İklim değişikliğinin yol açtığı sorunlar artık daha fazla gündemi işgal eder oldu. Sorunla ilgili biraz bilgisi olanlar hemen yakınıyor. Yakınmalar kimi zaman kuraklıktan, kimi zaman sel baskınları sonucu oluyor. İklim değişikliğinin krize dönüştüğü artık ret edilemez bir gerçek. Acil tedbirleri gerektiren sorun hâline geleli epey zaman oldu.
Dengesiz, aşırı doğa olayları; artan felaketli sel baskınları, kuraklık, sıcaklık vb. olaylarda her gün yeni rekorlar kayıtlara geçmeye devam ediyor. Artan sıcaklık buzulların erimesini tetikliyor, eriyen buzullar deniz seviyesinin yükselmesinin sebebi olurken, dengeler altüst oluş sürecinde hızla ilerliyor. En basitinden örnek vermek gerekirse Birleşmiş Milletler Çocuklara Yardım Fonu (UNİCEF) raporlarına göre mavi gezegende bir milyar çocuk iklim krizinin riski altında. Dünyada nesilleri tükenme tehdidi altındaki hayvan ve bitki türü sayısı milyonları bulmuş durumdadır. “Dört Mevsim” döngüsü giderek hatıralarda kalıyor. Yazın kışı, kışın yazı yaşamak artık gezegenin her yerinde mümkün hâle geldi.
BM bünyesinde IPCC (Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli)’nin 3 bin sayfalık “kırmızı kodlu” raporu mevcut durumun ciddiyetini ortaya koymaktadır.
- Isınma hızla artıyor. 1970’den bu yana küresel yüzey sıcaklıkları, son 2000 yıllık zaman dilimindeki 50 yıllık dönemlere kıyasla daha hızlı yükseldi. (İPCC Raporu A.2.2, s.9)
- Küresel ısınmanın neredeyse tamamından, insan kaynaklı emisyonlar sorumlu. (Dipnot 11 ve A.1.3, s.6, Aktaran: https://yesilgazete.org)
İklim değişikliğin insan eliyle krize dönüştüğü artık ret edilemez olgudur. Bu değişikliğin insan eliyle olduğunu söylerken bunun temelinde yatanın kapitalist sistemin kâr hırsı olduğunu, sorunun esası olarak gördüğümüzü bir kez daha ilan ediyoruz.
Sorunun çözümünde burjuva siyasetçilerin ve devletlerin oyalama taktiğini çok iyi anlıyoruz. Çünkü alınacak ve gerekli olan radikal tedbirler bir bütün olarak burjuvazinin çıkarlarına dokunacaktır. Evet, kapitalist sistemin temeline dokunmadan sorunun gerçek çözümü mümkün değildir.
İklim Değişikliği – İklim Krizi ile ilgili Kavramlar üzerine tek tek durmak istiyoruz: Bunlar:
- İklim Değişikliği – İklim Krizi: İnsan tarafından farkına varılması gereken insan eliyle gerçekleşen değişiklik, kapitalizmin yarattığı doğadaki krizin sonuçları nelerdir?
- Küresel ısınma 1,5 derece basamağı küresel ısınmanın 1,5ºC ile sınırlandırılmasının acili yetini, küresel ısınma da uzlaşıldığı gibi 1,5 derecede tutulsa dahi, sıcak sulardaki mercan resiflerinin yüzde 90’nı yok olacak. Bu ne demektir?
- Sera Gazları: Karbon dioksit (CO2), Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Hidroflorür karbonlar (HFCs), Perfloro karbonlar (PFC), Sülfürhekza florit (SF6) gibi gazlarından oluşan ve atmosferde ısı tutma özelliğine sahip kimyasalların fazlalığı ne anlama gelir?
- Fosil Yakıtlar: Doğalgaz, kömür ve petrolden oluşan enerji kaynakları neden kirlilik sağlar?
- Karbon Salınımı: Doğada ve insan eliyle oluşan karbonun atmosfere salınmasını ifade eder. Bu ne anlama gelir?
- Karbon Ayak İzi: Karbondioksit cinsinden ölçülen, üretilen sera gazı miktarı açısından insan faaliyetlerinin çevreye verdiği zararın ölçüsü nedir? Küresel ısınmanın sorumlusu sera etkisine yol açan gazların oluşumuna neden olan fosil yakıtlar neden kullanılmamalı?
- Deniz Seviyesinin Yükselmesi ne anlam içerir? Kıyılarda yaşayan milyonlarca insanın göç etmek zorunda kalmasına sebep olabilir mi?
- Şiddetli Hava Olayları Nelerdir? Olağan mevsimsel durumun dışına çıkma ne anlam ifade eder?
- Kuraklık: Nem miktarının geçici dengesizliği su kıtlığı, yüksek sıcaklık, şiddetli rüzgâr ve düşük nem miktarının varlığı ne anlama gelir?
- Ekolojik Denge: İnsan, bitki ve hayvan gibi canlı organizmalar ve bunların çevreleri ile aralarındaki denge ne anlama gelir? Eko sistemin bozulması zincirleme tüm doğal dengeyi etkiler mi?
- Biyoçeşitlilik ve Arılar: Ekosistem içindeki tüm canlı türlerin çeşitliliği ne demektir? Türler arasındaki dengeli etkileşim ne anlam ifade eder? Ünlü fizikçi Albert Einstein “Arılar olmasa insanlık ancak 4 yıl yaşayabilir. Arılar döllenmeye yardımcı olmazsa; tozlanma olmaz, bitki olmaz, hayvan olmaz, sonunda da insan olmaz” demektedir. Bunun anlamı nedir?
- Sürdürülebilirlik ve Üretim Çeşitliliği: Sürdürülebilirlik ve üretim çeşitliliğin devamlılığı ne demektir? Kendi ihtiyaçlarımız için gelecek nesillerin ihtiyaçlarını ipotek altına almak ne demektir?
- IPCC: Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli ve Raporları bizlere neler anlatıyor?
- COP21-26: Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansları hangi sonuçları doğurdu?
- Yenilenebilir Enerji: Güneş Enerjisi, Rüzgâr Enerjisi, Biokütle Enerjisi, Jeotermal Enerji, Hidroelektrik Enerji, Hidrojen Enerjisi, Dalga Enerjisi gerçekten iklim krizinden çıkış yolu mu?
- İklim krizinden nihai çıkış yolu?
- İklim Değişikliği ve İklim Krizi Nedir?
Dünya da tüm canlılar karbon içerir. Doğal olarak volkanlardan, çürüyen bitkilerden, nefes alan canlılardan ve deniz yüzeyinden oluşur karbon ayak izi. Karbondioksit bitkiler tarafından fotosentez yoluyla toprak tarafında emilir ve depolanır. Bu karbon döngüsü evrendeki yaşamın motordur. Bir karbon atomunun, karbon dioksiti (CO2) oluşturmak için iki oksijen atomuyla birleşmesi gereklidir. Gezegenimizin koruyucu kalkanı atmosferdeki gazların %1’i karbondioksitten oluşur. Bu gaz havada kaldığı sürede güneşten gelen ve dünyadan yansıyacak olan ısının bir kısmını tutar. Buna sera efekti denir. Atmosferde ne kadar çok karbondioksit asılı kalırsa dünya o kadar ısınır. İşte iklim değişikliğini tetikleyen de budur.
