[Ermenilere yönelik soykırım 110. yıldönümü vesilesiyle dergimizin 118. sayısında yayınlanan yazıyı yayınlıyoruz.]
Osmanlı İmparatorluğu çökme süreci içerisine girmişti. Sürekli olarak toprak kaybediyordu. Balkan savaşlarının kaybedilmesi ile Avrupa topraklarının %80’i kaybedildi. İmparatorluğun elinde bir tek Anadolu toprakları kalmıştı. Sıranın Anadolu’ya geleceğinden çok korkuyorlardı. Balkan Savaşların yenilgisinden sonra Anadolu’yu Hristiyanlardan arındırma, Türkleştirme siyaseti uygulamaya sokuldu. Bu siyasete göre; Sünni Müslümanlık üzerinden demografik yapı yeniden inşa edilecekti. 1913 yazında, Ege sahillerinde başlayarak Rumları zorla Yunanistan’a sürdüler.
Birinci Dünya Savaşı boyunca Arap şehirleri dışta tutulduğunda Osmanlı nüfusu 15 milyondu. Bu 15 milyon nüfusun üçte biri (5 milyon) ya zorla yer değiştirildi, asimile edildi. Buna Kürtler de dâhildi. 1913 Osmanlı sınırları içerisinde iki milyon Ermeni yaşıyordu.
Ermenilere yönelik soykırım kararı 1 Aralık 1914’te, Bahattin Şakir başkanlığında Erzurum’da Teşkilât-ı Mahsusa toplantısında alındı. Alınan karar şuydu: Bitlis ve Van civarındaki Ermeniler imha edilecekti. Bu karar Erzurum Valisi Hasan Tahsin Uzer tarafından İstanbul’a gönderildi. İmha kelimesi bizzat alınan kararda geçiyordu. Daha sonra bu karar Mart 1915 itibarı ile tüm Anadolu illerine Ermenilere uygulanması için gönderildi.
24 Nisan 1915’te, Osmanlı/Türk hâkim sınıfları Alman emperyalizminin de desteğiyle Ermeni ulusunu yok etmeye yöneldiler. Birinci Dünya Savaşı’nın yarattığı ortam kullanılarak “Ermeni sorununun nihai çözümü” için Osmanlı/Türk devleti sınırları içinde, korkunç bir soykırıma giriştiler. 110 yıl önce 24 Nisan 1915’te yüzlerce Ermeni aydını İstanbul’da gözaltına alınıp Çankırı Ayaş/Ankara’ya sürüldü. Bu, Ermeni soykırımının işaret fişeği idi.
Ermenilere yönelik yapılan soykırımda, bir buçuk milyon Ermeni katledildi. Ermeniler Batı Ermenistan’da ulus olmaktan çıkarıldı. Türkiye’deki nüfus sayımlarında 1965 yılından bu yana etnik aidiyet/anadil üzerine resmi istatistiki bilgi olmadığından (veya açıklanmadığından) günümüzde ülkelerimizde yaşayan Ermenilerin sayısına ilişkin kesin bir veri mevcut değildir. Ancak Ermeni kaynaklarına dayanılarak ülkelerimizde, yaklaşık 60-80 bin Ermeninin yaşadığı tahmin edilmektedir. Yaşamlarını kurtarabilmek için Ermeni olduğunu gizleyenler ve Müslümanlaşan Ermeniler bu sayı içinde yoktur.
Batı Ermenistan’da Ermenilerin katledilmesi ve bir “hiç”e sürülmeleri ile yetinilmedi. Ermeni ve Rumlara ait malların yağmalanma süreci başlatıldı. Osmanlı hükümeti 26 Eylül 1915’te, Ermeni mallarına el konulması siyasetini içeren “Tasfiye Kanunu”nu çıkardı. Bu kanun 8 Ocak 1920’de iptal edildi. Ankara hükümeti, tasfiye kararını kaldıran Osmanlı hükümetinin kararını değiştirerek yeniden uygulamaya soktu. 1923’te Cumhuriyetin ilan edilmesiyle birlikte gayrimüslimlerin mallarına el koyma süreci hızlandırıldı. Gayrimüslimlerin mallarına el konulmasıyla birlikte Türk burjuvazisinin yaratılmasının temelleri atıldı. Bunun için de “El Koyma Talimatnameleri” yayınlandı.
