ABD’de 25 Mayıs 2020 tarihinde George Floyd adlı siyahi insanın polis tarafından katledilmesinin ertesinde öncelikle ABD’deki ırkçılığa, ırkçılıktan kaynaklı cinayetlere ve polisin siyahlara, hispaniklere, indigenlere vd. karşı sistemli ve sürekli şiddetine karşı yaşanan protestolar, yoğunluğundan azalma olsa da devam ediyor. Irkçılığa karşı protestolar sadece ABD’de değil; New York’tan Sidney’e, Londra’dan Kopenhag’a… Amerika, Avrupa, Asya, Afrika, Avusturalya’nın, yani dünyanın birçok ülkesinde gerçekleşti. Söz konusu ülkelerde onbinlerce katılımcı tarafından Floyd’un katledilmesi, ırkçılık lanetlenirken, ülkelerindeki ırkçılığa, ırkçı cinayetlere karşı da tavır takınıldı.
Floyd ABD’deki ırkçılığın, ırkçı cinayetlerin ne ilk ne de son kurbanıdır. Irkçı cinayetlerin çoğu kamuoyunun gündemine bile gelmemektedir. Bunun sonucunda da ırkçı cinayetlere karşı protestolar, cinayetin yaşandığı şehirle sınırlı kalmaktadır. Floyd’un katledilmesine karşı yaşanan yoğun protestoları tetikleyen birçok etken var. Ama bunların başında gelen öncelikle cinayetin Darnella Frazier adlı genç kadın tarafından videoya alınması ve sosyal medyada yayınlanmasıydı. Cinayete karşı protestoların başını çeken ise, 9 Ağustos 2014 tarihinde Ferguson şehrinde yaşanan ırkçı cinayet (Michael Brown’un katledilmesi) sonrasında gelişen “Siyahların Hayatı Değerlidir” (Black Lives Matter) hareketidir. Protestoların yaşandığı kimi ülkelerde de Black Lives Matter eylemlere öncülük yapma durumundadır. Black Lives Matter’in olmadığı ülkelerde de eylemcilerin öncelikli tavrı bu hareketle dayanışma ve ırkçılığa karşı mücadele vermektir.
Floyd’un katledilmesine karşı yaşanan protestoların dünyanın birçok ülkesinde gerçekleşmesi ve yoğunluğu göz önüne alındığında, bu gelişmenin önemli, olumlu ve yeni bir durum olduğu tespit edilebilir. Bu gelişmede rol oynayan etmenlerden biri hem ABD’de hem de dünya kamuoyunda ABD Başkanı Trump’a karşı tavır iken, diğer bir etmen de protestoların yaşandığı ülkelerde, öncelikle Avrupa ülkelerinde yaşanan ırkçı cinayetler, ırkçı saldırılar ve giderek güçlenen faşist örgütlenmelere karşı tavırdır. Korona virüsü sürecinde demokratik hakların kısıtlanması, ölenlerin çoğunluğunun yoksullar olması, işsizliğin, yoksulluğun artması vb. gelişmelerin de halkın öfkesini tetikleyen etmenler olarak kabul ediliyor.
Etmenlerin neler olduğu üzerine değişik fikirler öne sürülebilir. Buna rağmen yaşanan bu gelişme, Floyd’un kızının dediği, “babam dünyayı değiştirdi” gibi olmasa da, önemli bir gelişmedir. Floyd’un ve diğer ırkçı cinayetlerin kurbanlarının acısı ve öfkesi, ırkçılığa karşı mücadele bilincine dönüştürüldüğünde, ırkçılığın kapitalist-emperyalist sistemin bir ürünü, yol arkadaşı olduğu bilinciyle, ırkçılığa karşı mücadele sömürücü sisteme karşı mücadele olarak verildiğinde, ırkçılığın ortadan kaldırılması için önemli bir adım atılmış olacaktır. Bu gelişmelere bağlı olarak birçok ülkede sömürgeciliği, köleliği simgeleyen kişilerin heykellerinin yıkılması, kaldırılması yönünde de önemli ve olumlu tavırlar gündeme yerleşti. Sonuçta hem Floyd şahsında ırkçı cinayetlere, ırkçılığa karşı, hem de tarihi olarak sömürgeciliğe, köleliğe karşı mücadele, ezilenlerin egemenlere karşı mücadelesinde umut verici bir gelişmedir.
