Marmara Denizi bir yıla yakın zamandır deniz yüzeyinde görülen “deniz salyası” olarak adlandırılan müsilajla boğuşuyor. “Asıl korku buzdağının görünmeyen, denizin altındaki kısmı”dır.
Dalış yapan ekipler müsilaj tarafından çevrelenmiş, hayatları tehdit altında olan sünger kümelerini, pinaları ve diğer deniz canlılarını görüntüledi. Deniz tabanındaki durumun yüzeyden daha beter durumda olduğunu görüntülediler.
İstanbul, Kartal-Pendik-Caddebostan-Moda, Adalar, Tekirdağ, Çınarcık, Bursa, Mudanya, Erdek, Çanakkale, körfezler, kıyılar ve denizin derinlikleri… Tüm Marmara Denizi ve Kuzey Ege yoğun müsilajın tehlikesi ve etkisi altında.
Tüm burjuva basını ağız birliği etmişçesine bu doğa tehdidini gündeme taşıdı ve taşıyor. Dikkat çekilmesi olumlu, fakat sorun sanki bugünden yarına oluşmuş gibi gösterilmesi işin sahtekârlığıdır.
Bugünkü durumun ciddiyetinin anlaşılmasına katkı sunan Prof. Sarı, “Marmara Denizi için konuşursak, ilk olarak deniz yüzeyinden 5 metre aşağıda başlıyor, 15-20 metrelere kadar gidiyor. Ancak şu anda yüzeyden başlıyor ve 30 metre derinliğe kadar iniyor” diyor ve ekliyor “Henüz bu sabah Marmara Denizi’ne daldım ve 12 metreden derine inemedim. Elimizde fenerlerimiz olduğu hâlde önümüzü göremez hâlde olduğumuz için 12 metreden geri döndük“. (BBC, 29.05.21)
Durumun ciddiyetine ilişkin bir başka çığlık da balıkçılardan gelmektedir:
“Denizin içinden gelen kısmı görüyorsunuz. Bu yoğunlukta, bu salya, Marmara Denizi tarihinde ilk defa yaşanıyor. Yaklaşık 85 metre derinden ağ çekiyoruz ve gördüğünüz gibi her yerden salya geliyor. Bunları ancak, maalesef denizde işi, denizden ekmek parası bekleyenler biliyor. Deniz dibi canlıları tamamen bitmiş. Ağlarda bir tek canlı yaratık bile yok” (https://bloggazetesi.com)
Marmara Çevresel İzleme Projesi yürütücüsü, hidrobiyolog Levent Artüz göre “Bu münferit bir olay değil, bir zincir, bir sonuç. Bundan sonra da böyle anomaliler göreceğiz. Marmara Denizi 1989 yılında öldü. Gördüğümüz, bir cesedin çürümesidir” diyor. (BBC, 29.05.2021). Doğruya doğru!
Olayın acı olan yanı, her renkten hâkim sınıf sözcüleri “timsah gözyaşlarıyla” sanki deniz salyalarının gelişmesindeki kirletme olayında kendi sorumlulukları yokmuş gibi davranmaktadır.
Bugün Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı Tahir Büyükakın’ın “Marmara’yı foseptik gibi kullanmışız” günah çıkarma söylemi hepsi için geçerlidir.
Marmara Denizi’nin çevresinde bugün yaşayan insan sayısı 30 milyona yakındır. Türkiye’nin sanayisinin yarıya yakını da Marmara Denizi’nin çevresindedir. Bunun anlamı, konutsal, sanayi ve tarımsal atıkların tümü doğrudan ya da dolaylı olarak Marmara Denizi’ne pompalanıyor, demektir.
