Emperyalist haydutlar şimdi “Yeşil Mutabakat Eylem Planı” sunarak, geçici çözümler ile bizleri oyalamaktadırlar. Ekonomistlerin iklim değişikliğinin maliyeti 2075 yılına kadar yılda 30 trilyon dolara ulaşacağını açıklamaları bilindiği hâlde yine azami kârdan azalmanın engellenmesi için oylama taktikleri gündemdedir. Yıllık 30 trilyon dolarını 1/30 (otuzda biri) yenilenebilir enerjiye yatırılsa problem 2075 yılına kadar sürmez bile… Olmaz çünkü fosil yakıtlara yapılmış ve yapılmakta olan yatırım ve karşılığındaki getiri daha fazladır. Her durumda kısa vadede yenilenebilir enerjiye yatırımdan daha kârlıdır.
İklim krizi anlamak istesek de istemezsek de tüm mavi gezegen için gerçek beka sorunudur. Tüm canlıların geleceğinin sorunudur.
Şimdi gelelim özellikle Avrupa’da düzenin parçası hâline gelmiş Yeşilcilerin alternatif planının temelinde gelişen “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”na (European Green Deal).
Nedir bu “Yeşil Mutabakat Eylem Planı?”
Avrupa Birliği (AB Komisyon Başkanı), 2050 yılında karbon salınımını sıfırlama hedefiyle, 11 Aralık 2019’da “Avrupa Birliği Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nı açıkladı. Bu plana göre:
“AB ekonomiyi sürdürülebilir bir gelecek için dönüştürmeyi amaçlamaktadır.” Sera gazı emisyonları (salınımları) belirli bir program dâhilinde azaltılmalı. Buna göre yeni ticaret sistemi kurgulanmalı. İklim değişikliğine karşı hedeflerin gerçekleşebilmesi için ön koşul olarak ekonominin her alanında karbondioksitin (CO2) etkin biçimde fiyatlandırılması yani vergilendirilmesi ön görülür. AB andaki belirlenmiş karbondioksit fiyatı ton başı 30 avrodan aşamalı olarak 50 avroya ve daha fazlasına yükseltme hesaplar içindedir. Tek kelimeyle kapitalizm sınırları içinde oyalama çözümler önerilmektedir. Emisyon “satışı” destek vb. şekilde sorunu dengeleme öngörülüyor.
Bunun Türkiye açısından anlamı şu: ton başı karbondioksit vergisi 30 avrodan hesaplandığında AB’ye olan ihracatından doğan karbondioksit faturasının, sadece üretim kaynaklı emisyonlar dikkate alındığında ödenecek miktarı 478 milyon avro olacak. Üretimde girdi olarak kullanılan elektrik ve çelik gibi ara malların üretimi de hesaba katıldığı takdirde bu fatura 1 milyar 085 milyon avroya yükselmektedir. Karbondioksit vergisi ton başı 50 avro olduğunda rakamların 796 milyon avro ve 2 milyar avroya denk düşecektir. Türkiye gibi bir dizi ülkenin buna taraftar olmayacağı başından bellidir.
Karbondioksit fiyatının ton başına 50 avro olması durumunda 1.000 avro değerindeki çimento ihracatının karbondioksit vergisi 220 avro olacak. (Rakamsal bilgiler https://temizenerji.org/2020/10/02’den).
İnşaat sektörünün krizde olduğu bir dönemde bu burjuvazi için bu kabul görecek bir öneri olmanın ötesindedir.
“Kalkınmakta olan ülkeler”in hiçbiri bu plana uymaz.
AB’nin “Yeşil Mutabakat Eylem Planı”nda yer alan siyasi süreçler; 1) 2050 yılına kadar iklim tarafsızlığı hedefini belirleyen Avrupa İklim Yasası, 2) Avrupa İklim Paktı 3) İklim değişikliğine uyum için yeni AB stratejisi.
Eylül 2015 tarihinde gerçekleşen Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 70. oturumunda devlet başkanları, dünya liderleri (Siz emperyalist/kapitalist talancıların siyasi temsilcileri anlayın,) üst düzey BM temsilcileri ve sivil toplum temsilcileri bir araya geldi. Sürdürülebilir Kalkınma Hedeflerini kabul ettiler. UNESCO’nun aktif katılımıyla söz konusu hedefler, amacı evrensel, iddialı, sürdürülebilir kalkınma gündemini inşa ederek “insanlar tarafında insanlar için” bir gündem oluşturulması olarak kondu. Önümüzdeki 15 yıl içinde 3 önemli işi başarmak için 17 Küresel Hedef üzerinde uzlaşıldı. Aşırı yoksulluğu sona erdirmek, eşitsizlik ve adaletsizlik ile mücadele etmek. İklim değişikliğini düzeltme gibi ana hedefler belirlendi.