Soykırımcıların itibarları iade edildi, yakınlarına aylık bağlandı. Türk burjuvazisinin bir bölümünün ilk birikimi, 1915-1930 yılları arasında Rum ve Ermeni sermayesinin transferiyle sağlandı. Ermenilerin iktisadi varlığı da yok edildi. Türkçü ideoloji, resmî ideoloji bu yok edilmenin üstüne kuruldu. Gayrimüslimlere ait sermeyenin dönüşümü, Türkleştirilme üç aşamada gerçekleşti. Birinci aşamada güya tehcir kafilelerinin güvenliğini sağlayan unsurların yaptıklarıydı. Tehcir sırasında, yolun uygun bir yerinde kadınların paralarına, mücevherlerine el konuldu. Kadınlar öldürüldü. İkinci aşamada, Rumların, Ermenilerin evlerindeki eşyalar yağmalandı. Üçüncü aşamada ise Rumlardan ve Ermenilerden kalan taşınmaz mallar yağmalandı.
Soykırımdan kurtulan Ermenilerin ve diğer azınlık halkların bırakalım siyasette temsil edilmesini, burjuva partilerde bile siyaset yapmalarının yolları da kapatıldı. Heyet-i Temsiliye, 19 Mart 1920’de, Ankara’da toplanacak yeni Meclis için yapılacak seçimlerin kurallarını belirledi. Buna göre; Müslüman olmayanlar seçimlere katılmayacaktı. Daha sonra bu kural esnetildi ve azınlıkların (bu arada Ermenilerin de) burjuva partilerinde siyaset yapmalarına izin verildi. 1923-1950 dönemini kapsayan tek parti iktidarı döneminde TBMM’de, sadece Ermeni kökenli iki milletvekili (Münip Boya, Berç Keresteciyan) seçildi.
20’Lİ YILLAR VE SONRASI DURUM
Soykırım esas olarak 1915-1917 yılları arasında gerçekleştirilmiş olsa da 1919-1922 yılları arasında Kurtuluş Savaşı döneminde de “gâvurlara” duyulan kin devam etti. 1918-1919’da Osmanlının yenilgisi sonrasında soykırımdan sağ kurtulan Ermenilerin, yerleşim alanlarına geri gelmesi, haklı olarak ellerinden alınan malları talep etmesi; bunlara ek olarak yaşanan barbarlığın beraberinde getirdiği kinle Ermenilerin yer yer Türklere karşı saldırı eylemleri gerçekleştirmesi vb. durumların sonucunda da Ermenilere yönelik katliamlar sürdürüldü.
1934’te, Yahudiler Trakya’dan İstanbul’a zorla göç ettirildi. İkinci Dünya Savaşı sırasında 20 Kur’a Askerlik (1941) ve 11 Kasım 1942 tarihinde “Türkleştirme hareketinin bir diğer halkası olarak Varlık Vergisi’ çıkartıldı. “Varlık Vergisi”, özellikle ticaretle uğraşan gayrimüslimleri hedefliyordu. Gayrimüslimler, vergisini ödeyebilmek için, evlerini, işyerlerini satmak zorunda kaldı ve çoğunun iş hayatı sona erdi.1942 yılında Varlık Vergisi’ni ödeyemeyen binlerce kişi sürgün edildi. Resmi rakamlara göre 1400 kişi Erzurum/Aşkale’ye sürüldü. Sürgüne gönderilenler, taş kırdı, yol yaptı. Varlık Vergisi Kanunu binlerce gayrimüslimin göç etmesine neden oldu.
Daha sonra, 6-7 Eylül 1955’te yağma ve talan devam etti. Temeli İttihat ve Terakki döneminde atılan “Sermayenin Türkleştirilmesi projesi” adım adım hayata geçirildi.
