Kapitalist/emperyalist sistemde seçimler konusu çoğunlukla tartışmalı olmuştur.
Sistemin sahipleri seçimlerle kendi kurulu düzenlerini kitleler nezdinde yasal ve meşru bir zemine oturtmak adına “demokrasi” maskesini de kullanarak kitlelerden kendilerini iki seçim arasında yönetmesine onay vermesini istemek için seçimlere başvururlar. Aslında bir oyundur, açıkça bir aldatmacadır seçimler. Çünkü seçimlere giren partiler ve kişiler mevcut yasal/anayasal çerçeve içinde hareket etmek durumundadırlar, zorundadırlar; dahası istisnalar dışında bu partilerin/kişilerin büyük çoğunluğu mevcut sistemin sürmesinden yana gönüllülerdir. Seçime katılan sistemin yanlısı partiler aslında kitlelerden kendilerine oy isterken kapitalist sisteme oy isterler. Çünkü varlıkları hizmet ettikleri kapitalist sistem ve kapitalist devletin varlığını sürdürmesine bağlıdır. Sistem yanlısı bu partiler ve kişiler, temelde sistemden yana tavır takınırken kendi aralarında farklılıklara da sahiptir. Bu farklılık ama esasta sistemin özüne/temeline yönelik bir ayrılık değil; daha çok hizmet ettikleri kliklerin/sınıfların, temsilcisi oldukları kesimlerin çıkarlarını devlet erkini de kullanarak savunma temelindeki bir farklılıktır. Aralarındaki dalaş, her bir parti ya da kişinin temsilcisi oldukları kesimlerin en büyük parsayı kapması için yürüyen dalaştır. Bunu açık açık söylemezler ama. Bunun yerine halka kendilerinin daha iyi hizmet edeceği, reformlarla halkı daha iyi yaşatacakları, refah seviyesini kendilerinin yükselteceği, hukuku en iyi kendilerinin uygulayacaklarını, özgürlükleri en iyi kendilerinin sağlayacakları… vs. vb. yalanlara başvururlar.
Bu vaatlerle kitleleri kandırıp onlardan yönetme konusunda onay alanlar iş başına geldiklerinde temsilcisi oldukları kesimlerin halkı daha iyi soyması için çalışma yürütürler. Bu durum bir sonraki seçimlere kadar sürer. Bir sonraki seçim çalışmalarında aynı oyun tekrar kurgulanır, uygulanır.
Kısır bir döngüdür yaşanan…
Giriş cümlesinde bahsettiğimiz tartışmalı olan şey ise seçimlerin nasıl yapıldığı değil (hoş, o da çoğunlukla tartışmalı ya neyse konumuz öncelikle o değil!!!); seçimlere yaklaşımın nasıl olması gerektiği noktasındadır.
Komünistler, seçimlere kendi adlarına, kendi programlarının savunulması ve burjuvazinin sömürü düzeninin teşhiri ve onun yıkılması gerektiğinin propagandası temelinde katılma imkânı olan şartlarda seçimlere katılabilir.Ve fakat seçimlere katılmaları hâlinde dehiçbir şart altında sömürüdüzenininseçimler yoluyla “düzeltilebileceği”, “aşılabileceği”şeklinde bir düşüncenin yayılmasına hizmet eden bir tavır içinde olmazlar. Bu nedenlekomünistler için seçimlere katılma, onların işçi sınıfı içinde gerçek bir güç olmasına bağlı olarak ele alınmak zorundadır. Burjuvazinin seçim için sunduğu alternatifler arasında “kötülerin içinde iyi”nin seçilmesi yönünde bir tavır, bu hangi gerekçelerle yapılırsa yapılsın, devrimci bir tavır değildir.Böyle bir tavır kuyrukçuluktur.
Seçimler üzerinden yaşanan kısır döngüye rağmen her seçim döneminde seçimlerin burjuvazinin bir oyunu olduğunu görememekten kaynaklı tartışmalar yaşanıyor çoğunlukla…
Örneğin kendisine devrimci, ya da sosyalist diyen kimileri bu oyunu göremeyip oyuna, burjuvazinin bir kesiminin siyasi temsilcilerinidestekleyerek katılmakta ve böylece burjuvaziyi ve onun sistemini meşrulaştırmasına bilerek ya da “bilmeden”(!) hizmet etmekteler.
