5 Ağustos Marksizm’in kurucularından, Marx’ın en yakın yoldaşı, onun “General”i, Friedrich Engels’in 127. ölüm yıldönümü.
Proletaryanın önderlerinden Friedrich Engels, 5 Ağustos 1895’de Londra’da yaşamını yitirdi.
Friedrich Engels’in doğumunun 200. yıldönümünde Yeni Dünya İçin Çağrı sayı 201’de yayınlanan “Friedrich Engels’i anıyoruz” başlıklı makaleyi yayımlıyoruz.
Engels’in yaratıcılarından biri olduğu Marksizm, Lenin tarafından emperyalizm cağında geliştirilerek Marksizm-Leninizm aşamasına yükseltildi.
Bu bilim bu gün de dünya proletaryasının ve ezilen halklarının elinde yeni bir dünya mücadelesinde en güçlü silah!
Engels bu mücadelede bugün de yaşıyor, yasayacak.
“Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek”
O’nu 127. ölüm yıldönümünde Lenin’in yazısıyla ve “Tabutu Başında” yapılan bir konuşma ile anıyoruz!
FRİEDRİCH ENGELS
V. İ. Lenin
Ah, nasıl bir zekâ meşalesi söndü,
Ah, nasıl bir yürek durdu.
N. Nekrasov
5 Ağustos (eski tarihle 24 Haziran) 1895’te Friedrich Engels, Londra’da öldü. Dostu (1883’te ölen) Karl Marx’tan sonra Engels, bütün uygar dünyada, modern proletaryanın en dikkate değer bilim adamı ve öğretmeniydi. Kaderin, Karl Marx ve Friedrich Engels’i bir araya getirdiği andan itibaren, iki arkadaşın yaşamları boyunca yarattıkları yapıtları, her ikisinin de ortak davası hâline geldi. Ve bu nedenle, Friedrich Engels’in proletarya uğruna neler yapmış olduğunu anlamak için, çağdaş emekçi sınıf hareketinin gelişmesi yolunda Marx’ın çalışmalarının belirleyici önemi konusunda açık bir fikre sahip olmak gerekir. Marx ile Engels, işçi sınıfı ve bu sınıfın taleplerinin, kaçınılmaz olarak burjuvazi ile birlikte proletaryayı yaratan ve örgütleyen hâlihazır ekonomik sistemin zorunlu bir sonucu olduğunu ilk gösterenlerdir. Onlar, insanlığı onu hâlen ezmekte olan kötülüklerden kurtaracak olanın, asil ruhlu bireylerin iyi niyetli çabaları değil, örgütlenmiş proletaryanın sınıf savaşımı olduğunu gösterdiler. Marx ile Engels, bilimsel çalışmalarıyla, sosyalizmin, hayalcilerin bir icadı olmadığı ama modern toplumdaki üretici güçlerin gelişmesinin nihai bir amacı ve kaçınılmaz bir sonucu olduğunun ilk açıklamasını yaptılar. Şimdiye değin bütün yazılı tarih, belli toplumsal sınıfların diğer sınıflar üzerinde, birbirini izleyen egemenlik ve zaferlerinin tarihi olmuştur. Ve bu, sınıf savaşımları ve sınıf egemenliğinin temeli olan özel mülkiyet ve anarşik toplumsal üretim yok oluncaya kadar sürecektir. Proletaryanın çıkarları bu temellerin yıkılmasını gerektirir; bu nedenle, örgütlü emekçilerin sınıf bilinçli sınıf savaşımı, bunlara karşı yönetilmelidir. Ve her sınıf savaşımı bir politik savaşımdır.
