Maduro yönetimine karşı muhalefetin Ocak 2019 başlarından itibaren tavrını sertleştirmesiyle ve Maduro’nun başkanlığını kabul etmediklerini ilan etmeleriyle, Venezuela’da iktidar dalaşı da yeniden kızıştı. Nisan ayı başlarında durum biraz sakinleşse de, bu sürede yaşananlar, Venezuela’da bir iç savaşın yaşanması ile başta ABD emperyalizmi olmak üzere muhalefeti destekleyen emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin Venezuela’ya askeri bir müdahale olasılığı gündemi belirledi. Venezuela’daki iktidar dalaşı, bu sefer çok daha açık bir biçimde emperyalistler arası dalaşı da gösterdi. Kabaca ifade edildiğinde ABD ve AB içindeki emperyalist güçler muhalefeti desteklerken Rusya ve Çin Maduro yönetimini desteklemektedirler.
Venezuela’nın ekonomisinin durumu hakkında dergimizin 189. sayısında tavır takındığımızdan bu makalemizde özel olarak ekonomik duruma değinmeyeceğiz. Tespit edilmesi gereken esas şey, ekonomik krizin sürdüğü ve Venezuela halkının temel ihtiyaçlarını karşılamadaki zorlukların ortadan kaldırılamadığı, 2014 yılından beri ülke ekonomisinin giderek küçüldüğüdür. Bu durumun yaşanmasında birkaç etken rol oynamaktadır. Birincisi, Chavez ve Maduro döneminde ülkenin ekonomisinin petrol ihracatına bağlılıktan çıkarılması yönünde sanayinin, üretimin geliştirilmesi, halkın temel ihtiyaçlarının -özellikle gıda ve ilaç ihtiyacı vb.- iç üretimle karşılanması açısından önemli bir gelişmenin sağlanmamasıdır. İkincisi, petrol gelirlerinin petrol fiyatlarının düşmesi sonucu azalması ve devletin halkın ihtiyaçlarını sübvanse etme imkanlarının azalmasıdır. Üçüncüsü, muhalefeti destekleyen yerli burjuvazinin ekonomik durumu daha da kötüleştirme yoluyla halk içinde Chavezcilerin yönetimine karşı hoşnutsuzluk yaratarak Chavezci yönetimi zor duruma düşürmek ve iktidarı ele geçirme yönündeki çabalarıdır. Dördüncüsü de, muhalefeti destekleyen ABD emperyalizminin özellikle 2015 yılından buyana Venezuela’ya karşı uyguladığı yaptırımlardır.
Tüm bu etkenlerin yanı sıra andaki gelişmelerde önemli rol oynayan ve emperyalist güçlerin dalaşını kızıştıran gelişme ise Çin ve Rus emperyalizminin Venezuela ile ekonomik ilişkilerini geliştirmeleridir. Ekonomik durumun zorluklarını aşabilmek için ve özellikle ABD emperyalizmine karşı başka emperyalist güçlerle işbirliği yapma durumunda olan Chavezci yönetimin yönünü Çin ve Rusya’ya çevirmesi, bu durumu fırsat bilen Çin ve Rusya’nın dünyanın yeniden paylaşımı dalaşında ABD emperyalizminin Latin Amerika’daki nüfuzunu geriletme yönündeki çabaları; bunun sonucunda Çin ve Rusya’nın giderek daha fazla Venezuela’ya nüfuz etmeleri olgusu, Venezuela üzerindeki emperyalistler arası dalaşı da giderek kızıştırdı.
ABD emperyalizminin açıkça Maduro yönetimini askeri müdahale ile tehdit etmesinin perde arkasında yatan temel olguların başında bu durum gelmektedir. ABD emperyalizmi “arka bahçesi”ndeki nüfuzunu Venezuela somutunda yeniden tesis etmenin esas yolunun Chavezci yönetimin devrilmesiyle sağlanabileceğinin hesabıyla hareket etmektedir. Çin ile Rusya gibi rakiplerin Latin Amerika’da daha fazla güçlenmesini engellemenin de söz konusu ülkelerde kendisiyle işbirliği yapacak güçlerin iktidara gelmesiyle mümkün olduğunu düşünmektedir. Emperyalistlerin dalaş siyasetinde bu hesapları kendi çıkarlarına uygundur. Ama emperyalizmde sonucu belirleyecek olanın güç olduğu bilindiğinde, kimin gücü kime yeterse o güç diğerini yenebilecek durumdadır. Bu ise sonuçta barışçıl bir yol ile, diyalog ya da pazarlıklarla değil, gücün kullanılmasıyla, yani sonuçta çatışmayla sonuçlanabilecek bir durumdur. Çatışmalar anda, doğrudan birbiriyle savaş yürütme biçiminde değil, şu ya da bu yerli gücün desteklenmesi, somut olarak Venezuela’da askeri müdahale tehditleriyle birlikte muhalefetin ya da askeri müdahaleye karşı olma tavrıyla Maduro yönetiminin desteklenmesi biçiminde yürütülmektedir.
Bu dalaşta emperyalistlerin en büyük sahtekarlığı ise ekonomik durumun kötü olmasına, enflasyonun halkın alım gücünü neredeyse sıfırladığı, temel ihtiyaçların karşılanamadığı vb. olgulara bağlı olarak Venezuela halkından yanaymışlar gibi demagoji yapmalarıdır. İster muhalefeti destekleyen ABD ya da AB içindeki emperyalistler olsun, isterse de Çin ve Rusya olsun, bunların hiçbirinin esas sorunu Venezuela halkının ihtiyaçları ya da yaşam koşullarını iyileştirmek değildir. Hepsinin hedefinde dünyanın tespit edilmiş en zengin petrol kaynakları, dünyanın sekizinci doğal gaz kaynakları, altın ve birçok değerli maden kaynakları bulunan Venezuela’ya nüfuz etmek ve bu kaynakları ele geçirip talan etmektir.
Venezuela üzerinde emperyalistler arası yürüyen bu dalaş ülke içindeki iktidar dalaşının kızışmasını da körüklemektedir. Venezuela’da yürüyen iktidar dalaşı özellikle Chavez’in ölümü ve Maduro’nun Başkan olmasından sonra hep yeniden alevlendi, kimi dönemler sakinleşti ama Ocak 2019 başlarından itibaren yeni bir biçime büründü. Venezuela’daki gelişmeler konusunda en son dergimizin 189. sayısında, 16 Ekim 2017 tarihinde tavır takınmıştık. Andaki gelişmeleri doğru bir biçimde değerlendirebilmek için söz konusu tarihten sonraki gelişmelere bakmak ve bu süreçte yaşanan iktidar dalaşını bilince çıkarmak gerekiyor.