“İlericilik”, “sosyalistlik” adına hareket ettiğini söyleyen bir kesim seçimlere büyük önem atfedip, büyük beklentiler içine girmekte; dahası seçimlerde başarı kazanıp parlamentoda çoğunluğu ele geçirerek sosyalizmi gerçekleştirecekleri hülyasına bile kapılabilmekteler. Bu da kitleleri sistemin kölesi yapma çabasına “soldan” bir katkı olarak işlev görmektedir. Bu yaklaşımın felaketli sonuçları birçok somutta yaşandı.
Bu bağlamda komünistlerin kapitalist sistemde seçimlerin bir oyun olduğunu söylemeleri, bu oyuna ortak olunmaması yönlü yaklaşımları, burjuvaziden bütünüylebağımsız bir çizgi, burjuvazinin iktidar dalaşına payanda olmamatalepleriçoğu kez “sekterlikle”, “gerçeklerden uzak olunmakla” vs. geri çevrilmektedir.
Bu çerçevede anlattıklarımız yıllardan beri kendi ülkelerimiz pratiğinde yaşadığımız şeyler…
Yeni bir şey yok bu anlamda.
Seçimler gündeme geldiğinde seçimlere “ilericilik”, “yurtseverlik”, “devrimcilik”, “sosyalistlik” adına katılanlara,eğer katılacaksanız gerçekten devrimci bir program temelinde, burjuvazinin değişik kanatlarından bağımsız olarak katılın, seçimler hakkında hayale kapılmayın, hayal yaymayın; burjuvazinin bir bölümünün kuyruğu olmayınvs. vb. diyenlerhep“siyasetten anlamamazlıkla”, “sekterlikle” suçlana geldi.
Yeni bir seçim döneminde yine benzer tavırlarla karşılaşacağımız bugünden belli gibi…
Ama ne yazık ki (!!!), yaşanan pratik hep bizi doğruluyor!
Sonuçta seçimler “Rabbena hep bana demokrasisi”nin kurallarına göre yürütülüyor; “Ben kazandıysam gayet demokratik seçim olmuştur, kaybettiysem manipüle edilmiştir!” yaklaşımı ile seçimlerin “demokrasi derecesi” ortaya konuyor; işe gelmeyen seçimler bir çeşit kitabına uydurularak yenileniyor… Daha da olmazsa sonuçlar “gerekli görülen hallerde” çeşitli yol ve yöntemlerle değiştiriliyor…
“Kayyum” atamaları bu son söylediğimize en iyi örneklerdendir!
31 Mart 2019 tarihinde yapılan yerel seçimlerde HDP’nin kazandığı belediyeler kayyum atama yöntemiyle birer ikişer ellerinden alınarak seçmenin iradesi iktidar/faşist devlet tarafından gasp edildi. Bu gaspın son adımı geçtiğimiz günlerde yaşandı. Üçü büyükşehir toplam sekiz kentte belediye başkanlığı seçimlerini kazanan HDP’nin elinde kalan son il belediyesi Kars’ta da kayyum atanarak belediye yönetimi gasp edildi.
Burada elbette faşist devletin baskı ve terörünün, faşist rejimin kitleleri sindirmesinin, susturmasının rolü belirleyici. Bunlar olgu. Ve ama şu da olgu: Partisine oy veren, yöneticisini seçen, ortaya bir irade koyan seçmen, açıkça iradesini gasp eden devlete karşı (kimi istisnalar dışında) ses çıkaracak ciddi bir tavır takınmadı, takınamadı, takınamıyor. Ülkelerimizdeseçimlere “parlamentodaya da yerel yönetimlerde sorunları çözeceğiz, bize bunun için oyverin” şeklinde bir propaganda, ya da “anda yapılması gereken var olan hükümeti nasıl olursa olsun devirmektir” anlayışıtemelindekatılmanın yanlış olacağı yönlü tüm karşı çıkışlarımıza rağmenşu ya da bu biçimdekatılan “devrimci”, “ilerici”, “sosyalist”… sol da bu haksızlık karşısında ancak küçük bir çeperin duyabileceği kadar ses çıkarabildiler.
