27 Mayıs, 27 Mayıs 1960 darbesinin yıldönümü. Aradan 61 yıl geçti.
T.C devletinin kurulmasından sonra ilk darbe olan, bir nevi sonraki askeri darbelerin yolunu açan 27 Mayıs darbesi üzerine kısaca duralım:
Darbe, bir ülkede egemen sınıf(lar)ın kendi içindeki iktidar mücadelesinde, andaki siyasi iktidarın doğrudan zor kullanılması veya zor kullanılma tehdidi yoluyla devrilmesi, yerine egemen sınıfın başka siyasi temsilcilerinin geçmesi/geçirilmesidir.
Darbeler, genelde egemen sınıfın silahlı güçleri (ordu ve polis teşkilatı) veya onun belli bölümleri tarafından gerçekleştirilir.
Bir darbe girişiminin başarıya ulaşması için önce darbe ortamının oluşması gerekir. Darbe ortamı bir ülke içinde var olan siyasi iktidarın kitlesel desteğinin önemli ölçüde ortadan kalkması, ülkenin siyasi bir istikrarsızlık ortamı içine sürüklenmesi, ülkenin verili siyasi iktidar tarafından “yönetilemez” olduğu algısının yaygınlaşması, yaygın bir kaotik durumun ortaya çıkması ve olası bir darbenin halkın önemli bir bölümü tarafından bir çıkış yolu olarak görülmesi şartlarında oluşur.
İçinde yaşadığımız emperyalizm çağında bir darbe girişimin başarılı olması için darbe ortamının oluşması tek başına yeterli değildir. Bunun için verili siyasi iktidarın dış desteklerini önemli ölçüde yitirmesi, “dış güçler” açısından aslında istenmez, taşınamaz bir iktidar hâline gelmesi; darbecilerin arkasında bir “dış güc”ün bulunması gerekir. Günümüzde birçok “darbe”nin esas örgütleyicisi emperyalist “dış güçler”dir. Bunlar ülke içindeki çıkarlarını andaki yönetimin artık koruyamadığını gördükleri, hatta bu yönetimin kendi çıkarlarına ters işler yaptığı değerlendirmesini yaptıkları durumda, aktif olarak kendi çıkarlarını daha iyi savunacaklarını düşündükleri yönetimi işbaşına geçirmek için harekete geçer, kendilerine yeni işbirlikçiler arar, bunlar üzerinden eğer “meşru yollarla” iktidarı devirme imkânı yoksa darbe hazırlamaya koyulurlar. Bir darbe ortamının hazırlanmasında ve darbenin kendisinde “dış güçler” de aktif olarak işin içindedir her zaman.
Bir darbe girişimin başarılı olması için, ülkenin silahlı güçlerinin (ordu ve polis teşkilatının, haber alma örgütlerinin) önemli bölümünün darbede yer alması, darbe içinde doğrudan yer almayan kesiminin de belirleyici bölümünün darbeye karşı direnmemesi gerekir.
Bunun yanında medyanın belirleyici bölümünün darbecileri desteklemesi gerekir.
Fakat bir darbe girişiminin başarılı olmasının en temel şartı, bu darbe girişiminin halk desteğine sahip olmasıdır. Bir darbenin başarılı olması için, halkın önemli bir bölümünün aslında darbeyi olumlu karşılaması ve fakat her halükârda darbeye karşı olanların da önemli bölümünün ona karşı direnmeye hazır olmaması gerekir. Halkın büyük çoğunluğunun karşı olduğu, bir bölümünün ona karşı aktif olarak mücadeleye girmeye hazır olduğu bir darbenin başarı şansı yoktur.
Darbeler, egemen sınıflar içindeki iktidar değişikliklerinde bütün tarih boyunca gündemde olan bir yöntemdir.