Geldiğimiz noktada doğanın kendi yasaları sonucu dünyamızda yaşamı var eden gazlar normalinden fazladır. Bunda da esas etmen insan faaliyetleridir. İnsanın çoğu zaman ihtiyacı olmadığı hâlde hep daha fazlasını üretme faaliyeti neden olmaktadır bu fazlalığa. Bu üretim ve tüketim sırasında normal doğal gelişmede oluşandan çok daha fazla sera gazları salınır. Sera gazlarının fazladan salınımına neden olan ise; insanların enerji elde etmek için kullandığı fosil yakıtlardır. Bunlar kömür, petrol, doğalgaz vb. enerji kaynaklarıdır. Bu enerji kaynakları ne kadar fazla kullanılırsa o kadar fazla karbon dioksit (CO2) ve azot protoksit (N2O) gibi sera gazları ve partikül madde (PM10 ve PM2,5), karbon siyahı, Polisiklik aromatik hidrokarbonlar (PAH), cıva, nitrojen dioksit (NO2), kükürt dioksit (SO2), karbon monoksit (CO), Ozon (O3), sülfat (SO₄²-), nitrat (NO3-) ve uçucu maddeler havaya salınır. Bu zehirli gazlar havayı kirletir. Bu sera gazları gezegenimizin koruyucu kalkanı olan atmosferde gereğinden fazla yoğunluğa da sebebiyet verir. Diğer yandan gezegenin dengede kalmasını ve doğal döngüyü sağlayan ormanlar yok edildikçe fosil enerji kullanımının yarattığı kirlilik devamlı fazlalaşır. Bitkiler foto sentez olayı ile havadaki CO2’yi alırlar ve elementlerine ayrıştırıp havaya O2(oksijen) salarlar. Hayvanlar ve insanlar solunum için havadaki oksijeni alırlar ve CO2 salarlar. Buradan da anlaşılacağı üzere tüm canlılar birbirlerine bağlıdırlar. Yeşillik azaldıkça bu bağlılıktaki kırılmalar artar, kirlenme fazlalaşır. Fotosentezi sağlayan yeşillik yok edildikçe, bitki sayısı azaldıkça dünyanın karbon bloklarını azaltma gücü düştü. Denge bozuldu. 1750 yılından beri atmosferdeki karbon miktarı %40 arttı ve bu gidişle azalacak gibi de görünmüyor. Yaşamın kalkanı atmosfere kömür, petrol ve doğal gaz yakarak her yıl 40 milyar ton fazladan karbondioksit salınımı devam ediyor. IPCC verilerine göre “2019’da atmosferdeki CO2 konsantrasyonu, 2 milyon yıl içinde herhangi bir zamandan daha yüksek şekilde gerçekleşti. Önemli sera gazları olan metan ve azot oksit gazlarının konsantrasyonları, 800.000 yıllık zaman dilimindeki herhangi bir zamanından daha yüksek şekilde gerçekleşti.” (https://yesilgazete.org / A.2.1, s.9)
Bu fazladan salınım da küresel sıcaklığın yükselmesini tetikler. Bunun anlamı ortalama iklim değerlerinin değişmesidir. Bu insan faaliyeti kapitalizm ile hız kazanmıştır. On binlerce yılda meydana gelen iklimsel değişiklikler 10 yıllara kadar inmiştir. İklim değişikliklerinin artık ret edilemeyecek safhaya ulaşması “acil durum” hâlini alması iklim krizine vardığımızın da göstergesidir. Birleşmiş Milletlerin (BM) günümüzdeki Genel Sekreteri Antonio Gutteres’in dediği gibi “Geri dönüşü olmayan noktaya geldik.”
Evet, artık önlenemeyen doğa olayları kuvvetli kasırgalar, seller, sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, orman yangınları iklim değişikliğinin genel sonuçlarıdır.
Bu sonuçlar ise daha fazla açlık, daha fazla susuzluk ve daha fazla salgın hastalıklar anlamına gelmektedir. Kapitalizmin egemenliğinde bunun anlamı emekçilerin yaşamının daha fazla eziyet işkence, daha fazla hastalık ve ölüm çekmesi demektir. Çünkü güçlerinin birliğinde yattığının bilincinde olmayan emekçiler, doğa yasası gereği en zayıf olanlardır. Daha fazla felakete maruz kalanlar da onlardır. Güçlerinin farkına varmadıkları müddetçe bu durum değişmeyecektir.
- Günümüzde; barınma, beslenme, ulaşım, haberleşme, endüstriyel işlemler, elektrik ve fosil yakıt kullanımı yüksek miktarda enerji tüketimi demektir.
- yüzyılın sonlarından itibaren sanayileşmeyle birlikte karbondioksit salımı kontrolsüz ve çok hızlı bir şekilde arttı ve artmaya devam ediyor.
- Hayvancılık: Artan et tüketimiyle birlikte besi hayvanlarının seri üretime geçmiş olması atmosfere fazla miktarda metan gazı salınımına neden olmaktadır.
- Hangi işlem sonucu olursa olsun, dünyada ki atık madde miktarı her gün artmaktadır, korkunç seviyelere ulaşmıştır. Dünyanın doğal kaynakları ve yaşam alanlarını da fazla tüketilmekte, gelecek nesillerin geleceği tehdit altındadır.
- Günlük işlerin verimli ve hızlı olması için edinilen alışkanlıklar da karbon ayak izi büyük bir paya sahiptir. Enerji tasarrufu yaparak ve bazı alışkanlıklarımızı değiştirerek karbon ayak izimizi azaltma mümkün olmasına rağmen sorun ciddiye alınmıyor.
- Araba kullanmak yerine otobüs veya tren gibi toplu taşımayı kullanmak sebep olduğumuz karbon salınımını azaltacağı bilindiği hâlde sürekli bireysellik (Araba al! Reklamları) pompalanmaktadır.
- Yenilenebilir enerji kaynaklarının tersine fosil yakıt kullanımı enerji üretiminde hep öndedir.
İklim, tahminlerin ötesinde değişiyor. Bu değişim öyle hızlı ki, dünyada ki tüm canlılarla birlikte varlığımızı tehdit ediyor. Bu duruma karşı önlem almazsak, gelecek nesiller zorlu iklim koşullarına boyun eğecektir. Kömür, petrol ve doğalgaz yakarak atmosfere salınan sera gazlarıyla bu sorunu yaratan maksimum kâr dürtüsü üzerine kurulu kapitalist-emperyalist sistemdir. Kuşkusuz iklim değişikliğinin felakete varan sonuçlarını ortadan kaldırmaya yönelik olarak tek tek bireylerin de yapabileceği birçok şey vardır. Fakat sorunun yaratıcısı tek tek bireyler, bireylerin tüketim alışkanlığı vb. değil kapitalist sistemdir. Bunun kavranması çözümün yolunu da göstermektedir. Doğal çevreyi koruma mücadelesi kapitalizme karşı mücadele olarak yürütülmek zorundadır.
