Doğa ve insan birbirinin rakibi mi, parçası mı gerçeğine bakarsak, doğanın insana, insanın doğaya ihtiyacı var. Çünkü insan, doğadaki –siz buna evrendeki de diyebilirsiniz–, 100 milyona yakın canlı türünden sadece biridir. Aynı insan doğa ile barış içinde yaşamadığı için on binlerce türün yok olmasının önemli oranda sorumlusudur. Elbette türlerin ölümünün tek sorumlusu insanlık değildir. Birtakım türlerin ölümü aynı zamanda evrimin ve doğal döngünün parçasıdır. Bunu bilinçte tutmak gerek.
Doğa ile uyum içinde yaşamak ne demek? Onun kurallarına uyarak yaşamak demektir. Üzerinde yaşadığımız gezegende bizler 200 bin yıldır yaşıyoruz. Dünya denilen bu gezegen yalnız bize ait değil. Bu mavi gezegende 300 milyon yıldır var olan canlılara kıyasla varlığımız uzun olmasa da etkimiz cürmümüzden çok fazla. Sayemizde iklim, ormanlar, doğal yaşam, yaşamın her alanındaki kirlilik acil bir şekilde alarm vermektedir. Yalnızca bize ait olmayan doğa kaynaklarını hızla tüketirken, diğer canlıların yaşam alanlarını da daraltıyor, farklı canlı türlerin neslinin tükenmesine sebep oluyoruz. Akıllı varlıklar olmamızın verdiği avantaj ile bu talan ve tahrip eyleminde sınır tanımıyoruz. Doğada sebep olduğumuz tahribat ve yıkım kapitalist sistemin aç gözlülüğüyle hız ve ivme kazanmıştır. Kapitalist barbarlık devam ettiği, bu talancı kapitalist zihniyet egemenliğini sürdürdükçe Mars’a da gitsek durum değişmez. Bu istilacı ruh ile orayı da kirletiriz. Yaşamı “yıldızlara taşıma” çabalarımız elbette takdir edilecek değerdedir.
Fakat her şeyden önce varlığımızı borçlu olduğumuz evrene yaptığımız kötülüğe dur demek, yıldızımızı korumak öncelikli görevimiz olmak zorundadır. Kendimizle birlikte tüm canlıların yok oluşunu hızlandırmak yerine, doğa ile uyumlu şekilde bize hayat veren çevreyi korumak asıl ve asil bir görev olarak önümüzde durmaktadır.
Dünyamızı kirletme eylemimiz son hızıyla devam ediyor. Hem yeryüzünü hem yeraltını hem de gökyüzünü talan etmiş durumdayız.
Yeryüzünde yok ettiğimiz ormanlarla, hem yeşili talan ettik, talan ettiğimiz oranda diğer canlı yaşamlarını tehdit ettik, kimisini yok ettik. Betonlaştırdığımız alanlarla çölleşmenin ortamını sağladık, kentlerde nefes alamaz hâle getirdik. Dünyada yılda 7,3 milyon hektar orman yok oluyor. Gezegenin yeşil alanları yani akciğerleri, yani solunum organı sürekli yok oluyor. Bu gidiş durdurulamaz ise birkaç on yılda yeşil alan kalmayacak, biz dâhil tüm canlılar nefes alamayacak. Yaşam son bulacak.
Yerin dibini oyarak yeraltından çıkardığımız “zenginliklerle” yerüstünü kirlettik. Petrol vb. fosil yakıtları haddinden fazla kullanarak var olan sera efektine yenilerini ekledik. Havayı kirlettik. Milyonlarca-milyarlarca canlının yaşamını körelttik. Daha fazla karbondioksit salınımına sebep olurken dünyanın ısısının artmasını tetikledik. Hesaplamalara göre 2020 sonunda küresel çapta insan kaynaklı karbondioksit salımı 37 milyar tona ulaşacak. Bu ne demektir. Normal atmosfer havasında ortalama %0,03-0,04 olan karbondioksit miktarı egzozda ise %0,13’e yükselir. Karbondioksit oranının artışı devam ettiği oranda, rekor sıcaklıklar, kuraklıklar, aşırı yağışlar ve seller günümüzdeki gibi istisna olmaktan çıkacak. Gerisini siz düşünün.
