düşünmektedir! Yunan Hükümeti’nden emir alan Mavri Mira adlı örgütün, Samsun ve Trabzon mıntıkasında ihtilaller çıkarmak için silah ve cephane dağıtımı yaptığını belirten Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti’nden bunlara karşı tedbir alınmasını da istemektedir.
Mustafa Kemal, 19 Mayıs’ta Samsuna ayak basar basmaz Pontos özgürlük hareketine karşı Türk çetelerini örgütleyerek işe başlar. İlk görüştüklerinden birisinin de Topal Osman olduğu söylenir. Mustafa Kemal Pontos gerilla hareketine Yunan devletinden daha çok önem verir. Bu yüzden de gerilla birliklerinin dağıtılması için iki kolorduyu harekete geçirir. 30 bin Türk askeri 18 bin gerilla ve başındaki 300 gerilla önderine karşı harekete geçirilir.
Mustafa Kemal nutuk’ta Pontos hareketini şöyle tanımlar:
“Dağlarda kurulan Pontos Örgütleri şöyleydi:
a)Birtakım elebaşılar yönetiminde silahlı ve savaşçı birlikler;
- b) Bunların beslenmesini sağlayan üretimci Pontos halkı;
- c) Yönetim ve kolluk kurulları ile kentlerden ve köylerden yiyecek sağlamakla görevli ulaştırma kolları. Çetelerin çalışma bölgeleri ayrılmıştı. Pontos haydutlarının kuvveti, başlangıçta 6.000 – 7.000 silahlı idi. Daha sonra her yerde katılanlarla 25.000’i buldu. Bu kuvvetler, ufak birliklere ayrılarak türlü yerlerde barınıyorlardı. Pontos çetecilerinin işi gücü, Müslüman köylerini yakmak, Müslüman halka karşı, usa, imgeye sığmaz ağır suçlar işlemek gibi, kan dökücü bir sürünün yaptıklarından başka bir şey değildi.
Biz, Anadolu’ya çıkar çıkmaz Türk halkını uyardık. Akla gelen tehlikelere karşı önlemler almaya başladık. Merkezi Sivas’ta bulunan Üçüncü Kolordu, bütün çabasını, türlü bölgelerde gözüken çeteleri izleyip tepeleme işine özgüledi. Trabzon bölgesinde dolaşan ‘Köroğlu’ adındaki Rum çetesiyle ‘Eftalidi’ çetesini ve Öbür çeteleri merkezi Erzurum’da bulunan On beşinci Kolordu izleyip tepeliyordu. Bir yandan Pontos haydutlarının dönüp dolaştıkları yerlerde, halk silahlandırılarak ulusal örgütler kuruldu.” (“Nutuk”, Mustafa Kemal, s.471, Kaynak Yayınları, Eylül 2015, İstanbul)
Pontos gerilla hareketinin en önemli zaafı ortak bir merkezi yapıdan yoksun oluşudur. Gerillalar, Rum nüfusun tehcirini önlemeyi başaramaz. Yakılan köylerden kaçan Rumları bir araya getirerek dağlarda “kurtarılmış bölgeler” oluşturulur. Yeni birlikler kurulur. Türk ordusunun bu ayaklanma karşısında etkisiz kalması karşısında, yerel bir uzlaşma sağlanır ve Türk köylüleri kendi güvenliklerini sağlamak üzere silahlı gerilla birliklerinin ve Yunan sürgünlerinin yiyecek gereksinmelerini karşılamayı kabul eder. Savaş bittiğinde bu “modus vivendi” hâlâ geçerlidir ve 1918’de tehcire uğrayan Rumlar yavaş yavaş kendi köylerine dönmeye başladıklarında, Müslümanlar, tehcire uğrayan Rum ve Ermenilerin mallarını geri vermekten hiç memnun olmaz. Çatışmalar yeniden başlar.
Kurtarılmış bölgelerde gerillalar kendi yönetimlerini ve hukuklarını oluşturma faaliyetlerine geçer. Gerilla komutanlarından Stilianos Kosmidis’in çabalarıyla üst askeri konsey oluşturulup birbiriyle çatışan gruplar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir ceza hukuku, ardından da kurtarılmış alanlarda mahkemeler oluşturulur. Silah taşıma hizmeti devreye sokulur.
Pontos Hareketi Yenilgiye Uğruyor
Gerilla gruplarında moralsizlik hızla yayılır. Çünkü dışardan ve özellikle Yunanistan’dan bekledikleri yardım gelmez. Türk ordusu yeniden toparlanır ve Fransızlar ile İtalyanların yardımlarını da alarak üstün duruma geçer. Bu durum gerilla gruplarının ortak kumanda merkezince yönetilmesi eğilimini zayıflatır. Gerilla grupları kendi başlarına ve bazen de kendi aralarında boğuşmaya başlar. Sonuç ise trajiktir.
Ancak bütün bunlara rağmen Pontos gerilla hareketi Türk ordusunu çok büyük zorluklara sürükler. Şubat 1922’de Türk genelkurmayı ateşkes ister. Gerekçe ise Türk ordusunun başka alanlardan Pontos cephesine asker getirmenin gösterdiği güçlüklerdir. Diğer yandan asıl amaç ise Pontos cephesiyle geçici bir barış yaparak bütün gücünü Ege’de Yunan ordusuna karşı kullanmaktır. Gerillalar, bir yandan çok zor koşullardan ve kadın ile çocuklara karşı üstlendikleri sorumluluklarından ötürü dayanacak fazla güce sahip değildir, mecburen ateşkes kabul edilir.