Küresel ısınmanın 1,5 derece basamağı ne demektir?
Küresel ısınma 1,5°C basamağı küresel ısınmanın 1,5°C ile sınırlandırılmasının acili yeti demektir. Aslında bu hedefi tutturma konusunda tren kaçtı. Ama bu gerçekleri ifade eden az sayıda bilim insanı var. Onlara göre şimdi hedef ısınmayı 2°C altında tutabilmek. Emperyalist haydutlar ve küresel ısınmadan birinci dereceden sorumlu devletlerarasındaki 1,5 1,5°C “uzlaşmalar”ı artık bir anlam ifade etmiyor.
Bilim insanlarının verilerine göre şu anda dünyanın yıllık ortalama ısısı sanayi devrimi öncesi seviyelerin 1,1°C üzerinde. 3-4°C bir ısınma durumunda gezegenimizde yaşam son bulur. Yani kapitalizm her alanda olduğu gibi küresel ısınmada da baş belasıdır.
Çok basit bir ifade ile küresel ortalama sıcaklık 2°C arttığında sıcak hava dalgaları 14 kat daha sık meydana gelecek ve 2019’dan 2020’ye kadar Avustralya’yı kasıp kavuran tarihi ‘Kara Yaz’ yangınları dört kat daha sık meydana gelecek demektir. Yani daha fazla kuraklık, daha fazla orman yangınları ve daha fazla sel felaketleri anlamı taşır. Şimdi soranlarımız olacak. Kuraklık ve sel felaketlerinin ne ilişkisi var. Daha fazla sıcaklık daha fazla buharlaşma, daha fazla yağmur anlamına gelir. Gezegenimiz bir taraftan kavrulurken, diğer tarafta korkunç yağmurlar beraberinde sel felaketlerini taşımaktadır. Isınan hava atmosferde daha fazla nem tutar ve bu da sel riskini artıran daha yoğun aşırı yağışların nedenidir. Ayrıca buharlaşmanın artmasının diğer bir yanı daha fazla yoğun kuraklık anlamına da gelir.
Deyim yerinde ise, iklim dengesindeki bozukluk hava koşullarındaki dengesizliği de tetiklemektedir. Baş edilemez dalgalanmaların sıklaşmasının ve aşırı hava olaylarının sebebi küresel ısınmadır. Alaska dünyanın soğuk bölgelerinden biridir. Alaska İklim Değerlendirme ve Politika Merkezi’nden iklim uzmanı Rick Thoman, Twitter’de yaptığı açıklamada, “Alaska’da sıcaklığın 27.12.2021’de pazartesi günü 15°C üzerine çıktığını ve salı sabahı 13°C seviyesinde seyrettiğini” söylerken dikkat çekmek istediği tam da küresel ısınmanın somut örneklerinden biridir. (Euronews.com 30.12.2021)
Sadece bu mu?
Hayır! Ortalama 2°C artış aynı zamanda, deniz besin zincirinin temeli olan mercan resiflerinin %99’unun kaybı anlamına gelir. Denizin yağmur ormanlarıdır mercan resifleri. Okyanusların akciğerleri tüm deniz türlerine ev sahipliği yapar mercan resifleri. Büyük okyanus dalgalarına ve gel-gitlere karşı doğal bir set oluşturur.
Doğanın dengesi çok ince çizgiler ile çizilmiştir. Bu dengenin bozulması durumunda, birbirini zincirleme etkilemeler çok hızlı reaksiyonlara sebep olur. Çünkü dünyada tüm canlıların birbirleri ile doğrudan veya dolaylı ilişkisi vardır. Bu ilişkideki bir halkanın kopması “domino etkisi” yapar. Bilim insanlarının araştırmalarına göre bu gidiş ile 30 yıl içinde mercan resiflerinin en az üçte birinin yok olacağı hesaplanmaktadır. Bunun en önemli nedeni küresel ısınmadır. Bunda insan faaliyetlerinin önemli etkisi-rolü vardır.
Dahası var
Küresel ısınma, Batı Antarktika buz tabakasının geri döndürülemez bir şekilde erimesi demektir. Bu erimenin sonunda deniz seviyesi 5 metre yükselir. Bu yükselme, dünyadaki birçok kıyı kentinin büyük bölümlerini sular altında kalmasına yetecek kadar yükseklik anlamına gelir. Amsterdam’dan başlarsak tüm Hollanda sular altında kalır. Ayvalık-Çeşme-Fethiye kıyıları, Nil deltası, ABD’nin Batı kıyıları irili ufaklı binlerce ada sular altında müzelere dönüşür.
Küresel ısınma, daha fazla kıtlık, daha fazla orman yangınları ve daha fazla hastalıklar demektir. Bugün tüm dünyayı etkileyen Korona virüsünün de bununla bağı var. Doğaya doğrudan her müdahale başımıza olmadık dertler açmaktadır. Bu müdahaleler sonucu, kendi yaban yaşamında varlığını sürdüren mikro organizmalar ve virüslerin konumu değişmekte, yeni beslenme alanlarına ihtiyaç duyduklarından beklenmedik hastalık ve salgınların önü açılmaktadır.
Küresel ısınmaya sebep olan ve 1,5°C sınırlamayı gündeme getiren etmenler
Küresel ısınmaya sebep olan karbondioksit vb. gazların emisyon artışıdır. Mevcut şekliyle devam ederse, küresel ısınma 2030-2052 yılları arasında 1,5°C derece sınırını geçecek diyenler iyimser bir yaklaşım içinde olanlardır. Bizce daha fazlası beklenmelidir. Küresel ısınma eşiği olan 1,5°C “gelecek beş yıl içinde ulaşma ihtimalini” savunanların sesleri daha yüksek tonda çıkmaktadır. BM Emisyon 2021 Raporuna göre; taahhütler tutulsa bile küresel sıcaklıkların artışı ortalama 2,7°C’ye varacak.
İnsan eliyle küresel ısınmayı tetikleyen etmenlerin başında fosil yakıtların kullanımı gelmektedir. Onlardan enerji elde etme eylemi fazladan CO2 salınımına sebebiyet vermektedir. Atmosfere salınan fazladan karbondioksit sera etkisini artırmaktadır. Böylece doğal olan sera efekti doğal olmaktan çıkıp yer kürenin daha fazla ısınmasının yolunu açmaktadır. Dünyada sera etkisini artıran ve küresel ısınmaya neden olan gazlar, %30-70 su buharı, %4-9 metan, %9-26 karbondioksit ve %3-7 oranında ozondur.
Kömür kullanımı küresel ısınmayı tetikleyen önemli faktörlerden biridir. Özellikle son yıllarda Çin ve Hindistan’daki ekonomik gelişme kömür kullanımını iki kat artırmıştır.
Doğalgaz kullanımı küresel ısınmaya tetikleyen diğer enerji kaynaklarından biridir. 2019 verilerine göre doğalgaz rezervinin en fazla olduğu ülke, 50.279 milyar m³ ile Rusya dır. İran, Katar, ABD, Türkmenistan da dünyada ki doğalgaz rezervlerinin büyük çoğunluğunu oluşturan ülkelerdir.