27 Mayıs darbesi
1946’da hem Türkiye’de kapitalizmin gelişmesinin hem de Batılı emperyalist güçlerin zorlamasıyla geçilen “çok partili dönem”in ilk seçiminde, halkın demokrasi ve refah taleplerine lafta sahip çıkan ve tek parti döneminin ceberut, faşist yönetim tarzına duyulan öfkeyi iyi kullanan DP büyük çapta oy aldı, fakat “açık oy/gizli sayım” sayesinde iktidar ona verilmedi. 1950’de yapılan seçimlerde ise DP tek başına iktidara geldi. 10 yıllık DP iktidarının 1957 seçimleri sonrasında ki üç yıllık döneminde DP iktidarı kendine karşı gelişen muhalefeti faşist baskıyla ezme noktasında, CHP’nin tek parti döneminde yaptıklarını aratmayan bir performans sergiledi! Diğer yandan ekonomik zorluklar, DP’yi uluslararası alanda bir “denge” siyaseti izlemeye zorladı. Sovyetler Birliği ile geliştirilmeye başlanan ilişkiler ABD emperyalistlerinin DP iktidarına verdiği desteğin geri çekilmesini beraberinde getirdi. Kendini cumhuriyetin kurucusu ve koruyucusu olarak gören kemalist ordunun imtiyazlarının kesilmesine yönelik kimi adımlar da ordu içindeki hoşnutsuzluğu arttırdı.
27 Mayıs 1960’da ordu içindeki bir cuntalar koalisyonu T.C.’nin seçilmiş hükümetini askeri bir darbe ile devirdiler. T.C. tarihinin, darbecilerin “Hürriyet ve Anayasa Devrimi” adını verdikleri bu ilk askeri darbesi daha sonrakilerin öncüsü oldu.
Darbenin bildirisini radyodan okuyan Albay Alpaslan Türkeş faşisti şöyle sesleniyordu:
“Bugün demokrasimizin içine düştüğü buhran ve son müessif hadiseler dolayısıyla kardeş kavgasına meydan vermemek maksadıyla Türk Silahlı Kuvvetleri, memleketin idaresini ele almıştır. Bu harekâta Silahlı Kuvvetlerimiz, partileri içine düştükleri uzlaşmaz durumdan kurtarmak ve partiler üstü tarafsız bir idarenin nezaret ve hakemliği altında en kısa zamanda adil ve serbest seçimler yaptırarak idareyi, hangi tarafa mensup olursa olsun, seçimi kazananlara devir ve teslim etmek üzere girişmiş bulunmaktadır.” (https://www.tarihiolaylar.com)
“Türk Ordusu bir kere daha tarihi bir vazife karşısında bulunuyor. Bu vazife; dâhilde memleketi buhran ve felakete sürüklemek isteyen hırslı politikacıların elinden kurtarmaktır” (6 Numaralı Bildirinin ilk fıkrasından) derken kendini T.C.’nin kurucusu, koruyucusu ve efendisi olarak gören kemalistler dayandıkları ordu gücü ile seçimlerde kaybettikleri iktidarı silah zoru ile yeniden ele geçirmiş oldular. Devirdiklerini Yassıada’da yargıladılar. 11 ay süren mahkemelerde alınan kararlarla yargıladıkları DP’lilerden 15’ine ölüm cezası biçtiler. Başbakan Adnan Menderes, Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı Hasan Polatkan idam edildi.
29 müebbet cezasının yanı sıra 304 DP milletvekili de 4 yıldan 20 yıla varan hapis cezalarına çarptırıldı. 47 kişi ise berat etti.
Darbeyi başarı ile gerçekleştiren kemalist subaylardan oluşan 38 kişilik MBK (Milli Birlik Komitesi)’ de yer alanlardan Cemal Gürsel cumhurbaşkanı oldu; biri trafik kazasında öldü, 22 subay Cumhuriyet Senatosu tabii üyesi oldu. İçlerinde Alparslan Türkeş’in de olduğu “Hırçın Çocuklar“ olarak görülen 14 subay ise çeşitli başkentlere hükümet müşaviri olarak atandı.
