Doların artışı, Liranın yabancı para birimlerine karşı değer kaybetmesi engellenemiyor.
Recep Tayyip Erdoğan “Yüksek faiz neden, enflasyon sonuçtur” teorisini savunuyor.
2019’dan bu yana Merkez Bankası Başkanı üç kez değiştirildi.
2018’de faiz %24’e kadar yükselmişti. Bu yüksek faiz Türkiye’ye yüksek miktarda “sıcak para” girişini sağlıyordu. Türk parası için verilen yüksek faiz yanında, Türk parasının değerinin yabancı paralar karşısında değeri Merkez Bankası rezervleri eritilerek suni biçimde yüksek tutuluyor, güya paranın değeri “korunuyor”du. Bu para siyaseti görece yüksek “kalkınma” için finansal temeli oluşturuyordu. Fakat her an geri çekilebilecek “sıcak para” Türkiye ekonomisini bu “sıcak para” yöneticilerinin müdahalelerine açık hale getiriyordu.
“Ekonominin kitabını” yazdığını söyleyen RT Erdoğan’ın ısrarı nedeniyle, Temmuz 2019’dan başlayarak faizler yüzde 24,0’ten yüzde 8.25’e kadar düşürüldü. Sonuç, büyük çapta sıcak para kaçışı oldu. Türk burjuvazisinin önemli bölümü de parasını dolara, döviz alımına yönlendirdi. Türk Lirası hızla değer kaybetmeye başladı.
Süreç içinde Türk lirasının değer kaybetmesini engellemek için faizler yeniden yüzde 18’e çıkarıldı.
RT Erdoğan ısrarından vazgeçmedi, faizlerin düşürülmesi talebini sürdürdü. Merkez Bankası’nda yeni bir görev değişikliği ertesinde faizler Ekim 2021’de yüzde 16’ya, Kasım 2021’de yüzde 15’e düşürüldü. Bütün baskılara rağmen bu siyasettin sürdürüleceği yönünde mesajlar verildi.
Buna finansal piyasalarda verilen cevap, Türk lirasından geniş çapta kaçış, dolara ve diğer döviz cinsi paralara yönelme biçiminde oldu. Türk Lirası dolar/avro karşısında bir gün içinde % 10’dan fazla değer kaybetti. 23 Kasım’da dolar 13,50, avro 15,00 zirvelerini gördü. Şimdi saatlik sert dalgalanmalarla dolar 12,30 -13.00 arasında gezinip duruyor.
Yaşanılan tam bir kur krizi.
Kur artışı, liranın değer kaybetmesi işçiler emekçiler açısından, her şeyin pahalılaşması, ücretlerin yükselen enflasyon karşısında erimesi, işçilerin, emekçilerin alım gücünün düşmesi anlamına geliyor.
Dolar bazında hesaplandığında kur artışı oranında fakirleşti Türkiye. Kişi başına gelirin ve alım gücünün düşmesiyle bedeli öncelikle işçiler, emekçiler ödüyor.
TUİK’e göre Türkiye ekonomisi 2021 1.çeyrekte %7,2, 2. çeyrekte 21,7 büyüdü.
Ekonominin büyümesi burjuvazinin büyümesi olarak kavranmalıdır.
Ekim itibariyle yıllık enflasyon %19,89, Eylül itibariyle işsizlik % 11,5.
Yani ekonomi büyüse bile emekçiler açısından işsizlik, yoksullaşma artıyor!
Ekonomi büyüyor. İşsizlik, enflasyon artıyor.
AKP’nin yüksek faiz, yüksek borçla büyüme siyaseti en geç 2019’da duvara toslamıştı. Bu büyüme siyasetinin uzun vadede sürdürülemez olduğu görülmüştü.
Yüksek faiz, yüksek borçla büyüme modeli esasta uluslarararası borsa spekülatörlerinden görece de olsa bağımsız hareket etmek isteyen burjuvazi açısından sürdürülemez bir büyüme modelidir.
Yüksek faiz için ülkeye giren para, faizlerin düşürülmesi durumunda bugünden yarına kendine kısa sürede daha az rant getiren ve fakat kendini daha güvenli gördüğü bir ülkeye kaçabilir. Belli uluslararası fonlar üzerinden ülke siyasetlerine müdahale etmenin aracı olarak da kullanılan bu spekülatif sermaye, siyasi nedenlerle de bugünden yarına ülke dışına çıkabilir. Yabancı ülke ve sermaye kuruluşlarından alınan borç için de aslında durum benzerdir. Eğer ülke ekonomisi güçlü değilse, düşük faizle kredi bulmak zordur. Borç /kredi veren de borç verdiğine karşı her zaman baskı yapacak imkâna sahiptir.