Petrol kullanımının küresel ısınmadaki yeri yüksek boyutlardadır. Anda petrol, ulaşım için dünyanın birincil yakıt kaynağı durumundadır. ABD, 2017 yılı itibariyle günlük 19,88 milyon varil petrol tüketiminde dünya lideridir. ABD’nin net petrol ithalatı günde 3,8 milyon varildir. Ancak aynı zamanda petrol, büyük çevre sorunları yaratan etmenlerdendir.
Esası fosil yakıt kullanımına bağlı olan elektrik tüketiminin küresel ısınmaya etkisi insan faaliyetleriyle bağlantılı tüm sera gazı emisyonlarının yaklaşık %86’sını oluşturmaktadır.
Endüstriyel tarım ve hayvancılık ta bir diğer küresel ısınma nedenidir.
Ormansızlaşma ise bir başka küresel ısınma sebebidir. Dünya Bankası verilerine göre, 1990-2016 yılları arasında dünyada 1,3 milyon kilometre kare nerdeyse Türkiye yüzölçümünün iki katı orman yok oldu.
Hele bir de tüketim çılgınlığı var ki sormayın gitsin. Daha biri eskimeden azami kâr hırsı dürtüsüyle yenisinin piyasaya sürülmesinin yarattığı çılgınlıkta küresel ısınmanın nedenlerindedir.
Dikkat edilirse gayet açık ve net bir şekilde insan eyleminin küresel ısınmada esas rolü oynadığı görülür. Her alanda adaletsizlik olduğu gibi küresel ısınmada ve gezegenimizin kirlenmesinde de büyük adaletsizlik söz konusudur. Maalesef en fazla kirletenler en fazla gürültü koparanladır.
Küresel ortalama ısı artışının 1,5°C’ye varmasında birinci dereceden sorumlu devletler
“Global Carbon Project” tarafından yapılan ve son 170 yılın verilerini ele alan araştırmanın 2020 verilerine göre, küresel ısınmada en fazla payı olan ülkelerin başında %24,6 ile ABD Liste, zengin ülkelerin karbon emisyonunun yarısından fazlasının kaynağı olduğunu göstermektedir. %13,9’luk payla Çin ikincidir. Üçüncü sırada Rusya karbon emisyonunun (siz kirletme payı anlayın) %6,8’lik diliminden sorumludur. %5,5’lik payla Almanya, %4,4’lük payla İngiltere, %3,9’luk payla Japonya ve %2,3’lük payla Fransa sırlamayı takip etmektedir. Batı Avrupa’nın küresel ısınmadaki payı, toplamda Çin’i geçmektedir. (https://www.webtekno.com/kuresel-isinma)
Bu grafik ülkelerdeki bireylerin küresel ısınmaya ne kadar katkıda bulunduklarını göstermektedir. Çin’de kişi başına düşen değer 7,4 ton. Bu değerin en fazla olduğu ülkeyse 18 ton ile Suudi Arabistan’dır. Türkiye’de her birey 4,7 ton CO2 ile yer kürenin kirlenmesine katkı sunmaktadır. Elbette bu sayılar varlıklı olan ile yoksulluk içinde debelenenler arasındaki farkları ifade etmiyor. Örneğin her gün duş alan ile veya her gün et tüketen ile ayda bir duş alan, senede birkaç kez et tüketenin arasındaki farkları ihtiva etmiyor. İnsanların sosyal konumları onların enerji tüketimine de yansımaktadır. Öz ifade ile “gemide güverte yolcusu, trende üçüncü mevki, şosede yayan büyük insanlık” değil esas kirleten. Herkes gücü oranında kirletmektedir bu mavi gezegeni. Ama ön koltukta kimseye yer vermeyen kapitalist asalaklar en fazla kirletenlerdir. Bu anlamda hepimiz aynı gemide olsak ta, dümen onlarda.
Kirletmenin yukardaki tablosunun ötesinde hesaba katılmayan karbon ticareti/borsası aracılığıyla para basarak alınan emisyon hacimleri bu hesabın içinde değildir. Hemen hemen tüm emperyalist haydutlar kendi kirletmeleri yetmiyormuş gibi gelişmekte olan ülkelerin kirletme hakkını da parayı basıp almaktadırlar. Karbon borsası da bu alım satımın kapitalist pazarıdır.
Yıllardır hep aynı teraneyi dinlemekteyiz kâh Kyoto Protokolü kâh Paris iklim anlaşmaları kâh ta COP toplantılarında sonuca varılmayan oyalamalarla yıllar geçmektedir. COP1 Berlin’de yapıldığında yıl 1995 idi, COP26, Kasım 2021’de Glasgow da yapıldı. Konan hedef küresel ısınmayı 2030 kadar 1,5°C sınırında tutmak. 26 yıldır kayıt edilen ilerleme “Blah Blah Blah” (boş gevezelikler) ötesine geçmedi. Zirveler hep “zırvaya” dönüştü. Hep aynı oyalama taktiği. Nedeni şimdiye kadar ki tüm iklim konferansları bizzat esas kirletenler önderliğinde yürütülmüş ve yürütülmekte olmasıdır.
Hesap çok karmaşık değil. Kapitalistlerin önderliğinde yapılan bir dizi küresel toplantılar ile küresel ısı artışının bu yüzyıl içinde 1,5°C’de tutulması hedefine varılamayacaktır. Gezegenimiz tehdit altındadır. Bu tehdit bertaraf edilmelidir. Bunun da tek gerçekçi yolu buna sebebiyet veren kapitalist sistemin bertaraf edilmesidir. Bertaraf edilenin yerine sosyalizmin inşa edilmesi gerekir.
Sera gazları
Atmosferdeki gazlar gezegenimizdeki ısının bir kısmını tutar ve yeryüzünün ısı kaybına engel olur. Bunlardan karbondioksit (CO2) havada en çok ısı tutma özelliği olan gazdır. Atmosferin, ışığı geçirme ve ısıyı tutma özelliği de sera gazlarının etkisindendir. Atmosferin ısıyı tutma yeteneği sayesinde gezegenimizdeki genel ısı ve suların sıcaklığı dengede kalır
Sera gazları aynı zamanda güneşten gelen radyasyon ışınlarını emer. Yerkürenin koruyucu tabakası atmosferin varlığını sağlayan gazlardır.
Bunlar:
Su buharı (H2O), Karbondioksit (CO2), Metan (CH4), Nitröz Oksit (N2O), Ozon (O3), Kloroflorokarbonlar (CFC’ler), Hidroflorokarbonlar (HCFC’leri ve HFC’leri içerir)
Fosil yakıtlar doğalgaz, kömür ve petrolden oluşan enerji kaynakları neden kirlilik sağlar?