Ordu içindeki çok seslilik 1960 darbesiyle son bulmadı. 22 Şubat 1962 ve 21 Mayıs 1963’te Talat Aydemir’in Harbiye Ayaklanması 2. darbe kalkışması yaşandı. Her ikisi de başarısız olan bu yeni darbe girişimlerinin ikincisi, darbe girişimcilerinin hayatına mal oldu.
27 Mayıs darbesinde darbecilerin radyodan okuduğu bildiride “Demokrasinin içine düştüğü buhran” bildiride ilk vurgulanan konudur. Darbeciler uluslararası konjonktürün de darbeye uygun olduğunu düşündüğünden “hür dünyanın dostu” oldukları da ilan edilir. Avrupa’ya çevrilen yüz bunun pratik sonucudur.
Milli Birlik Komitesi (MBK) darbenin akabinde yeni bir anayasa yaptırır. Birçok aymaz “solcu” tarafından da hâlâ “Türkiye’nin en demokrat anayasası” olarak değerlendirilen 1961 Anayasası, gerçekte Türkiye’de askeri ve sivil bürokrasinin seçilmiş yönetimler üzerindeki vesayetini, T.C.’nin “vatanı ve milleti ile bölünmezliği”ni anayasal güvenceye bağlayan bir anayasadır.
28 Nisan 1960’ta DP iktidarına yöneltilen protesto gösterilerinin bastırılması sırasında DP yönetimi tarafından ilan edilen sıkıyönetim 27 Mayıs 1960 askeri darbesinden sonra da sürdürüldü. Darbe sonrasında sivil yönetime geçilmesi askerin yönetime müdahalesini engellemedi; cumhurbaşkanının seçilmesi ve hükümetin kurulmasında ordunun, anayasal kurum hâline getirilen MGK üzerinden etkisi belirleyici oldu.
27 Mayıs askeri darbesiyle iktidardan uzaklaştırılan DP çizgisinin savunucusu AP, darbeden 5 yıl sonra yapılan seçimlerde %53 oy alarak yeniden tek başına iktidara geldi. Fakat bu iktidarlarında şimdi 27 Mayıs darbesinin yaşattığı travma, yanında bir de açık Anayasal MGK vesayeti üzerinden denetim vardı.
27 Mayıs ve sol
Darbe sırasında ve sonrasında sol cenapta kendini “komünist“, “devrimci sol“ gösteren başta TKP ve ardılları Kemalizm zehirlenmesinden dolayı darbenin yanında olmuş, uzun yıllar darbecileri alkışlamışlardır. Bu duruma 1970’li yıllarda dur diyebilen İbrahim Kaypakkaya ve yoldaşları olmuştur. TKP’nin o dönem savunduğu; “1961 Anayasası’nın başlangıç kısmı anayasa özgürlüklerini savunma ödevini halka veriyor.” Bundan ötürü bunalımı çözümleyecek yol, işçi sınıfının devrimci temsilcilerinden, TÖS ve İlk-Sen gibi aydın kesimden, yurtsever gençlik, profesör ve aydınlardan, yurtsever Atatürkçü, 27 Mayısçı subaylardan bir kola isyan kurmak ve derhal devrimci, halkçı reformları uygulamaya başlamaktır.“ (https://www.academia.edu TKP ve Darbeler, Erden Akbulut) derken darbenin TKP tarafından nasıl alkışlandığına bir örnektir.