Kronolojik olarak gelişmeleri yerli yerine oturtabilmek için 16 Ekim 2017’den önceki birkaç olguyu hatırlatırsak durum kısaca şöyledir: 6 Aralık 2015 tarihinde yapılan parlamento seçimlerini “Demokratik Birlik İçin Masa” (MUD) adlı muhalefet bloğu kazanmıştı. MUD 109, Chavezciler 55 ve İndigenler kendilerine ayrılan kota sonucu 3 milletvekili çıkarmışlardı. İndigenler de muhalefet olduğundan, muhalefet, anayasayı değiştirmesi için gerekli olan üçte ikilik çoğunluğa sahipti. Yüksek Mahkeme üçü muhalefetten biri Chavezcilerden olmak üzere dört milletvekilinin milletvekilliklerini dondurdu. Buna rağmen muhalefet söz konusu üç milletvekilleriyle parlamentoda kararlar aldı. Bunun üzerine Yüksek Mahkeme parlamentonun aldığı kararların geçersiz olduğuna karar verdi. Muhalefetin Yüksek Mahkeme kararını hiçe sayması sonucunda ise yeni bir karar verildi: Yüksek Mahkeme parlamentonun tüm kararlarının -yani gelecekte alacağı kararların da- geçersiz olduğuna karar verdi, böylece esasta parlamento yetkisiz hale getirilmişti. 2016 yılı başlarından itibaren Venezuela Maduro’nun kararnameleriyle, mahkeme kararlarıyla yönetilmeye başlandı.
Muhalefet Maduro’yu görevden alma referandumu için 1.957.779 imza topladı. “Ulusal Seçim Konseyi” (CNE) imzaları kontrol ettiğinde 605.772 imzada sahtekarlık yapıldığını tespit etti. Buna rağmen referandum için gerekli ilk koşulun yerine getirildiğine karar verdi. Gerekli olan ikinci adım ise seçmenlerin %20’sinin imzasının toplanmasıydı. Bu imza toplama işi için 26-28 Ekim 2016 tarihleri belirlendi. 20 Ekim’de ise kimi eyaletlerin mahkemeleri imza toplamada sahtekarlık yapıldığı gerekçesiyle eyaletlerinde imza toplama sürecini durdurma kararı verdiler, CNE’den tüm ülkede referandum sürecinin durdurulmasını talep ettiler. CNE bu talebe olumlu cevap verdi ve referandum sürecini tüm ülkede durdurdu. Böylece Maduro’nun referandum yoluyla görevden alınmasının önü kapatıldı. Bu arada CNE Aralık 2016’da yapılması gereken eyalet (valililiklerin) seçimlerinin, önce 2017 yaz aylarına sonradan da 10 Aralık 2017 tarihine ertelendiğini ilan etti.
2016 Kasım ayında muhalefetle diyalog görüşmelerinde tarafların çatışmalara ve ülke ekonomisine karşı sabotajlara son verme ve halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışma konusunda anlaştıkları bilgisi medyaya yansıdı. Bu anlaşma ama fazla sürmedi. 2017 Nisan ayı başlarından Temmuz ayı sonuna kadar yaşanan çatışmalarda en az 120 kişi (bu konudaki veriler değişik rakamlar veriyor) öldürüldü. 30 Temmuz 2017 tarihinde Kurucu Meclis için seçimler yapıldı. Muhalefet bu seçimi boykot etti. Buna rağmen Kurucu Meclis’in kurulmasından itibaren söz konusu çatışmalar son buldu ama dalaş başka biçimlerde sürdü. Kurucu Meclis ülkenin en yüksek yetkili organıdır. Muhalefetin boykotu sonucu da, Kurucu Meclis’te yer alanlar esasta Maduro yanlısı kesimlerdir. Kurucu Meclis seçimleri sonrasındaki dönemde MUD içinde şiddet yanlısı olanlar ile şiddete karşı olan kesimler arasındaki görüş farklılıkları öne çıktı ve MUD çatısı altında yer alan muhalefet esas olarak ayrışmaya başladı.
Kurucu Meclis eyalet seçimlerini öne alarak 15 Ekim 2017 tarihinde yapılmasına karar verdi. 15 Ekim 2017 tarihinde yapılan eyalet (valilik) seçimlerinde Chavezciler -bir eyalette tekrarlanan seçim sonucunda- 23 eyaletin 19’unda galip geldiler.
Dergimizin 189. sayısında yazımızı şöyle bitirmiştik: “Seçim sonuçlarının muhalefet tarafından yeni bir saldırı ve ortamı kızıştırmak için kullanılıp kullanılmayacağı şimdilik belli değildir. İktidar dalaşındaki gelişmelerin hangi yönde olacağını birlikte göreceğiz.” (sayfa 37) 16 Ekim 2017 tarihinden sonraki iktidar dalaşının gelişmesi ise şöyle oldu.
Gelişmelerin kronolojisi
Eyalet seçimlerinde muhalefetten seçilen beş kişi Kurucu Meclis’i tanımadıklarını açıklayarak Kurucu Meclis önünde yemin etmeyi reddettiler. Maduro açıkça Kurucu Meclis’i tanımayan ve yemin etmeyenlerin Vali olamayacağını, söz konusu kişilerin yemin etmediği koşullarda söz konusu eyaletlerde seçimin yeniden yapılacağı tehdidini savurdu. Bunun sonucunda sosyal demokrat “Demokratik Eylem” (AD) partisinden dört kişi geri adım atıp yemin etti. Dört Vali’nin yemin etmesinden hemen sonra AD Genel Sekreteri Henry Ramos Allup bunları partiden attı. Zulia’da Vali seçilen “Önce Adalet” (PJ) adayı ise yemin etmemekte ısrar etti. Bunun neticesinde Zulia’da seçimler yenilendi ve bu sefer Chavezci aday seçimi kazandı. Böylece 23 eyaletin 19’unda Chavezciler Valilik koltuğuna oturdu.
AB 13 Kasım 2017 tarihinde Venezuela’ya karşı, silah ambargosu, kimi devlet temsilcilerine AB’ye seyahat yasağı, banka hesaplarının kilitlenmesini içeren yaptırımlara karar verdi. AB bu kararı alırken ABD’nin başvurusu sonucu BM’de Venezuela’daki durum hakkında özel bir oturum yapılacağı açıklandı. Venezuela’nın BM temsilcisi ise Beyaz Saray tarafından uluslararası bir “haçlı seferi” başlatıldığını, ABD’nin esas hedefinin Venezuela’nın yeraltı zenginliklerini ele geçirmek olduğunu açıkladı.
21 Kasım 2017 tarihinde devlete ve kamu mülküne zarar verdikleri iddiasıyla ve yiyiciliğe karşı mücadele adına Citgo Petroleum Corporation yönetiminde yer alanlar hakkında tutuklama kararı alındı. Citgo PDVSA’nın şubesi olarak ABD’de yaklaşık 6000 benzin istasyonu işleten bir kurum. Hisse payının %49,9’u Rusya’nın Rosneft tekeline aittir. Bu arada yiyiciliğe karşı mücadele adına PDVSA’nın yaklaşık 50 menejeri de tutuklandı. Tuğgeneral Manuel Quevedo Petrol Bakanı ve PDVSA’nın başkanı olarak atandı.
Aralık ayı başında Dominik Cumhuriyeti’nde yönetimle muhalefet arasında görüşmeler başladı. 2018 sonlarında yapılması gereken başkanlık seçimlerinin ilkbaharda yapılması konusunda taraflar arasında uzlaşma sağlanacağına işaret edildi.