Cinayet
ABD’nin Minnesota eyaletine bağlı Minneapolis kentinde 25 Mayıs günü George Floyd’un katledilmesine yol açan gelişme, bir satıcının iddiasına göre Floyd’un bakkalda alışveriş yaparken sahte 20 Dolar ile ödeme yapmış olmasıdır. Satıcının bu iddiası sonucu polisler Floyd’u kontrol eder, kollarına kelepçe vurur ve Derek Chauvin adlı polis diziyle Floyd’un ensesine çöker… Floyd en az 20 kere “nefes alamıyorum” der ve aynı zamanda “Beni öldürecekler. Beni öldürecekler. Nefes alamıyorum” diye yardım ister ama boşuna! Floyd’un nefessiz kalıp kendinden geçtiğini, hareketsiz kaldığını gören olay şahitleri polisten Floyd’un nabzını kontrol etmesini talep eder, polis oralı olmaz! Polis ilkyardım arabası gelene kadar Floyd’un ensesine çökmeye devam eder. Kaldırıldığı hastanede Floyd’un öldüğü tespit edilir.
“Nefes alamıyorum” ifadesi en geçinden Erich Garner’in 17 Temmuz 2014 tarihinde katledilmesinden bu yana ırkçı cinayetlere karşı protestolarda slogan olarak dile getirilmektedir. Garner’in son sözleri de “nefes alamıyorum”du. Nefessiz bırakılıp katledilenlerin sayısı ise belli değil! Floyd sahte 20 Dolar ile ödeme yaptığı iddiası sonucu katledilirken, Garner, bir işyeri sahibinin perakende ve vergisiz sigara satıyor biçimindeki şikayeti sonucu katledilmişti. Mumia Abu-Jamal’ın dediği gibi bu olgular: “Kapitalist bir toplumda metaların siyahi insanların yaşamlarından daha değerli olduğunu göstermektedir.”
Gelişmelere daha yakından bakmadan önce şunu bilince çıkarmakta yarar var: Verilen rakamlara göre 2019 yılında 1099 kişi polis tarafından katledilmiştir. Bunların yarısının engelli insanlar olduğu açıklandı. Bu kadar cinayet işleyen polisin kanunlar tarafından korunduğu, ya hakkında mahkemeye vermek için dava bile açılmadığı, ya da eğer dava açıldıysa büyük çoğunluğunun beraat ettiği bir durum söz konusudur. Örneğin 2013 yılıyla 2019 yılı arasındaki dönemde yargılanan polis oranı sadece %1’dir. Polislerin “kendim tehdit altındaydım’ ya da “kendimi savundum” diye ifade vermesi, beraat edilmesi için yeterli olmaktadır… Polisin yetki alanına sadece “suç” işlemek değil aynı zamanda evsiz-barksızlar, engelliler ve akıl hastaları da giriyor. Bu noktalarda da polisin esas kullandığı yöntem söz konusu kişileri tutuklaması, tutuklamasına karşı direnenlerin bir bölümünü de katletmesi oluyor. Polisin kanunlar tarafından dokunulmaz olarak ilan edilmesi ve korunması, polislerin keyfi davranışını da güçlendirmektedir. Örneğin katil polis Chauvin hakkında, onun 20 yıllık görev süresinde 17 kere kanunlara ters davrandığı, aşırı şiddet kullandığı gerekçesiyle şikayette bulunulmuş ve bunlardan sadece birinde ona disiplin cezası verilmiştir. Verilen bilgilere göre Chauvin daha önceden de polisin silah atışlarında yer almış ve bir kişiyi katletmiştir.
Bu durumun değiştirilmesi için polis kanununda reformlar yapılması talebi haklıdır ve yıllardır hep yeniden gündeme gelmektedir. 2014-2015 yıllarında yaşanan protestolar o dönem ABD başkanı olan Obama’nın polis kurumunu demilitarize etme adına, artık polis kurumuna kimi ağır silah, savaş araç ve gereçlerin verilmesine son verildiğini açıklamıştı. Gerçekte ise ABD’de polis kurumu da militarize bir kurum halindedir. Ve her sene daha da güçlendirilmektedir. Mesele sadece silahlanmanın yoğunlaştırılması meselesi değil. Esas mesele polisin genelde vatandaşlara karşı düşmanlık, özelde de siyahilere, hispaniklere ve indigenlere karşı ırkçı temelde eğitilmesi, kamu güvenliğini sağlama adına “savaş hali” yaşanıyormuş gibi karşılarındaki insanları düşman olarak görme yaklaşımını uygulamasıdır. Bu durumun değiştirilmesi için de polis kanununun kökten değiştirilmesi gerekiyor. Andaki durumda, güçler dengesi de göz önüne alındığında köklü bir değişikliğin olmayacağı ise garantilidir.