Oysa açık bir hak ihlaline, irade gaspına karşı örgütlü yapı seçmenlerini, en azından örgütlü gücünü harekete geçirip onları hak gasplarına karşı çıkmaya yönlendirebilirdi. Bu yönde kitleleri harekete geçirme yönünde bir çalışma yapılabilirdi. Yapılmadı. Bunun yerine kimi “basın açıklamalarıyla” tepki dile getirildi; o kadar.
Kısacası ülkelerimizde var olan sessizlik, seçimlerle ortaya konan iradenin gasp edilmesi bağlamında da sürdü.
Bizim ülkelerimizde seçim sonuçlarına tepki(sizlik) bu şekilde yaşanırken kimi ülkelerde farklı tavırlar takınılabiliyor. “Kıyaslamak gibi olmasın” ama son olarak iki ülkede yapılan seçim ve sonrasında yaşananlar seçim sahtekârlığına karşı seçmenlerin oylarına sahip çıktıkları, seçim manipülasyonlarına karşı tavır geliştirdikleri, seçimlerde ortaya koydukları iradelerinin mevcut iktidarlar tarafından yok sayılmasına karşı kitlesel olarak alanlara döküldükleri olaylara sahne oldu.
Beyaz Rusya ve Kırgızistan’da seçimler ve sonrası
Sadece bizde yaşanmıyor seçim sahtekârlığı… Kapitalizm koşullarında yapılan her seçimde bizdekine benzer durumlarla karşılaşmak mümkün. Son günlerde iki ülkede; Beyaz Rusya ve Kırgızistan’da sonuçları açısından tartışmalı seçimler yapıldı.
Beyaz Rusya (Belarus) 9 Ağustos 2020’de “yeni” başkanını seçmek için sandık başına gitti. Seçimlere daha önce beş dönem başkanlık yapmış olan AleksandrLukaşenko ile muhalefetin adayı SvyatlanaTichanowskaja katıldı. Resmi seçim sonuçlarına göre Lukaşenko oyların %80,10’unu almıştı ve yeniden başkan seçilmişti!Muhalefetin adayı Tichanowskaja’nın oy oranı ise yüzde 10,12 olarak verildi.
Buna karşın SwetlanaTichanowskaja seçim sonuçlarını kabul etmedi ve oyların adil bir şekilde sayılması hâlinde oy oranının yüzde 60 ile 70 arasında olacağı, dolayısıyla ilk turda kesin bir zafer kazandığı iddiasındaydı. O seçimlerde hile yapıldığını, seçimlerin yenilenmesi gerektiğini belirterek bunun için Lukaşenko’yu müzakereye çağırdı. Lukaşenko bu çağrıyı reddetti. Bunun üzerine seçim sonuçlarına itiraz eden muhalefet yanlısı onbinlerce insan sokaklara çıkmaya, seçim sonuçlarını protesto etmeye başladı. Muhalefetin bu kitlesel gösterileri iktidar tarafından polis gücüyle dağıtılmaya çalışıldıysa da başarılı olamadı. Yürüyüş ve eylemlerde binlerce insan gözaltına alındı, işkencelerden geçirildi; kitle eylemlerinde öne çıkan muhalefet önderleri kaçırıldı, tutuklandı. Ancak tüm bu faşist baskı ve terör kitlelerin sokağa çıkmalarını engelleyemedi, kitlesel eylemler sürdü.
Kitle eylemlerinin yükselmesi karşısında daha önce muhalefetin talebi olan seçimlerin yenilenmesi talebini reddeden Beyaz Rusya Devlet Başkanı AleksenderLukaşenko, anayasanın değiştirilmesi ve bununla ilgili yapılacak referandumun ardından tekrar seçime gitmeye hazır olduğunu açıkladı. Lukaşenko, “Anayasayı değiştirelim. Bu değişiklikleri referanduma sunalım ve ben de anayasal yetkilerimi devretmeye hazırım. Ama bunun nedeni baskı altında olmam ya da sokaklarda yaşananlar değil” demek zorunda kaldı.
