20 Aralık’ta yapılan Bakanlar Kurulu toplantısı ertesinde Erdoğan alınan kararları, “Ekonomik Tedbirler Paketi” adı altında duyurdu. Aynı gece dolar/döviz kurlarındaki sürekli artış durdu. Döviz çok sert bir düşüş yaşadı. O gece neler olduğu konusunda bir sürü rivayet dolaşıyor. Yeni Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati yemini billah, Merkez Bankası’nın ve kamu bankalarının o gece hiçbir müdahalede bulunmadığını söylüyor. Buna karşı “muhalif” ekonomistler ve siyasetçiler o gece Merkez Bankası’nın içinin boşaltıldığını iddia ediyorlar. En yüksek uçanlar 40 milyar doların devreye sokulduğu iddialarını öne sürüyorlar. Aslında her iki tarafın da açıklamalarının algı açıklamaları olduğu kesindir. Kesin olan başka şey, hükümetin aldığı kararları açıklaması ile “yönetemiyorlar”,[1] “gittiler” algısını yıkma operasyonunda görece başarılı olduğudur. Bu “başarı”nın ne pahasına olduğunu, sürdürülebilir olup olmadığını görmek için zamana ihtiyaç var.
Erdoğan yönetimi aslında esası kumar alanı olan finans piyasasında şimdiye kadar pek denenmemiş bir oyun oynuyor. Bütün AKP camiası şimdi bu oyunun “tutması” duasında! Tutması zor. Oyunun tutmasının ön şartı, önümüzdeki 3 aylık, 6 aylık ve 1 yıllık dönemde, dolara, dövize yatırımın getirisinin %16/17’nin çok üzerine çıkmamasıdır. ABD’de merkez bankası işlevini gören FED’in yıl içinde politika faizini yükselteceğini açıkladığını biliyoruz. Bu doların diğer para birimlerine karşı belli ölçüde değer kazanacağı anlamına geliyor. Yani Erdoğan yönetimi bu durumda politika faizini yükseltmezse, belli ölçüde bugüne kadarki seviyenin üzerine çıkacağı açık. Ancak bugünkü seviye oynak, henüz istikrarlı değil. İstikrarlı seviyenin nerede yakalanacağına bağlı olarak doların TL karşısındaki değer kazanımı hedeflenin altında da kalabilir, üstüne de çıkabilir. Bunu bugünden kesin olarak söylemek mümkün değil. Döviz–TL ilişkisindeki gelişme bunun dışında önemli ölçüde piyasaların Erdoğan yönetiminin gerçekten gidici olup olmadığı konusunda yapacağı değerlendirmeye bağlı. Bu bağlamda Aralık’ta zirvesine varan kur krizinde, bu krizi tetikleyen ve derinleştiren esas oyuncuların “dış” değil içteki “büyük oyuncular“ olduğunun bilinmesinde yarar vardır. Yani önemli ölçüde Türk finans kapitalinin, hükümetin gidici olup olmadığı değerlendirmesine bağlıdır oyunun tutup tutmaması. Şimdilik görünen bu kesimin, kaderini AKP/Erdoğan’ın kaderine bağlamış olan kesimi dışındaki önemli bölümünün endişeli bir bekleyiş ve gözleme içinde olduğu, dövizi şimdilik TL mevduatına dönüştürmediği ve fakat geniş çapta yeni döviz alımına da yönelmediğidir. Bu krizin esas kaybedenleri, doların “önlemez” görünen, gösterilen yükselişi karşısında elindeki avucundaki birikimini, panik içinde, aceleyle dolara dövize yatıran, 17-18 liradan döviz alan küçük “yatırımcılar” olmuştur. Finans piyasasında bu, aslında hep böyledir. Kaybedenler esasta küçükler olur.