10 Aralık 2017 tarihinde belediye seçimleri yapıldı. Seçimlere katılım oranı %47,2 idi. Muhalefetin büyük bir bölümü seçimleri boykot ederek seçimlere katılmadı. Başkanlık seçimlerinde Maduro’yu destekleyen kimi “sol” kesim kendi adaylarıyla seçime katıldılar. Seçim öncesi dönemde bu kesime karşı da -özellikle propaganda yapma bağlamında- engellemelere başvuruldu. Caracas’ta aday olan Eduardo Saman’ın adı seçim pusulasına bile kaydedilmemişti. Devlet televizyonları bunlara karşı tam bir bloke oluşturmuştu. Vive adlı televizyonun Saman’a yarım saatlik bir söyleşiye yer vermesi sonucunda televizyonun başkanı, basın şefi ve koordinatörü işlerinden atıldılar. Sonuçta 335 belediyeden 305’i Chavezcilerin eline geçti.
Kurucu Meclis yönetime karşı şiddet eylemlerine katılan 124 tutukluyu serbest bırakma kararı aldı. Bu adım esas olarak muhalefetle yürütülen görüşmelere bağlı olarak yapılan bir jest olduğu yönlü yorumlara sebep oldu. 2017 sonlarına doğru paramiliter güçlerle çatışmalar yaşandı, dükkanlar yağmalandı ve Maduro karşıtı gösteriler yapıldı. 10 Ocak 2018 tarihinde Chavezci bir milletvekili öldürüldü. Ortamın kızıştırılmasının perde arkasında 12 Ocak 2018 tarihinde Dominik Cumhuriyeti’nde devam edecek görüşmelerde olası bir anlaşmanın engellenmeye çalışılması yönündeki çabalar olduğu değerlendirilmesi yapıldı.
15 Ocak’ta Maduro’ya karşı saldırı planı yaptıkları iddia edilen bir “terör hücresi”nin bertaraf edildiği açıklandı. Çıkan çatışmada iki polisin öldüğü beşinin de yaralandığı açıklanırken “terörist” denenlerden kaç kişi öldürüldüğü ise açıklanmadı. Sadece beş “teröristin” tutuklandığı bilgisi verildi.
23 Ocak’ta AB Dışişleri Bakanları Venezuela’ya karşı yeni bir yaptırım kararı aldı. Venezuela Yüksek Mahkeme Başkanı AB’nin bu adımını, ABD yönetimine bağımlı ve Venezuelalılar arasında uzlaşmayı engellemeye yönelik bir adım olarak değerlendirdi. AB yaptırım kararı verirken Çin Dışişleri Bakanı, Çin’in Venezuela ile ilişkilerini daha da geliştireceği yönünde açıklama yaptı.
23 Ocak’ta Kurucu Meclis Başkanı başkanlık seçimlerinin 30 Nisan’dan önce yapılacağını ilan etti. Bu konunun muhalefetle yapılan görüşmelerde ele alındığı ve buna bağlı olarak bu kararın verildiği belirtildi. Aynı gün ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Maduro’nun yeniden başkanlığa aday olmasının “iyi bir düşünce” olmadığını açıkladı.
Bu arada Dominik Cumhuriyeti’nde yürütülen görüşmelerde anlaşma metninin hazır olduğu ama muhalefetin son anda anlaşmayı imzalamaktan vazgeçtiği bilgisi medyaya yansıdı. Yüksek Mahkeme ise muhalefetin ittifakı olan MUD’un ittifak gücü olarak başkanlık seçimlerine katılamayacağına karar verdi.
Maduro Ocak ayı sonunda “Biz Venezuelayız (Somos Venezuela) hareketinin parti olarak kayda geçirildiğini ve partinin başkanlığını ise şimdiye kadar Kurucu Meclis başkanlığı görevini yapan Delcy Rodriguez’in yapacağını açıkladı.
1 Şubat’ta ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson Latin Amerika’nın kimi devletlerine yapacağı seyahat öncesinde, Texas Üniversitesi’nde yaptığı konuşmada Maduro’ya karşı Venezuela ordusuna “değişimin motoru” olma çağrısında bulundu. “En basit çözümün” ise Maduro’nun kendiliğinden istifa etmesi olduğunu açıkladı. Tillerson’un bu tavrı ile muhalefetin yönetimle anlaşmayı imzalamaması tavrının birleşmesi, kimi yorumcuların haklı olarak muhalefetin attığı adımların ABD yönetimiyle ilişkilere bakılarak atıldığı yönlü değerlendirmelere yol açtı.
Tillerson, Meksika, Arjantin, Peru, Kolombiya ve Jamaika’ya yaptığı seyahatte açıkça Maduro yönetimine karşı propaganda yaptı ve askeri bir müdahalenin de olasılıklar içinde yer aldığını savundu. Bu arada “Venezuela demokrasisinin zedelenmesine daha uzun bir süre seyirci kalamayız.” diyerek demagoji yapmaktan da geri kalmadı. Venezuela “demokrasisinin zedelenmesine” seyirci kalamayan Tillerson’ın esas seyirci kalamayacağı sorunun ne olduğu ise, Çin ve Rusya’nın Latin Amerika’da, somut olarak da Venezuela’da nüfuzunu geliştirmiş ve geliştirmekte olması olgusu olduğu, Tillerson’un açıklamalarında ortaya çıkıyordu. Çin ve Rusya’yı “korsan aktörler” olarak değerlendiren Tillerson, bunların nüfuzunu geliştirmelerinin “alarm verici” bir durum olduğunu söylerken, ABD’nin ise bölgedeki ülkelerle “adil” bir ortak olduğu yalanını savuruyordu.
7 Şubat’ta CNE Başkanı başkanlık seçimlerinin 22 Nisan’da yapılacağını ilan etti. Maduro PSUV’nin kongresinde resmen başkan adayı ilan edildi. MEP, Podemos, UPV ve 16. Ulusal Konferans’ını yapan Venezuela Komunist Partisi (PCV) “sert” eleştirilerine rağmen Maduro’yu destekleyeceklerini açıkladılar.
Tillerson’un ziyareti ertesinde Kolombiya’nın “göç krizi”ne önlem alma adına Venezuela sınırına 3000 kadar asker yerleştirmesine paralel olarak “Lima Grubu” adı altında birleşen kimi Latin Amerika devletleri ortak bir açıklamayla Venezuela’daki başkanlık seçimlerinin tarihinin iptal edilmesini, seçimlerin ertelenmesini talep ettiler. Gerekçeleri ise muhalefetle yönetim arasında anlaşma olmadığı ortamda “demokratik, şeffaf ve inanılır bir başkanlık seçimlerinin” mümkün olamayacağı biçimindeydi. Bu arada Brezilya ve Guayana’nın da Venezuela sınırındaki askeri gücünü güçlendirdiği bilgisi medyaya yansıdı.
Bu gelişmelere Venezuela 24-25 Şubat’ta yaptığı “Bağımsızlık 2018” adlı büyük askeri bir manevra ile yanıt verdi. Manevraya, bir milyon kadar asker, polis ve milisin katıldığı belirtildi.
1 Mart’ta CNE başkanlık seçimlerinin 20 Mayıs’a ertelendiğini ve aynı tarihte bölgesel ve yerel parlamentoların seçimlerinin de yapılacağını ilan etti. MUD çatısı altındaki kimi partilerin seçimlere katılmak için kayıt yaptığı ve bu durumda çifte üyeliğin yasaya aykırı olduğu vb. açıklamayla zaten katılması yasaklı olan MUD, seçimleri boykot edeceğini ilan etti. Seçimlere katılacak olanlar arasında ise seçimlerin hilesiz yapılmasını garanti eden bir anlaşma imzalandı.