… ve sonrası gelişmeler
Cinayetin medyaya yansımasıyla birlikte 26 Mayıs’ta binlerce kişinin katıldığı protestolar başladı. Katil polis ile yanındaki polislerin tutuklanıp cezalandırılmaları talep edildi. Bu arada polis karakolu önünde gerçekleştirilen protesto sırasında bazı eylemcilerin hırsını polis araçlarına ve karakolun camlarına saldırarak göstermesi sonucu polisle çatışma yaşandı. Polis en başından itibaren eylemcilere karşı sert tavır takındı ve göz yaşartıcı gaz ve plastik kurşunlarla eylemcilere saldırdı. Bu protestolar cinayette yer alan dört polisin görevden alınmasını beraberinde getirdi. Ama bu adım protestoları dindirmeye yetmedi. Protestocular polislerin sadece görevden alınmasını değil, tutuklanıp cinayetten yargılanmasını talep etti. Protestoların yaygınlaşması ve protestolara katılımın giderek yükselmesi sonucunda dört polis gözaltına alındı ve yargılanacağı açıklandı. Bu adım da protestoların dinmesini sağlayamadı… Protesto hareketi bir bütün olarak ABD’deki kurumsal ve yapısal ırkçılığa karşı eylemlerine devam etti ve polis kanununda da reformlar yapılmasını talep etti.
26 Mayıs’ta başlayan protestolar giderek hemen hemen ABD’nin bütün büyük kentlerine, toplam 300 kentine yayıldı. Her kentte onbinler kurumsal ve yapısal ırkçılığa, ırkçı cinayetlere karşı tepkisini gösterdi. Tüm eylemlerde “Siyahların hayatı değerlidir”, “nefes alamıyorum”, “adalet yoksa, barış da yok” vb. pankartlar, dövizler taşındı ve sloganlar atıldı. Protestolara toplam katılımcı sayısı yüzbinlerceydi. Önemli olan bir olgu da, eylemlere öncülüğü Black Lives Matter hareketi yapsa da, protestolara her renkten, milletten insanların katılmasıydı.
Floyd’un katledildiği Minneapolis kentinde eylemciler polis karakolu binasını ateşe verdiler. Bu edim hem ırkçı cinayetlere karşı hem de Trump’ın orduyu devreye sokma tehdidine karşı da bir tepkiydi. Trump tarafından “radikal solcu” olarak adlandırılan Minneapolis Belediye Başkanı Jakob Frey ise yağmalamalara karşı çıkarken polis karakolu binasının yakılmasına atfen “Tuğla ve harç insan yaşamı kadar önemli değildir. Bir binanın sembolize ettiği şey, yaşamdan, memurlarımızdan veya kamudan daha önemli değildir. Şehrimizde şu anda çok fazla öfke ve acı var. Bunu anlıyorum, şehrimizin tamamı bunu haklı buluyor.” diyerek tepkisini gösterdi.
Bu arada kimi yağmalama eylemleri egemenler tarafından haklı protestolara karşı kullanılmaya çalışıldı. Başkan Trump orduyu devreye sokma tehditleri savurdu. Eylemcilere hakaretlerde bulundu. En az 40 büyük kentte gece sokağa çıkma yasağı ilan edildi. 23 eyalette Ulusal Muhafız’lar devreye sokuldu. Ama eylemciler, tüm yasaklara ve baskılara rağmen gece saatlerinde de eylemlerini sürdürdü. Eylemlerde onbinden fazla kişi tutuklandı. Ölenlerin sayısı tam belli değil.