Marx ile Engels’in bu görüşleri şimdi, kendi kurtuluşları için mücadele eden bütün proleterler tarafından benimsenmiştir. Ne var ki, bin sekiz yüz kırklarda, iki arkadaş, zamanın sosyalist literatürüne ve hareketlerine katıldıkları zaman bu gibi düşünceler tamamen yeniydi. O sıralar, siyasal özgürlük mücadelesine ya da kralların despotluğuna, polise ve ruhban sınıfına karşı mücadeleye girişen yetenekli ya da yeteneksiz, dürüst ya da dürüst olmayan pek çok insan vardı; ama bunlar, burjuvazinin çıkarları ile proletaryanın çıkarları arasında uzlaşmaz bir zıtlık bulunduğunu göremiyorlardı ve emekçilerin bağımsız bir kuvvet olarak hareket etmeleri gerektiğini kabul etmiyorlardı. Öte yandan, egemen sınıfları, şimdiki toplumsal düzenin adil olmadığına inandırmanın yeterli olacağına ve bunu başarınca da, yeryüzünde barışın ve genel gönencin hemen kuruluvereceğine bel bağlayan ve içlerinde dâhiler de bulunan pek çok uyurgezer de vardı. Bunlar, savaşımsız bir sosyalizmin rüyasını görüyorlardı. En sonu, zamanın sosyalistlerinin ve işçi sınıfı dostlarının hemen hepsi genellikle proletaryaya bir çıban gözüyle bakıyorlar ve sanayideki büyüme ile birlikte bu çıbanın büyüdüğünü dehşetle seyrediyorlardı. Bunların hepsi de bu yüzden, sanayinin ve dolayısıyla proletaryanın gelişmesini, yani “tarih çarkını” durduracak yollar arıyorlardı. Marx ile Engels, proletaryanın gelişmesi konusundaki yaygın korkuyu paylaşmak şöyle dursun, tam tersine, bütün umutlarını proletaryanın sürekli büyümesine bağlamışlardı. Proletaryanın sayısı ne kadar büyük olursa, devrimci bir sınıf olarak gücü de o kadar büyük olurdu ve böylece, sosyalizmin kurulması o denli yakın ve olanaklı hâle gelirdi. Marx’la Engels’in işçi sınıfına yaptığı hizmetler şu birkaç sözcükle de ifade edilebilir: Her ikisi de, işçi sınıfına kendini tanımayı, kendi bilincine varmayı öğretmişler; hayaller yerine bilimi koymuşlardır.
İşte bunun için Engels’in adı ve yaşamı her işçi tarafından bilinmelidir. İşte bunun içindir ki, bütün yayınlarımızda olduğu gibi, Rus işçi sınıfının bilincini uyandırmayı amaçlayan bu makaleler derlemesinde de modern proletaryanın iki büyük öğretmeninden biri olan Friedrich Engels’in yaşamını ve çalışmalarını özetlemek gerekir.
***
Engels, 1820 yılında Prusya Krallığı’nın Ren eyaletindeki Barmen’de doğdu. Babası bir imalatçıydı. 1838’de Engels, Gymnasium’daki öğrenimini tamamlamadan, aile koşullarının zorlamasıyla, Barmen’deki ticari firmaların birine memur olarak girdi. Girdiği bu ticari işler Engels’in bilimsel ve politik eğitimini sürdürmesine engel olmadı. Daha lisedeyken otokrasi ile bürokrasinin uygulandığı zorbalıktan nefret etmeye başlamıştı. Felsefe çalışmaları onu daha da ileri götürdü. O sıralar Hegel öğretisi, Alman felsefesine egemendi; Engels de onun izleyicileri arasına katıldı. Ne var ki Hegel’in kendisi de zorba Prusya devletinin hayranlarındandı ve her ne kadar Berlin Üniversitesi’nde onun hizmetinde ise de Hegel’in öğetisi devrimciydi. Hegel’in insan aklına ve onun haklarına inancı ile Hegelci felsefenin temel tezleri; yani evrenin sürekli değişme ve gelişme süreci içerisinde bulunması düşüncesi, mevcut devlet düzeniyle uyuşmayı reddeden Berlinli filozofun izleyicilerini, bu devlet düzenine ve dolayısıyla, mevcut yanlışlıklara ve sürüp giden kötülüklere karşı mücadele fikrinin köklerinin bu evrensel ve sonsuz gelişmenin yasası içinde bulunduğu düşüncesine götürdü. Mademki her şey gelişiyor ve değişiyordu, mademki bazı kurumların yerini başka kurumlar alıyordu; öyleyse, Prusya kralının ya da Rus çarının mutlakıyetinin ya da önemsiz bir azınlığın, büyük çoğunluğun sırtından durmadan zenginleşmesinin burjuvazinin halk üzerindeki egemenliğinin sonsuza dek sürüp gitmesi nasıl olabilirdi?