Başkanlık seçimlerinin yapılacağının kesin olduğu bir ortamda ABD emperyalizmi cephesinde askeri müdahale için savaş tam tamları da daha yüksek sesle çalınıyordu… ABD Temsilciler Meclisi milletvekillerine saldırganlık yanlısı olan kesimlerden (bunların somut olarak kim olduğu açıklanmadı) askeri müdahaleyi talep eden 500 kadar mektup verildiği bilgisi medyaya yansıdı. Aynı bilgilere göre ABD emperyalizminin Latin Amerika devletlerinde askeri varlığını güçlendirdiği bir durum söz konusuydu. Son dönemde sık sık gerçekleştirilen askeri manevraların da bunun bir ispatı olduğu yönlü değerlendirmeler yapıldı.
Mart ayı başlarında Maduro’ya karşı darbe dedikodularını besleyen gelişme ise altı üstteğmen, bir teğmen ve iki başçavuşun ve 13 Mart’ta ise eski içişleri bakanı Torres’in tutuklanmasıydı. Bu tutuklamalar “darbecilere darbe” olarak gösterildi. Mart ayı sonunda ise İsviçre de Venezuela’ya karşı yaptırım kararı alan devletler arasına katıldı.
Başkanlık Seçimi
Seçimi boykot edenlerle yasaklı olanları ve son anda Falcon’u desteklemek için adaylığını geri çekeni bir kenara koyarsak, sonuçta başkanlık için dört aday yarıştı. Maduro’nun esas rakibi eski Lara eyaleti valisi Henri Falcon idi. MUD çatısı altındaki kimi kesimler de Falcon’u destekledi. Falcon’un ekonomik krize karşı “çözümü” esas olarak ABD Doları’nın ülkenin para birimi ilan edilip kullanıma konmasıydı. Diğer iki aday ise, evanjelik papaz Javier Bertucci ve Maduro’yu yeteri kadar Chavezci olmamakla eleştiren ve eski PSUV üyesi olan, UPP89 adlı partinin adayı Reinaldo Quijada’ydı.
Seçimlere gözlemci yollaması için BM ve AB’ye davetiyede bulunuldu, bu davet kabul edilmedi. Verilen bilgilere göre toplam 350 kadar uluslararası gözlemci seçimleri izlemek için Venezuela’ya gitti. Seçimlere katılım oranı %46 idi. Maduro 6,2 Milyon oyla geçerli oyların %67,76’sını alarak yeniden başkanlığa seçildi. Ama seçimden önce varmak istediği 10 Milyon oy alma hedefinden çok uzakta kaldı… Bu kadar seçmen seçimlere bile katılmamıştı. Falcon ise 1,9 Milyon oy aldı. Oranı ise %21,02 idi. Papaz Bertucci %10,82 oranında oy alırken Quijada sadece %0,39’luk bir oy aldı.
Muhalefeti destekleyen devletler seçimlerin adil ve hür olmadığı gerekçesiyle, seçim sonucunu da tanımadıkları yönünde açıklamalarda bulundular. Şiddet yanlısı muhalefete oynayan ABD ve AB seçimlere katıldığı için Falcon’u defterinden sildi…
… Seçim Sonrası
22 Mayıs’ta Maduro ABD Elçisi Todd Robinson’un “istenmeyen kişi” ilan edildiğini açıkladı ve Robinson’a Venezuela’yı terk etmek için 48 saatlik süre tanındı.
Seçimlerden sonra Maduro siyasi rakipleriyle, patronlarla, yabancı diplomatlarla ve kendisini destekleyen örgütlerle görüşmelerde bulundu. Onlarca tutukluyu serbest bıraktı. Haziran ayı ortalarında ise hükümet değişikliği yaparak sayısı verilmeyen birçok bakanlığa yeni isimler atadı ve “Biz Venezuelayız” partisinin lideri Delcy Rodriguez’i Başkan Yardımcılığı’na getirdi.
25 Haziran’da medyaya yansıyan haberlere göre AB Venezuela hükümetinin ve memurlarından, 20 Mayıs başkanlık seçimlerinin gerçekleştirilmesinden sorumlu tuttuğu 11 kişiye karşı yaptırım kararı aldı.
Temmuz ayında medyaya yansıyan haberlere göre Mayıs ayında başkanlık seçimlerini engellemek için Maduro’ya karşı “Anayasa Operasyonu” adı altında planlanan darbe boşa çıkarılmıştı…
4 Ağustos’ta askeri bir törende askerlere hitap ettiği sırada patlayıcı madde taşıyan iki drone (insansız hava aracı) ile Maduro’ya saldırıda bulunuldu. Maduro’nun korumaları dronenin birini havada patlatırken, diğerinin yönünü değiştirdi ve duvara çarpan drone patladı. Patlama sonucu yedi “Ulusal Tugay” mensubunun yaralandığı ve altı şüphelinin de tutuklandığı açıklandı. Maduro saldırıdan yara almadan kurtuldu. 8 Ağustos’ta Maduro, saldırının ardında Miami’de yaşayan işadamı Osman Delgado Tabosky olduğunu ve eylemi gerçekleştirenlerin ise Kolombiya’da eğitildiğini açıkladı.
Haziran ayında ABD Başkan Yardımcısı Michael Pence’nin Brezilya, Ekvador ve Guatemala seyahatinden sonra, ABD Savunma Bakanı James Mattis de 12 Ağustos’tan itibaren Brezilya, Arjantin, Şili ve Kolombiya’ya seyahate çıktı. Görüşmelerinde bu dört devleti “stratejik ortak” ilan etti. Mattis’in seyahatinin merkezinde Venezuela yönetimine karşı ortak davranmayı sağlama çabası duruyordu. Mattis de eski Dışişleri Bakanı Tillerson gibi Çin’in bölgede (söz konusu olan Latin Amerika’dır) nüfuzunu geliştirmesine karşı tavır takınarak bunun önüne geçilmesi için çalıştıklarını ve “Çin’in bölgedeki müttefiklerimizin çıkarına olmayan ticaret yürütmesi karşısında çok tedirginiz.” açıklamasını yaptı. Somut olarak Venezuela ile ilişkisinde de Çin’in Venezuela’nın petrolünün önemli bir bölümünü ele geçirmesine karşı tavır takındı.
20 Ağustos’tan itibaren Venezuela parasından beş sıfır atıldı ve para reformu yanı sıra kimi ekonomik reformlar ilan edildi. Bununla kısa bir süre “nefes alındı” ama enflasyon etkisini yeniden gösterdi. Bu dönemde yer yer elektrik kesintilerinin yaşanması aynı zamanda kimi yerleşim alanlarında halkla polis arasında çatışmalara yol açtı.
24 Ağustos’ta Kolombiya Başkanı Ivan Duque BBC’ye verdiği demeçte “mülteci problemi”nin tek çözümünün “Maduro Diktatörlüğü”nün son bulması olduğunu savundu. Bunun ardında 29 Ağustos’ta Kolombiya Dışişleri Bakanı, Venezuela sınırında yaşananları Suriye’de savaştan kaçan kitlesel göçe benzetti ve “göç krizi”ne karşı ortak müdahale talep etti.