Aradan geçen 6 yılda neler değişti? Yoksulluk daha da arttı. Uzağa gitmeye gerek yok. Dünya Bankası verilerine göre; 2019/2020 Türkiye’de iki yılda mutlak yoksul sayısı 3,2 milyon kişi artarak 10 milyon kişiye yükseldi. Dünya genelinde durum daha da felakettir. Korona virüs ile yaşanan pandemi koşulları yoksulluğu daha da artırdı. Eşitsizlik had safhaya ulaştı. Dünya çapındaki dolar milyarderlerinin sayısı 700 artarak 2700’lük rekor sayıya ulaştı. Bu, 2700 parazitin serveti dört trilyon artarak toplamda 11 trilyon avroya eriştiği gezegenimizde eşitsizliğin en sembolik örneğidir. Temeli sömürü ile yoğrulmuş olan kapitalist sistem her alandaki eşitsizliği daha da körüklemektedir. Adaletsizlik ise diz boyudur. En basitine T.C. sınırları içinde örnek vermek gerekirse 4 Kasım 2016’da gözaltına alınan Selahattin Demirtaş (bizim Selo) 1764 gündür Türk adaletinin esiri durumundadır. Osman Kavala ise 1402 gündür T.C. devletinin hapishanesinde esareti yaşamaktadır. Belki bizim verdiğimiz örnekler dünya çapında nice adaletsizlikler yanında gölgede kalabilir. Ama kapitalist sistemin belirlediği iklim değişikliği hedefleri, haberiniz olsun, çoktan iklim krizine dönüştü.
AB ve BM bunlarla bürokratik anlamda –siz oyalama anlayın– uğraşa dursun “atı alan Üsküdar’ı çoktan geçti!” Her yıl iklim krizi etkileri kendini farklı felaketlerle dayatmış durumdadır. Bir taraftan korkunç boyutlardaki kuraklık örneğin, Madagaskar’da 4 yıldır yağmayan yağmur sonucu açlıktan ölenleri sayısı gün be gün artırmaktadır. Kuraklık yerkürede yeni pandemileri tetiklemektedir. Türkiye açısından Doğu Anadolu, Güneydoğu ve Ege’nin güney kesimlerinde “şiddetli”, “çok şiddetli” ve “olağanüstü” kuraklıklar her yıl yeni rekorlara vesile olmaktadır. Durum öngörülerin de ötesinde yeni felaketlere gebedir. Bir taraftan kuraklık canlıların yaşamını tehdit ederken, diğer taraftan şiddetli yağışlar iklim krizinde madalyonun diğer yüzüdür. Bazı bölgelerde günlerce süren yağışların oluşturduğu seller insani tedbirsizlik ile felaketlerin yaşanmasına sebep olmaktadır. Örneğin Anadolu’nun orta güney ve batısı kuraklıkla boğuşurken, kuzeyinde yaşanan sel felaketlerinin getirdiği yıkım ve can kayıpları geçici tedbirlerle önü alınacak cinsten değildir.
Sen kalk ormanı talan et, olacağı dünden belli orman yangınlarına karşı tedbirli olma, ondan sonra timsah gözyaşları içinde “devletimiz yaraları saracaktır” deyip, izleyicilerin tepesine çay at ve palavralarla insanların unutkanlığına sığın! Dere yataklarına imar izni ver, af çıkar onu da oya devşir, felaketten sonra “Sel felaketinin izlerini süratle silerek, yaraları sararak bu günleri en kısa sürede geride bırakacağız” (Recep Tayyip Erdoğan, 13.08.21) diyerek günü kurtarmaya çalış!
T.C. Devletinin “Yeşil Mutabakat Planı”
T.C. devletinin “Yeşil Mutabakat” bağlamındaki eylem planında 9 ana başlık altında 32 hedef belirlenmiş ve bu hedeflere varmak için de 81 eylem planlanmıştır. 9 ana başlık şöyledir.
(1) sınırda karbon düzenlemeleri,
(2) yeşil ve döngüsel bir ekonomi,
(3) yeşil finansman,
(4) temiz, ekonomik ve güvenli enerji arzı,
(5) sürdürülebilir tarım,
(6) sürdürülebilir akıllı ulaşım,
(7) iklim değişikliği ile mücadele,
(8) diplomasi ve
(9) Avrupa “Yeşil Mutabakat”ı bilgilendirme ve bilinçlendirme faaliyetleri (“Yeşil Mutabakat Eylem Planı” T.C. Ticaret Bakanlığı 2021Broşüründen)
Hedeflerde yer alan bazı inciler üzerinde durmakta yarar var…
* “Hedef 13: İklim değişikliği ve etkileri ile mücadele etmek için acil olarak harekete geçmek.”