Ancak pratikte somut bir adım atmadı.
Seçim sonuçlarına itiraz eden ve yeni seçim yapılmasını talep eden muhalefet yanlısı kitlesel gösteriler sürüyor.
Beyaz Rusya’da kitlelerin genelde Lukaşenko faşist diktatörlüğüne karşı, özelde de seçimlerin manipüle edilmesi ve seçmenin iradesinin yok sayılması sonucu başlayan kitlesel gösterilerinin haklı bir yanı var. Fakat bu gösteriler Batılı emperyalist güçler tarafından Beyaz Rusya’yı Rusya’dan koparmanın bir aracı olarak kullanılıyor. Bir başka deyişle Beyaz Rusya’da andaki figürler üzerinden Batılı emperyalist güçlerle, Rus emperyalizminin bir güç savaşı yürüyor.
Evet, bu savaşta Batılı, özellikle de AB’li emperyalistler muhalefeti destekliyorlar. Muhalefet de buna karşı açık tavır almıyor. Tam tersine, Batı demokrasisine yönelme ve Batı ile birlikte hareket etme yönünde bir siyaset izliyorlar. Faşist Lukaşenko’nun arkasındaki emperyalist güç Rusya ise gelinen yerde Lukaşenko’yu tutabildiği kadar tutmayı düşünüyor. Ancak bunun kitlelerin eylemliliğini sönümlendiremediği noktada zaten dünya kamuoyunda ve ülke içinde yıpranmış Lukaşenko’yu kurban vererek yeni bir durum yaratıp yeni bir anayasa, yeni seçimler vb. gibi tavizlerle muhalefeti bir çeşit yatıştırma/sindirme yoluna gidebilir.
Rusya’nın, Beyaz Rusya devletini bütünüyle teslim alma temelinde Lukaşenko’daısrar etmesi hâlinde tabii muhalif gösterilerin silah yoluyla ezilmesi, göstericilerin üzerine ateş açılması, tankların sürülmesi vebelkiülkenin bir iç savaşasürüklenmesi ve daha önce Ukrayna’da olduğu gibi bölünmeside mümkündür.
Beyaz Rusya’da yürüyen güç dalaşının nasıl bir seyir izleyeceğini önümüzdeki süreçte göreceğiz. Ancak bugünden belli olan şey, ne Lukaşenko’nun devrilmesi, ne de Tichanowskaja veya bir başka Batı yanlısı yönetimin iktidarı Beyaz Rusya’ya gerçek anlamda bir özgürlüğü getiremeyeceğidir. Beyaz Rusya’ya gerekli olan kendisini her türlü emperyalizmden ayıran bir devrimci muhalefettir.
Kırgızistan seçmeni ise 4 Ekim 2020 tarihinde sandık başına gitti. Seçime 16 parti katıldı. Kırgızistan’da yüzde 7’lik bir seçim barajı vardı ve seçim sonuçlarına göre seçime katılan partilerden sadece dördü seçim barajını geçebilmişti. Bu partilerden üçü Kırgızistan Cumhurbaşkanı SooronbayCeenbekov yanlısıydı. Ülkenin Seçim Kurulu, Cumhurbaşkanı SooronbayCeenbekov’a yakın partilerin büyük bir galibiyet aldığını tespit ettiğini açıkladı.
Bu sonuç üzerineseçimlerde hilelerin yapıldığını, seçim sonuçlarını tanımadıklarını söyleyen muhalefet partilerinin yanlıları kitlesel olarak sokağa çıkarak, seçimlerin iptal edilmesi ve yeni seçim yapılması talepleriyle gösterilere başladılar.
Ceenbekov yönetiminin gösterilere karşı tavrı polisiye önlemler oldu. Göstericilerle polis arasında çıkan çatışmalarda İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre bir kişi öldü, yaklaşık 600 kişi yaralandı, 150 kişi ise hastaneye kaldırıldı.