10 Eylül’de BM İnsan Hakları Konseyi Venezuela’daki durum üzerine tartıştı. İnsan Hakları İçin BM Yüksek Komiseri Michelle Bachelet Venezuela krizinin çözümünün, yönetimle muhalefet arasındaki görüşmelerle, ekonomik savaşın ve yaptırımların son bulmasıyla gerçekleştirilebileceğini savundu. Venezuela Dışişleri Bakanı Arreaza ise “yaptırım” kavramını eleştirerek yapılanın “cezalandırma önlemleri” olduğunu savundu ve ABD’nin darbecilerle ilişkilerine dikkat çekti.
14 Eylül’de Amerika Devletleri Örgütü (OAS) Genel sekreteri Luis Almagro Kolombiya’ya seyahatinde, Venezuela’yı askeri bir müdahale ile tehdit etti. Ertesi gün “Lima Grubu”nda yer alan devletler, Maduro yönetimine karşı olsalar da askeri müdahaleyi içeren bir önlemi ya da açıklamayı reddettiklerini açıkladılar.
Bu tehditin savrulduğu dönemde Maduro ise Çin’e üç günlük bir seyahat gerçekleştiriyordu. Maduro’dan kısa süre önce ise Başkan Yardımcısı Delcy Rodriguez Çin’de görüşmeler gerçekleştirmişti. Sonuçta Çin’in Venezuela’ya ekonomik destekte bulunacağı, özellikle de petrol endüstrisini modernize etmek için milyarlarca ABD Doları kredi sözü verildiği açıklandı.
21 Eylül’de ABD Dışişleri Bakanı Pompeo Venezuela’ya karşı “bir dizi eylem” gerçekleştirileceğini açıkladı. Bu açıklamaya bağlı olarak Maduro karşıtı muhalefetin bir bölümü açıkça askeri müdahaleye çağrı yaptı. Başkanlık seçimlerinde Maduro’ya rakip olan Falcon da askeri müdahaleye karşı çıktı. Askeri bir müdahalenin iç savaşa kadar varabileceği uyarısında bulundu. Çin ve Rusya’nın yetkilileri de yeniden ABD’nin saldırgan tavrına karşı açıklamalarda bulundular.
1 Kasım’da Beyaz Saray’dan, ABD’nin Venezuela’ya karşı yeni yaptırımları yürürlüğe koyduğu açıklaması yapıldı. Bu seferki yaptırımların özellikle altın sektörüne yönelik olduğu belirtilirken Küba ve Nikaragua’ya karşı da “cezai önlemlerin” artırılacağı açıklandı.
4 Kasım’da Kolombiya sınırında paramiliter güçlerin saldırısıyla üç Venezuela askeri öldürüldü. ALBA üyesi devletler hem ABD’nin hem de AB’nin Venezuela’nın iç işlerine karışmasına, yaptırımlar uygulamasına karşı ortak tavır takındı. 6 Kasım’da ise AB yaptırımlarını bir sene uzatma kararı aldı. Bu kararı alırken bir de “Kontakt Grubu” oluşturulması önerisinde bulunuldu.
3 Aralık’ta Maduro T.C. Başkanı R.T. Erdoğan’ı misafir etti. Görüşmelerde 4,5 Milyar Avroluk yatırım anlaşması imzaladıklarını açıkladılar. Erdoğan ile görüşmenin hemen ertesinde Maduro Moskova’ya uçtu. 4 Aralık’ta Putin ile görüştü. Rusya’nın Venezuela’ya 6 Milyar ABD Doları yatırım sözü verdiği, bu yatırımın ise esasta petrol ve altın sektörüne angaje olmakta kullanılacağı belirtildi.
10 Aralık’ta Rusya’nın dört uzun mesafeli uçağı Venezuela’ya gitti. Uçaklardaki malzemeler hakkında bilgi verilmedi. Ama 100 kadar Rus askerinin Venezuela’ya gittiği bilgisi verildi. Bunların ne kadar süre Venezuela’da kalacağı konusunda bilgi verilmedi. Bir sonraki hafta içinde de sayısı yine belirtilmeyen bir “askeri teknikerler” delegasyonunun Venezuela’ya gideceği açıklandı.
ABD Dışişleri Bakanı Pompeo bu gelişmelere karşı sert tavır takınırken, hem Rusya hem de Venezuela yetkilileri aynı biçimde tepki gösterdiler. Venezuela Dışişleri Bakanı Arreaza aynı zamanda, ABD birlikte çalışmak istiyorsa Venezuela’ya karşı yaptırımlara son vermesi gerektiği yönlü açıklama yaptı.
Ocak 2019’dan İtibaren Yaşanan Gelişmeler
Başkanlık seçimleri planlanan zamandan önce yapılsa da, yeni başkanlık dönemi resmen 10 Ocak 2019 tarihinde, Maduro’nun yemin etmesiyle başlayacaktı. Seçimleri ve Maduro’nun başkanlığını geçersiz sayan muhalefet ile bunların uluslararası destekçileri -başta da ABD emperyalizmi- Maduro’ya karşı daha saldırgan bir pratik sergilemek için fırsat kolluyorlardı. 10 Ocak’ta başkanlık yemininden sonra görevini 2025 yılına kadar sürdürme durumunda olan Maduro’nun yeni dönem başkanlığı reddedilerek bu fırsatı yakalayacaklarını düşündüler ve tüm cephelerden saldırıya geçtiler.
5 Ocak’ta Parlamento Başkanı seçilen Juan Guaido, seçilmesinden sonra yaptığı konuşmada “geçici bir hükümet kurma ve serbest seçimleri ilan etme” talebinde bulundu ve orduya da “demokrasiyi yeniden tesis etme” mücadelesine katılma çağrısını yaptı. Guaido bu çağrıyı yaptığı sırada birçok Latin Amerika devleti ABD emperyalizmiyle birlikte aynı yönde tavırlar takınıyorlardı. Guaido’nun 2018 yılı Aralık ayı ortalarında Brezilya, Kolombiya ve ABD’ye gidip görüşmeler gerçekleştirmesi olgusu, atılan bu adımın önceden planlandığını ortaya koymaktadır.
Yeni seçim talebinin esas açıklaması 20 Mayıs 2018 tarihinde yapılan seçimde tüm siyasi aktörlerin yer almadığı, uluslararası gözlemcilerin seçimleri gözetlemediği, seçimin adil ve şeffaf olması için uluslararası standartlara uygun garantilerin olmadığı vb. idi. Böylece 20 Mayıs 2018 tarihindeki seçimlerin geçersiz olduğunu ve sözkonusu standartlara uygun seçimlerin yapılması gerektiği talep edildi.