Dilin kemiği yoktur. Bilindiği gibi kâğıt da sabırlıdır. “Acil olarak harekete geçmek” gereklidir diyenler, kendine hedef koyanların, bu hedeflerinde ne kadar ciddi olduklarını (aslında ciddi olmadıklarını) biliyoruz. Bunlar, 4 Kasım 2016’dan beri imzaladıkları Paris İklim Antlaşmasının yürürlüğe girmesi için 5 yıldır meclis onayı bekletenlerdir. Sonunda 3 milyar dolar tutarında teşvik için meclis onayını alması da bu gerçeği değiştirmiyor.
* “13.a: Makul azaltım tedbirleri ve uygulamada şeffaflık bağlamında gelişmekte olan ülkelerin ihtiyaçlarını karşılamak için 2020’ye kadar BMİDÇS altında özellikle gelişmiş ülkelerce verilen yıllık 100 milyar ABD doları ortak taahhüdün yerine getirilmesi ve Yeşil İklim Fonu’nun sermaye olarak tahsis edilmesi yoluyla bir an önce işler duruma getirilmesi.”
Bu söylemlerden de anlaşılmaktadır ki, bunların derdi para! Yeri gelince “kalkınma” söylemlerinde “mangalda kül bırakmayanlar”, kendilerinin “gelişmekte olan ülkeler sınıflandırmasında görüyor ve “Yeşil İklim Fonu”ndan nemalanmak istiyorlar. Bunun içinde imza attıkları Paris İklim Antlaşmasını uygulamaya koymuyorlar. Dünyayı en fazla kirletenler listesinde 2019 verilerine göre ilk 15’te bulunan Türkiye sorumluğunu yerine getireceğine, işi yokuşa sürerek “küçük hesaplar peşinde”dir.
* “13.b En az gelişmiş ülkelerde, kadınlar, gençler ile yerel ve azınlıkta kalmış topluluklara ağırlık verilerek iklim değişikliği ile ilgili planlama ve yönetim kapasitesinin artırılması için yeni yöntemlerin teşvik edilmesi.”
Hani bir deyim vardır, “yılan kendi eğrisini bilmez, deve boynun eğri der.” Bunlara ne kadar da yakışıyor. Azınlıklar konusundaki ırkçı-saldırgan siyaset T.C.’nin kökünde var. Geçmişi ile hesaplaşamayan bir devlet (hele de Ermenilerin maruz kaldığı soykırım sorununda) “azınlıkta kalmış topluluklara ağırlık vermek” lafzı hiç de yakışık durmuyor. Kadınlar, gençler ile planlama lafını edeceğine her gün binlerce ton CO2 püskürten kömür/linyit bazlı termik santralleri kapatmayla uğraş ki, iklim değişikliğine karşı “hayırlı” bir iş yapmış olasın!
* “13.1 Tüm ülkelerde iklim değişikliğiyle ilgili tehlikelere ve doğal afetlere karşı dayanıklılık ve uyum kapasitesinin artırılması.”
Bunları yazanlardan öncelikle ellerinde yetki varken ki, 20 yıldır nerdeyse tek başlarına iktidardalar ve bu süreç içinde iklim değişikliği ile ilgili hangi tedbirleri aldıklarını sormak en doğal hakkımız. Doğal afetlere karşı hangi dayanıklılık ve uyum kapasitesini arttırdıklarını sormak da hakkımızdır. Lafa değil 20 yıllık icraata baktığımızda karşılaştığımız manzara dayanıklı olmadığı için nerdeyse her doğal olay bir felakete dönüşmüştür. En son örneğinde olduğu gibi Kastamonu Bozkurt’ta 400 metrelik dere yatağı 15 metreye daraltılırken inşaat iznini verenler de bunlardır. Bozkurt ilçesi doğa ile uyum içinde kurulmadığı için sel felaketinde yerle bir olmuştur. 62 insan yaşamını yitirmiş, hayvan kaybını hesabı bilinmiyor. Ağustos 2021’de Karadeniz’de yaşanan sel felaketindeki maddi değer kaybı çıkarılan imar afları ile elde edilen geliri defalarca katlar. Elbette bunlardan önceki iktidarların günahı da bunlar kadardır yaşanan felaketlerde.