Trump eylemcileri sadece orduyu devreye sokmakla tehdit etmedi, aynı zamanda “Herhangi bir zorlukta biz kontrolü sağlayacağız ancak yağma başladığında silahlar ateşlenir.” diyerek eylemcileri öldürmekle de tehdit etti. Bu tehditler ve hakaretler arasında “anarşistler”, “teröristler” olarak ilan edilen eylemcilerin yabancı “sol radikal Antifa” güçleri tarafından kışkırtıldığını iddia ederek genelde solcuları, karşısında mücadele edilmesi gereken düşman olarak ilan etti ve Antifa’yı terör örgütü olarak ilan edeceğini açıkladı. Eylemler sırasında bazı polislerin eylemcilere destek vermesi ise alışılmış olanın dışındaydı.
Bu gelişmeler arasında olumlu olan bir eylem de birçok kentte otobüs şoförlerinin tutuklanan insanları cezaevlerine taşımayı reddetmesi tavrıydı. Bu tavrın perde arkasında ise, ABD’de otobüs şoförlerinin büyük bölümünün siyahi insanlar olmasıydı. Şoförlerin tavrı ama sadece ten renklerinden ve ırkçılığa maruz kalmalarından kaynaklı değildi. Tüm protestolar içinde işçi sınıfının tavrının ne olması gerektiğini, “Biz sendika üyesiyiz ve George Floyd’u destekleme çağrısını destekliyoruz. Biz tüm iş arkadaşlarımızla onları neden işçi hareketinin kardeşlerimize karşı şiddet uygulanmasına karşı birleşik halde karşı çıkması gerektiğini konuşacağız.” biçiminde dile getiriyorlardı. Söz konusu sendika ATU’nun çağrısında ise her zamankinden daha fazla işçi hareketiyle ittifak kuran, egemenlerden ve sermayenin çıkarlarından bağımsız olan bir vatandaş hareketine ihtiyaç olduğu, böylece tüm dinlerden, etnik kökenlilerden ve cinsel eğilimlerden işçilerin ortak mücadele etmesi gerektiği dile getirildi. Sosyal adalet ve ten renkleri değişik insanlar arasında eşitlik ve adalet talep edildi.
Olumlu bir başka tavır ise “Barış için gaziler” tarafından takınıldı. Yaptıkları açıklamada, 23 eyaletteki “Ulusal Muhafız”ların hemen geri çekilmesini talep eden, devlet tarafından uzun bir tarihi olan yaptırımlara karşı çıkan vatandaşlara karşı mücadele edilmesini reddeden tavır takınıp “Ulusal Muhafız”lara ve diğer askeri güçlere mensup olanlara “ırkçı ve saldırgan çıkarlara hizmet etmemeleri” çağrısında bulundular. Bu açıklama sonrasında Los Angeles’de ilginç bir gelişme yaşandı: “Ulusal Muhafız”lar göstericilerle birlikte diz çökerek Floyd’un katledilmesini kınadı. Protestoların yoğun olduğu bu dönemde savcılık katil Chauvin’i “ikinci derecede cinayet”le suçlarken diğer üç polisi cinayete ortaklıkla suçladı. Eğer dava açılır ve Chauvin suçlu görülürse kırk seneye kadar hapis cezası alacak.
Tüm bu gelişmelere Cumhuriyetçilerle Demokratlar arasında olduğu gibi, Trump’ın kimi eski bakanlarıyla Trump arasında da dalaş eklendi. Eski savunma bakanı Mattis Trump’ı “Amerikan demokrasisine tehdit” olarak tanımladı ve ABD’yi bölmekle suçladı. Trump ile bir başka çelişki ise Savunma Bakanı Mark Esper ile yaşandığı bilgisi medyaya yansıdı. Buna göre Esper, Trump’ın orduyu devreye sokma planına karşı çıkmıştır.
4 Haziran’da Floyd’un cenaze töreni yapıldı. Cenaze töreni sekiz dakika 46 saniye diz çöküp ve sessiz kalma biçimindeki saygı duruşuyla sonlandırıldı. Bu tören vesilesiyle tanınmış kimi insan hakları savunucuları Martin Luther King önderliğinde ırkçılığa karşı gerçekleştirilen ve ırkçılığa resmen son veren kanunun çıkmasını zorlayan “Washington’a Yürüyüş”ün 57. yıldönümü olan 28 Ağustos’ta yeni bir Washington’a yürüyüşün gerçekleştirilmesi planını açıkladı.
