Kadınların kapitalizmde toplumsal konumu ve kurtuluşu sorununu tartıştığımız her yerde, kendimizi hem feminizmden hem de sözümona ‘feminizme karşı marksizmi’ savunanlardan ayırma ihtiyacı doğuyor. Neden?
En kaba biçimiyle özetlersek, feministler Marksizm’i eleştiriyor ve Marksizm’in kadınların kurtuluşu sorununa yeterli cevap vermediğini ileri sürüyor!
Buna karşı Marksizm’i savunmaya çalışan bir kesim, feminizme karşı mücadele etme adına, feministlerin ortaya attıkları bazı sorulara ya hiç yanıt vermiyor ya da yanlış yanıt veriyor.
Her ikisinin de bizi doğru noktalara vardırmayacağı açıktır. Özelde Marksizm-Leninizm’i savunanların gelen “eleştiriler”e karşı, gerçekten bilimsel temelde ve doyurucu yanıt vermeleri beklentimizdir. Çünkü ancak bu şekilde, feminizmin “Marksizm yanıt vermiyor” tezine karşı konulabilinir.
Konumuz, “ev işleri ücretlendirilsin – ücreti patron ve devlet ödesin” şeklinde ileri sürdüğümüz talebin ne kadar doğru, Marksizm-Leninizm ile uyuşan bir talep olduğudur. Bu tartışma bağlamında, geçmişte özelde kendine feminist ve sosyalist-feminist diyenlerin karşı argümanlarını temel alarak görüşlerimizi ortaya koymaya çalışmıştık. Bu yazılardaki gerekçelendirmeler bugün de savunduğumuz ve tartışmalarımızda dayandığımız gerekçeler olduğu için, güncel tartışmanın kimi yönlerini daha da derinleştirme adına, ekte bu yazıları da tekrar yayınlıyoruz.
Bu yazımızda Marksizm’i savunma adına “ev işleri ücretlendirilsin” talebini yanlış gören, “görünmeyen emek” vb. gibi kavramların doğruluğunu yanlışlığını tartışan kesimin görüşlerinin eleştirisine yoğunlaşacağız. Bunlardan biri, İbrahim Okçuoğlu’nun (İ.O.) “EV İŞİNİN ÜCRETLENDİRİLMESİ (Sıkça sorulan sorular)” başlıklı yazısıdır. Bu yazının gördüğümüz her yanlışını değil, ama belli başlı tezlerini ele almak istiyoruz. (İ.O.’nun bu yazısına internet üzerinden şu linkten ulaşılabilir: (http://ibrahimokcuoglu.blogspot.com/2012/04/ev-isinin-ucretlendirilmesi-skca.html)
İki yanlıştan bir doğru çıkmaz!
Önce olumludan başlayalım: İ. O. yazısında öncelikle Marx’ın “ev işi sorununu ele almadığını veya Marksizm’in bu sorunu hep göz ardı ettiğini”, “Marx’ın kapitalizm tahlilinin cinsiyet körü olduğunu” ileri süren feministlere karşı haklı olarak Marx’ı/Marksizm’i savunmaya çalışıyor. Şöyle diyor:
“Bu, büyük bir haksızlıktır. Marks, Kapital’de kapitalist üretim biçiminin yasallığını, sermaye hareketini toplumu cinsiyete göre ayırarak ele almamıştır; sınıflara ayırarak ele almıştır. Daha doğrusu kapitalizmin toplumu proletarya ve burjuvazi olarak iki temel sınıfa ayırdığı gerçeğinden hareket etmiştir. (…)
Bu nedenle “Marx’ın kapitalizm tahlilinin cinsiyet körü olduğunu düşünüyorum” demenin de bir anlamı yoktur (“Feminizm Bütün Kadınların İsyanı!”, Gelecek, Şubat 2006, sayı: 29, 05.04.2006). Marksizmin veya Marks’ın kapitalist üretim biçimi analizinin böyle bir iddiası yoktur. Ama başka bir iddiası vardır. O da kapitalizmde ücretli iş sorununu bütün yönleriyle ele almasıdır. Veya Marks’ın ücretli iş sorununu Kapital’de ve başka yapıtlarında bütün yönleriyle ele almadığını söyleyebilir miyiz? Söyleyemeyiz. Marks ücretli iş değerlendirmesinde ücrete konu olanı, yani işgücünü cinsiyete göre ele almıyor. Erkek işgücünde ücretlendirmenin veya kadın işgücünde ücretlendirmenin özelliklerinden hareketle kapitalist üretim biçiminde ücretlendirme sorununa çözüm aramıyor. O, sadece genel anlamda işgücünden ve bunun meta oluşundan; alınıp satılıyor oluşundan bahsediyor. Eğer bu konuda Marks’ın Kapital’inde bir eksiklik varsa, bu eksikliğin üzerine gitmeliyiz.”