Hegel felsefesi aslında, aklın ve düşüncenin gelişmesinden söz ediyordu; yani idealist bir felsefeydi. Bu felsefe, aklın gelişmesinden, doğanın, insanın, toplumsal ilişkilerinin gelişmesini açıklıyordu. Marx ile Engels, Hegel’in sonsuz gelişme süreci fikrini alıkoyarak (*) önyargıyla kabul edilen idealist yaklaşımı reddettiler; hayatın gerçeklerine dönerek bunların, doğanın gelişmesini açıklayan şeyin insan aklının gelişmesi değil; tam tersine, aklın gelişmesini, doğadan, maddeden çıkartmak gerektiği kanısına vardılar…
Hegel ve diğer Hegelcilerden farklı olarak Marx ile Engels, materyalist idiler. Dünyaya ve insanlığa materyalist açıdan bakarak, maddi nedenlerin, doğadaki bütün olguların temelinde bulunması gibi, insan toplumunun bütün gelişmesinin de, maddi, üretken güçlerinin gelişmesi tarafından koşullandırıldığını gördüler. Üretken güçlerin gelişmesi, insanoğlunun gereksinimlerinin karşılanması için gereken nesnelerin üretilmeleri sırasında insanların birbirleriyle olan ilişkilerine bağlı bulunmaktadır. Toplumsal hayatın bütün olguları, insanoğlunun bütün özlemleri, düşünceleri ve yasaların açıklanması işte bu ilişkilerde yatar. Üretken güçlerdeki gelişme, özel mülkiyete dayalı toplumsal ilişkileri yaratır; ancak, biz şimdi görüyoruz ki, üretken güçlerdeki bu aynı gelişme, çoğunluğu mülkiyetten yoksun kılarken, bunun küçük bir azınlığın elinde toplanmasına yol açıyor. Böylece, modern toplumsal düzenin temeli olan mülkiyeti ortadan kaldırıyor ve sosyalistlerin kendilerine hedef olarak seçtikleri şeye doğru yürümüş oluyor; sosyalistler için artık yapılacak tek şey, bu toplumsal güçlerden hangisinin, modern toplumdaki durumu bakımından sosyalizmi oluşturabileceğini saptamak ve bu toplumsal güce, kendi çıkarlarının ve tarihi misyonlarının bilincini vermek kalıyor. Bu güç proletaryadır. Engels bunu İngiltere’de, babasının ortağı olduğu ticari bir firmada çalışmak üzere, İngiliz sanayisinin merkezi olan Manchester’e yerleştiği 1842 yılında anlıyor. Burada Engels sadece fabrikanın idare binasında oturup çevresini seyretmekle kalmıyor, işçilerin balık istifi oturduğu gecekondu mahallelerini de dolaşıyor, buralarda o, işçilerin içinde bulundukları fakirliği ve sefaleti kendi gözleriyle görüyor. Ancak kendisini, sırf kişisel gözlemlerle sınırlı tutmuyor. İngiliz işçi sınıfının içerisinde bulunduğu koşulları gözler önüne seren bütün yazılanları okuyor, bulabildiği bütün resmi dokümanları inceliyor. Bu inceleme ve gözlemlerinin meyvesi, 1845 yılında yayımlanan İngiltere’de işçi sınıfının durumu oluyor. Engels’ten önce de pek çok kimse proletaryanın çektiği ıstırapları anlatmış ve onlara yardım etmek gereğine işaret etmişti ama Engels yalnız proletaryanın ıstırap çeken bir sınıf olduğunu söylemekle yetinmemiş, gerçekte, proletaryanın bu utanç verici ekonomik koşulunun onu dayanılmaz bir biçimde ileri doğru ittiğini ve nihai kurtuluşu için savaşım vermeye zorladığını da ilk kez söyleyen kimse olmuştur. Ve bu savaşan proletarya kendi kendisinin yardımcısı olacaktır. İşçi sınıfının politik hareketi kaçınılmaz olarak emekçileri, kurtuluşlarının tek yolunun sosyalizm olduğunu anlamaya götürecektir. Öte yandan sosyalizm ancak, işçi sınıfının politik mücadelesinin amacı hâline geldiği zaman bir güç hâlini alacaktır. Engels’in, İngiltere’de işçi sınıfının yaşam koşulları üzerine olan kitabının ana fikirleri işte bunlardır; bugün bütün düşünen ve savaşan proletaryanın benimsediği bu düşünceler o sıralar çok yeniydi. Bu düşünceler, İngiliz proletaryasının içine düştüğü sefaleti tamamen doğru ve çarpıcı biçimde ama çekici bir üslupla kaleme alınmıştı. Bu kitap, kapitalizmin ve burjuvazinin müthiş bir suçlanmasıydı ve çok derin etkiler bırakmıştı. Engels’in kitabı, modern proletaryanın içinde bulunduğu durumu en iyi biçimde sergileyen bir belge olarak her yerde anılmaya başladı. Ve gerçekten de, ne 1845’ten önce ne de sonra, işçi sınıfının içerisinde bulunduğu sefaleti bu kadar çarpıcı ve gerçekçi bir sergilenmesi yapılmamıştır.