Sorun esasta seçimin nasıl gerçekleştiğine indirildiğinde, hem Maduro karşıtları hem de Maduro yanlıları gerçek sorunun üzerini örtüyorlardı. Karşıtların esas sorunu seçim değil Maduro’yu iktidardan alaşağı etmektir ve seçimin uluslararası standartlara uyup uymadığı meselesi, sadece bu durumu kullanmak için öne sürülen bir gerekçedir. Maduro ve yanlıları ise seçimin kendisinin söz konusu standartlara uyduğunu, aynı standartların 2015 yılında muhalefetin çoğunluğu elde ettiği parlamento seçimlerinde de uygulandığını ve şimdi başkanlık seçimlerine karşı çıkanların söz konusu parlamento seçimlerini kabul ettiklerini savunarak -ki olgu budur- kendilerinin iktidarlarını koruyabilmek için kararnamelerle, mahkeme kararlarıyla muhalefeti geriletmeye çalıştıkları gerçeğinin üzerini örtmektedirler. Yani esas mesele şu ya da bu seçim değil, kimin iktidarı ele geçireceğidir. Anda Maduro şahsında Chavezciler iktidarlarını koruyabilmek için sosyal faşist önlemlere başvurmaktadırlar. Karşıtlar da ülke içindeki güç dengeleri iktidara gelmelerine imkan vermediği yerde, dıştan, özellikle de ABD emperyalizminden askeri müdahaleden yana tavır takınmaktadırlar. Bu iktidar dalaşı son aylardaki gelişmelere de damgasını vurdu. Guaido’nun “Lima Grubu’nun (Meksika dışında) 4 Ocak’ta yaptığı ortak açıklamadan sonra aynı içerikle geçici hükümet kurma ve yeni seçimleri gündeme getirme tavrı, esas olarak ABD emperyalizmi tarafından talep edilenin gündeme getirilmesi tavrıydı. 7 Ocak’ta ise AB Parlamento Başkanı Antonio Tajani Maduro’nun yeni dönem başkanlığını kabul etmeyeceklerini, Venezuela’nın “özgürlüğünü ve demokrasisini ‘temiz’ seçimlerle yeniden elde etmek” zorunda olduğunu açıkladı. ABD ise Maduro’nun yemin töreninden önce Venezuela’ya karşı yeni yaptırımları yürürlüğe koydu. Bu sefer sadece hükümet ve devlet yetkilileri değil işadamları ve firmalar da hedefteydi.
Tüm bu karşı tavırlara rağmen 10 Ocak’ta Maduro Yüksek Mahkeme önünde yemin ederek yeni dönem başkanlık görevine başladı. Yemin törenine 50 devletin delegasyonunun katıldığı açıklandı. Türkiye’yi Başkan Yardımcısı Fuat Oktay temsil etti. Arap Ligi, Afrika Birliği, Çin ve birçok Latin Amerika devletinin temsilcileri de törene katıldı.
Maduro’nun yemin töreninden kısa süre sonra muhalefet “geçici Başkan” olarak Guaido’nun devletin yeni başkanı olduğunu ilan etti. Guaido ise böylesi bir görevi, yönetim sorumluluğunu, anayasada iktidar değişimi için öngörülen koşulların oluşması durumunda kabul etmeye hazır olduğunu ve bunun için ordunun desteğine ihtiyacı olduğunu açıkladı. Guaido: “Orta ve alt rütbeli subaylara sesleniyoruz: korku ile köprüleri atın” diyerek 23 Ocak’ta büyük protesto yürüyüşüne çağrı yaptı. Bu tarihte Guaido kendisini geçici Başkan olarak değerlendirmediği halde, Amerika Devletleri Örgütü (OAS) Genelsekreteri Luis Almagro, Guaido’yu “Venezuela’nın Başkanlığına atanması”ndan dolayı tebrik etti. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo, ABD için Venezuela’da tek meşru ve demokratik seçimle oluşturulan kurumun parlamento olduğunu, ABD Başkan Yardımcısı Pence ise Guaido’yu telefonla arayarak kendisini desteklediklerini bildiriyordu.
Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov ise ABD’nin Venezuela’ya karşı olası askeri bir müdahalesine karşı alarma geçtiklerini açıklayarak ABD’yi uyardı.
Bu gelişmelere karşı PCV (VKP) ise parlamento seçimlerinin öne alınması ve “devrimci halk birliğinin bir hükümetinin” kurulmasıyla andaki parlamentonun dağıtılmasını istedi. 21 Ocakta Maduro yönetimine karşı “isyan” eden 23 askerin tutuklandığı, askerlerin herşeyi itiraf ettiği, kendilerine “villalar ve şatolar” vaat edildiği için hükümete karşı isyan ettikleri vb. yönlü haberler medyaya yansıdı. Bu tutuklamaların gerçekleştiği gün muhalefet kimi yerlerde şiddet eylemleri gerçekleştirdi ve çatışmalar yaşandı. Aynı gün Yüksek Mahkeme bir kez daha Parlamento’nun kararlarının geçersiz olduğunu açıkladı. 23 Ocak’ta yapılan yürüyüşler öncesinde ve yürüyüş günü yedi kişinin öldürüldüğü bilgisi verildi.
23 Ocak’ta muhalefetin yaptığı yürüyüşte konuşan Guaido kendisini başkan ilan etti. Guaido’nun konuşmasından birkaç dakika sonra ABD Guaido’yu Venezuela’nın yeni başkanı olarak tanıdığını açıkladı. Aynı biçimde ABD emperyalizmiyle birlikte hareket eden Latin Amerika devletleri de Guaido’yu yeni başkan olarak tanıyıp kutladılar. ABD Dışişleri Bakanı Pompeo açıkça Venezuela ordusuna “demokrasinin yeniden tesisinde” yer almaları çağrısını yaptı. Venezuela Savunma Bakanı Lopez ise ordunun Anayasa’ya bağlı ve ülkenin bağımsızlığını savunmaya yükümlü olduğunu ve “Biz ülkenin askerleri, karanlık çıkarlar gölgesinde kanuna aykırı olarak kendi kendisini atayan herhangi bir başkanı kabul etmiyoruz.” diye yanıt veriyordu. Maduro ise ABD ile tüm diplomatik ve siyasi ilişkileri durdurma ve ABD diplomatlarının 72 saat içinde ülkeyi terketmeleri kararı verdi.
25 Ocak’ta Almanya Hükümeti de Guaido’yu -serbest ve adil seçimler olmadığı sürece- Venezuela’nın geçici Başkanı olarak tanıyacağını açıkladı. Hem Almanya hem de kimi AB ülkeleri Maduro’ya sekiz gün içinde seçimleri ilan etmediği takdirde Guaido’nun başkan olarak tanınacağı yönlü ültimatom verdi. Bu süre dolduktan sonra da Guaido’yu başkan olarak tanıdılar.
Böylece hem ülke içinde hem de uluslararası düzeyde Maduro karşıtları ile destekçilerinden oluşan cepheleşme temelindeki gelişmeler, takip edilemeyecek bir hızla gündemi belirledi. Bu dönemde takınılan tavırlar esasında daha önceki dönemde kapalı kapılar arasında konuşulanların kamuoyu karşısında da dile getirilmesiydi. Bu sefer Guaido’nun başkan olarak kabul görülmesi yoluyla Maduro’nun alaşağı edilmesi için baskıları artırmak ve evet ortam elverdiğinde askeri bir müdahalede bulunmak da açık hesaplar içindeydi.