* “13.2 İklim değişikliği ile ilgili emisyon azaltımı ve uyum önlemlerinin ulusal politikalara, stratejilere ve planlamaya dâhil edilmesi.”
Emisyon azaltılmasından kasıt insan kaynaklı sera efekti yaratan karbondioksit (CO2) salınımının kısıtlanmasıdır. Verilere bakıldığında Türkiye’de sera gazı salınımı 20 yılda yüzde 85 artış göstermiştir. 2008 yılında toplam sera gazı emisyonu 387,6 milyon tondan 2018 yılında 520,9 milyon tona yükselmiştir. 2015’te belirlenen hedefe göre 2030’a kadar sera gazı emisyonu yüzde 21 azaltılacak deniliyordu. Bu gidişle biraz zor. T.C. devletinin bu konudaki ulusal politikası 13.3 maddesinde kendini ele vermektedir.
* “13.3 İklim değişikliği ile ilgili emisyon azaltımı, uyum, olası etkilerin azaltımı ve erken uyarı konularında eğitimin, farkındalık geliştirme ile bireysel ve kurumsal kapasitenin iyileştirilmesi.”
Heybede her şey var. İsteyen istediğini alabilir ama gerçek şu ki, T.C. devletini yönetenler emisyon azaltma konusunda ciddi değiller. Bu işi ciddiye alanların ilk yapması gerekli olan şey, tüm kömür/linyit bazlı termik santrallerin bir an önce kapatılmasıdır. Bugünkü yöneticilerden bunu beklemek gerçekten de abesle iştigal etmektir. Daha dün en yetkili ağız Recep Tayyip Erdoğan “Kirliliğe kesinlikle müsaade etmeyeceğiz. Kimse milletin havasını kirletemez. Mutlaka filtreleme sistemi yapılmalı. Bu konuyu bizzat takip edeceğim” (20 Kasım 2019) dedi. Aradan geçen 2 yıl içinde ne oldu biliyor musunuz? Bahsi geçen 15 termik santral “geçici ruhsat” ile hâlâ “milletin havasını” kirletmeye devam ediyorlar. Ama Recep Tayyip Erdoğan tarafından yüksek perdeden ilan edilen “veto” unutulmuş durumda.
* “14.1 2025’e kadar deniz atıkları ve besin maddesi kirliliğini de içerecek şekilde özellikle kara kaynaklı eylemlerden kaynaklanan her türlü deniz kirliliğinin engellenmesi ve kayda değer miktarda azaltılması.”
Marmara Denizinin hâlini görenler ve bilenler yukardaki boş laflara karnımız tok demekte haklıdır. 50 yıldan beri ve son 20 yılda da yoğun bir şekilde Marmara Denizine pompalanan kanalizasyonlar + sanayi atıkları yüzünden Marmara Denizi ekolojik yıkımın eşiğinde can çekişir durumdadır. Bunun delili örneğin Marmara’da deniz salyasının korkutucu görüntüsüdür. Sorumlusu elbette T.C. devletidir!
Karasal Yaşam ile ilgili bölümdeki inciler üzerine:
“15.1 2020’ye kadar, uluslararası anlaşmaların getirdiği yükümlülükler doğrultusunda, özellikle ormanlar, sulak alanlar, dağlar ve kurak alanlar olmak üzere, kara ve iç tatlı su ekosistemlerinin ve bunların hizmetlerinin korunması, restore edilmesi ve sürdürülebilir kullanılması.”
Hayda! Bunları söyleyenleri tanımazsak biz de kanacağız. Öncesi bir kenara 20 yıldır iktidarda olanların hangi çevre yükümlülüğünü yerine getirdiğini insana sorarlar. Çevre katliamınız sıralamakla bitmez. Maden arama bahanesi ile 8 MİLYON HEKTARA YAKIN TOPRAĞA, ORMANLIK ALANA RUHSAT verildiğini biliyoruz. Verilen bu ruhsatlar ile ormanların talan edilmesine, ağaçların kesilmesine ön ayak olanlar, kalkmış “yükümlülükten bahsediyor”. Bu talana o kadar çok örnek var ki hepsini burada sıralamaya gerek görmüyoruz. Kaz Dağları’ndan Akbelen’e uzanan ağaç katliamları bunların eseri. HES ile su kaynaklarını ve alanları nasıl kuruttuğunuzu da çok iyi biliyoruz. Elbette önceki iktidarların yaptığı doğa tahribatını da bir kenara bırakamayız. Bugünler o günlerden hazırlandı.