Evet, onlarca yıllardır hep artan miktarda ev ve sanayi atıkları Marmara Denizi’ne deşarj edilmektedir. İstisnasız Marmara Denizi’ne kıyısı olan tüm yerleşim birimlerinin kanalizasyonu ve sanayi artıkları denizi kirletmektedir. Bu pompalanma işlemi sırasında son dönemlerde kullanılan kimi arıtma tesisi sadece kaba olanı arıtmakta, yani sadece çökertme yapılarak, pislikler halının altına süpürülmektedir. Esas zehir saçan kimyasallar, ağır metaller deniz dibini boylamaktadır. Anlayacağınız var olan arıtma tesislerinin %80’ni biyolojik-kimyasal arıtma tesisi değildir. İstanbul ile ilgili arıtma sorununu ele aldığımız makalemizde dikkat çektiğimiz noktalar tüm Marmara Denizi çevresi için de geçerlidir. (Bkz.: ydicagri.com.tr)
Sözün kısası; arıtma tesislerinin büyük bir çoğunluğu sadece ön işlem yapıyor. Kaba bir filtreleme sonrası geri kalan atıklar, dereler veya derin deşarj yoluyla Marmara Denizi’ne akıtılıyor. Türkiye’de kimyasal ve biyolojik arıtma sistemleri yeterli olmadığı için bu artıklar yeterince arıtılmıyor. Atıklar gübre görevi görüyor ve deniz salyasının beslendiği azot ve fosfatı dereler Marmara Denizi’ne taşıyor.
Prof. Sarı, “Eğer biz bugün Marmara Denizi’ne atıklarımızı arıtmadan vermiyor olsaydık bu müsilajla karşılaşmayacaktık” derken çok haklıdır.
Dünden beri deniz dibini boylayan bu insan eliyle yaratılmış atıklar bugün gözle görülür hâl alınca ve deniz salyalarının bulaşıcı ve yayılmacı olduğu tespit edilince ahu vah sesleri çıkmaya başladı. Çünkü olayın ucu artık kendilerine de dokunmaktadır. Yazlıkları, kışlıkları sefa sürdükleri deniz kıyısındaki villaları değersizleşmektedir.
Onlarca yıldır sanayi atıklarını ve kanalizasyonu denize pompalamakla kalmayıp, denizi temizleyen canlıları da bertaraf ederek doğal dengeye vurulan darbeler de işin cabası. Bunun en bariz örneği denizhıyarlarının (deniz patlıcanları) üç kuruş döviz için avlanmasıdır. Denizlerin “çöpçüsü” olarak da adlandırılan, plankton ve çamurlardaki organik maddelerle beslenen, bu beslenme sürecinde temizlik yapan, 1 denizhıyarı yılda 150 ton ince kumu süzerken, temizleme eylemiyle doğal dengeye destek sunmaktadır. Kapitalist kâr hırsı sığ denizlerin filtresi olan bu canlıları tüketti Marmara Deniz’inde. Bu konuda daha geniş bilgi edinmek isteyen “kaçak patlıcan avı denizi çölleştiriyor” (ticaretgazetesi.com.tr) bakabilir.
Şu an Marmara Denizi’ne akan nehirler ve dereler aslında nehir ve dere değil artık atık su kanalları. Bugüne kadar Marmara Denizi’nin kirlenmesine ön ayak olmuş tüm T.C. devleti yöneticileri ve kurumları bu deniz salyası olayının sorumluluğunu taşımaktadır.
Daha dün Recep Tayyip Erdoğan “Ergene’yi biz temizledik” diye övünürken Marmara Denizi’ne akıtılan “temizlik atıkları”nın Marmara Denizi’ne vurduğu ölümcül darbeyi gizliyordu. Haziran 2021 başında T.C. meclisine verilen “deniz salyası sorununun araştırılması” önergesi AKP ve MHP oylarıyla ret edilmiştir.
İstanbul’da 3 yıldır süren Kurbağalı dere temizleme çalışmasında Marmara Denizi’ne akan kanalizasyon suları da işin cabası denilebilir.
Deniz Salyasının Etkileri ve Zararları
Deniz salyasının ilk etkilerini balıkçılar yaşar. Deniz suyunu kaplayan salyamsı köpüklü yapı, ağları da kaplar. Güneş ışınlarının deniz dibinde yaşayan canlılara ulaşmasını engeller. Suyun oksijen alımını engeller. Deniz canlılarının hareket ve nefes alma yetilerini yok ederek onların ölümlerine neden olur. Buna en yakın örnek Mayıs 2021 başında Bandırma’daki binlerce deniz canlısının ölümleridir. Sözün kısası ekosistemin dayanma gücünü azaltır.