20 Aralık’tan bu yana yaşanan ve görünen, dolar/döviz/altına olan talebin panik modundan çıkıp normale dönmüş olması; TL cinsinden vadeli mevduatların hissedilir ölçüde artmış olmasıdır. Politika faizinin anda son iki ay içinde 5 puan düşürülmüş olmasına rağmen hâlâ %14 gibi yüksek bir seviyede olduğu, bankaların mevduata bundan daha yüksek faiz verdiği bilindiğinde, TL cinsinden birikimin devlet garantili getirisinin en az %16-17 olduğu bilindiğinde, bunda şaşılacak bir şey de yoktur.
Hükümetin açıkladığı ve yeni enstrümanların devreye sokulacağını ilan ettiği tedbirler paketi en başta “kur garantili mevduat”ı içeriyor.
Buna göre ellerindeki döviz mevduatını, Merkez Bankası tarafından her gün güncellenen döviz kuru temelinde, TL cinsinden mevduata çevirip, üç aylık, altı aylık, bir yıllık vadeli mevduat hesabı açtıranlara, vade sonunda eğer dolardaki kur farkından doğan getiri, faizin getirisinden yüksek ise, aradaki farkın ödeneceği garanti ediliyor.
Bununla amaçlanan bir yandan bankalardaki döviz cinsinden mevduatın TL cinsinden mevduata dönüştürülmesini sağlamak, bankaların ve Merkez Bankası’nın döviz rezervini yükseltmek, dolara/dövizi yönelmenin hızını kesmek, TL’nin değer kaybını dizginlemekti.
Bunun yanında ek olarak şunlar açıklandı:
* Bireysel Emeklilik Sisteminin cazibesini artırmak için devlet katkısı oranı yüzde 5 artırılarak yüzde 30’a çıkarılacak.
* Devletin iç borçlanma senetlerine talebi artırmak için stopaj yüzde sıfıra indirilecek.
* İhracat ve sanayi şirketleri için kurumlar vergisinde 1 puanlık indirim yapılacak.
Bütün bu tedbirler aslında Hükümetin, politika faizini doğrudan arttırmama, bunun için kısa vadede yüksek enflasyonu göze alan bir siyasette ısrarcı olduğunu gösteren tedbirlerdi.
Liberal burjuva ekonomi biliminin (Aslında bu bütün burjuva “toplumsal bilim” dallarında olduğu gibi, gerçek anlamda bir bilim değildir. Dönemsel olarak burjuvazinin maksimal kârını garanti edecek siyasetin bilim adı altında satılan şeklidir.) “ortodoks”isinden uzak bir iştir şu anda Türkiye’de AKP /Erdoğan hükümetinin uyguladığı siyaset… Erdoğan Türkiye’nin ekonomisinin gelinen yerde dıştan ve içte de “dış ile iç içe” olan burjuva kesimlerinden gelecek baskılara dayanacak bir seviyeye ulaşmış olduğu iddiasındadır.
AKP/Erdoğan yönetiminin iddia ve planına göre:
Orta ve uzun vadede, hâlâ çok yüksek olan politika faizinin düşürülmeye devam edilmesi ile yerli yatırımcılara verilecek krediler ucuzlayacak, bu ucuz kredi ve yardımlarla yerli yatırımlar ve üretim arttırılacaktır. Üretimde giderek artan ölçüde katma değeri yüksek ürünlere yönelinecek; yüksek teknik ürünleri üretilmesine hız verilecektir. Yeni Orta Vadeli Programda ve son olarak bütçe görüşmelerinde de hükümet adına savunulan ekonomi politikası budur.
Para politikasında Türk Lirasının değerinin suni olarak yüksek tutulması siyasetinden vazgeçilmekte, serbest piyasa koşullarında normal seviyesine varacak olan görece ucuz TL’nin, dünya pazarında rekabette avantaj sağlayacağı öngörülmektedir. Yüksek ihracat ve ithal edilen kimi ara mallarının Türkiye’de imal edilmesi ile cari dengedeki bozukluğun giderek ortadan kaldırılması öngörülmektedir. Üretimin çeşitlendirilerek arttırılması yoluyla, yeni iş alanları ve işyerlerinin açılması istihdamdaki negatif görüntünün de ortadan kaldırılması, sonuçta enflasyonda da gerilemenin sağlanması hesaplanmaktadır.