Daha doğru bir biçimde ifade etmek gerekirse: Marx, kapitalizm tahlilinde kapitalist ekonominin temel yasalarını inceler ve kapitalist toplumda üretim ilişkilerinin temelinin, “ücretli işçilerin sömürülmesine hizmet eden, üretim araçları üzerinde kapitalist mülkiyet” olduğunu; sömürünün temelinde “işçinin emeğinin, işgücünün değerinin üzerinde yarattığı ve kapitalist tarafından karşılıksız olarak el konulan değer” olan “artı değer” üzerinden gerçekleştiğini ve sermayenin, kapitalistin ücretli işçilerin yarattığı artı değere el koyması sonucu büyüdüğünü” ortaya koyar.
“İşçinin aldığı ücret neyin karşılığıdır? Emeğinin karşılığı mıdır?“ sorusuna Marx dâhiyane çözümlemesiyle yanıt verir: Hayır, ücret gerçekte işgücü metasına biçilen fiyattır. Tüm diğer metalar gibi, işgücünün değeri de bu özel maddenin üretimi ve aynı zamanda yeniden üretimi için gerekli olan emek zamanı tarafından belirlenir.
Bu sonuç, Politik Ekonomi Ders Kitabı’nda en anlaşılır biçimiyle şöyle açıklanmaktadır:
“Diğer her meta gibi, işgücü de temelinde bu metanın değerinin yattığı belirli bir fiyat karşılığında satılır. Bu değeri belirleyen nedir? Çalışma yeteneğini koruyabilmek için işçi, beslenme, giyim, ayakkabı ve konut gereksinimini gidermek zorundadır. Gerekli yaşamsal gereksinimlerin karşılanması, işçinin harcanmış yaşam enerjisinin –kas, sinir ve beyin harcamalarının– yerine konmasıdır, çalışma yeteneğinin yeniden sağlanmasıdır. Ayrıca sermaye, sürekli işgücü akımına ihtiyaç duyar; bunun sonucu olarak da işçi, sadece kendisini değil, aynı zamanda ailesini de ayakta tutmak zorundadır. Bu yeniden üretimi, yani işgücünün sürekli yenilenmesini güvence altına alır. Son olarak sermaye, yalnızca yardımcı işçilere değil, aynı zamanda komplike makineleri kullanabilecek kalifiye işçilere gereksinim duyar; ama belirli bir becerinin kazanılması eğitim için belirli bir emek sarfına bağlıdır. Bundan dolayı, işgücünün üretiminin ve yeniden üretiminin giderleri, işçi sınıfının yetişmekte olan yeni kuşaklarının eğitimi için belirli bir asgari harcamayı da içinde barındırır. Tüm bunlardan, işgücü metasının değerinin, işçinin ve ailesinin ayakta kalabilmesi için gerekli olan geçim araçlarının değerine denk düştüğü ortaya çıkmaktadır.“ (Politik Ekonomi Ders Kitabı, cilt 1, s. 161-162, İnter Yayınları, Ocak 1992, İstanbul).
Marx (ve Engels), sadece ve sadece işçiye kapitalistin ödediği ücretin, işçinin ve ailesinin açlıktan ölmemesine yetecek ve işgücünü yeniden kapitaliste satmaya mecbur kalacak düzeyde olmasıyla ilgilendiklerini ortaya koymakla kalmamıştır. Onların, kapitalist sömürünün yasalarıyla ilgilenmesinin esas nedeni, onun mezar kazıcısı olarak ilan ettikleri proletaryanın gücünün ortaya konmasındandır. Onlar, kapitalizmin yıkılması gerektiğini, onu yıkacak sınıfın proletarya olduğunu ve proletaryanın hedefinin baskısız ve sömürüsüz bir toplum olarak komünizm olduğunu ortaya koymuşlardır. Marx ve Engels, feministlerin iddia ettikleri gibi, kadınların cins olarak sömürüsüne ve bu sömürüden kurtuluş mücadelelerine hiç kayıtsız kalmamışlardır. Onlar, o günkü toplumsal koşullar ve mücadelenin deneyimi temelinde söylenebilecek en ileri sözü söylemişlerdir. Onların hedeflediği sınıfsız-sömürüsüz toplumda, yani komünizmde kadınlar-erkekler-çocuklar herkes tam özgürlüğe kavuşacaktır.