21 Ocak’tan itibaren Venezuela’da çatışmalar giderek şiddetlendi, yağmalamalar yaşandı ve ölü sayısı 20’ye yükseldi. Guaido yapılan her protesto eyleminde hep yeniden protestolara çağrı yaptı. Muhalefet tarafından yapılan miting ve yürüyüşlere katılım süreç içinde giderek düştü. Maduro yanlıları da bu eylemlere karşı hep yeniden kendi eylemlerini gerçekleştirdi. Bu eylemlere katılım verilen bilgilere göre daha fazlaydı.
Dalaşın iyice kızıştığı dönemde ve askeri müdahale ile iç savaşın her an çıkma olasılığı olduğu ortamda Çin ile Rusya da tavırlarını daha açık biçimde sergilediler. Her ikisi de Maduro yönetiminin Venezuela’nın meşru yönetimi olduğunu ve ona her tür desteği vermeye hazır olduklarını hep yeniden beyan ettiler. Bu ortak yaklaşıma rağmen Rusya açıkça ABD’ye karşı tavır takınırken, Çin çelişkiyi mümkün olduğunca alt düzeyde tutmaya çalıştı.
Ocak ayındaki bu gelişmeler sonucu şöyle bir cepheleşme kendisini açıkça gösterdi: Maduro’yu alaşağı etmek isteyen ve askeri bir müdahaleyi savunan kesim; Maduro’yu destekleyen ve askeri bir müdahaleye karşı olan kesim ve hem Maduro’ya hem de askeri bir müdahaleye karşı olan kesim.
Maduro’yu alaşağı etmek isteyen kesim bir yandan Guaido’yu geçici Başkan olarak tanıyıp başkanlık seçimlerinin yeniden yapılması için çaba gösterirken, diğer yandan da askeri bir müdahalenin başlatılması için provokasyon vb. yönlü çabaları merkeze koydu.
Maduro’yu destekleyen kesimler ise bu çabaları boşa çıkarmak için çalıştı. Maduro’nun iktidarını koruyabilmesi için siyasi, ekonomik destekle birlikte, doğrudan ilaç ve gıda yardımında bulunuldu. Bu yardımın Şubat ayı sonlarına doğru toplam 1.233 tona ulaştığı açıklandı.
Hem Maduro’ya hem de askeri müdahaleye karşı olanlar ise esasta Venezuela’ya karşı yaptırımların sertleştirilmesini, bu yolla halkın yaşam koşullarının daha da kötüleşmesine bağlı olarak halkın hoşnutsuzluğunun Maduro yönetimine karşı isyana dönüştürülmesi vb. yol ve yöntemlerle iktidar değişikliğinin gerçekleştirilmesi yönlü tavır takındılar. Bu kesimin askeri müdahaleye karşı çıkması hem Guaido’nun hem de askeri müdahale tehditini hep yeniden savuran ABD emperyalizminin işini de zorlaştırıyordu. Venezuela’daki muhalefetin bu biçimde ayrışması da Guaido’ya ülke içinde verilen desteğin zayıflamasını beraberinde getiriyordu.
Askeri müdahaleye bahane yaratmak için başvurulan bir yol Venezuela halkına insani yardım yapma adına ABD’nin Kolombiya’ya naklettiği söylenen malzemelerin Kolombiya’dan Venezuela’ya -Venezuela devletinin izni olmadan- taşınacağının ilan edilmesiydi. Bu adım için belirlenen tarih 22-23 Şubat idi. Guaido “öyle ya da böyle” söz konusu “yardım” malzemesini Venezuela’ya götürüp halka dağıtacağını ilan etti. Bunun için de Kolombiya’nın Venezuela sınırında bir konser örgütlediler.
Buna karşı önlem olarak Maduro Venezuela sınırlarını kapattı ve aynı yerde üç günlük festival örgütlediler. Bu etkinliğin esas sloganı “Venezuela’dan elinizi çekin!” sloganıydı. Karşı önlemlerin alındığı ortamda ABD temsilcileri “eğer Venezuela ordusu sınırı savunmaya kalkarsa, sivil halkı korumak için müdahale ederiz” yönlü tehditler savurdu. Sonuçta Guaido’nun planı tutmadı. Paramiliter güçlerin provoke ettiği söylenen saldırılar, çatışmalar yaşandı, onlarca kişi yaralandı ama “yardım malzemeleri” Venezuela tarafına geçemedi. Askeri müdahaleye sebep vermek için “ikinci sırada” bekleyen özel güçlerin saldırıya geçmesini ise -medyaya yansıyan haberlere göre- son anda Kolombiya Hükümeti engellemişti… Böylece askeri müdahale de şimdilik ertelenmişti.
Maduro bu gelişmeler ertesinde Kolombiya ile tüm diplomatik ilişkilere son verdiğini açıkladı ve Kolombiya temsilcilerinin ülkeyi terk etmeleri için 24 saat süre tanıdı. Bu dönemde AB de askeri bir müdahaleye karşı olduğunu açıkladı.
Askeri müdahale için bahane yaratılamadığı yerde ABD Başkan Yardımcısı, Guaido ve “Lima Grubu” (Meksika ve Uruguay katılmadı) Kolombiya’da toplandı ve bundan sonra atılacak adımlar üzerine tartıştılar. Neler konuştukları veya neye karar verdikleri konusunda herhangi bir açıklama yapılmadı. Medyaya yansıdığına göre “Lima Grubu” içindeki kimi devletlerin askeri müdahaleye karşı çıkması sonucunda askeri müdahaleyi içeren bir karar çıkmamıştı… Ama yaptırımların güçlendirilmesiyle Venezuela yönetimini izole etmekten yana tavırda anlaşmışlardı.
Bu görüşmelerin yapıldığı ortamda ABD yeni yaptırımları yürürlüğe koydu ve temsilcilerinin açık tehditleri sürdü. ABD Başkanı Trump’ın “Artık sadece Venezuela’da değil, Nikaragua ve Küba’da da sosyalizmin ve komünizmin sayılı günleri kaldı.” biçimindeki tehditlerinden sonra ABD Dışişleri Bakanı Pompeo da Maduro’nun günlerinin sayılı olduğunu dile getirdi. Bu tehditlerle birlikte Venezuela ordusu mensuplarına da “Maduro’yu desteklerseniz her şeyi kaybedersiniz” biçimindeki tehditle birlikte orduya Guaido’yu destekleme çağrıları yinelendi.
Bu çağrılara Venezuela yetkililerinden ve ordu mensuplarından red yanıtı gelirken Venezuela Dışişleri Bakanı Arreaza, Maduro ile Trump arasında yapılacak bir zirve önerisinde bulundu.
ABD Venezuela’da “serbest ve adil” bir başkanlık seçiminin yapılması için BM Güvenlik Konseyi’ne karar tasarısı sundu. Buna karşı Rusya ise Venezuela’nın iç işlerine karışmanın reddedilmesini ve Maduro yönetimiyle muhalefet arasında diyalogu içeren bir karşı karar tasarısıyla tepkisini gösterdi. 28 Şubat’ta yapılan BM Güvenlik Konseyi toplantısında Çin ve Rusya ABD’nin karar tasarısının kabul edilmesini engellerken, tersinden Rusya’nın karar tasarısı da ABD ve birlikte hareket edenler tarafından engellendi.