Floyd’un cenaze töreninden sonra protestolarda belli bir azalma yaşanmaya başladı. 12 Haziran’da yaşanan yeni bir ırkçı cinayet protestoların yeniden güçlenmesine yol açtı. Söz konusu cinayet Georgia eyaletinin Atlanta kentinde yaşandı. Bu seferki ırkçı cinayetin kurbanı yine siyahi Rayshard Brooks idi. Medyaya yansıyan bilgilere göre Brooks bir fast-food restoranın önünde servis kuyruğunda beklerken arabasının içinde uyuyakalır. Polise telefon edilir ve polis oraya gelir. Uyandırılan Brooks arabasını otoparka çeker. Polisle karşılaşmasında kendisinin yasalara karşı davranmak istemediğini, yürüyerek kız kardeşinin köşedeki evine gidebileceğini söylüyor. Aynı zamanda sekiz yaşındaki kızının doğum gününden geldiğini, alkollü olduğunu anlatır. Polis alkollü araba kullandığı gerekçesiyle Brooks’u tutuklamak ister ve Brooks tutuklanmaya karşı çıkar. Polis ile boğuşma sırasında bir polisin elindeki elektro şok silahını alır ve kurtulmak için kaçmaya başlar. Diğer polis arkadan ateş ederek Brooks’u kalbinde vurur ve Brooks kaldırıldığı hastahanede ölür…
Bu cinayet sonrasında öncelikle Atlanta’da protestolar şiddetlendi. Brooks’un önünde katledildiği restorant binası ateşe verildi, otoyol bloke edildi vb. Bu olay sonucu kentin emniyet müdürü Erica Shields, “Atlanta’nın anlamlı reformlar için örnek” olması için görevinden istifa etti. Katil polis görevden alındı.
Yazımız yazılırken protestolar değişik düzeylerde devam ediyordu.
Polis kanununun reforme edilmesi
Protestocuların polisin şiddetine karşı reform talepleri, polis teşkilatının finans kaynaklarının kısıtlanması, polis departmanlarının varlığının sorgulanması ve buna bağlı olarak toplum temelli hizmeti teşvik eden ve kamu güvenliğini sağlayan yeni bir sistem kurulması tartışmalarını gündeme getirdi.
ABD merkezi yönetiminden (“Cumhuriyetçiler”) ve “Demokratlar”dan önce Floyd’un katledildiği Minneapolis kentinde polisin gözaltı esnasında zanlının ensesine baskı uygulama yetkisinin yasaklanması kararı alındı. Kimi eyaletlerde polis departmanına ayrılan bütçeden kısıtlamalar yapılacağı yönünde açıklamalar yapıldı. Söz konusu kısıtlanan bütçenin evsizlere, kira yardımı ve gençlik programlarına ayrılması üzerine tartışmalar yürütüldü.
Minneapolis kent konseyi polis departmanını tasfiye etme ve yerine yeni bir güvenlik sistemi oluşturma kararı aldı. Karar alındı ama uygulanması soru işaretidir. New York Belediye Başkanı halk ile polis mensupları arasında güvenin sağlanması için reformlar yapılacağını ilan etti. Polis için ayrılan bütçeden kısıtlama yapılacağını ve söz konusu kısıtlanan miktarın özellikle siyahlar ve gençlik çalışması için sosyal projelere dağıtılacağını ilan etti.
Demokratlar ise Temsilciler Meclisi’nde Floyd’a saygı gösterip sekiz dakika 46 saniye diz çökerek 134 sayfalık bir reform tasarısını hem Temsilciler Meclisi’ne hem de Senato’ya sundu. Sanki kendilerinin ABD’deki kurumsal ve yapısal ırkçılıkla, ırkçı cinayetlerle hiçbir alakaları yokmuş gibi sahtekarca tavır takınmaktan geri kalmadılar…
Söz konusu bu tasarı daha oylanmadan Trump 16 Haziran’da polis reformu yapma adına bir kararname yayınladı. Böylece Demokratların tasarısının da önünü kesmeye çalıştı. Trump’a göre polis teşkilatında sadece az sayıda “kara koyun” vardır. %99’u mükemmel insanlardır! Her tür köklü reforma karşıdır. Polislerin dokunulmazlığına dokunulamaz! yaklaşımının savunucusudur. Polis teşkilatının bütçesinin kısıtlanmasına karşıdır. Tersine polis teşkilatının daha da güçlendirilmesinden yanadır. Sonuçta Trump’ın polis reformu kararnamesi kimi vitrin değişikliğinden başka bir şeyi içermiyor.