“Ev işleri ücretlendirilsin. Patron ve devlet tarafından ödensin!” talebini bu netlikle Marx ve Engels’de bulamayız. Ama onlar, bu talebi bugün savunabilmek ve bilimsel olarak da kapitalist sömürünün sınırlandırılmasını içeren bir talep olarak gerekçelendirmek için bütün temel yasaları bize sunmuşlardır. Unutmayalım ki, kadınların toplumsal eşitliği, ev işleri ve çocuk bakım ve eğitimin toplumsallaştırılması, “anne” olarak kadın emeğinin özel korunmasına ilişkin talepleri Marksizm’i temel alan o günkü sosyal demokrasinin en başından itibaren ileri sürdüğü talepler olmuştur ve bunlar o zamanlar komünistlerin/sosyal demokratların en ilerilerinin dışında kimsecikler tarafından savunulmayan taleplerdir!
Bugün bize düşen görev, elbette ki sınıf mücadelesinin ilkeleri üzerinde yükselen taleplerimizle en ilerinin savunulmasıdır. Ve evet, üretim sürecinin iki alanı “üretim ve yeniden üretim” konusunda “yeniden üretimin” eksik kalan yanlarının mercek altına yatırılmasıdır.
Yanlış temelde yürütülen bir polemik
Gelelim İ.O.’nun “marksist politik ekonomi” adına feminist tezlerle yanlış temelde polemik yürüttüğü noktalara…
İ.O., ev işlerinin “karşılıksız emek”, “görünmeyen emek” olarak tanımlanmasına karşı. O bunları anti-marksist, marksist-leninist politik ekonomi ile ilişkisi olmayan kavramlar olarak tanımlıyor.
Şöyle diyor:
“Önce “emek” kavramını tanıyalım.
“Karşılığı ödenmeyen”, “ücretli emek”, “görünmeyen emek” vb. türden tanımlamaların burjuva politik ekonomide bir anlamı olabilir. Buna diyeceğim bir şey yok. Ama bir taraftan Marksizm-Leninizmden bahsetmek, en azından “emek” kavramını bu anlamda kullanmak ve diğer taraftan da emeğin değerinden bahsetmek çelişkilidir. Marksist-Leninist politik ekonomide böyle bir anlayış yoktur. Böyle bir tanımlamanın bilimsel hiçbir yanı yoktur ve yanlış olana dayandırılan bir değerlendirmenin de hiçbir anlamı olamaz.
Emeğin değeri yoktur. Değeri olmayan bir şey de değer üretemez. Önce burada ortak ve aynı düşünüldüğünün anlaşılması gerekir.” (İ.O., agy.)
Ve bunun ardından Politik Ekonomi Ders Kitabı’ndan bir alıntı yapmaktadır. İlgili alıntı Politik Ekonomi Ders kitabında, “ücret nedir?”e yanıt verildiği yerdir. Yani burada doğrudan tanımlanan “emek” değil, bilakis “Çalışma ücreti”dir. Ders Kitabının bu bölümünde kapitalistin işçiye “emeğinin karşılığını” değil, ama işgücü için bir ücret ödediği anlatılmaktadır. Alıntının baş tarafını da almak üzere biraz daha geniş tutarak şöyle aktaralım:
“İşgücünün fiyatı. Çalışma ücretinin özü
Tüm diğer metalar gibi, kapitalist üretim tarzında işgücü de bir değere sahiptir. İşgücünün parayla ifade edilen değeri, işgücünün fiyatıdır. İşgücünün fiyatı, diğer metaların fiyatından farklıdır. Örneğin, bir meta üreticisi pazarda keten bezi sattığında, bu durumda kendisine bunun için ödenen para miktarı, satılan metanın fiyatından başka birşey değildir. Ama proleter, işgücünü kapitaliste satıp, bunun karşılığında çalışma ücreti biçiminde belirli bir para miktarı elde ettiğinde, bu para miktarı sanki işgücü metasının fiyatını değil de aksine emeğin fiyatını teşkil ediyormuş gibi bir görünüm oluşur. Bunun nedenleri şunlardır. Birincisi, kapitalist, işçiye, ancak işçi emek harcadıktan sonra bir çalışma ücreti öder. İkincisi, çalışma ücreti ya harcanan emek zamanı miktarıyla (saat, gün, hafta) uyum içinde ya da üretilen ürünlerin miktarıyla uyum içinde saptanır. Yukarıdaki örneği kullanalım.
