Bugünkü erkek egemen kapitalist düzende biz işçi ve emekçi kadınlara reva görülen baskı, yoksulluk, eşitsizlik ve şiddettir. Her yıl yüzlerce kadın güya en güvenli olduğu yerde evinde, aile içerisinde katlediliyor. Katiller ise koca, abi, baba, sevgili; yani kadınların en yakını olan erkeklerdir. Kadın katliamlarının suç ortaklığını ise kadına yönelik şiddeti engellemek yerine, şiddeti çeşitli biçimlerde kışkırtan egemenlerdir.
2023 yılında en az 333 kadın erkekler tarafından katledilirken, bu katillerin önemli bir bölümü ya kayıplara karıştı ya da tahrik ve iyi hal indirimi gibi ceza indirimleriyle adeta ödüllendirildi.
Şimdi anayasa değişikliği tartışmaları ile birlikte “ailenin güçlendirilmesi” yeniden gündeme getirildi. Egemenlerin “ailenin güçlendirilmesi”nden anladıkları şu andaki ataerkil aile yapısını korumak ve mümkünse daha da sağlamlaştırmak için, kadınların aile içinde yaşadığı her türlü sömürüye ve şiddete boyun eğmesi, ailenin hizmetçisi olarak itaat etmesi, ailenin kölesi olmasıdır. Aynı zamanda “Türk ailesi kadın erkek ve çocuktan oluşur” denilerek LGBTI+ların varlığını yok sayıyor, onların haklarına saldırıyorlar.
Dünyada milyonlarca kadın, aile denilen erkek egemen yapı içerisindeki bütün yükleri üzerlenmiş durumdadır. Ev işleri, çocuk bakımı, hasta bakımı, yaşlı ve engelli bakımı kadınların “doğal kadınlık görevi” olarak görülüyor. Sabahtan akşama kadar evin içerisinde yapılan bu yorucu ve bıktırıcı işler ne erkekler ne de devletler tarafından işten bile sayılmıyor. Milyonlarca “ev kadını”nın ev içi emeğinin hiçbir değeri, karşılığı yok. Kendine ait bir sigortası ve sosyal güvencesi bile yok. Böylelikle devletin kendi görevi olarak üzerlenmesi gereken bütün bu işler, yeniden üretim alanı, kadınların sırtından halledilmiş oluyor.
Emeğimizin sömürülmesi sadece ev içi emek sömürüsü ile sınırlı değildir. Çalıştığımız sektörlerin önemli bir bölümü, emeğinin yoğun olarak sömürüldüğü, çalışma koşullarının daha kötü olduğu, uzun çalışma saatlerine karşılık ücretlerin daha düşük olduğu, sosyal güvenceden yoksun sektörler olarak öne çıkıyor. Üretimde yer alan kadınların aldığı ücret çoğunlukla “ev ekonomisine katkı” olarak görüldüğü için ücret ve çalışma koşulları da ona göre şekilleniyor.
İşyerlerinde kadınlara yönelik cinsel taciz de oldukça yaygın bir durumdur. Sadece Türkiye gibi ülkelerde değil en gelişmiş kapitalist emperyalist ülkelerde bile çalışan kadının baş etmek zorunda kaldığı saldırılardan birisidir. İşyerinde cinsel şiddet çok yaygın bir şekilde yaşanırken bunu açığa çıkarmak da bir o kadar zordur. Yapılan araştırmalara göre kadınlar işyerlerinde yaşadıkları cinsel tacizi esas olarak dile getirmiyor, gizliyorlar. Bunun en önemli nedeni ise işinden olma korkusudur.
Geçen yıl Şubat ayında yaşanan büyük depremde yine en çok mağdur olanlar yoksul işçi ve emekçi kadınlar oldu. Aileden geri kalanların bakımı ve beslenmesi o yokluk içerisinde yine kadınlara kaldı. Çadırlarda ve derme çatma barınma alanlarında yaşam mücadelesi ve çocuklarıyla birlikte hayatını yeniden kurmaya çalışan yalnız bırakıldı. Hatta kadınlar şiddete ve cinsel saldırılara da maruz kaldılar. Bölgede bulunan kadın örgütlerinin verdiği bilgilere göre depremde ailesini kaybeden ve yalnız kalan kadınlara yönelik cinsel şiddet küçümsenmeyecek boyutlarda yaşandı.
Dünyanın çeşitli ülkelerinde kapitalist kâr uğruna acımasız savaşlar yürütülüyor. Bu savaşlardan en çok etkilenenler yine kadınlar ve onlarla birlikte çocuklar oluyor. Ukrayna savaşında göç yollarına düşen kadınlar ve çocuklar her türlü saldırıya maruz kaldılar, kalıyorlar. Siyonist İsrail devletinin Filistin halkına yönelik katliamında binlerce masum çocuk ve kadın öldürüldü. Karşılıklı yapılan saldırılarda tacizler, tecavüzler yaşandı.
İçinde bulunduğumuz erkek egemen kapitalist – emperyalist sistemin barbarlığı anlatmakla bitmez. Egemenler açısından azami kârlar için yürütülmeyecek savaş, yapılmayacak barbarlık yoktur.
Bu barbarlığı durduracak olan işçi ve emekçi kadınların örgütlü mücadelesidir. 8 Mart Dünya Emekçi Kadınların uluslararası mücadele ve dayanışma gününü karşıladığımız şu günlerde geçmişte olduğu gibi bugün de örgütlenmekten ve mücadele etmekten başka alternatif yoktur.
Geriye dönüp baktığımızda tüm dünyanın işçi ve emekçi kadınları, 8 Mart’ın mücadele tarihini kanlarıyla yazdılar. Can bedeli verilen bu mücadelede önemli kazanımlar da elde ettiler. Sosyalist Sovyetler Birliğinde kendi tarihsel koşulları içerisinde elde edilen kazanımların yanından bugün en gelişmiş kapitalist – emperyalist ülkeler bile geçememektedir.
Şimdi bu kazanımların geriye gitmiş olması, kadınların kurtuluşu için yürütülen mücadelenin ve elde edilen kazanımların önemini ortadan kaldıramadığı gibi uygulanan tüm baskı ve zulüm de, bu tarihi gerçeği değiştiremiyor. Dünyanın neresinde olursa olsun işçi ve emekçi kadın kitleleri açısından da buz kırılmış yol açılmıştır bir kere.
Bu bilinçle mücadeleye dört elle sarılmalı, bunu egemenlere karşı örgütlü mücadeleye dönüştürmeliyiz.
Yaşasın 8 Mart Dünya Emekçi Kadınlar Günü!
Yaşasın örgütlü mücadelemiz!
Şubat 2024