Bütün bunların olabilmesi dünya ekonomisine entegre olmuş, orta derecede gelişmiş bir ekonomide zordur. Fakat imkânsız da değildir.
AKP/Erdoğan hükümetinin ekonomi politikası Türkiye burjuvazisini güçlendirme, Türkiye’yi emperyalist oyuncular seviyesine yükseltme politikasıdır.
Aslında bugün gelinen yerde, Türkiye burjuvazisinin gelişmişlik derecesinde hangi burjuva hükümet işbaşına gelirse gelsin, izleyeceği ekonomi politikası benzer bir politika olacaktır. Türk burjuvazisi emperyalistleşme yolundadır, izlenecek ekonomik politika buna hizmet etmek zorundadır.
Türkiye burjuvazisinin bütün kesimleri açısından AKP dönemi, büyüme, güçlenme dönemi olmuştur.
Türkiye’de özel sermayedarlar sınıfı hiçbir dönemde, AKP döneminde olduğu kadar güçlü olmamıştır. AKP döneminde bu genel güçlenme içinde, geçmişte hiç hesapta olmayan, esasta Orta Anadolu’dan çıkıp gelen, egemen batıcı, laikçi elit tarafından küçümsenen, kültürel olarak Müslüman-muhafazakâr burjuva kesiminin güçlenmesi çok daha hızlı olmuştur. Kendini çok uzun süre devletin esas sahibi olarak gören, doğrudan sermaye sahibi olmayan fakat Türkiye’de 1980’li yıllara kadar ekonomide çok güçlü olan devlet işletmelerinin yönetimini, devlet sermayesinin tasarruf hakkını elinde bulunduran bürokrat devlet burjuvazisi bütün sürecin kaybedeni olmuştur. Burjuva kanatta AKP’nin muhalifleri, bu kesimin artıklarının temsilcileri ile, iktidarlarını kültürel kan uyuşmazlıkları olan Müslüman muhafazakâr kesimle paylaşmak durumuna gelen eski [2] yerleşik, kültürel olarak laikçi [3] ve batıcı burjuvazinin temsilcileridir. Burjuvazinin kendi içinde/arasındaki iktidar dalaşı, bunu onların temel ekonomi örgütlerine indirgeyip en uç noktada soyutlayıp basitleştirirsek, TÜSİAD ile MÜSİAD arasındaki dalaştır. Şapkadan çıkarılan tavşan konusunda bu iki burjuva ekonomi örgütünün sözcülerin takındığı tavır bunu bir kez daha ortaya koymuştur. TÜSİAD ekonomik tedbirler paketini “ekonomi biliminin ortodoksisinden uzaklaşmak” olarak değerlendirip “kaygılarını” belirterek ortodoksiye dönme çağrısı yaparken; MÜSİAD bu tedbirler paketini sevinçle karşılayıp desteklediğin açıklamıştır. “Ekonominin bu sayede “İnşallah” “yeni paketlerle de desteklenip” düze çıkacağı konusunda temennilerini belirtmiştir.
Burjuvazi kaygılarını belirtsin veya dua ededursun. İşçiler, emekçiler için bu paketler hiç hükmündedir. İşçiler, emekçiler dolarla, dövizle yaptığı spekülasyonla geçinmiyor. Onların derdi dolar/döviz/altın fiyatı derdi değil. İşçilerin, emekçilerin derdi geçim derdi. İnsanca yaşama derdi. “Ücretim gerçekten artıyor mu?”, “Yarattığım zenginlikten aldığım pay artıyor mu?”, “İş güvencem var mı?”, “Sağlık güvencem var mı?” ve benzerleridir işçilerin, emekçilerin gerçek sorunları.
Bu sorunları burjuvazinin hiçbir kesimi gerçek anlamda çözmez, çözemez. Çünkü bu dertlerin temelinde bizzat kapitalist sistemin kendisi vardır. Gerçek ve kalıcı çözüme kapitalizmin yıkılması ile varılır, er geç varılacaktır.