Varsayalım, işçi günde 12 saat çalışmaktadır. 6 saat süresinde, kendi işgücünün değerine denk düşen 6 dolarlık bir değer yaratır. Geri kalan 6 saat içinde, kapitalistin artı-değer olarak el koyduğu 6 dolarlık bir değer yaratır. İşveren proleteri tam bir işgünü için angaje ettiğinden, tüm 12 saatlik emek için kendisine 6 dolar öder. Bu şekilde, sanki çalışma ücreti emeğin fiyatıymış, sanki 6 dolarla tüm 12 saatlik işgünü tümüyle ödenmiş gibi yanlış bir düşünce oluşur. Gerçekte ama bu 6 dolar, işgücünün yalnızca günlük değerini oluşturur; proleterin emeğiyse 12 dolarlık bir değer yaratmıştır. Buna karşılık, işletmede ödeme, üretilen ürün miktarına göre gerçekleştiğinde, sanki işçiye her meta biriminin üretimi için sarfettiği emek ödeniyormuş gibi bir görüntü oluşur, yani burada da sanki işçiye harcadığı emeğin karşılığı tümüyle ödeniyormuş gibi bir düşünce oluşur.” (Age., s. 170-171)
Buraya kadar olan bölümü biz aktardık. Şimdi İ.O.nun aktardığı bölüm geliyor.
“Bu yanlış düşünce, insanların rastlantısal bir yanılgısı değildir. Bu, sömürünün gizli, maskeli olduğu ve işverenin ücretli işçiyle ilişkisi sanki birbirine denk meta sahiplerinin ilişkisiymiş gibi çarpıtılmış bir biçimde göründüğü kapitalist üretimin özgül koşullarından doğar.
Gerçekte, ücretli işçinin çalışma ücreti, emeğinin değerini ya da fiyatını oluşturmaz. Eğer emek bir metaysa ve bir değere sahipse, bu durumda bu değerin büyüklüğü herhangi bir şeyle ölçülmek zorundadır. Açıktır ki, “emeğin değerinin” büyüklüğü diğer her meta gibi, içinde bulunan emeğin miktarıyla ölçülmek zorundadır. Bu koşul altında şu fasit daire ortaya çıkar: Emek, emekle ölçülür.
Ayrıca, kapitalist, işçiye “emeğin değerini” ödeseydi, yani emeği tümüyle ödeseydi, bu durumda kapitalistin zenginleşmesi için hiçbir kaynağın olmaması gerekirdi, başka bir deyimle, kapitalist üretim tarzı var olamazdı.”
İ.O.’nun aktardığı bölüm buraya kadar. En önemli son cümle onda yok!
“Emek, metaların değerini yaratır, ama kendisi meta değildir ve kendisi bir değere sahip değildir. Günlük hayatta “emeğin değeri” olarak adlandırılan şey, gerçekte işgücünün değeridir.” (Age, s. 171).
Altını çizdiğimiz yerde Politik Ekonomi Ders Kitabı çok açık bir biçimde “Emek, metaların değerini yaratır, ama kendisi meta değildir ve kendisi bir değere sahip değildir.” deniyor. İ.O. ise sözümona Politik Ekonomi’’ye dayanarak bambaşka bir şey söylüyor:
Esasında değerin yaratıcısı olan emeğin kapitalist toplumda kendisinin değeri olmamasından yola çıkarak ”Değeri olmayan bir şey de değer üretemez” sonucuna varıyor! Burada, sözümona “Marksizm” adına, hem de Politik Ekonomi Ders Kitabı’na dayandırılmaya çalışılarak düpedüz tahrifat yapılmaktadır.
Politik Ekonomi Ders Kitabı “emek, metaların değerini yaratır…” diyor, İ.O. ise bunu “emek… değer üretemez!” şeklinde tahrif ediyor. Marksizm’in ABC’si olan bir noktadaki böyle bir tahrifat üzerinden doğru bir sonuca ulaşmak elbette mümkün değildir! Birincisi bu.
Devam edelim:
İ.O. feministlere karşı Marksizm’i savunusunda kapitalistlerin ödediği “Ücret, kadın veya erkek sadece çalışan işçinin değil, bir bütün olarak işçi sınıfının; dolayısıyla ailenin (kadın/erkek, çocuk) yeniden üretim masraflarını içerir. Erkek işçinin ücreti, aile ücreti olarak belirlenmiştir”in ötesine geçmiyor.