1973-1984 arasında ASALA örgütünün yurtdışındaki Türk diplomatlara yönelik şiddet eylemlerinin etkisiyle toplumda ve devlet katında Türkiyeli Ermenilere yapılan baskılar dayanılmaz bir hâle geldi. Soykırımdan kurtulanların çocukları zamanla yurtdışına göç ettiler. Göçlerin temel nedeni gayrimüslimler üzerinde uygulanan baskılar ve ayrımcılıktı.
90’LI YILLAR VE SONRASI ERMENİSTAN-TÜRKİYE İLİŞKİLERİ
Revizyonist-sosyal emperyalist Sovyetler Birliği’nin 1991 sonunda yıkılmasından birkaç ay önce birlik içinde yer alan Ermenistan 21 Eylül 1991’de “bağımsızlığını” ilan etti. Türkiye, Ermenistan’ın bağımsızlığını 16 Aralık 1991’de tanıdı. Ermenistan, Türkiye tarafından Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı’na (KEİ) kurucu üye olarak davet edildi. 1993’te Azeri-Ermeni savaşı ertesinde Türkiye, Ermenistan’a kara sınır kapısını kapattı. Sınırın kapatılması ABD, AB emperyalistlerinin istemediği bir durumdu. Sınırın kapalı olması ne Türkiye’nin ne de Ermenistan’ın işine yaramıyordu. Buna rağmen Türkiye Azerbaycan’ın yanında yer alıyordu. Türkiye, cumhuriyetin kurulması sonrasında da Ermenilere karşı sürekli kışkırtıcılık yapıyordu. Ermenistan’da da Ermenilere yönelik yapılan soykırım ve bu soykırımın tarihi bir gerçeklik olarak Türk devleti tarafından inkâr edilmesinin Ermeniler arasında Türklere karşı bir tepki oluşmasına neden oluyordu.
2008’den itibaren İsviçre aracılığı ile Ermenistan-Türkiye arasında görüşmeler yürütüldü. Bu görüşmeler sonucu 2009’da Zürih Protokolleri imzalandı. Ermenistan, protokolleri anayasaya uygunluğu açısından incelenmek üzere Anayasa Mahkemesi’ne iletti. Anayasa Mahkemesi, 12 Ocak 2010 günü Protokollerin Ermenistan Anayasası’na uygun bulunduğunu açıkladı. Ermenistan, 23 Nisan 2010’da Türkiye’ye protokollerin askıya aldığını bildirdi. Karşılıklı imzalanan protokoller iki ülkenin meclisleri tarafından imzalanmadı. Böylelikle imzalanan protokoller hükümsüz hâle geldi.
HALKLARIN KARDEŞLİĞİ İÇİN…
Türk devletinin Ermeni soykırımına ilişkin tavrı sürekli olarak, inkârcı, ırkçı, şoven bir tavır oldu. Onlara göre “bir Ermeni katliamı yoktur, Ermenilerin Türkleri katletmesi var”dır. Bu da “Ermeni mezalimi” olarak dünya kamuoyuna lanse edilmektedir. Türk devleti, bütün olanaklarıyla, soykırımın kabul edilmesini engellemek ve olguları tersyüz etmek için dünya çapında çalışıyor. Ermeni düşmanlığını körüklüyor.
Türk hâkim sınıflarının ve savunucularının Ermeni düşmanlığını körükleme ve Ermeni soykırımını inkâr etme siyasetine karşı mücadele tüm gerçek demokratların, devrimcilerin, komünistlerin görevidir.
Sınıf bilinçli işçiler açısından Türk devletinin öncülü Osmanlı’nın son dönemlerinde yapılan Ermenilere yapılan soykırım resmi olarak tanınmalı, soykırımla yüzleşilmeli, Ermeni kayıpları tazmin edilmelidir. Diasporadaki Ermeniler istedikleri takdirde kendi topraklarına, Batı Ermenistan’a dönme ve yerleşme hakkına sahip olmalıdırlar.
Ermeni katliamının 110. yıldönümünde de sınıf bilinçli işçiler bu taleplerin savunucusudurlar. Bunlar gerçekleştiğinde ancak Ermeni halkı ile Türk ve diğer halklar arasında güven oluşturulabilir, kardeşlik ilişkileri geliştirilebilir.
Ocak 2025