O hedefe giden yolda, andaki talepler bağlamında da yapılması gereken şey, burjuvazinin şu veya bu kesiminden hiçbir şey beklemeksizin, kendi taleplerini bağımsız olarak belirleyip, sınıf mücadelesini geliştirmektir. Hak verilmez, örgütlü sınıf mücadelesiyle söke söke alınır!
2022’nin sınıf mücadelesi konusunda, 2021’i aratmayacağı, sınıf mücadelesinin gelişeceği yönünde işaretlerle, direnişlerle alınan yeni grev kararları ile girdik bu yıla.
Umutluyuz.
10 Ocak 2022
[1] Politika faizi ülke ekonomi yönetimi tarafından belirlenen en düşük devlet garantili faizdir. Anda politika faizi % 14’tür. Kamu ve özel bankaların mevduata verdiği faiz, bunun yanında verdiği kredilerden aldığı faiz bunun epey üstündedir. Faizsiz ekonominin “Nas” –dinsel emir/doğma– olduğunu söyleyen Erdoğan ve şürekâsının kulakları çınlasın. Faizsiz kapitalist ekonomi olmaz! Kapitalist ekonomide faizi düşürebilirsiniz ama ortadan kaldıramazsınız! Dinin kurallarına göre işlemiyor kapitalist ekonomi. Aslında bunu tabii ki Erdoğan ve ekonomi kurmayları da biliyor. Fakat ülkemizde dini söylemin seçmen bazında getirisi büyük. Lafta faize karşı mücadele ediliyor. Gerçekte kapitalist ekonominin gereklerine uygun kararlar alınıyor. Kâğıt üzerinde politika faizi düşürülüyor, aynı zamanda faiz resmen yükseltilmeden, dolara dövize yatırım yapanların dövizlerini TL mevduatına çevirmeleri hâlinde bu yatırım nedeniyle gelir kayıpları olursa, aradaki farkın devlet tarafından ödenileceği garantisi veriliyor. Bu esasında döviz mevduatından TL cinsi mevduata geçiş yapanlar açısından, olası artı faizin dolara endekslenmesinden başka bir şey değildir. Doların en düşük devlet garantili faizden yüksek getiri getirmesi halinde, aradaki fark, artı faiz, adı faiz olmaksızın devlet tarafından mevduat sahibine ödenecek!
Böylece ne şiş, ne kebap yanıyor!
[2] O kadar da eski değil aslında, en eskisinin tarihi Cumhuriyetin kuruluşuna kadar, yani maksimum yüz yıla uzanır. Osmanlı son döneminde esas olarak İstanbul ve İzmir’de gelişen burjuva sınıfı esas olarak Müslüman olmayan azınlıklardan geliyordu. Bunlar soykırım ve zoraki nüfus değiş tokuşu sırasında mülksüzleştirildiler. Cumhuriyet döneminin önüne yaratmayı hedef olarak koyduğu yeni “Türk Burjuvazisi”nin (bunun içinde Kürt kökenliler de vardır) “ilk birikim”i, yok edilen gayrimüslim Osmanlı burjuvazisinin el konulmuş malı/mülkü/sermayesidir.
[3] Gerçek anlamda laik değil. Gerçek anlamda laiklik devletin bütün din ve mezheplere eşit uzaklıkta olması, din ve devlet işlerinin bütünüyle birbirinden ayrılmasıdır. TC “dini İslam” olan bir devlet olarak kurulmuştur. En geniş kadrolu devlet örgütü, cumhuriyetin kuruluşunun hemen ertesinde, hilafetin kaldırılmasın ile kurulan “Diyanet İşleri Başkanlığı”’dır. Bu kurumun görevi devletin dinini, devletin din yorumunu yaymak, yaygınlaştırmaktır. Laik bir devlette “Diyanet İşleri Başkanlığı” vb. bir kurum olmaz! Şimdi kimilerinin laiklik adına “Alevilik Diyanette temsil edilmelidir” talepleri, laiklikten bir şey anlamamaktır.