Esasında sorunu çok daha etraflıca tartışmak gerek… Politik Ekonomi’de de ortaya konduğu gibi, “Kapitalist üretim tarzının egemen olduğu ülkelerde, kapitalist ilişkilerin yanı sıra az çok önemli ölçüde kapitalizm öncesi iktisat biçimlerinin kalıntıları bulunur. Hiçbir ülkede “saf kapitalizm” yoktur.” Buna biz ekliyoruz: Patriyarkal aile ilişkilerinin güçlü olarak varlığını sürdürdüğü ülkelerde/yerlerde kadınların aile/klan ekonomisi içindeki yeri daha eski bir toplumun izlerini taşır ve bir köleninki gibidir.
Kapitalizm gelişmesine bağlı olarak ikili bir rol oynar: Bir yandan “aile”yi (çekirdek aileyi) toplumun en küçük ekonomik birimi olarak “tutma” eğilimini gösterirken, diğer taraftan kapitalist ilişkilerin bir bütün olarak topluma egemen olması, toplumun en küçük ekonomik birimi olarak ailenin varlığının temellerini de dinamitlemektedir. Bu, kapitalist sistemdeki kaçınılmaz gelişmedir. “Kölelik” durumundan kapitalist emek sömürüsüne geçiş sürecinde kadınlar hem ücret karşılığında çalışan ve hem de ailenin sorumluluklarını yerine getiren düzleminde ikili-üçlü yükleri sırtlarında taşısalar da bunun bir adım ötesinde bu yüklerden kurtulmak için mücadele eden/etmesi gereken isyankâr emekçi kadın durmaktadır.
Nitekim bugünün tüm gelişmiş kapitalist ülkelerinde özelde de büyük şehirlerde yaşayan kesimlerin ailesizlik ya da tek ebeveynli aileleler, yanlız yaşayan (’single’) yaşam biçimi gelişen bir eğilim olarak kendisini göstermektedir. Diğer taraftan kapitalist devletlerin tüm “çağrıları”na ve sözümona “teşvikleri”ne karşın ikili-üçlü yükleri kabul etmeyen kadınların çocuksuz ya da tek çocuklu bir yaşamı seçmeleri sözkonusudur. Bunlar şüphesiz tesadüfi değildir.
İ. O. devam ediyor: “Ev işi ücretlendirilmiyor, görünür değil diyenler, burjuva toplumda, örneğin Türkiye’de ücretlendirmede, örneğin asgari ücretlendirmede hangi faktörlerin; değişkenlerin belirleyici olduğunu bilmiyorlar mı? Örnekleyelim (Biraz ayrıntı olacak, ama olsun):
Kadının “görünmeyen emeğinin” ücrete nasıl yansıdığını -istiyorsanız nasıl görünür olduğunu diyelim- örnekleyelim:
01.01.2012-30.06.2012…tarihleri arasında geçerli olan aylık asgari ücret 886,50 TL dir.
Şimdi bileşenleri değişen birkaç aile örneğini ele alalım.
Birinci durum: Bekâr.
İkinci durum: Çocuksuz aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Üçüncü durum: Tek çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Dördüncü durum: İki çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Beşinci durum: Üç çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Altıncı durum: Dört çocuklu aile; erkek çalışıyor, kadın çalışmıyor ve kadının herhangi bir geliri yok.
Çocukların yaşını da göz önünde tutarak yapılan hesaplamada her bir durum için farklı sonuçlar elde edilecektir; her bir durumda alınan aylık ücretin farklı olduğunu göreceksiniz. Kadının varlığı, çocuğun varlığı, çocuk sayısındaki değişim neden ücrete yansıyor? Neden?
Her halükârda bunun bir izahının olması gerekir!”
Evet, doğrudur. Bugün de birçok ülkede olduğu gibi Türkiye’deki ücretlendirmede de bekârlık/evlilik/çocuk sahibi olmak ya da olmamak belirli biçimde gözetilmektedir. Ve bunun bir izahı da vardır. Bu noktaya ileride değineceğiz, ancak oraya geçmeden tartışmanın özüne dönmekte ve bazı noktaların altını çizmekte yarar var.