Böyle giderse Marmara bölgesinde yaşamak imkânsız hâle gelebilir. Bunun anlamı 30 milyon insanın bölgeyi terk etmesidir. Marmara’da andaki yaşamın sebebi toprağı, suyu, bolluğu, bereketidir. Ekosistemde bunlardan biri çökerse, Marmara Denizi foseptik çukuru olursa ki, gidişat o yönde, insan yaşamı için şartlar burada imkân dâhilinde olmaktan çıkar.
Prof. Sarı’ya bu ne zaman biter diye soruyorlar onun verdiği cevap, “Ekosistemlerde pazarlık olmaz” “Ekosistemlerin dengesi milyonlarca yılda oluşmuştur. Biz sürekli atıklarımızı Marmara Denizi’ne yükleye yükleye bu dengeyi değiştirdik. Yeni bir denge oluşmaya çalışıyor, o yüzden kısa vadede şöyle böyle olacak diyemiyoruz. Önümüzdeki günlerde Karadeniz’den gelecek yüksek akıntı sirkülasyonu değiştirirse 3 tetikleyiciden bir tanesi kırılmış olacak, o zaman biraz azalabilir. Ama aşağısı 30 metreye kadar dolu. Bu korkutucu” (Agy.) derken de çok haklı.
Deniz salyalarının yarattığı görüntü turizm sektörünü de olumsuz etkiler. Hele bugünkü Koronavirüs pandemi şartlarında iyice dibe vurmuş turizme artı bir darbedir. Çünkü deniz salyasının olduğu yerde denize giremezsiniz.
Bu kirlenme aynı zamanda bulaşıcı hastalıkların da gelişmesine ön ayak olur. Örneği kolera salgını bunlardan biri olabilir.
Sonuç olarak
T.C. devletine göre sorun mevsimseldir. Deniz salyası sorununu mevsimsel olarak gören kafa, kirliliğin ana kaynağının insan eliyle kapitalizm olduğunu gizleyen kafadır.
Elbette bu devletin yapmasını talep edeceğimiz bir dizi tedbirler vardır, bunlar:
Ergene Havzası’ndaki kirliliğin Marmara Denizi’ne akıtılması durdurulmalı.
Marmara Denizi’ne deşarj edilen tüm atıklar öncelikle olarak kimyasal ve biyolojik arıtmadan geçirilmelidir.
Deniz salyalarının temizlenmesi için özel bütçeler ayrılmalı, tüm birimler koordineli birlikte çalışmalıdır.
Denizlerin “çöpçüsü” denizhıyarlarının avlanması tamamen yasaklanmalı.
Olabilecek salgınlara karşı tedbirler alınmalıdır, Özellikle de bilim insanlarının belirttiği gibi Marmara Denizi’ne büyük ekolojik darbe vuracak olan KANAL İSTANBUL projesinden vazgeçilmeli, ona ayrılacak bütçe çevre sorunu için kullanılmalıdır.
Bu vb. reformist taleplerin seslendirilmesi ve halk içinde geniş propagandasının yapılıp alttan baskının harekete geçirilmesi önemlidir.
Bilinmesi zaruri olan en önemli noktalardan biri ise kendilerini çevreci diye satanların maskesinin düşürülmesi çabalarına aralıksız devam edilmelidir. Elbette kömür bazlı termik santrallerin çevreyi kirletmesine duyarsız kalan ve yeşili rant için talan edenlerden, sürekli toplumu kandırma çabaları içinde olanlardan fazla bir şey bekleyemeyiz. Doğayı koruma çevre sorunu sistem sorunu ile ilintilidir. Kapitalist sistem yerle bir olmadıkça ve insan doğa ile uyum içinde onun kurallarına uyarak yaşamayı öğrenmeden barbarlık hep dayatacaktır. Kapitalist barbarlığın tek alternatifi olan SOSYALİZM çevre ve iklim krizi sorununda da tek çaredir.
6 Haziran 2021