Örneğin polislerin evsizlere, uyuşturucu bağımlılarına ve akıl hastalarına karşı müdahaleleri, bu alanlarda uzman olan sivil kişilerin refakatinde gerçekleşmesi, tutuklama sırasında eğer polisler “tehdit” altında değilse zanlının ensesine çökülmemesi öngörülmektedir. Polislerin daha az öldürücü silahlarla donatılıp donatılmamasının araştırılabileceği vb. söz konusudur.
Demokratların sunduğu tasarı ise Temsilciler Meclisi’nde 25 Haziran’da oylandı ve Cumhuriyetçilerin 3 çekimser ve karşı oylarına rağmen çoğunlukla (236 evet oyu ve 181 hayır oyuyla) onaylandı. Demokratların tasarısında özellikle polislerin dokunulmazlığının kaldırılması ve zanlının ensesine çökerek “boğma”nın yasaklanması konusunda olumlu talepler de yer almaktadır. Esas mesele bu tasarının kanun haline gelmesi için hem Senato’da hem de Trump tarafından onaylanması gerekiyor. Bunun gerçekleşmeyeceği ise andaki olgulara göre garantilidir.
Mumia Abu-Jamal yeniden gündeme gelen reform tartışmaları ve verilen vaatlere karşı takındığı tavırda, onlarca yıldır hep reformlardan bahsedilip hayaller üretildiğini ve her seferinde sözde “daha iyi zamanların” geleceği anlatılırken “daha da kötü zamanlar” yaşandığını ifade eder. Andaki durum hakkında da şunları söyler:
“Bugünkü ABD Kongresi’ndeki polis reformu savunucuları da çok şey vaadediyor, fakat bu vaatlerin sadece çok az bölümünü gerçekleştirebilirler. Ve böylece yeniden sadece yeni hayaller üretilir. Reformlar, hiçbir zaman gerçekleştirilmeyen eski vaatlerin yeniden formüle edilmesinden başka bir şey değildir. Yeni hortum içindeki eski şarap gibi. Zira kapitalist toplumun özü budur: yeni metalar satmak ve sonuçta sadece yeni sorunlar yaratmak! Yeni zamanlar yeni biçimde düşünmeyi talep ediyor.” Sonuçta söylediği ise Huey P. Newton’un “Biz özgürlük istiyoruz, yeni reformlar değil!” sözüdür.
Sonuçta protestocuların talepleri yine talep olarak kalmaktadır. ABD’deki kurumsal ve yapısal ırkçılık Demokratların tasarısının kanunlaşması durumunda da ortadan kalkmayacaktır. Demokratların andaki tavırları esasında sene sonuna doğru yapılacak başkanlık seçimlerinde Trump’a karşı oy kazanma amaçlıdır. Adayları ise Joe Biden! Biden’in daha şimdiden büyük sponsorlarına verdiği söz: “Ben başkan olursam köklü bir değişiklik olmayacak” sözüdür. Eğer seçimi kazanırsa, Biden’in seçimi kazanması esasında Trump’a karşı kitlelerin tepkisi sayesinde olacaktır. “Daha az kötü”nün ehven-i şer’in seçimi olacaktır. Kısacası ABD’de kurumsal ve yapısal ırkçılık işçilerin, emekçilerin ırkçılığın kaynağı olan bu sistemi yıkmasına kadar değişik biçimlerde de olsa sürecektir.
Sömürgeciliğin, köleliğin ve ırkçılığın simgeleri
Irkçılığa ve ırkçı cinayetlere karşı yaşanan protestolar sürecinde olumlu bir gelişme ise, sömürgeciliği, köleliği ve ırkçılığı simgeleyen kişilerin heykellerinin yıkılması, cadde ve sokak isimlerinin değiştirilmesi için mücadelenin gündeme gelmesiydi.
Bu gelişme sadece ABD’de değil Avrupa’nın kimi ülkelerinde de -Belçika, İngiltere, Fransa vd.- yaşandı. Belçika’da Kongo’da soykırım gerçekleştiren Kral 2. Leopold’un Brüksel’deki heykeline saldırıldı ve zarar verildi. Yine 2. Leopold döneminde sömürgecilik faaliyetlerine katılan General Emile Storms’un büstü kırmızıya boyandı.