3 Mart’ta Rusya Federasyon Konseyi Başkanı Walentina Matvijenko Rusya’nın, ABD’nin Venezuela’ya askeri bir müdahalesini engellemek için elinden gelen her şeyi yapacağını açıkladı. Bunun bir işareti ise Mart ayı sonlarında Rusya’nın iki askeri uçağının 99 asker ve 35 ton malzemeyle Venezuela’ya gönderilmesiydi.
Trump’ın buna karşı tavrı ise: “Ne yapıp yapıp Rus askerlerinin Venezuela’yı terk etmesini sağlamalıyız. Bunun için hangi harcamalar gerekiyorsa yapılacaktır.” biçimindeydi. Rusya ise “Önce siz Suriye’den çıkın” diye tepki gösterdi.
7 Mart’tan itibaren Venezuela’da elektrikler kesildi. Son yıllarda da elektrik kesintileri yaşanmıştı ama bu çapta bir elektrik kesintisi yaşanmamıştı. Bir haftadan fazla süren çalışmalar sonucu durum normale döndü. Nedeni ise, ABD tarafından kullanılan yüksek teknolojinin kullanılarak yapılmış bir siber (Cyber) saldırı ve sabotaj olarak açıklandı. Guaido’nun “Ülkenin gasp edilmesi sona erince Venezuela’ya ışık geri dönecek.” biçiminde açıklamasıysa bu iddiayı güçlendiriyordu.
Muhalefetin askeri müdahale talepleri ve bu yöndeki çabaları sürerken Nisan ayı başında Yüksek Mahkeme, Ulusal Meclis’ten Guaido’nun dokunulmazlığını kaldırma talebinde bulundu. Bunun gerekçesi de yurtdışına çıkması yasak olduğu halde Guaido’nun Şubat ayında Kolombiya’ya gitmiş olmasıydı. Ulusal Meclis bu talep üzerine toplandı ve Guaido’nun dokunulmazlığının kaldırılmasına karar verdi.
BM Güvenlik Konseyi’nde Venezuela’daki durum üzerine tartışmaların sürdüğü, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Küba ve Rusya’yı Maduro’ya verdikleri destek nedeniyle uyardığı, aynı zamanda Venezuela’ya karşı ortak davranmayı sağlamak için Latin Amerika’nın kimi ülkelerine seyahati, Guaido’nun da yeni protestolara çağrıları bu konuda öne çıkan son haberler arasındadır.
Maduro ise “Bolivarcı Ulusal Milis Gücü”nün kurulmasının 10. yıldönümünde gövde gösterisi yaptı. Bu milis gücünün sayısı verilen bilgilere göre anda 2 milyon 199 bin kadardır. Bunlar esasta olağanüstü durumlarda silah altına alınacak ve önemli bir kesiminin de silahlandırıldığı bir güç konumundadır. Bu aynı zamanda Chavezcilerin iktidarlarını öyle kolay teslim etmeyeceklerinin, karşı tarafın dayatması durumunda bir iç savaşın olasılık dahilinde olduğunu da gösteren bir olgudur.
Sonuç:
17 Ekim 2017 tarihinden itibaren yaşanan gelişmelerin kronolojisinin genel görüntüsü ortadadır. Özellikle 2015 Parlamento seçimlerinde çoğunluğu kazanan muhalefet, Maduro şahsında Chavezci yönetimi alaşağı edip iktidara gelmek için her türlü yola başvurmaktadır. Halkın büyük bölümünün (%80’den fazlası) dış güçlerin, özellikle de ABD emperyalizminin ülkeye müdahalesini reddettiği ortamda, Guaido önderliğindeki muhalefet doğrudan askeri müdahale yanlısıdır. Askeri müdahaleye karşı olan muhalefet de Maduro’nun karşısındadır. Muhalefetin kendi arasında bölünmüş olması bunları zayıflatma durumundadır.
Maduro şahsında Chavezciler ise iktidarlarını koruyabilmek için özellikle 2016 yılından beri kararnamelerle, mahkeme kararlarıyla ülkeyi yönetmektedirler. Muhalefete karşı ise faşist önlemleri -kendilerine sosyalist dedikleri yerde ise sosyal faşist önlemler söz konusudur- uygulamaktadırlar. Sonuçta Venezuela halkının özgürlüğü, kurtuluşu için iki taraf arasında seçilecek, desteklenecek taraf yoktur. Seçimlere katılımın düşük olması, sadece muhalefetin boykotu sonucu değil, halkın önemli bir kesiminin muhalefetten de Maduro yönetiminden de bir şey beklememesinin de sonucudur.
Bu açıdan bakıldığında bunlar arasındaki dalaşın karşıdevrimin, burjuvazinin değişik kesimleri arasındaki bir dalaş olduğu söylenebilir. Venezuela’da değişik güçlerin bu dalaşı sadece iş çatışmalar olarak yaşansa, o zaman iki tarafa da karşı Venezuela halkının gerçek kurtuluşu için kendi doğrumuzun propagandası ile yetinilebilinir. Burjuvazinin temsilcileri birbirini yesin! Halk da hepsine karşı kendisinin kurtuluşu için devrim uğruna mücadeleyi versin…
Dalaş ve çatışmalar ama Venezuela’nın iç güçleri ile sınırlı değil. Bu dalaşan güçler, uluslararası düzeyde dünyanın yeniden paylaşılması için dalaş yürüten güçlerle iç içedir. Somut olarak muhalefetin askeri müdahale isteyen kesimi ise doğrudan ABD emperyalizmi ve diğer gerici güçlerin işbirlikçisi konumundadır.
Sonuçta yapılmak istenen Venezuela’nın iç işlerine askeri müdahale ile karışma, kendilerine bağımlı kılmak, yeraltı ve yerüstü zenginliklerini ele geçirmektir. Tüm bunlar ise bir ulusun ya da devletin kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkını ayaklar altına alıp çiğnemektir. Bu da BM’nin kuruluş belgesinde kabul edilen ulusların, devletlerin egemenliği, bağımsızlığı kurallarına bile aykırı olan bir durumdur. Ulusal devletlerin hükümranlığının ortadan kaldırılmasına yönelik bir edim, burjuva demokrasisi açısından, demokratik haklara sahip çıkma bağlamında bile reddedilmesi gereken bir edimdir. Bu edimin temelinde emperyalizmde belirleyici olanın güç olduğu olgusu yatmaktadır. Güçlünün kendisinden güçsüz olana ne yapması gerektiğini dikte ettiği bir sistem ise genelde demokratik hakları, somutta da şu ya da bu ulusun kendi kaderini kendisinin tayin etmesi hakkını ortadan kaldırdığı, emperyalist büyük güçlerin dünyanın kaderini belirlediği bir sistemdir. Böylesi bir insanlık düşmanı sisteme karşı çıkmak ise, sadece devrimcilerin, komünistlerin değil, tüm demokratların ve insanca yaşamaktan yana olan herkesin bir görevidir.
Bu anlayışla Venezuela’ya karşı askeri bir müdahaleye karşıyız. Venezuela’nın iş işlerine karışılmasına karşıyız. Tüm emperyalist ve gerici güçler elinizi Venezuela’dan çekin! Dayanışmamız, bağımsızlığı için mücadele eden Venezuela halkıyladır.
17 Nisan 2019