Fosil yakıtlar, yüksek oranlarda karbon içeren doğal enerji kaynaklarıdır. Kömür, petrol ve doğalgaz bu türden yakıtların başında gelir. Bu yakıtlar; ölen canlı organizmaların havasız (oksijensiz) bir ortamda milyonlarca yıl boyunca çözülmesi, dönüşmesi sürecidir. Fosil yakıtların en fazla kullanıldığı alan sanayidir. Özellikle elektrik üretimi ve oto(mobil) sanayisidir. 20 ve 21. yüzyıldaki teknolojik gelişmeler fosil yakıtlardan elde edilen enerjiye olan ihtiyacı sürekli artırmıştır. 2017 yılındaki verilere göre; dünyada kullanılan kaynaklarının %34 petrol, %28 kömür, %23% doğal gazdandır. Yani elde edilen enerjinin 85% fosil yakıtlar olmuştur. (“BP Statistical Review of World Energy”, Şubat 2019) “Dünyamız 1900’lerin başında 2 milyar ton karbondioksit gazı açığa çıkarırken 2018 yılına geldiğimizde bu miktar 16 kat artarak 36,2 milyar tona ulaşmış durumda.” (Euronews 08.11.2021) İhtiyaç artıkça fosil yakıt kullanımı da artmış, bu artış gayrı ihtiyari atmosferimizdeki doğal dengeyi bozmuştur. Bu bozulmanın günümüzdeki adı küresel ısınma veya iklim değişikliğidir. Bugün bu değişikliğin ulaştığı nokta iklim krizidir.
Sera gazları küresel ısınmayı nasıl etkiler?
Sera gazlarının atmosferde kontrolsüz bir şekilde fazlalaşması sebebiyle daha fazla oranda güneş ışını sera gazlarıyla tutulunca yeryüzünün gereğinden fazla ısınmasına sebep olur. Yani yer kabuğu ve denizlerin ortalama sıcaklıklarındaki artıştır küresel ısınma. İşte bu ısınma iklim değişikliğine sebep olan sonuçtur.
Karbon salınımı doğada ve insan eliyle oluşan karbonun atmosfere salınmasını ifade eder. Bu doğal dengenin bozulması anlamına gelir. Yani hava sıcaklıklarının artışı, buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi, mevsimlerin değişmesi ve ekosistemlerin bozulması anlamına gelir. Kuraklık ve çölleşme de sonuçlardan biridir. Artık bir avuç kapitalistin dışında herkesin kabulleneceği iklim değişikliği gerçeği ile karşı karşıyayız. Elbette yeryüzünde her şeyin bir bedeli var. Kapitalizmin azami kâr hırsının yarattığı iklim krizinin bu bedeli esas olarak büyük insanlık tarafından ödenmektedir. Büyük İnsanlık dur diyene kadar bu bedel ödenmeye devam edecektir.
Uzmanlara göre, sanayi öncesi döneme göre dünyanın yaklaşık 1,5°C ısınmış olduğuna dikkat çekiyorlar. 2030 yılına kadar 2°C’nin altında tutma hedefi artık hayaldir. Yani ülkelerin ulusal emisyon düşürme hedeflerinin tutmayacağı 2022’de bellidir. Çünkü hedef koyanlarla kirletenler aynı sistemin parçaları ve yöneticileridir. Felaket tellallığı yapmıyoruz, sadece dünyanın felakete doğru ilerlediği gerçeğini dillendirmekle kalmıyor, gerçek çözüm yolunun sosyalizmden geçtiğini vurguluyoruz.
Karbon ayak izi ne demektir?
Ölçü birimi karbondioksit, kimyasal formülü CO2 dir. Birey veya kurum olarak ürettiğimiz CO2 miktarıdır karbon ayak izi. Bu işlevi yaparken beslenmeden giyime, ısınmadan ulaşıma ve haberleşmeye kadar yürüttüğümüz her faaliyet içinde harcadığımız enerji miktarının CO2 ile ölçümüdür. Yani kullandığımız enerjideki CO2 miktarıdır. Yaşam tarzımızı doğrudan ve dolaylı olarak ilgilendirir. Kısacası çevreye verdiğimiz zararın ölçüsüdür. Ölçüm terazisi CO2. Yani bireyin ulaşım sırasında kullandığı araç, beslenme alışkanlıkları, örneğin yemek pişirmeyi öğrenmek evde yemek, giydiğimiz ayakkabıdan dona vb. şeyler CO2 miktarını belirler. Elbette enerji kullanımında tasarruf etmek veya ağaç dikmek iyi şeydir. Karbon ayak izini azaltır. Daha az alış-veriş, daha az tüketim veya daha az seyahat de karbon ayak izini azaltır. Sonuçta ben ayda bir et yesem, senede bir kez izin yapsam, üstüme başıma sende bir kez giyecek alsam, poşet değil file kullansam, yakın yere bisikletle gitsem, uzağa toplu taşıma aracı kullansam vs. vs. iyi şeylerdir. Ama iş benimle bitmiyor? Sistem rezil, sistem kepaze tek tek bireylerin yapabileceği şeyler var. Fakat sorunun çözümü bireysel değil. Sorun çünkü kapitalist sistemin kendisi.
Karbon borsası / emisyon ticareti nedir?
Karbon kotasını aşanların, daha az üreten ülke ya da üreticiden karbon kotası satın alması, satılması işlemidir. Karbonun ticareti mi olur diye soranlara cevaben, kapitalist sistemden kâr getiren her şeyin ticareti olur. Kapitalizmin mabedi para olduğuna göre, para getiren her yol mubahtır. Bu konuda “COP26 Glasgow İklim Zirvesi” üzerine yazımızdan ilgili bölümü olduğu gibi aktarıyoruz.
“En kısa tanım ile kara para aklama gibi ‘karbon aklama’ projesidir. Doğa/çevre dolandırıcılığında kapitalist buluştur karbon borsası diğer adıyla emisyon ticareti.
Karbon borsası, ülkelerin ve şirketlerin uygun sera gazları emisyonuna ulaşabilmeleri için emisyon alım ve satım piyasasıdır.
1997 Kyoto Protokolü kapsamında bir ülke kendisine tahsis edilen emisyon izinlerini, emisyon iznine ihtiyacı olan diğer ülkelere, Kyoto Protokolü’nün 3. ve 17. maddeleri uyarınca satabilir.
Protokoller sonucu her üye ülkeye karbon emisyon kotası tahsisi edilmiştir. Üye ülkeler bu kotaları kendi ülkelerindeki şirketler arasında paylaştırır. Kotasını aşanın, aşmayandan karbon satın alma işlevini ayarlayan bir mekanizmadır emisyon ticareti / karbon borsası.
Deyim yerinde ise, çok kirleten az kirleten veya hiç kirletmeyenden kirletme hakkını para karşılığı satın almasıdır. Yani sen atmosferi kirletmeyeceksen veya kirletme hakkının tamamını kullanmayacaksan al şu parayı ben senin kirletme hakkını kullanayım.
Pratikte, gelişmekte olan ülkeler sera gazı sınırlamalarına tabi olmadıkları için, karbondioksit kredisini gelişmiş emperyalist ülkelere / tekellere satabileceğini anlatmaktadır karbon borsası. Bastır parayı, temizle elini! Sonuçta parasını verip istediğin kadar karbon salmaya devam.
Bu karbon ticareti 2005 yılındaki 362 milyon ton CO² ve 7,2 milyar avro işlem hacmine sahipti. 2010 yılına gelindiğinde bu hacim 8,4 milyar ton CO² ve 121 milyar avroya yükselmiştir.