Engels’in sosyalist oluşu ancak İngiltere’ye gelişinden sonradır. Manchester’de, o sırada İngiliz işçi hareketlerine faal olarak katılan kimselerle ilişki kurdu ve İngiliz sosyalist yayınlara yazmaya başladı. 1844’te Almanya’ya dönerken, daha önceden mektuplaştığı Marx ile tanıştı. Paris’te, Fransız sosyalistlerinin ve Fransız yaşamının etkileriyle Marx da sosyalist olmuştu. Burada iki arkadaş Kutsal Aile ya da Eleştirel Eleştirinin Eleştirisi başlığı altında ortak bir kitap yazdılar. İngiltere’de isçi sınıfının durumundan bir yıl önce yayımlanan ve büyük bir kısmını Marx’ın yazdığı bu kitap ana fikirlerini yukarda anlatmış olduğumuz devrimci materyalist sosyalizmin temellerini içerir.
Kutsal Aile, felsefeci Bauer kardeşlere ve onları izleyenlere takılan mizahi addır. Bu baylar, bütün gerçeklerin üzerinde duran, partileri ve politikaları yukarıdan seyreden, bütün pratik eylemleri reddeden, çevremizdeki dünya ile bu dünyanın içerisinde cereyan eden olayları yalnız “eleştirel” bir gözle dikkate alan bir eleştiriyi savunuyorlardı. Bu baylar, Bauerler, proletaryayı, eleştirel olmayan bir kitle olarak hor görüyorlardı. Marx ile Engels, bu saçma ve zararlı eğilime bütün güçleriyle karşı çıkıyorlardı. Gerçek insan kişiliği adına –egemen sınıflar ve devlet tarafından ezilen işçiler için– bu iki insan, sadece düşüncede kalınmamasını, daha iyi bir dünya düzeni için savaşılmasını istiyorlardı. Hiç kuşkusuz bunlar, proletaryayı, bu mücadeleyi verebilecek ve ondan yararlanabilecek bir güç olarak görüyorlardı. Kutsal Aile’nin çıkmasından önce bile Engels, Marx ile Ruge’nin yayımladıkları Alman-Fransız Yıllığı’nda bir Ekonomi Politik Eleştiri Denemesi’ni yayımlamıştı; bu denemede, çağdaş ekonomik düzenin belli başlı görüşlerini sosyalist görüş açısından incelemiş ve bunların, özel mülkiyet kuralının zorunlu sonuçları olduğu kanısına varmıştı. Engels ile karşılaşması hiç kuşkusuz Marx’ın, ekonomi politik çalışmalarıyla bir devrim yarattığı bu bilimi incelemeye karar vermesinde önemli bir etken olmuştur.
Engels, 1845-1847 arası Paris ve Brüksel’de yaşadı ve bilimsel araştırmaların yanı sıra bu kentlerdeki Alman işçileri arasında pratik faaliyetlerde de bulundu. Burada Marx ile Engels, gizli Alman Komünist Birliği ile temasa geçtiler. Birlik kendilerine, kurmuş oldukları sosyalizmin ana ilkelerini açıklayan bir belge hazırlama görevini verdi. İşte böylece, Marx ile Engels’in 1848’de yayımlanan ünlü Komünist Parti Manifestosu ortaya çıkmış oldu. Bu küçük kitapçık ciltlerce kitaba bedeldir; onun ruhu bugüne kadar tüm uygar dünyanın örgütlü mücadele veren proletaryasına ilham vermekte ve onları harekete geçirmektedir.
