Dünyada ve Türkiye-Kuzey Kürdistan’da, devrimci durumun yükseldiği, toplumda sol eğilimin güçlü olduğu ve güçlü bir devrimci sendikal muhalefetin, yer yer devrimci sendikaların var olduğu dönemler dışta tutulduğunda, sendikal hareket hep sarı ve reformist sendika ağalarının egemenliğinde bir hareket olarak kaldı.
Sendikaların büyük çoğunluğu aristokratlaşmış bir avuç sendika bürokratının egemen olduğu bürokratik, anti demokratik yapılar haline geldi.
Hem ülkemizde hem de uluslararası alanda sendikal yapının esas niteliğini belirleyen sendikaların büyük çoğunluğunun işçilerden çok sermayenin çıkarlarının bekçiliğini yapan kurumlar haline gelmiş olmalarıdır.
Özellikle sendika yönetimlerine çöreklenmiş bürokrat kesim, işçiden uzaklaştığı oranda sermayeye yakınlaşmış, sendikaları adeta sermayenin çıkarlarını işçi sınıfına karşı koruyan örgütler haline getirmiştir.
Bu kastlaşmış kesim, işçi sınıfının hak alma mücadelesinden en az sermaye kadar korkar olmuştur. İşçi sınıfının mücadelesini engellemek için sermaye ile işbirliğinden çekinmeyen, işçi sınıfına ihaneti ve gerici uzlaşmaları sınıfının çıkarınaymış gibi gösterip, işçi sınıfını satmayı ‘sosyal diyalog’ diye yutturmaya çalışır hale gelmiştir. Ve bunu eskisinden çok daha açık bir şekilde yapmakta bir sorun görmemektedir.
Sarı sendikacılığın en çarpıcı örneklerini TÜRK-İŞ sergiliyor.
Türk-İş içerisinde az da olsa var olan kimi muhalif sendikaları ve sendikacıları bir kenara bırakırsak, Türk-İş kurulduğu günden bu yana görevi işçi sınıfına ihanet, işçi sınıfı karşısında sermayenin çıkarlarını korumak olmuştur.
Türk-İş bu durumda da peki kendisini işçi sınıfının sendikası olarak gören KESK, DİSK gibi sendikalar gerçekten işçi sınıfının sendikaları durumunda mıdır? Hayır. Ne yazık ki değillerdir. Bu sendikalar da yönetimlerinin esas olarak bürokratlaştığı, bir dizi anti demokratik uygulamanın yaşandığı yapılar durumundadır.
Bugünkü sendikal yapıların bu durumda olmasının bir nedeni işçi sınıfı hareketinin zayıflığı ise, bir diğer önemli nedeni de sermayenin sendikalar üzerindeki etkisidir. Sermaye, işçi sınıfının önemli örgütlenme araçlarından bir olan sendikaları engelleyemediği noktada sendikalar içerisindeki gerici, uzlaşmacı kesimlerle, sendika bürokrasisiyle kurduğu ilişkilerle, onlara tanıdığı maddi, manevi imtiyazlarla kendisine bağımlı hale getirdi, getiriyor.
Türkiye’deki sendikal yapının özeti şudur; içerisinde gerçek bir demokratik işleyişin söz konusu olmadığı, bütün önemli kararların, bir çok halde genel kurul kararları, tüzük vb. hiçe sayılarak, ya da “kitabına uydurularak” sendika genel merkez yönetimleri tarafından alındığı, tabanın söz ve yetki sahibi olmadığı, sermaye ile bütünleşmiş ve son tahlilde sermayenin çıkarlarının savunuculuğunu yapan sendikal bir yapı söz konusudur. Kimi sendikaların farklı olmaları bu genel durumu değiştirmiyor
Sendikalar işçilerindir!
Sendikalardaki anti demokratik ve bürokratik yapı, şu veya bu sendikanın sorunu değil, bugün bütün “büyük” sendikaların sorunudur.
Bunun kendi kendine aşılması, sendikaların içinde bulunduğu anti demokratik, bürokratik yapının kendiliğinden ortadan kalkması mümkün değildir.
Sendikalı işçilerin, özellikle sendikalar içindeki sınıf bilinçli işçilerin uyanık olması tüzüklere sokulmak istenen anti demokratik maddelere karşı mücadele edilmesi, bu yönde atılmak istenen adımların teşhir edilmesi gereklidir.
İşçiler sendikaların bir avuç bürokratlaşmış kesimin değil kendi örgütü olduğunun bilincine varmalı, işçiler adına alınan bütün kararlarda söz sahibi olmak için mücadele etmeli, sendikal haklarına sahip çıkmalıdır.
Sendikaları işçi sınıfının çıkarlarını koruyan, savunan örgütlere dönüştürmek, sınıf sendikaları yaratmak işçilerin ellerindedir. Yeter ki işçiler güçlerinin farkına varsın, bilinçlensin ve örgütlensin!
Söz, yetki, karar işçilere!
23 Eylül 2021