1960 sonrası dönemin Başeğmez devrimcilerinden Mahir Çayan 27 Mayıs Darbesi ve sonrası oluşturulan anayasa ile ilgili şunları söyler: “27 Mayıs 1960 da hâkim gerici ittifakın partisi DP alaşağı edildi. 27 Mayıs 1960 hareketi kemalist geleneğe yönelme 27 Mayıs Anayasası milli demokratik devrim anayasası olacak kadar devrimci muhtevaya sahip ilerici bir anayasadır.“ (THKP-C Savunma s.9, 68’liler Birliği Vakfı Yayınları)
12 Mart darbesinin darağacına giden üç fidandan biri olan devrimci Deniz Gezmiş savunmasında dile getirdikleri; “Ve 28 Nisan 1960 tarihinde özgürlük savaşı veren gençlerdir. Amerikan emperyalizmi tarafından İnönü hükûmetten düşürüldüğünde protesto gösterisi yapan gençler ilerici gençlerdir. Anayasa’ya Bağlılık Mitingini de bizler yaptık. O günün mitinginde iktidarın kiralık adamlarından ve polisinden dayak yiyen de gene bizlerdik.“ „Gerçekler örtülmek isteniyor. Mustafa Kemal’e gerçekten sahip çıkanlar varsa onlar da bizleriz. Onun istiklal-i tam prensibini ve onun istiklal-i tam Türkiye idealini yalnızca biz devam ettiriyoruz.“ (Deniz Gezmiş’in THKO davasındaki savunmasından (https://tr.wikisource.org/) Deniz Gezmiş TKP ve TİP etkisinde akıma karşı direnme gücünden yoksundur.
27 Mayıs 1960 darbesine selam duranların aksine İbrahim Kaypakkaya 27 Mayıs 1960 askeri faşist darbesini şöyle değerlendirir: “27 Mayıs hareketine önderlik eden ve sonunda iktidarı ele geçiren sınıf, CHP’ye hâkim komprador büyük burjuvazi ve toprak ağaları kliğidir. Orta burjuvazi onun peşinde yedek kuvvet olarak yer almıştır.” (“Bütün Eserleri”, İbrahim Kaypakkaya, s.322, Nisan Yayıncılık, Ekim 2016, İstanbul)
Sonuç
Tarihin binlerce yıl öncesinde veya günümüzde iktidar dalaşlarının bir aracı olan darbeler hep aynı yöntemle yapılmıştır.
Her darbeden sonra yeniden sivilleşme/görüntü değişikliği gündeme gelmiş; çünkü “uzun yıllar boyunca iktidarda kalan ordu, ordu olmaktan çıkar” anlayışı hâkim sınıflar açısından çok iyi kavranmıştır.
Darbe dönemlerinde sıkça tekrarlanan “Ordu millet el ele” sivilleşme sürecinde yerini “milli iradeye” bırakmıştır. Bu irade ile yönetilemez durumlarda yönetim biçimi faşizm çare olarak gündeme gelmiştir.
Önce durumu olduğu gibi tespit edip, kendimizi kısa süreli çözüm varmış gibi kandırıp, kısa süreli çözümlere odaklanmamalıyız. Odaklanacağımız çalışma uzun süreli, uzun soluklu, köklü çözüm içermektedir. Demokrasiyi devrimle kazanma çalışması esas çalışma olmak zorundadır. Olacaktır.
“Demokrasiyi korumak”, “yeniden tesis etmek” vs. adına yapılan askeri darbeler, ülkelerimizin demokrasi yönünde gelişmesinin engelleri olmuştur.
Ne yapmalı; ne gerekli konusuna bugün verilmesi gereken doğru cevap;
İşçi sınıfının öncü kesimlerini devrim için kazanmak ve örgütleme içinde birleştirmektir. Görev bu. Söylemek kolay. Yapmak zor. Yapmaktan başka seçeneğimiz yok.
Varsın egemen güçler zulüm yağdırsınlar. Bizleri de debelendikleri lağım çukuruna çekme çabalarına karşı duracağız! Darbeler yapsınlar, kendi hesaplarına göre aynı çanakta yedikleri darbecileriyle hesaplaşsınlar! Biz seçimimizi çoktan yaptık. Bunların kara bulutlarını dağıtmaya ant içtik. Gerçek kurtuluşun bunların herhangi birinin yanında, arkasında, sağında solunda olmayacağımızı çoktan biliyoruz! Bildiklerimizi halklarımız da bilsin diye paylaşıyoruz!
Gerçek kurtuluş darbelerde değil devrimledir.
(Yeni Dünya İçin Çağrı sayı 200’de yayınlanan “Darbeler Üzerine” başlıklı yazıdan alınmıştır.)