Önce Fransa’da patlak veren, ardından da Batı Avrupa’da öteki ülkelere yayılan 1848 Devrimi, Marx ile Engels’i tekrar kendi ülkelerine döndürdü. Burada Ren Prusyası’nda, Köln’de yayımlanan demokrat Neue Rheinische Zeitug’un yönetimini ele aldılar. İki dost, Ren Prusya’sındaki bütün devrimci demokratik taleplerin kalbi ve ruhu oldular. Halkın çıkar ve özgürlüğünü, gerici güçlere karşı bütün güçleriyle savundular. O sırada, bilindiği gibi gerici güçler baskın çıktılar: Yeni Ren Gazetesi kapatıldı. Sürgündeyken Prusya vatandaşlığını kaybeden Marx ülkeden çıkartıldı. Ama Engels halkın silahlı ayaklanmasına katıldı; üç muharebede özgürlük için dövüştü; isyancıların yenilgisi üzerine, İsviçre üzerinden Londra’ya kaçtı.
Marx da Londra’ya yerleşmişti. Engels çok geçmeden tekrar büro işine başladı; 1840’larda çalışmış olduğu Manchester’deki ticari firmaya daha sonra da ortak oldu. 1870 yılına dek bu kentte kaldı; Marx, Londra’da oturuyordu ama bu durum, çok canlı bir entelektüel birliği sürdürmeye engel değildi: Neredeyse her gün mektuplaşıyorlardı. Bu yazışmalarda iki dost, görüş ve bilgi alışverişinde bulunuyorlar ve bilimsel sosyalizmi hazırlamada işbirliğini sürdürüyorlardı.
1870’te Engels, Londra’ya taşındı; yorucu çalışmalarla geçen ortak entelektüel yaşamları Marx’ın 1883 yılında ölümüne dek devam etti. Bu çalışmaların meyvesini Marx tarafında, çağımızın ekonomi politiği konusunda en büyük yapıt olan Kapital, Engels yanında ise, irili ufaklı bir yığın yapıt oldu. Marx, kapitalist ekonominin karmaşık olgularını analiz ediyor; Engels, yalın bir dille yazılmış ve çoğu kez bir polemik havası taşıyan yapıtlarında, daha genel bilimsel sorunları ele alıyor, geçmişin ve günün farklı olgularını, materyalist tarih anlayışı ile Marx’ın ekonomi teorisinin ışığı altında inceliyordu.
Engels’in bu yapıtlarından biz yalnız birkaçının sözünü edeceğiz: Dühring’e karşı (felsefe, doğa ilimleri ve toplumsal bilimlerin çok önemli sorunlarını çözümlediği) polemik yapıt. Ailenin, Özel Mülkiyetin ve Devletin Kökeni ( Rusça’ya çevrilmiş, 3. Baskısı 1895’te yayımlanmıştır). Ludwig Feuerbach (Rusça’ya çevirisi, notlarla birlikte G. Plehanov tarafından yapılmıştır, Cenevre, 1892); Rus hükümetinin dış politikası üzerine bir makale (Rusçaya çevrilmiş ve Cenevre’de, Sosial Demokrat 14 No, 1 ve 2’de yayımlanmıştır); konut sorunu üzerine dikkati çekici makaleler ile en sonu, Rusya’nın ekonomik gelişmesi üzerine iki küçük ama çok değerli yazı (Friedrich Engels, Rusya Üzerine (Rusça’ya Vera Zasuliç çevirisi, Cenevre 1894). Bu iki cilt son derece ağır bir emeği gerektirmiştir. Marx, sermayeyi