Tartışmanın özü
Ev işlerinin ücretlendirilmesi konusunda öncelikle tartışmanın ne olduğunu bilmek gerekir. Tartışmanın konusu şudur: Ev işleri ve çocuk bakımının ücretlendirilmesi talebi, marksist-leninist teori ile çelişen bir talep midir? Ev işleri ve çocuk bakımının ücretlendirilmesi, sol feministler tarafında getirilen, geliştirilen bir talepti. İlk önce bunun bilinmesi gerekir. Biz, sol feministlerin getirdiği bu talebe sahip çıktık. Dedik ki; kadın emeğinin görünür kılınabilmesi için kapitalizm şartlarında, ev işlerinin ücretlendirilmesi ve bu ücretin patronlar ve devlet tarafından karşılanması talebini savunmak doğrudur. Bu talebi ileri sürerken hep şunu söyledik: Bu talep kapitalizm şartlarında gerçekleştirilebilir bir taleptir. Sonuç olarak en fazlasıyla kapitalist sömürünün sınırlarının biraz geriletilmesi anlamında bir taleptir. Ev işleri ve çocuk bakımı bağlamında, sosyalistlerin/komünistlerin temel programı, bunun tümüyle toplumsallaştırılmasıdır. Tümüyle toplumsallaştırılması kapitalist sistemde mümkün değildir. Ev işlerinin bütünüyle toplumsallaştırılması ancak halk demokrasili bir devlette veya sosyalizmde mümkündür.
Kuzey Kürdistan/Türkiye’de Marksizm adına, feminist pozisyonlara karşı mücadele adına yer yer ev işlerinin ücretlendirilmesi talebinin a) Marksizm’le çeliştiği, b) Esasında kadınları eve bağlamak gibi bir işlevi olduğu ve bu anlamda gerici olduğu ve savunulmaması gerektiği görüşünü savunanlar var. Özellikle bu savununun marksist olmadığı teorisini savunanlardan birisi yukarıda da bütünlük içinde yazdıklarını aktardığımız İbrahim Okçuoğlu’dur.
İbrahim Okçuoğlu’na göre; esasında ev işlerinin ücretlendirilmesi talebi marksist politik ekonomi teorisine aykırıdır! Neden? Çünkü ev işi zaten ücretin içindedir! Çünkü iş ücreti denen şey, gerçekte sadece çalışan işçinin yemesi, içmesi için değil, aynı zamanda onun ailesinin geçimini de içerir. Bu yüzden ev işlerinin ücretlendirilmesi talebi marksist politik ekonomiye aykırıdır, bu talebin ileri sürülmesi de yanlıştır. İbrahim Okçuoğlu’nun söylediği özsel olarak budur.
Evet, çalışma ücreti esasında işgücünün değerinin para olarak karşılığıdır, onun fiyatıdır. Ve bunun içinde evet işçinin ve işçi sınıfının da kendini yeniden üretmesi için gerekli olan minumum, yani evişleri de ücretin içindedir. Bu teorik olarak doğrudur. Bu teorik olarak doğru olduğu kadar, şu da doğrudur: İş ücreti ya da iş gücününün değeri ya da fiyatı denen şey, sürekli olarak pazarda ortalamasını bulan diğer metalara göre değerini bulmayan çok özel bir bir meta iş gücüdür. İki özelliği vardır: Birincisi, değer yaratır. Yarattığı değer, kendisinin karşılığı olan değerden çok fazladır. Kendisinin karşılığı olan değer, yani kendini yeniden üretmek için gerekli olan değerden fazla olan değer artı değerdir. Artı değer kapitalizmin zenginliğinin temelidir. Başka hiçbir meta, kendisi değer üretmez. İş gücü değer üretir. Nasıl değer üretir? İşçi emeğini kullanır ve o yarattığı değerin bir bölümü iş gücünün karşılığı, bir bölümü de artı değerdir. İkincisi Patronlar sürekli olarak işçiye verdikleri (çalışma) ücretini iş gücünün gerçek değerinin altında tutmaya çalışır. Onlar sürekli olarak iş ücretini ancak işçinin ölmeyeceği kadar, yaşamını en az seviyede sürdüreceği seviyede tutmaya çalışırlar. Verdikleri ücret genelde iş gücünün gerçek değerinin altında çoğunlukla söylendiği şekliyle ”ölmeye çok, yaşamaya az“ seviyededir. Genelde iş ücreti iş gücünün gerçek değerinin karşılığı değildir, hep onun altına doğru sapma gösterir. İş gücünün gerçek değerinin ödenmesi, özellikle gelişmiş kapitalist toplumlarda işçinin biraz rahat edebileceği bir ücreti elde etmesi anlamına gelir.
Peki, olan nedir?
Olan, işçiye ”ortalama yaşam“ın altında bir yaşamı sürdürecek bir ücretin verilmesidir.
Ev işleri için verilen ücret kesimi de onların yarattığı gerçek değerin çok altındadır.