Ankara Hükümeti bölgedeki gerilla faaliyetini önlemek için gerillanın lojistik destek aldığı köyleri boşaltarak tekrar sürgüne başvurur. Ankara, kontrol bölgesindeki istikrarı bozabilecek her türlü unsuru askere alarak sorunu çözme kararındadır. Hıristiyanlar yeniden askere alınarak, Pontoslulardan gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi yeniden amele taburları oluşturulur. Pontosluların bir kısmı askere gitmez. Askere gidenlerden amele taburları oluşturulur. Bir kısım Pontoslu da etkisiz hâle getirilir.
Bölgede silah toplanmasına geçilir. Silah toplanmasına önce Pontoslulardan başlanır. Samsun ve diğer bölgelerde silah toplayan müfrezelere karşı konulur. Ordu birliklerinin silah toplama faaliyeti sırasında Tokat, Çarşamba ve Bafra’da Nebiyan bölgesi en çok karşılık gördüğü bölgelerdir.
6 Nisan 1921’de, Türk ordusunun başlattığı harekât istenilen sonucu vermez. Ordu birlikleri ve Giresun alayından takviyeli birlikler Nebiyan ve Çarşamba’da varlık gösteremez. Çarşamba’daki birliklerin komutanı Kemal Bey Divan-ı Harbe verilir. Çarşamba’da gösterilen başarısızlık üzerine, buraya şiddeti ile tanınan Giresun alayına bağlı takımlar gönderilir. Gönderilen alayın şiddeti ve terörü, mülki amirlerin bile şikâyetlerine maruz kalır. Bu birliklerden bir kısmı halkın baskısıyla geri çekilir. Ankara, 12 Haziran 1921’de bütün Karadeniz mıntıkasını savaş bölgesi ilan ederek bölgedeki Rumların sürgününe karar verir. Kırsal bölgeler zaten daha önce boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bu kararın ardından, 16 Haziran’da Samsun’a bir Yunan çıkarması ihtimalinin arttığı gerekçesiyle 16-50 yaş arasında eli silah tutan Rumların bölge dışına sevkleri kararlaştırılır.
Sevk kararın alınmasıyla birlikte Samsun, Bafra ve Alaçam şehirlerindeki 16-50 yaş arasındaki erkeklerin tutuklanmasına başlanır. Ertesi gün, ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek için Samsun’dan yola çıkarılır. Kafile ilk durak yeri olan Kavak’ta Türk çetelerinin ateşine maruz kalır ve pek çok insan ölür. Haziran ayı içerisinde yapılan sevklerde de benzer olaylar meydan gelir. Türk çetelerinin başında Topal Osman çetesi ile Tokat yöresindeki Şaki Ali Çetesi vardır.
Merkez Ordusu Komutanlığı, Temmuz ve Ağustos aylarında Batı Cephesi’nin büyük ihtiyaç duyduğu birlikleri göndermeye çalıştığı için sürgüne gönderme yavaşlar. Sakarya Savaşı’nda Yunanlıların yenilgi ile geri çekilmeleri üzerine Rumlara karşı esas harekât başlatılır. Pontos Harekâtı’nın devam ettiği sırada, TBMM’de yapılan görüşmelerde, Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa’nın kanunsuz uygulamalar yaptığı, başarısızlık gösterdiği şeklinde iddialarla 3 Kasım 1921’de, Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alınır. Bir süre sonra 8 Şubat 1922’de Merkez Ordusu dağıtılır. Bundan sonra Pontos harekâtını yürütme görevi 10. Fırka’ya bırakılır. Bu fırkanın komutanlığına da Cemil Cahit Bey tayin edilir. İnsan ve silah bakımından daha da kuvvetlendirilen birlikler, yıllar süren Pontos sorununu 1923’ün Şubat ayında tamamen bitirilir.
Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonra kalan son gerilla birlikleri de dağlardan Karadeniz sahillerine inerek gemilerle ya Yunanistan’a ya da Rusya’ya doğru kaçar. Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinden bir yıl sonra bile Pontos dağlarında çarpışan gerillalar mevcuttur. Pontos Rumları Merkez Birliği’nin 1922’de Atina’da hesapladığı istatistiklere göre; 1914-1922 arası Pontos soykırımında toplam 303.238 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlardan 232.556 kişi Birinci Dünya Savaşı sırasında yani 1914 ile 1918 arasında katledilmişlerdir. Ağustos’ta, Yunan cephesinin çökmesinden 1924 baharına kadar ise çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 50.000 kişi daha katledilir. G. Valavanis ise Pontos’un insan kaybının 1924 yılına kadar 353.000 olduğunu açıklamaktadır.
T.C. devleti bir halklar hapishanesi olduğu gibi, aynı zamanda T.C. tarihi bir soykırım, katliamlar tarihidir. Resmi tarih yazmaz gerçekleri. Yapılan her katliamın, soykırımların hesabı mutlaka sorulacaktır. Er veya geç, katliamcı Türk devleti yıkılacak ve yerine halkların kardeşliğinin temel alındığı bir sistem mutlaka kurulacaktır. Görev, bunun için örgütlenmek, mücadele etmektir.
Yararlanılan Kaynaklar
* “Pontos Sorunu”, Sait Çetinoğlu ve Dara Cibran imzalı, Ocak 2007 tarihli broşür
* “Pontus Meselesi”, Stefanos Yerasimos, Toplum ve Bilim, sayı 43/44 Güz 1988-Kış 1989
*“Öteki Tarih”, Ayşe Hür, Profil Yayıncılık, Haziran 2013, İstanbul
*”Kemalist Devrim”, H. Yeşil, Dönüşüm Yayınları, Eylül 2000, İstanbul
- 08. 2019