incelediği büyük yapıtını tamamlayamadan ölmüştü. Ne var ki bu yapıt, elyazmaları halinde tamamlanmıştı ve Engels, dostunun ölümünden sonra, Kapital’in ikinci ve üçüncü ciltlerini yayıma hazırlama gibi ağır bir işi yüklendi. İkinci cildi 1885’te üçüncü cildi 1894’te yayımladı; 1895’te ölümü, dördüncü cildi, Artıdeğer Teorileri’ni yayıma hazırlamasına izin vermedi. Avusturyalı Sosyal Demokrat Adler haklı olarak Kapital’in II. ve III. ciltlerini yayıma hazırlamakla Engels’in, dostu olan bir dehaya görkemli bir anıt yükselttiğine ve hiç aklından geçirmediği hâlde bu büyük anıta kendi adını silinmez bir biçimde kazımış olduğuna işaret etmiştir. Ve gerçekten de Kapital’in bu iki cildi, iki insan, Marx ile Engels’in yapıtıdır. Eski hikâyeler, dostluğun göz yaşartıcı öyküleriyle doludur. Avrupa proletaryası, kendi bilimleri sosyalizmi; birbirleriyle olan ilişkileri, geçmişteki insanların dostluk ilişkilerinin en dokunaklı öykülerini geride bırakan iki bilim adamı ve savaşçı tarafından yaratılmış olduğunu rahatça söyleyebilir. Engels daima –ve bütünüyle alındığında haklı olarak– kendisini Marx’tan sonraya koymuştur. Eski bir dostuna, “Marx hayattayken” diye yazıyor, “ben ikinci keman oldum.”(**) Yaşayan Marx’a sevgisi ve ölen Marx’ın anısına saygısı sonsuzdu. Bu katı savaşçıda ve kılı kırk yaran düşünürün göğsünde, derin ve şefkat dolu bir kalp çarpıyordu.
1848-49 hareketinden sonra, Marx ile Engels sürgünde kendilerini yalnız bilimle uğraşmakla sınırlamadılar. 1864’te Marx, Uluslararası İşçi Birliği’ni kurdu ve bu derneği tam on yıl yönetti. Engels de derneğin çalışmalarına faal olarak katıldı. Uluslararası Birlik’in çalışmalarının, Marx’ın düşüncesine uygun olarak bütün ülkelerin proletaryasını birleştirmesi, işçi sınıf hareketinin gelişmesinde çok büyük bir önem taşır. Bu birliğin, 1870’lerde sona ermesinden sonra bile, Marx ile Engels’in birleştirici rolü sona ermiş olmadı. Tersine, bu iki insan emek hareketinin manevi öncüleri olarak önlemlerinin, hareketin sürekli büyümesi ölçüsünde arttığı bile söylenebilir. Marx’ın ölümünden sonra da Engels, Avrupalı sosyalistlerin danışmanı ve öncüsü olmaya tek başına devam etmiştir. Onun öneri ve yönlendirmelerine, Alman sosyalistleri de aynı şekilde daima başvurmuşlar; hükümetlerin sürekli kovuşturmasına karşın, hareket hızlı ve düzenli bir biçimde güç kazanmıştır. İspanya, Romanya ve Rusya gibi geri kalmış ülkelerin sosyalist temsilcileri de ilk adımlarını atarken karşılaştıkları güçlükler karşısında daima ona başvurmuşlar ve hepsi de yaşlı Engels’in, zengin bilgi ve deneyim birikiminden yararlanmışlardır.