İngiltere’nin Bristol kentinde köle taciri Edward Colston’un heykeli yerinden sökülüp nehre atıldı. Londra’da Winston Churchill’in heykelinin kaidesine “bir ırkçıydı” tespiti yazıldı. Londra’da imza kampanyası sonucu köle taciri ve köle sahibi Robert Milligan’ın heykeli kaldırıldı.
Aynı zamanda sömürgeciliği, köleciliği simgeleyen kişilerin isimlerinin cadde ve sokaklarda da kaldırılması tartışmaları yürütüldü, yürütülüyor. Bu tartışma temelinde kimi belediyeler söz konusu heykelleri kaldırma, cadde ve sokak isimlerini değiştirme konusunu gözden geçireceklerini açıkladılar.
Bu gelişmelere karşı ırkçı ve faşist kimi güçler “anıtlarımızı korumak” adına eylemler gerçekleştirdi. Bunların eylemleri esasında İngiltere’deki Black Lives Matter hareketine karşı gerçekleşti. Gerçekte Black Lives Matter hareketi olmasaydı, söz konusu sömürgeciliğin, köleliğin simgesi kişilerin heykellerine karşı gelmek ve şimdiden bazılarını kaldırmak söz konusu olmayacaktı.
İngiltere İçişleri Bakanı da ırkçılığın savunucusu olduğunu hazırladığı karar tasarısıyla gösterdi. Söz konusu tasarıda “vandallığa” karşı mahkemelerin 24 saat içinde suçluların yargılanıp hemen hapse yollanması, anıtlara zarar verenlerin veya boyayanların on sene hapisle cezalandırılması öngörülüyor.
ABD’nin kimi eyaletlerinde de sömürgeciliğin, köleliğin simgesi kişilerin heykelleri hem eylemciler tarafından hem de kent yöneticileri tarafından kaldırıldı. Minneapolis kentinde Christoph Kolumbus’un heykeli söküldü, Boston’da kafası koparıldı ve Richmond’da denize atıldı.
Temsilciler Meclisi Başkanı Pelosi, Washington Kapitol’de bulunan “güneylilerin” 11 heykelinin kaldırılmasını talep etti. Eylemcilerin Beyaz Saray önündeki Lafayette Parkı içinde bulunan eski başkanlardan Andrew Jackson’un heykelini yıkmaya çalışması sonrasında Trump federal hükümete “yetki kanunu” ile anıtlara saldıranları tutuklama yetkisi verdi ve eylemcileri 10 yıl hapis cezasıyla tehdit etti. ABD’de de ırkçı, faşist güçler “anıtlarını” korumak için harekete geçti. New Mexico eyaletinin Albuquerque kentinde sömürgecilik dönemindeki bir valiye ait heykelin kaldırılması sırasında, heykelin kaldırılmasına karşı olanlardan silahlı birileri ateş ederek bir kişiyi katletti.
Sonuçta sömürgeciliğin, köleliğin ve ırkçılığın simgesi olan anıtların/ heykellerin kaldırılması ve cadde ve sokak isimlerinin değiştirilmesi için mücadele olumlu ve doğru bir gelişmedir. Tüm sömürgecilerin, köle tacirlerinin ve köle sahiplerinin, tüm ırkçıların heykelleri, anıtları sökülmeli; cadde ve sokaklardaki tüm isimleri değiştirilmelidir! Bu mücadele ırkçılığa karşı mücadele bilincinin gelişip güçlenmesine hizmet edecek olan bir mücadeledir.
Enternasyonal dayanışma!
Floyd’un katledilmesi haberinin medyaya yansımasıyla birlikte ABD dışındaki birçok ülkede de ırkçılığa, ırkçı cinayetlere karşı protestolar gerçekleşti. ABD’deki gibi her gün eylem yoktu ama tek bir eylemle de sınırlı değildi. Özellikle hafta sonu gerçekleşen protesto eylemleri Temmuz ayı başlarına kadar sürdü. Eylemlerin gerçekleştiği tüm ülkelerde veya aynı ülkenin değişik kentlerinde onbinlerce kişi protestolara katıldı. Özellikle Black Lives Matter hareketiyle dayanışmasını gösterdi ve aynı zamanda söz konusu ülkedeki ırkçılığa ve yaşanan ırkçı cinayetlere dikkat çekildi. Tüm eylemlerde “nefes alamıyorum”, “Siyahların hayatı değerlidir” ve “adalet yoksa, barış da yok” dövizleri taşındı sloganlar atıldı.