Dünyanın ısısı arttıkça özellikle doğal dengeyi sağlayan kutuplardaki buzulların erimesinin yolu açılır. Buzullar erimesine katkıda bulunarak, onun altındaki mikropların-virüslerin serbest kalmasının, yeni hastalıklar ve salgınların yayılmasının sebebi olduk. Çok sayıda bilim insanı günümüzdeki Korona virüs salgınının insanın doğa üzerinde yaptığı tahribatla ilişkili olduğunu ileri sürüyor. Korona virüs salgını bir anlamda bu kirlenmenin dışavurumudur. Bu gidişatı durduramazsak, Daha nicelerini yaşayacağız. Küresel ısınma, Antarktika’da yılda yaklaşık 120 gigaton, Grönland’da ise yaklaşık 200 gigaton buz kaybına neden oluyor. Bunun en basit anlamı deniz seviyelerinin yükselmesidir. Devam ettiği oranda deniz seviyesinde olan bölgeler deniz suyu ile kaplanacaktır. Bir sürü ada ve benzer kara parçası yeryüzü olmaktan çıkacak deniz altına gömülecektir. Beraberinde getireceği problemler şimdiden dert olmuş durumda bile. İklim değişikliğinin buzullara olan dinamik etkisi buzulların erimesi ile yaşamın temel taşlarını yerinden oynadı bile. Bu olumsuz etkilenme kitlesel felaketlerin artmasına neden olmaktadır. Durum giderek daha vahim hâl almaktadır. Ünlü fizikçi Stephan Hawking’in dediği gibi “Gezegenimize iklim değişikliği gibi ölümcül bir hediye sunmuş durumdayız.” [Milliyet İnternet 12.02.2020] Evet, sonun başlangıcı olan buzulların erimesine sunduğumuz kötü-olumsuz katkı maalesef devam etmektedir.
İhtiyaç dışı üretim ve tüketimle daha fazla atık yarattık, dönüştürülemeyen bu atıklar karada-denizde ve havada tehdit unsuru oluşturdu, oluşturuyor. Dünyada 7,25 trilyon ton atık plastik, kara ve denizleri kirletir durumdadır. Her gün bu sayı daha da artıyor. Daha fazla ürün alalım diye tarımda kullandığımız doğal olmayan ilaç ve gübrelerle yeryüzü topraklarını kirlettik, kirletiyoruz. Topraktaki canlı organizmaları öldürdük, öldürüyoruz. Daha ötesi var mı? On binlerce yıldır besin kaynağımız balıkları zehirledik. Kimisinin neslini tükettik. Kızılderili’nin beyaz adama söylediği “Son ağaç kesildiğinde, son nehir kuruduğunda, son balık avlandığında, işte o zaman paranın yenmediğini anlayacaksınız… “ doğrusuna son sürat ilerlemekteyiz.
Aşırı miktarlarda kullandığımız sera gazlarını salarak gökyüzümüzü kirlettik. Dünyamızı çevreleyen bizi her türlü kozmik saldırıdan koruyan gezegenimizi dengede tutan atmosferimizi kirlettiğimiz yetmiyormuş gibi sunduğumuz berbat katkılarla onda delik bile açtık. Bu maharetimize “Ozon Deliği” ismini verdik.
Parçaladığımız atom ile var olanın ötesinde nükleer zehir yarattık. Gücümüz ve bilgimiz yetmediği hâlde kurduğumuz nükleer santrallerle atomik felaketlerin kapısını araladık. Çernobil, Fukushima felaketlerini korkunç boyutlarda yaşadığımız hâlde onlardan dersler çıkarmadık. Her gün üstüne konan miktarlarla fazladan yarattığımız nükleer atığı ne yapacağımızı bile bilmiyoruz. Baş edemediğimiz işlerle sırf kendi neslimiz için değil bütün canlılar için bela olan atomu temiz enerji diye yutturuyoruz.
Diğer yıldızlardan (özellikle güneşten) gelen enerjiyi kullanmayı öğrendiğimiz hâlde önceliği hâlâ fosil yakıtlara vermeden bir türlü vaz geçmiyoruz. Yeraltından çıkardığımız kömür-petrol ve doğal gazla ısınmaya-aydınlanmaya-hareket etmeye öncelik verir durumdayız. Esen rüzgârı enerjiye döndürmeyi öğrendiğimiz hâlde, hâlâ tercihimiz fosil yakıtlardan elde edilen enerjidedir. Yeraltından yer üstüne taşıdığımız fosil yakıt hammaddesinden boşalan alanlar kayma ve çöküntülere sebep olurken, fazladan depremlerin meydana gelmesini tetikler, bunu bildiğimiz hâlde bu işleme devam ediyoruz.
Yeryüzünün farklı alanlarında yarattığımız gökyüzüne yükselen kirliliğin asit yağmurlarıyla yeryüzünün başka alanlarına taşınmasına da ön ayak olduk. Yani yerkürede kirlenmedik alan bırakmadık.
Zaten kıt olan içme suyunu zehirlemekle kalmadık, onu kendi rahatımız için daha fazla kullanarak diğer canların hakkına da tecavüz ettik, ediyoruz.