Her ikisi de Rusça bilen ve Rusça kitap okuyan Marx ile Engels, Rusya’ya karşı canlı bir ilgi duymuşlar, Rus devrimci hareketini sevgiyle izlemişler, Rus devrimcileri ile temaslarını daima sürdürmüşlerdir. Sosyalist olmadan önce her ikisi de demokrattı; politik zorbalığa karşı demokratik nefret duygusu yine her ikisinde de son derece güçlüydü. Bu dolaysız politik duygu, politik zorbalık ile ekonomik baskı arasındaki bağın teorik olarak derinden kavranması ve bir de zengin yaşam deneyimi bir araya gelince, bütün bunlar Marx ile Engels’e olağanüstü politik bir duyarlılık kazandırmıştı. İşte bunun için, bir avuç Rus devrimcisinin, kudretli çarlık hükümetine karşı verdiği yiğitçe mücadele, bu sınavdan geçmiş devrimcilerin kalbinde büyük bir sempati uyandırmıştır. Öte yandan, hayali ekonomik çıkarlar uğruna, Rus sosyalistlerinin en acil ve en önemli görevlerinden, yani siyasal özgürlüğün kazanılması görevinden yüz çevirme eğilimi, doğal olarak onlar tarafından kuşkuyla karşılanmış, hatta bu tutum, toplumsal devrimin büyük davasına doğrudan bir ihanet olarak değerlendirilmiştir. “Proletaryanın kurtuluşu, proletaryanın kendi işi olmalıdır.” Marx ve Engels sürekli olarak bunu öğrettiler. Ancak, ekonomik kurtuluşu uğruna savaşabilmesi için proletaryanın kendisi için bazı politik haklar kazanması da gerekir. Üstelik Marx ile Engels, Rusya’daki politik bir devrimin, Batı Avrupa işçi hareketi için çok büyük bir önem taşıdığını da açıkça görmüşlerdir. Monarşik Rusya, genel Avrupa gericiliğinin daima bir kalesi olmuştur. Almanya ile Fransa arasında uzun süre için anlaşmazlık tohumları eken 1870 savaşının sonucu olarak Rusya’nın kavuştuğu olağanüstü uygun uluslararası durum kuşku yok ki, sadece gerici bir güç olarak mutlakiyetçi Rusya’nın önemini artırmıştır. Ancak özgür bir Rusya ne Polonyalıları, Finleri, Almanları, Ermenileri ne de öteki küçük uluslardan birini ezme, ya da Fransa ile Almanya’yı birbirine düşürme gereğini duymayan bir Rusya, modern Avrupa’nın savaş yükünden kurtulmasını, Avrupa’daki bütün gerici öğeleri zayıflatacak ve Avrupa işçi sınıfının gücünü artıracaktır. İşte bunun için Engels, Rusya’da siyasal özgürlüğün yerleşmesini, Batı’da da işçi sınıfı hareketinin gelişmesi için hararetle arzu etmiştir. Onun kişiliğinde, Rus devrimcileri, en iyi dostlarını yitirmişlerdir.
Proletaryanın büyük savunucusu ve öğretmeni Friedrich Engels’in anısı ebediyen yaşasın!
1895 güzünde yazılmış, 1896’da ilk kez Rabotnik (İşçi) dergisinde yayımlanmıştır.
(“Marx-Engels Anılar”, Marksizm Leninizm Enstitüsü, s.73-82, Evrensel Basım Yayın, Nisan 1999, İstanbul)
(*) Marx ile Engels, entelektüel gelişmelerinde büyük Alman filozoflarına, özellikle de Hegel’e çok şey borçlu olduklarını sık sık belirtmişlerdir. “Alman felsefesi olmasaydı,” diyor Engels, “bilimsel sosyalizm olamazdı.”
(**) Engels’in J. F. Becker’e 15 Ekim 1884 tarihli mektubu.
***
Alman Sosyal Demokrat Gazetesi’nin Ağustos 1895’te, 33. sayısında yayınlanan yazı şöyledir:
ENGELS’İN TABUTU BAŞINDA
Ölümsüz liderimizin karakteri sade ve ciddi idi; bu yalınlık ve müthiş ciddilik onun eylemlerini ve verimli çalışma hayatının son anını belirleyen bir vakar ve ağırbaşlılık olmuştur.
Cesedinin yakılması ve küllerinin denize bırakılması onun vasiyeti idi. 10 Ağustos Cumartesi günü 11’de, cesedi, Londra’dan otuz mil kadar ötedeki Woking krematoryumuna götürülmek üzere Waterloo İstasyonuna getirildi.
Öğleden sonra saat ikide, Necrepolis İstasyonunun bekleme odasına girerek sayısız çiçeklerle örtülü tabutu gördüğümüz anda duyduğumuz büyük heyecan, hepimiz için yaşamımız boyunca unutamayacağımız duygu dolu bir andı. Almanya’nın dört bir yanından, Avusturya’dan, Fransa, İngiltere, İtalya, Belçika, Hollanda, Rusya, Polonya, Bulgaristan ve Ermenistan’dan gelen minnet ve sevgi yüklü çelenkler, üzerlerindeki geniş kırmızı kurdeleler, idealleri uğruna savaş veren proletaryanın, manevi babalarına ve ustalarına, öğretmenlerine, liderlerine ve unutulmaz dostlarına, şimdi duydukları derin yoksunluğu ve uçsuz bucaksız minnettarlığı en özlü biçimde ifade eden dokunaklı sunuşları taşıyordu. Dünyanın her yanından gelen sayısız telgraflar, mektuplar.