Hava satılık, su satılık, toprak satılık ve karbon da satılık her şey satılıktır kapitalizmde. Kapitalizm/burjuvazi gölgesini satamadığı ağacı keser misali ‘insan ilişkilerinde çıplak çıkardan, katı nakit ödemeden başka bir bağ bırakmadığı gibi’, doğayı kirletmede de sınır tanımaz durumdadır.” (“COP26 Glasgow İklim Zirvesi Üzerine”, YDİ ÇAGRI Sayı 206, s.39-42)
Deniz seviyesinin yükselmesi ne demek?
Deniz seviyesinin yükselmesi küresel ısınmanın sonuçlarından biridir. Yerküremizin %80’i sularla kaplıdır. Diğer deyimle ¾ den fazlası. Bugün burjuva sistemin egemen olduğu eğitim sisteminde öğretilmeyen, ama herkesi ilgilendiren iklim krizi ve gerçek nedenleridir.
Fazladan insan eliyle yaratılan sera efekti (ısının atmosferimizde biriken gazlar aracılığıyla tutulması) sonucu ısınan gezegenimizde sular da ısınmaktadır!
Suların ısınması buzulların erimesini tetikler. Eriyen buzullar havaların daha fazla ısınmasına da ön ayak olduğundan karşılıklı bir döngü ile karşılaşırız. Kontrol altına alınması zorlaşan küresel ısınma dünyanın sonunu getirecek çevre felaketi yaratma yolundadır. YA BARBARLIK YA SOSYALİZM başka alternatif yok. İşte durum budur.
Araştırma sonuçlarına göre, 1994-2017 yılları arasında yeryüzünde toplam 28 trilyon ton buzulun eridiğini ve bunun 100 metre kalınlığında bir buzul tabakası anlamına geldiği belirtilmektedir. Bu İngiltere büyüklüğünde bir alandır.
Buzullar, tatlı sudan oluşmaktadır, erimesi; gezegenimizdeki tatlı su kaynağının yaklaşık %69’unun doğrudan okyanusa akması demektir. Zaten sıkıntılı olan canlıların tatlı su sorunu felaket duruma doğru son hızla ilerlemektedir. Öte yandan okyanuslardaki tatlı su fazlalığı hava düzenlerinde değişiklik anlamını da içerir. En basit deyimle daha fazla kasırga, fırtına ve daha fazla felaket gündemden düşmüyor.
Kutuplar erirse ne olur?
En kısa cevapla dünyanın bugün kara parçası olan alanlarının önemli bir bölümü sular altında kalır. 2050 yılında Kuzey Kutbu kışın buz tutmayacak ve 2075 yılında Hollanda ve Bangladeş gibi ülkelerle pek çok kıyı bölgesi sular altında kalacak…
İklim Bilimci Prof. Dr. Kurnaz’ın belirttiğine göre, “Deniz seviyesinin 1 metre yükselmesi, denizin 100 metre içeri girmesi anlamına geliyor.” Yani kıyıdan itibaren 100 metre içerideki alanların tamamı sular altında kalma riski taşıyor.
Günümüzde 150 milyon civarında insan deniz seviyesinden 1 metre yükseklikte yaşamaktadır. Yaklaşık 600 milyon insan da 10 metre yüksekliğe kadar olan yerlerde yaşıyor. Sular yükseldikçe bu insanlar göçe zorlanacaktır. İklim değişikliği sonucu yükselen sular nedeniyle evlerini ve işyerlerini taşımak zorunda kalan insanlar iklim mültecileri olacaktır.
Almanya Potsdam Üniversitesi İklim Bilimcisi Profesör Leverman’a göre, “Eğer bu yüzyıl sonunda küresel ısınma 4°C’yi bulursa, uzun vadede deniz seviyesi 10 metre yükselecektir.”
Grönland’daki buzulların erimesi durumunda dünyadaki deniz seviyesinin 6–7 metre artış göstereceği ileri sürülmektedir. Doğu Antarktika’daki kalınlığı ortalama olarak 2 bin 133 metre olan buzulların erimesi durumunda ise deniz seviyesini yaklaşık 60-80 metre arasında yükseleceğine de dikkat çekilmektedir. (climatechange.boun.edu.tr)
Bunun bizim ülkemiz açısından anlamı; Tekirdağ, İstanbul, Bursa, İzmit ve İzmir’in kıyı bölgeleri sular altında kalmasıdır. Bilmediğimiz daha nice kıyı şehir ve kasabaları suların derinliğine gömülmesidir. Bunun bugünden yarına olmayacağı açıktır. Ama eğer bu gidişe son verilmezse olacağı da açıktır.
Deniz seviyesinin yükselmesi sonuçlarından biri de devasa alanların denizin tuzlu sularıyla karşı karşıya kalmasıdır. Bunun diğer anlamı tuz birikimine maruz kalan alanların bitki örtüsünün yok olmasıdır. Sıcaklığın artması denizlerde daha fazla buharlaşma ve tuz oranın da daha fazla artması demektir.
“BM’nin COP23 konferansında Dünya Bankası tarafından sunulan bir rapora göre, küresel iklim değişikliğinin ilk kurbanlarından biri olan Fiji adasında yükselen deniz seviyesine karşı alınacak önlemlerin 4,5 milyar dolarlık maliyeti olacak.” (Euronews 23.01.2022) Birçok kıyı şeridi kasaba ve şehirlerde milyarlarca dolara mal olan bariyerlerin de zamanla çaresizlik ifade edeceğini şimdiden biliyoruz. Bangladeş’te, toplam ülke alanın %28 kadarının kaybı bugünden yapılan hesaplar içinedir.
Deniz suyu sıcaklığının 2°C artması mercanların kitlesel ölümüne neden olur. Mercanlar diğer adıyla resifler tüm deniz canlıları için “hastane“ görevi görür. Mercanlar balıkların doğumhanesidir. Mercanların yok olması deniz canlı türlerin soyunun tükenmesi anlamına gelir. Bunun ne demek olduğunu anlayan anlar. Bu durum habitat yıkımlarına da yol açacaktır. Kısacası yaşanılır bir çevrede oturma / konaklama imkânları her canlı için daralmakta ve daha da daralacaktır.
Şiddetli aşırı hava olayları nelerdir?
Rüzgâr, nem, yağış gibi meteoroloji ile ilgili olan olaylar hava olayı olarak tanımlanır. Biraz daha detaylandırılırsa; sis, gök gürültüsü, tayfun, fırtına, kasırga, çiy, kırağı ve hortum karşılaştığımız hava olaylarıdır. Olağan mevsimsel durumun dışına çıkma ne anlam ifade eder? Doğanın ritminin bozulması anlamına gelir. Küresel ısınma kışların daha ılıman, yazların ise daha sıcak olmasıdır. Artık hep en sıcak yaz, en sıcak kış rekorları kırılmaktadır.
Küresel ısınma nedeniyle buzulların erimesi, deniz seviyesinin yükselmesi ötesinde, yeryüzünde büyük miktarlarda su kütleleri buharlaşıp atmosfere karışıyor ve sıcaklık-basınç farkından dolayı şiddetli rüzgârlar meydana geliyor. Bu aynı zamanda şiddetli yağmurlar, fırtınalar, kasırgalar ve tsunamiler demektir. Doğal dengenin bozulması, doğal korumanında bozulması demektir. Binlerce yılda oluşmuş eko sistemin bozulması yer küredeki yaşamın tehdit altında olmasını ifade eder. Anda durum budur.