Tabii ki evdeki iş gücü tek başına bir değer yaratmıyor. Değeri yaratan üretimdeki iş gücünün doğrudan kendisidir. Fakat “Ev işi”nde değer yaratacak iş gücünü yeniden üretebilmek için, o toplumsal gerekli emek harcanıyor.
İş gücü metasının değeri, işçinin ve ailesinin ayakta kalabilmesi için gerekli olan geçim araçlarının değerine denk düşer. Fakat burada durmamak gerekir. Aynı zamanda demek gerekir ki; işçinin aldığı ücret, bu değerin çok altındadır; minimuma yakındır ve bu sürekli olarak böyledir. Buradan gerçek değerinin karşılığına yükseltilmesi, işçinin mücadelesine bağlıdır.
Bu gerçek değerine yükseltilme mücadelesinde, ev işlerinin o işçi ücreti içerisinde gösterilen bölümünün ayrı olarak gösterilmesi talebi ve bunun ayrı olarak ödenmesi talebi, kadınların yaptığı işin görünür kılınmasına hizmet eder mi, etmez mi? sorusuna verilecek yanıt bu noktada önem arzetmektedir. Çünkü ev işleri genellikle kadınlar tarafından yapılıyor. Görüşümüze göre; ev işlerinin o işçi ücreti içerisinde gösterilen bölümünün ayrı olarak gösterilmesi kadınların yaptığı işin görünür kılınmasına hizmet eder ve bu, ev işleri ve çocuk bakımının toplumsallaştırılması genel hedefine gidişte bir bilinç yaratır.
Ev işleri toplumsal bir iştir. Bu işler olmadan, işçilerin kendi kendilerini yeniden üretmesi mümkün değildir. O zaman ev işlerinin toplum tarafından üzerlenilmesi gerekir. Ama ev işlerinin toplumsallaştırılması kapitalist sistemde olmaz. Biz, bu ikisini birarada savunduğumuz zaman, esasında savunumuz marksist pozisyondur. Biz sadece ev işleri toplumsallaştırılsın görüşünü savunup orada durmuyoruz. Eğer o görüşü savunup orada kalırsak ve bunun kapitalizm şartlarında da mümkün olduğunu savunursak, o zaman evet reformist bir pozisyonda dururuz.
Ama bu talebi bugünkü şartlarda, öncelikle ev işlerinin görünür kılınması için getiriyoruz. Ev işlerinin ücretlendirilmesi, bu sistemde gerçekleştirilmese bile, belli adımlar bu konuda atılabilir, bunların da kazanılması için getiriyoruz. Ne yapılabilir? Örneğin çocuk parasının ayrı ve ev işi yapana ödenmesi talep edilebilir vb.
Bütün bunlar yapılsa bile ama temel problem durur. Çünkü yukarıda da belirttiğimiz gibi gerçek anlamda tam bir toplumsallaştırılma bu sistemde olmaz.
Gelelim yukarıda değineceğimizi söylediğimiz ”her halükârda bunun bir izahının olması gerekir!” denilen noktaya…
Bu emek zaten görünüyor, deniliyor. Asgari ücretin içinde bunlar var deniliyor… Evet diyoruz, bunlar var! Var da, ne kadar var? Bunun cevabı yok! Örneğin; asgari ücret 1.603,12 TL. Bu asgari ücret içinde, ev işini yapan genelde kadınlar olduğu için, kadın emeğinin karşılığı ne kadar? Neden bu değer açık bir şekilde ortaya konulmasın? Bunun zararı ne?
Bundan daha önemlisi; bu asgari ücret yeter mi? İşgücünün gerçek değerinin karşılığı bu mudur?
İş gücünün gerçek değerinin elde edilmesi için mücadele edilmesinin neresi gericilik?
Neresi Marksizm’le çelişiyor?
Dahası… İş ücretinin alt ve üst sınırı nedir?
Evet, biz, iş ücretinin üst sınırına varmak için belirleyici olanın mücadele olduğunu söylüyoruz. İş gücünün karşılığının üst sınırı ile alt sınırı arasında muazzam fark olduğunu; Kuzey Kürdistan-Türkiye’de ve daha geri ülkelerde, bu farkın çok daha belirgin olduğunu söylüyoruz. Ama en ileri kapitalist ülkede de esasında üst sınır (yani gerçek ortalama yaşam düzeyi ele aldığında) emeğin gerçek karşılığı olmadığını, iş gücünün karşılığı olarak ödenen ücret, iş gücünün gerçek değerinin çok altında olduğunu söylüyoruz. Ve diyoruz ki; bu değere yaklaşmak için mücadele gereklidir. Ve burada belirleyici olan mücadele, yalnızca mücadeledir!