AKP/Erdoğan hükümeti gelişmesi içinde giderek Türk burjuvazisinin çıkarlarını merkeze koyan ve öncelikle Türk burjuvazisini güçlendirerek, onu Ortadoğu ve dünyada bağımsız bir aktör olma yönünde geliştirmeye, Türkiye’yi emperyalist bir güç olma yönünde geliştirmeye yönelik bir siyaset izlemeye başladı. Böyle bir siyasetin başarılı olması ekonomik alanda yüksek faiz/yüksek borçlanma ile kalkınma modelinden, “kendi” burjuvazisine verilen düşük faizli kredilerle onları yatırıma teşvik eden, ve yalnızca tarım ve alçak teknolojili ihraç ürünleri değil, aynı zamanda yüksek teknolojili üretim temelinde kalkınma modeline geçilmesine bağlıdır. AKP/Erdoğan bu yönde küçük de olsa adımlar atmaya başladı. Bunu öncelikle savaş sanayinde dışa bağımlılıktan kurtulma için atılan adımlarda izlemek mümkün. Ekonomide bu yöndeki bir gelişme, emperyalistleşme yönünde gelişme anlamına da gelir. Bu noktada AKP hükümetinin “bağımsızlık” söylemleri ve yayılmacı emperyal hedef ilanları ve atılan somut emperyal işgalci askeri operasyonlar yeni rakipler yetiştirmek istemeyen emperyalist güçlerin tepkisini çekmek zorundaydı, çekti. Bir zamanların (2004-2013 arası) Batılı emperyalist güçlerin “iyi çocuğu” AKP/Erdoğan birden boyundan büyük işlere kalkan, emperyalist dünyada pay talep eden bir şeytana dönüştü. Bu noktadan itibaren alacaklılar ve sıcak para operasyonları üzerinden önce hizaya çekme operasyonları başladı, giderek bunlar devirme operasyonlarına dönüştüler.
AKP, Erdoğan hükümetleri bu operasyonları faizleri arttırma yoluyla sıcak para akışını sağlayarak, Türk parasının döviz karşısında değer kaybetmesini engellemek için devletin kasasındaki döviz rezervlerini piyasaya sürerek, devlet varlıklarını satarak karşılamaya çalıştı. En azından sıcak para üzerinden yürüyen operasyonlara karşı (ki Türk burjuvazisinin önemli bölümü de yüksek faiz politikasından büyük rant elde ediyordu) korunma içgüdüsü ile Erdoğan faizlerin düşürülmesini talep etmeye başladı.
Görünen odur ki, şimdi Merkez Bankası bu talebin gereğini yerine getiriyor.
Erdoğan yönetiminin izlediği ekonomik siyasetin sonucu bugün yüksek enflasyon, yüksek işsizliktir.
Emekçilerin alım gücünün düşmesi, yoksullaşması, ücretlerin erimesidir.
Burjuva muhalefet bu siyasetin sonucunda oluşan tepkiyi kendi potasında eritmeye çalışıyor.
İşçilerin, emekçilerin alım gücünün düşmesini, yoksullaşmasını, hoşnutsuzluğunu iktidara gelmek için araç olarak kullanmaya çalışıyor.
Ne Cumhur İttifakı’nın, ne de Millet İttifakı’nın emekçiler umurunda değil! Devlet iktidarına kimin sahip olacağı, devlet nimetlerinden kimin yararlanacağı, sömürü pastasından kimin daha fazla pay alacağı kavgası yürütüyorlar.
Bu kavgadan emekçiler yararına hiçbir şey çıkmaz!
Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşından işçiler emekçiler için, halk için olumlu bir şeyin çıkacağını beklemek boş iştir.
Egemen sınıflar arasındaki iktidar dalaşı bağlamında yapacağımız tek iş, bu mücadelenin bizim mücadelemiz olmadığını kavramak, bu dalaşta bir tarafın yanında yer almamaktır.
İşçilerin, emekçilerin, ezilen halkların, bizim kendi tarafımız var:
Kendi hayat şartlarımızı düzeltmek için burjuvaziden bağımsız sınıf mücadelemizi yükseltmek.
Sömürü sistemini yıkmak için sınıf mücadelesi! Devrim!
23 Kasım 2021