Kuraklık/çölleşme nem miktarının geçici dengesizliği, su kıtlığı, aşırı sıcaklar, şiddetli rüzgâr ve düşük nem miktarının varlığı ne anlama gelir?
Hava ne kadar sıcak olursa, toprak ve su o oranda ısınır, sonuçta bu su da buharlaşma ve toprak nem kaybıdır. Kuraklık ve çölleşme başlar. Su buharlaşır, buharlaşma miktarı ne kadar fazla olursa yağmurun şiddeti o kadar fazla olur. Daha sık sel felaketlerinin kapımızı çalması bundandır. Bir taraftan sel felaketleri yaşanırken, diğer taraftan onun ikizi olan kuraklık hayatı bezdirir. Çünkü su hayattır, canlı yaşam susuz var olamaz.
Aşırı hava olaylarının nedeni adının üstünde olduğu gibi “küresel ısınma”dır. Kuruyan toprak çölleşir. Bugün gezegenimizde kara parçalarının %30’u çölleşme tehdidi altındadır. Türkiye toprağının %65’i çölleşme sorunu ile karşı karşıyadır.
“Her yıl dünyada en verimli üst kısmından olmak üzere 24 milyar ton toprak erozyon ile taşınmaktadır. Çölleşen alanın boyutu yıllık 6 milyar hektardır. Dünyada 10 milyon insan çölleşme sonucu ekolojik göçmen konumuna düşmüştür” (Vikiepedia)
Yakın gelecekte eğer gerekli önlemleri almaz, arazi planlarını buna göre yapmaz ve iklim değişikliğini önlemeye yönelik tarımsal üretim biçimlerini benimsemezsek, tüm dünya ile birlikte ülkemizde de ciddi şekilde gıda güvenliği sorunları yaşayacağız. Yani bugün yaşanmakta olan beslenme sorunu daha ciddi sonuçları doğuracaktır.
Ekolojik denge insan, bitki ve hayvan gibi canlı organizmalar ve bunların çevreleri ile arasındaki denge ne anlama gelir? Ekosistemin bozulması zincirleme tüm doğal dengeyi etkiler mi? Evet!
Doğanın kendine has bir diyalektik yasası vardır. Doğadaki her olay birbiriyle ilintilidir. Olaylar birbirini etkiler ve aynı zamanda birbirini tetikler. Zincirin halkalarından birindeki aksama veya kopma, diğer deyimle nicel birikimlerin nitel sıçramalara yol açması zorlu durumlar yaratır. İşte küresel ısınmanın oynadığı rol de buna benzer. Ekolojik denge bir bozuldu mu, durmak bilmeyen bir yıkım süreci başlar. Çölleşen alanlardan canlı göçleri birbirini izler. Bu süreçler artarak devam etmektedir.
Mesela canlıların gıda ihtiyacının karşılanmasında önemli rol oynayan topraklar, yanlış tarımsal uygulamalar, endüstriyel ve evsel atıkların kullanımı gibi nedenlerden ötürü gün geçtikçe daha fazla kirlenmekte ve bu kirlilik toprak ekosistemine zarar vermektedir. Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Örgütünün (FAO) verilerine göre, yerküredeki toprakların yaklaşık üçte biri bozulmuştur. Aynı raporda erozyon ve yanlış tarımın 3,2 milyar insanı etkilediği bilgisi de yer yer almaktadır. Ayrıca insanların doğa üzerindeki madencilik, tarım, ağaç kesme ormansızlaştırma gibi faaliyetleri sonucu ekosistemdeki bozulma zincirleme bir hızla ilerlemektedir.
Biyo çeşitlilik ve arılar – ekosistem içindeki tüm canlı türlerin çeşitliliği ne demektir?
Ünlü fizikçi Albert Einstein “Arılar olmasa insanlık ancak 4 yıl yaşayabilir, bitki olmaz, hayvan olmaz, sonunda da insan olmaz” derken çok haklıydı.
Biyolojik çeşitliliktir doğal dengeyi ayakta tutan. Canlılar organizmalar arasındaki farklılıklardır türlerin çeşitliliği. Birbirini besleyen bu çeşitlilik ekosistemdeki dengeyi sağlar. Örneğin yılan bulunduğu ekosistemdeki fare ve kurbağa gibi türler ile beslenir. Böylece fare ve kurbağa popülasyonlarının aşırı artışı engellenmiş olur.
Doğada bulunan bitkiler erozyonu önler ve toprağın verimliliğini artırır ve doğadaki hayvanların bir kısmı için beslenme aracıdır. Aynı zamanda doğada bulunan bir kısım hayvanlar diğer hayvanların beslenme ve barınma gibi ihtiyaçlarını giderir. Böcekler bitkiler üzerinde tozlaşmaları sağlar. Bu da bitki örtüsünün devamlılığının sebebidir. İşte insan denilen yaratık bu doğal dengeye en fazla zarar veren konumdadır. Bugünkü konumu kapitalist sistem; aşırı üretim ve tüketimle sağladığı aşırı kar hırsı ile her gün durumun iyice kötüleşmesini körüklemektedir.
Mevcut doğal dengenin ve eko sistemin korunmasını arzu eden herkesin önceliği meselenin kaynağını bilmesidir. Elbette problemin temelinde yatanı bilmek yetmez, o temele vurmakta gereklidir. Kapitalist sisteme vurmadan, onun yıkılmasına katkı sunmadan eko sistemin korunmasını da sağlayamayız.
Sürdürülebilir üretim ve çeşitliliğin devamlılığı ne demektir?
Bu gelecek nesillerin yaşam alanlarını daraltmayan üretim faaliyetidir. Sürdürülebilirlik kavramın çevresel, ekonomik ve toplumsal boyutları birlikte ele alınmak zorundadır. Zaten insan eliyle doğaya verilen zararın sınırlanmasının ilk basamağı üretimdir. Kapitalist sistemde üretim faaliyetinin temel dürtüsü azami kâr olduğundan çevresel ve toplumsal boyutlar burjuva sınıfın çıkarlarına göre ayarlanmıştır. Örneğin enerji üretiminde kömür kullanımının çevreyi kirlettiği ve üretim faaliyeti içindeki emekçilerin sağlığını tehdit ettiği bilindiği hâlde tedbirlerde cimri davranılır. Sınıfsal çıkarlar toplumsal çıkarların önüne geçer. Kapitalist ekonominin egemen olduğu günümüzde kanun yapıcılar öncelikle burjuva sınıfın çıkarlarını gözetmeyi birincil vazife olarak görürler. Mesela bugün T.C. devletini yönetenler kömür bazlı termik santrallerde filtre sorununu ele alırken 2019 Aralık ayında Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 2,5 yıl erteleme talebini veto etti. Veto gerekçesinde “Ülkemizin enerji ihtiyacının karşılanması zarureti, insan sağlığı ve çevrenin korunması amacının önüne geçmemelidir” demişti. Bu aslında görünürde çevreci bir gerekçelendirme idi. Fakat aradan geçen 2 yıl 4 aydan beri (Mart 2022) veto edilen yasaya rağmen termik santral işletmeleri “Geçici Faaliyet Belgesiyle” harıl harıl çalışmakta ve zehirlemeye hâlâ devam etmektedirler.