“15.2 2020’ye kadar, her türlü ormanın sürdürülebilir yönetiminin uygulanmasının teşvik edilmesi, ormansızlaştırmanın durdurulması, ormansızlaşmış arazilerin restore edilmesi ve ormanlaştırma ve yeniden ağaçlandırmanın küresel olarak ciddi miktarda artırılması.”
Daha dün göz göre göre Manavgat-Marmaris ekseninde yanan binlerce hektar ormanlardaki sorumsuzluğunuzu görmek isteyen ve görebilen gözlerin önünde yaşandı. Tedbirsizliğinizin kefaretini milyonlarca ağacın yanması ve milyonlarca canlının yaşamıyla ödendi. “İtibarda tasarruf olmaz” diyenlerin birçok özel uçağı varken, bir tek yangın söndürme uçağı olmayan “büyük T.C. devleti” değil mi? Bu gerçekler ortada iken yukarda söylediklerinize inananların/kananların temel sorunu bilgisizliktir. Hani derler ya “cehalet aldatılmanın ön koşuludur” bunlar da bunu iyi bildiklerinden aldatma işini çok iyi beceriyorlar.
Sonuç olarak
İnsanlığın tüm doğayı ve içindeki canlıları tehdit eden saldığımız sera gazı (CO2) emisyonlarını hızla sıfırlamak gerekirken kapitalist tekellerin hizmetindeki hükümetler hâlâ laf salatası üretmektedir… İnsanlık tarafından extra üretilen karbondioksidi sıfırlamanın gerekli teknoloji, bilimsel, yol ve yöntemleri vardır. Doğal kaynaklar ve yol ortada olduğu hâlde bir avuç kapitalist haydudun kâr hırsı bu işi engellemektedir… Lükse, şatafata, silaha, daha kocaman arabalara, daha geniş/lüks evlere, daha çok uçağa harcanan paraların bir kısmının doğayı iklim krizi tehlikesinden kurtarma için harcansa tehdidin boyutunun azalacağı aşikârdır. Elbette bu tür tedbirlerle tehdit tamamen bertaraf edilemez. Bunun için tehdit kaynağının kurutulması, yani kapitalist sömürü ve talan düzeninin ebediyen tarih sahnesinden silinmesi gereklidir.
Sorun masa başında planlar yapmakla çözülseydi, iklim değişikliği iklim krizine dönüşmezdi. Dert bir avuç kapitalist tekelin azami kârı olunca, yoktur birbirlerinden farkları…
Kyoto Protokolü imzalanma tarihi 11 Aralık 1997 ve yürürlüğe girme tarihi 16 Şubat 2005’dir. İçerik; küresel ısınma ve iklim değişikliği konusunda mücadeleyi sağlamaya yönelik uluslararası olarak Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesidir.
Aradan geçen 24 yıldır sonuç alınamayan bir durum söz konusudur. Yani deyim yerindeyse 24 yıldır “havanda su dövülmüştür”. İklim değişikliği iklim krizine dönüşmüştür.
Nasıl ki AB’nin temele dokunmayan bürokratik planları oyalamanın ötesini geçmiyorsa, T.C.’nin ondan kopyaladığı “Yeşil Mutabakat Genelgesi” laf-ı güzaftan öteye geçmiyor. Ne yeşil ne de çevrecidir. Çünkü planda kömür santrallerine tek laf yok. Duble yolların açtığı tahribattan tek laf yok. HES’lerin yarattığı sorunlara tek laf etmiyor. Asfalt-betonlaşmaya dair tek lafa rastlamadık. Bir nevi kara plan! Bırakın iklim değişikliği ile mücadeleyi; iklim krizini ülkelerimiz bazında daha derinleştirecek bir plandır T.C. devletinin sunduğu.
Çözüm yok mu elbette var. Türkiye açısından en acil olanı, bir an önce kömür/linyit bazlı termik santralleri, tarihin çöplüğüne atılmalı, yani kapatılmalıdır. Enerji; fosil yakıt kaynaklarından değil daha fazla yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmak zorundadır.
En önemlisi ise kapitalizmin egemenliği sürdüğü müddetçe, iklim krizinin üstesinden gelinemeyeceğinin bilince çıkmasıdır. Çünkü krizi yaratan temel ortadan kalkmadıkça alınan tüm tedbirler bir anlamda kaybedilen zamandır.
İklim krizinin sayısal verileri ret edemeyeceğimiz bir gerçeği suratımıza çarpmaktadır. O gerçek de YA KAPİTALİZMİN BARBARLIĞI İLE YAŞAM SON BULACAK! YA DA İŞÇİ SINIFI KENDİSİYLE BİRLİKTE DOĞAYI DA SOSYALİZMLE KURTARACAKTIR.
06.09.21