Yeryüzünü-yeraltını-gökyüzünü kirletmemizin felaketli sonuçlarını yaşamaktayız. İklimi de değişime uğrattık. Yarattığımız çevre kirliliği bu değişimi iklim krizine dönüştürdü. Artık kışın ortasında yazı, yazın ortasında kışı yaşamak doğanın bir sürprizi olmaktan çıktı. Greenpeace (Yeşil Barış Hareketi) 2020’de iklim felaketleri sebebiyle 350 bin kişinin hayatını kaybettiğini, en az 17 milyon kişinin de evlerini terk etmek zorunda kaldığını açıkladı. İklim değişikliğinin sebep olduğu afetlerin sayısı 1990’lardan 2020’ye %35 arttı. 2010-2020 arasında dünya genelinde 1,7 milyar insanın iklim değişikliğinin yarattığı felaketlerden etkilendi.
Bütün bu sorunlar biz insanlara diyor ki; öncelikle bu gezegen yalnızca sana ait değildir.
İnsan ahlakı ve vicdanı para devşirdiği oranda kendini gezegenin tek hâkimi sanıyor. Kurtlar, yunuslar ve maymunlar gibi sosyal hayvanların grup içi işbirliği sayesinde edindikleri etik kodları bizde paraya dönüştü. Yavrukurtlar birbirleriyle oynarken “adil oyun” esaslarına göre hareket ederler. Köpekler ve filler, yaralılarını terk etmezler, sahip çıkarlar. Yunuslar kilometrelerce öteden gelen yardım çığlığına koşar, kendi canlarını tehlikeye atmadan çekinmezler. Bizler ise “Yalancı emzik tadında hayatlar yaşıyor“ olduk. Deyim yerindeyse “Yaralı parmağa işemez olduk”. Paranın egemen olduğu günümüz kapitalizm koşullarında kendimizle birlikte barbarlığımızda gezegeni toptan tehdit eder durumdayız.
Yaratıcılık, tasarım, sanat gibi alanlarda doğayı taklit ettiğimiz hâlde o doğaya vurmadığımız darbe kalmadı. Barbarlıkta bizden beteri yok. Mars’tan Jüpiter’den medet umarken oraya da var olan koşullarda ancak gaspçı ruhu taşımanın dışında farklı bir sonucu yaratmayacağını biliyoruz. Ama “Başka Dünya Yok” gerçeğiyle bir türlü yüzleşemiyoruz.
Bunların hepsini bildiğimiz hâlde neden önlem almıyoruz bu büyük sorusunun cevabı gayet basittir…
Dünya kapitalist egemenliğin kontrolü altındadır. Kapitalizmle doğayı tahribat süreci ivme kazandı. Sınıfsal olarak burjuvazi üretim araçlarına sahip olduğundan hep azami kâr dürtüsü ile hareket ediyor. Burjuva sınıfı sayısal olarak ancak dünya nüfusunun %1-2’sini teşkil etmesine rağmen her şeyi kontrolü altında tutabiliyor. Çünkü her şeyin alınıp satıldığı andaki geçer akçenin yani paranın hâkimi onlar. Burjuva sınıf gezegenimizin yerüstü-yeraltı ve gökyüzü kaynaklarını ele geçirmiş olduğundan yaratılan değerlerin gelirini de hep kendi hanesine yazıyor. Bu maddi koşullar varlığını sürdürdükçe gezegenimiz de barbarlıktan kurutulamaz. Dünyamızın burjuva barbarlığından kurtulmasının ön koşulu burjuvazinin egemenliğine son verilmesinden geçer. Bunun içinde onların mülksüzleştirilmesi zorunludur. Maddi koşullar değiştiğinde daha adil paylaşımın olduğu yeni bir sistem oluştuğunda yukarda sıraladığımız dertlerle de baş edilebiliriz. Kendimiz için daha adaletli olmadan, kendi dışımızdaki canlılara karşı daha sevecen olamayız.
Büyük bilim insanı Albert Einstein mektubunda yazdığı gibi:
“E=mc2 yerine, dünyayı iyileştirecek olan enerjinin ışık hızının karesiyle çarpılacak sevgiyle sağlanabileceğini kabul edersek şu sonuca varıyoruz: Sevgi en kuvvetli güçtür, çünkü sınırı yoktur. İnsanlığın evrendeki bizim düşmanımız haline gelen diğer güçleri kullanmakta ve kontrol etmekteki başarısızlığından sonra kendimizi başka çeşit bir enerjiyle beslememiz zorunludur.” (Cumhuriyet, 18 Aralık 2020)
Parayı sevenlerden böyle bir sevgiyi beklemek abestir.
İşte tam da bu noktada BÜYÜK İNSANLIK hem kendine hem de kendi dışındaki canlılara karşı sorumluğunu yerine getirmek zorundadır. Eşitlik-Ahlak-Vicdan -Adaletten ve Sevgiden yoksun %1-2’yi bertaraf etmek zorundadır.
Adil sistemin yolu SOSYALİZM’den geçer. Sosyalizm gerçekleşmeden çevre sorunu ile ilgili alınacak tüm önlemler ve tedbirler geçici olacaktır. Ancak o zaman gezegenimizi barbarlıktan kurtarırız. Boşuna demiyoruz, “YA BARBARLIK YA SOSYALİZM!”
28 Şubat 2021