Eylemlerin yaşandığı ülkelerin listesi gayet uzundur. Bu yüzden kendimizi bazı örnekleri aktarmakla sınırlıyoruz.
Paris’te yürüyüş yasağına rağmen yürüyüş gerçekleştirildi. Burada Mali kökenli göçmenin 24 yaşındaki oğlu Adama Traore’nin dört sene önce gözaltına alındığı sırada polis tarafından katledilmesi bilince çıkarıldı. Sidney’de 20 bin kişinin katıldığı eylemde Floyd’un katledilmesi lanetlenirken Avusturalya’de indigen Aborijin halkına karşı ırkçılığa ve son 30 yılda en az 400 Aborijin kökenlinin hapishanelerde ölüm olaylarına dikkat çekildi. Londra’da yaşanan protestolarda eylemciler “kurumsal ırkçılığı yakıp yıkmanın zamanıdır!” diyerek ırkçılığa karşı tavır takındı. Madrid ve Barselona’da yapılan eylemlerde eylemciler diğer sloganların yanı sıra “siz ırkçılar teröristsiniz” vb. sloganla dayanışmasını gösteriyordu. Amsterdam’da Black Lives Matter hareketinin çağrısıyla onbinlerce kişinin katıldığı eylemde, Hollanda’nın Zwolle kentinde 14 Mart 2020 tarihinde Haiti kökenli Tomy Holtens’in polis tarafından tutuklanırken katledilmesi olayı bilince çıkarıldı. Floyd’un katledilmesine kadar Holtens’in katledilmesi bir “kenar notu” olarak kalmıştı.
Almanya’nın birçok kentinde de ırkçılığa karşı protesto eylemleri gerçekleşti. Yazımız yazılırken en son eylem/ler 4 Temmuz’da gerçekleşti. Söz konusu eylemlerde “Irkçılığa hayır!”, “Siyahilerin hayatı önemlidir!”, “Ten rengi suç değildir!”, “Susmak şiddettir!”, “Irkçılık virüstür!” vb. sloganlar atıldı. Bu eylemlerde de Almanya’daki ırkçılığa, ırkçı cinayetlere dikkat çekildi.
Floyd’un katledilmesine karşı yaşanan bu protestolar ırkçılığa karşı mücadele açısından olumlu ve önemli bir gelişmedir. Yakın geçmişte gerçekleşen protestolara göre bu sefer eylemlere katılımın yüksekliği ve eylemlerin belli aralıklarla yeniden yapılması da sevindiricidir. Bu gelişmenin güçlenmesi ve başarıya ulaşması ise doğru bir bilinç ve önderliğin varlığını gerektiriyor.
Hep yeniden vurgulamaya çalıştığımız gerçeklik, ezilenlerin kurtuluşunun ancak kendilerinin mücadeleleriyle gerçekleştirilebileceğidir. Irkçılık sömürü sisteminin ürünü ve yol arkadaşıdır! Irkçılığa karşı mücadele de sömürü sistemine karşı mücadele olarak yürütülürse başarıya ulaşabilir. Sömürü sistemi yıkılmadan, ırkçılığın kendisini gösterdiği biçimler değişebilir, ama ırkçılık son bulmaz. Bu bilincin işçilere emekçilere taşınması, onların aydınlatılması, örgütlenmesi ve sömürü sistemine karşı devrim için mücadeleye yönlendirilmesi ise ancak ve ancak komünist bir örgütün önderliği sayesinde mümkündür. Bunun gerçekleştirilmesi için de komünist bir örgütün yaratılması temel görevlerin başında geliyor. Bu bilinçle ırkçılığa karşı verilen mücadelelerle dayanışmamızı bir kez daha ilan ediyoruz.
(ABD’deki ırkçı cinayetler hakkında en son dergimizin 172., 173. ve 176. sayılarında tavır takınmıştık. Okurlarımıza söz konusu yazıları da okumayı öneriyoruz.)
8 Temmuz 2020