Tabutun çevresinde sıralanan bütün uygar insanların temsilcileri keder içerisinde idiler: Almanlar, Avusturyalılar, İngilizler, Fransızlar, Belçikalılar, Hollandalılar, İtalyanlar, Ruslar, Polonyalılar, Ermeniler, milliyet ve ırk ayrımları, özgürlük ve kardeşlik için mücadele veren, aydınlığa ve mutluluğa koşan insanların en yiğit ve soylu liderlerini kaybetmiş olmanın belirgin hâle getirdiği bu muazzam duygu içerisinde eriyip gitmişti.
İşte şurada, 65’ini aşkın yaşlı ama güçlü, canlı, düşünceli bir insanın etkileyici görüntüsü, Dr. Samuel Moore; İngiliz sulh hâkimi, Marx’ın Kapital’inin çevirmeni Dr. Moore şunları söylüyor: “Dostlar, burada biz, bir insanın yaşamı boyunca nadiren rastlayabileceği bir dehanın taburu başındayız. Friedrich Engels ile ben, 1863 yılında Manchester’de tanıştım; çok geçmeden samimi dost olduk. Onunla her konuşmamızda çok şeyler öğrendim. Bilgisi de, inceliği ve zarafeti de bitip tükenmezdi. Bu soylu yaşlı adam, müteveffa dostuna gözyaşları içerisinde veda ediyor ve sözü Friedrich Engels’in yeğenine, koyu dindar ve tutucu Engels ailesinin temsilcisi Herr Schlachtendal’a bırakıyor.
Ardından Wilhelm Liebknecht bir konuşma yaparak aramızdan ayrılan dostunu, göreve sıkı sıkıya bağlı bir insan, bir kalem ve kılıç kahramanı; Marx’ın yakın zihin işbirlikçisi, modern sosyalizmin kurucusu olarak selamlıyor.
Paul Lafargue kısa konuşuyor; keder ve gözyaşlarına yenik düşüyor: “Elveda sevgili dost! Böylesine sevgi dolu, iyi kalpli ve düşünceli bir arkadaşı bir daha nerede bulabilirim ben! Bize, Marx’la birlikte Komünist Manifesto’yu armağan ettiniz; Fransız proletaryasını, bizleri sınıf bilincine ulaştıran, politik iktidarı ele geçirmek için günlük mücadelede bize yol gösteren programı verdiniz. Elveda Friedrich Engels! Fransa işçileri 1847’de bize verdiğiniz buyruğu hiç bir zaman unutmayacak: Bütün ülkelerin proleteryası, birşeşiniz!
Bize savaş alanını gösterdiniz, silahları verdiniz… ve slogan: “Dövüşeceğiz ve kazanacağız!”
August Bebel’in kişiliğinde Avusturya işçileri, duygularını ve düşüncelerini dile getiren iyi bir konuşmacı bulmuşlardı. Bebel, müteveffanın, ansiklopedik bilgi birikimini, günün toplumsal tarihi konusundaki bilgeliğini, dirayetli politika adamlığını ve Avusturya proletaryasının hararetli dostluğunu övgü dolu sözlerle anlattı.
Anseele, Belçika adına bir konuşma yaptı. Dr. Aveling, İngiliz yoldaşlar adına konuştu; Van der Goes, Hollanda Sosyal Demokratlarını ve bir Rus, Rusya özgürlük savaşçılarının temsilcisi olarak birer konuşma yaptılar.
Öğleden sonra saat 3.30’da ceset bir vagona yerleştirildi ve özel tren Woking’deki krematoryuma doğru yola çıktı. Cesedin yakılmasına yalnız birkaç kişi katıldı.
(“Marx-Engels Anılar”, s. 411, Evrensel Basım, Nisan 1999, İstanbul)
27 Ağustos Engels’in vasiyeti uyarınca külleri, Engels’in gözde kıyı kasabası, Eastbourne’un kayalık sahillerinde, yakınları tarafından iki mil kadar açıkta okyanusa bırakılır.
(Bu makale Yeni Dünya İçin Çağrı, sayı 201’de yayınlandı.)