Ancak polisiye tedbirler kitlelerin eylemlerini durdurmadı. Seçim sonuçlarının iptal edilmesini isteyen çok sayıda kişi başkent Bişkek’te meclisi ve belediye başkanının ofisini, hükümet binasına ve Ulusal Güvenlik Komitesi binasını bastı. Göstericiler yolsuzluk iddiaları nedeniyle tutuklu olan eski cumhurbaşkanı Sosyal Demokrat AlmazbekAtambayev’i serbest bıraktı. Ancak daha sonra Atambayev gösterileri organize ettiği gerekçesiyle yeniden tutuklandı.
Kitlesel protesto gösterileri sonrası Merkez Seçim Kurulu yaptığı açıklamada, seçim sonuçlarının geçersiz olduğunu duyurdu. Ardından yönetimde değişiklikler gündeme geldi: Önce İçişleri Bakanlığı’nda kimi değişikliklere gidildi, ardındanbaşbakan istifa etti. Cumhurbaşkanı SooronbayCeenbekov, Başbakan KubatbekBoronov’un istifasını kabul etti. Atılan bu adımlar yanında başkent Bişkek’te olağanüstü hâl ilan edildi.
Ve nihayet mevcut durumu aşmak amacıyla muhalefet partileri bir Koordinasyon Kurulu kurdular. Eylemler sırasında cezaevinden çıkarılan Sadır Caparov ismindeki eski Ata Curt Partisi Milletvekili tartışmalı bir şekilde başbakanlığa atandı. Yürüyen iktidar savaşlarında ilk etapta Caparov’un başbakanlığını onaylayan Ceenbekov cumhurbaşkanlığı görevinden istifa etti. Cumhurbaşkanlığı yetkilerini anda Caparov yürütüyor.
Kırgızistan esasta Rus emperyalizminin egemenlik alanında. Oradaki siyasi istikrarsızlık tabii Batılı emperyalistlerin işine geliyor.Fakat Kırgızistan’daki iktidar mücadelesinde onlar şimdilik Beyaz Rusya’dakinin tersine fazla görünür durumda değiller.
Bu gelişmeler sürecinde kitlesel eylemler şimdilik sönümlendi. Şimdilik diyoruz, çünkü Kırgızistan’da oturmuş bir siyasi yapı henüz oluşturulmuş değil. Evet, şimdilik sorun çözülmüş gibi görünmektedir ama yeni şekillenen iktidarın kalıcı olup olmayacağı soru işaretidir.
Sonuç olarak; seçimler ve sonrası yaşananlar hakkında birisi ülkelerimiz olmak üzere üç ülkede yaşananları kısaca aktardık. Şüphesiz seçimler bağlamında yaşananları aktardığımız ülkeler arasında siyasi yapı, güçler dengesi, muhalefetin durumu, hedefleri, mevcut iktidarların yaklaşımları, bu iktidarların arkasındaki güçler…vb. vd. noktalarda oldukça farklılıklar var. Bu farklılıkların seçim sahtekârlığına karşı takınılan tavır bağlamında da büyük rol oynadığı/oynayacağı açıktır. Bu yüzden farklılıklar üzerine kıyaslama yapmaktan ziyade ortak noktalara vurgu yapıyoruz: Burjuva seçimlerin sahtekârlığı, seçimlerle oluşan iradenin gaspına karşı mücadelenin bir hak olduğu, seçmenin iradesine konulan baskıya karşı sesini yükseltenlere yönelik faşist devlet terörü ve buna karşı kitlesel mücadelenin önemi ve gerekliliği, burjuva demokrasisinin sahteliği… vb. gibi…
Diğer yandan ama bu üç ülkeyi ortak bir noktada buluşturan önemli bir şey daha var: Seçim sahtekârlığı başta olmak üzere burjuva demokrasisinin sahtekârlıklarına karşı, burjuvazinin iktidarına karşı, faşizme karşı, emperyalist güçlere karşı… kitleleri örgütleyecek, onları doğru bir siyaset temelinde harekete geçirip doğru bir hedefe yöneltecek…güçlü devrimci, komünist, Bolşevik partilerin eksikliği.
Her üç ülkede de eksik olan budur.
Her üç ülkede de yaratılması gereken budur.
16 Ekim 2020