Genel yaklaşım olarak, esasında biz mücadele ile kapitalizm şartlarında iş gücünün gerçek değerinin karşılığını alabiliriz! Kapitalizm şartlarında mücadele ile emeğin gerçek değerinin karşılığının alınacağını savunmak ise saçmalıktır. Emeğin değerinin karşılığını almak demek, artı değeri sıfırlamak, kapitalizmi ortadan kaldırmak demektir. Hem kapitalizm, hem emeğin değerinin alınması yan yana olmaz. Kaldı ki sosyalist toplumda da emek kullanımı sonucu yaratılan değerin karşılığı bir bütün olarak ücret biçiminde işçilere ödenmez. Yaratılan değerin büyük bölümü toplumsal gereklilikler için kullanılır. Komünizmde ise zaten ücret yoktur!
Ev işlerinin ücretlendirilmesi kadınları eve mi bağlar?
İbrahim Okçuoğlu ve onun gibi ev işlerinin ücretlendirilmesi talebine karşı çıkanlar, esasında böyle bir talebin getirilmesinin kapitalizm şartlarında, kadınları eve bağlamanın aracı olacağını söylüyorlar.
Bu argüman da ayakları havada bir argümandır.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki istastiklere göre, yaklaşık 13 milyon ev kadını vardır. Bu kadınlara ”sizin yaptığınız işin değeri vardır, bunun ücretlendirilmesini talep edin, bunun için mücadele edin“ demek kadınları eve bağlamak mıdır?
Buna yanıtımız elbette “Hayır!“dır.
Erkek egemen bir toplumda kadın emeğini görünür kılmak, kadınların yaptıkları ev işinin bir değerinin olduğunu kavraması bilincini verecek olan ev işlerinin ücretlendirilmesi talebi kadını eve bağlamaz; tam tersine, kadının erkeğe bağımlılığının bir dereceye kadar ortadan kalkmasına hizmet eder. Ev işi, çocuk bakımı vb. işlerin ücretin erkeğin aldığı üzerinden verilmesi gerçekte kadının bağımlılığını pekiştiren bir edimdir. Bunun tersi bir durumda, yani ev işinin ücretlendirilmesi durumunda, kadınlar yaptıkları işin bir değerinin olduğunu kavradıkları ve sahiplendikleri sürece ve ölçüde erkeğe bağımlılık da zayıflayacak, ev kadınlarının evde tutulmasının önünde engel de olacak, ya da onun evde tutulmasını zorlaştıracaktır.
Geçerken yanlış anlaşılmalara meydan vermemek için belirtelim ki, biz, ev işi ve çocuk bakımının sadece kadının görevi olduğunu söylemiyoruz. Eğer erkek ev işi ve çocuk bakımını yapıyorsa, o durumda erkeğin yaptığı bu işin ücretlendirilmesi gerekir.
Sonuç yerine
“Ev işleri ücretlendirilsin! Patron ve devlet ödesin!” talebinin Marx’la, Marksizm’le çeliştiği, bu nedenle bu talebinin ileri sürülmesinin yanlış olduğu düşüncesi temelden yanlıştır. “Ev işleri ücretlendirilsin! Patron ve devlet ödesin!” talebi gerçekleştiği ölçüde kadının eve bağlanmasına vesile olmayacak, tam tersine erkek egemen sistemde erkekler üzerinden ücretlendirilen ev işi emeği daha net olarak ortaya konulacak, bu, kadınlarda belirli bir bilinç oluşturacak, erkeğe bağımlılık bu bağlamda zayıflayacaktır.
“Ev işleri ücretlendirilsin! Ücret patron ve devlet tarafından ödensin!” talebi bir mücadele talebidir, komünist kadın hareketi önderliğinde işçi ve emekçi ev kadınlarının örgütlenmesine hizmet edecek olan bir taleptir. Bu mücadelenin muhatabı en başından bellidir: Patron ve devlet. Nasıl örgütleneceği üzerine bu aşamada herhangi bir şey söylenmemektedir. Biz, şimdilik talebi ileri sürüyor ve yaygınlaştırılması için mücadele ediyoruz. Nasıl örgütleneceği meselesi mücadele süreci içinde, talebin ev kadınları tarafından ne kadar kavranacağı, sahiplenileceği, vereceği bilincin düzeyi vs. vb. ile ilgili bir durumdur.
Ekim 2018