Enerji üretiminde fosil yakıtlara öncelik verirseniz, asla çevreye zarar vermeme anlamında sürdürülebilir bir üretim yapamazsınız. Özellikle de kömür kullanarak bu iş hiç olmaz.
Sürdürülebilirlikte temel prensip çevre ve doğada var olan kaynakların tükenebilir olduğunu kavramaktır.
Sürdürülebilirlik, çevreye zarar vermeden, toplumu refaha kavuşturacak ekonomik büyüme demektir. Maalesef kapitalist sistemde çevreye zarar vermeden bir ekonomik büyümeden söz edemeyiz. Temel alınan toplumun refahı değil, burjuvazinin kâr hırsıdır. Büyüyen ve zenginleşen hep burjuvazidir. Büyük insanlığın yerlerde sürünmesi, burjuva sınıf devletlerin umurunda değil.
Sürdürülebilirlik, sağlık, hayat ve eğitim kalitesinin tüm toplumlar için tatmin edici bir düzeye ulaşması olarak kavrandığında durum burjuvazi açısından cennet misalidir. Ama “büyük insanlık” cehennemi yaşar, bu hiç te önemli değildir.
Sürdürülebilirlik, insan ilişkilerinin zenginleştirilmesi güçlendirilmesi olarak ta görülebilir. Ama gel gör ki Korona şartlarını bile burjuvazi kendine yontmuştur. Bırakalım insan ilişkilerinin zenginleşmesi ve daha da sosyalleşmesini, bireysellik daha da körüklenmiş, “her koyun kendi bacağından asılır” zihniyeti toplum içinde daha fazla yer bulmuştur. Toplumsal dayanışma köreldikçe körelmektedir.
Elbette teknolojide gelişme sürdürülebilirlik konusunda geleceğe umutla bakabilmeyi sağlamış ve sağlamaktadır. Örneğin temiz enerji elde etme, kullanılan bir metanın yeniden kullanımı (Recycling) geri dönüşümü vb. gelişmeleri hayatımıza katmıştır. Ama burjuvazi bu alanda da kontrolü elinde tuttuğu için çok cimri davranmaktadır. Bu davranışı sınıf çıkarları gereği olduğunu anlamak sorunun nihai çözümünde bir ileri adım daha atmak demektir.
Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) ve raporları bizlere neler anlatıyor?
Önce IPCC nedir sorusuna kısa bir cevap verelim. Hükümetler arası İklim Değişikliği Paneli’nin kısaltılmış hâlidir. 1988 yılında BM bünyesinde Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP)’nın, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyo-ekonomik bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi için oluşturulmuştur. Her 5-7 yılda bir değerlendirme ve raporlar sunar.
- Değerlendirme Raporu’nda, iklim değişikliğinin “büyük ihtimalle (%90 ihtimalle)” insan faaliyetleri kaynaklı olduğunu belirtmiştir. 5. Değerlendirme Raporu’na göre, “1951-2010 dönemindeki küresel ortalama yüzey sıcaklıklarındaki artış, kesin olarak (%95-%100 ihtimalle) insan etkinliklerinden kaynaklandı”ğı (https://www.wwf.org.tr) sonucu açıklanmıştır.
- Değerlendirme Raporu’nda öne çıkan noktalar:
* Sıcaklık 1901-2012 döneminde yaklaşık 0,9°C’lik bir artış göstermiştir
* Karbondioksit (CO2), metan (CH4) ve diazotmonoksit (N2O) gazlarının sera efekti 800 bin yıllık dönemde hiç olmadığı kadar yüksek bir düzeye yükselmiştir.
* Grönland ve Antarktik buz kalkanları geçen 20 yıllık dönemde kütle kaybetmektedir
* Okyanuslar atmosfere salınan insan kaynaklı karbonun yaklaşık %30’unu emmiş ve bu da okyanusların asitlenmesine yol açmıştır.
* Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21. yüzyılın sonuna kadar, biri dışında tüm yeni IPCC senaryolarına dayanarak olasılıkla sanayi öncesi döneme göre 1,5°C’yi ve iki yeni senaryoya göreyse 2°C’yi aşacaktır.
* Küresel yüzey sıcaklığı değişikliği, 21. yüzyılın sonuna kadar, biri dışında tüm yeni IPCC senaryolarına dayanarak olasılıkla sanayi öncesi döneme göre 1,5°C’yi ve iki yeni senaryoya göreyse 2°C’yi aşacaktır. (https://www.wwf.org.tr)
Daha bir dizi değerlendirmeler IPCC raporlarında yer almaktadır. Bu kuruluşun da burjuvazinin kontrolünde olduğunu düşünürsek (mevcut hükümetler temsilci atamaktadır) birçok önemli bilginin açıklanmadığını da düşünebiliriz.
COP21-26 Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansları hangi sonuçları doğurdu?
COP, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferanslarıdır. Bugüne kadar 26 konferans yapıldı. COP26, 31.10.2021-12.11.2021 tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow şehrinde yapıldı ve 14 gün sürdü. Bu konferans ile ilgili YDİ ÇAĞRI Sayı 206 söylediklerimiz şöyle idi:
“COP26 İklim Zirvesi’nden şimdiye dek bu başlık altında yapılan bütün zirvelerde olduğu gibi boş gevezeliklerden başka bir şey çıkmadı. Çıkmaz da çünkü bu benzer zirveler (siz hep zırvalar anlayın) kapitalist sistemin kontrolünde. Kapitalizm kendi mezarını kazmayacağına göre, bu ve benzer zirveler “blah blah blah”ın, boş gevezeliklerin fazla ötesine geçemeyecektir.
Küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlamak. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini 1994 yılında imzalayan ülkeler, her yıl farklı ülke/şehirlerde toplanıyor. “Conference of Parties” (COP) Taraflar Konferansı, yani 1994 sözleşmesini kabul eden tüm tarafların katıldığı bir konferans anlamına geliyor. Zirvelerin ilki 1995 yılında Berlin’de gerçekleşti. O gün bugündür bu küresel ısınmayı 1,5°C ile sınırlamak işi konusunda ciddi hiçbir adım atılmadı. Sonuç yine hüsran, vergilerden beslenenlerin boy gösterisi devam ediyor. Gezegenimizin kirlenmesi devam ediyor.” (Detaylı değerlendirmemizi okumak isteyen ydicağrı.com çevre bölümüne göz atabilir.)
Dert üretilen zararlı sera gazlarının miktarını azaltmak ise bunun fosil enerji kaynaklarını kullanmakla mümkün olmadığı gerçeği ortadır. Alternatif olarak rüzgâr ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kullanımını artırmak zorunluluk arz etmektedir.
Yenilenebilir enerji nedir?
Güneş enerjisi, rüzgâr enerjisi, biokütle enerjisi, jeotermal enerjisi, hidroelektrik enerjisi, hidrojen enerjisi, dalga enerjisi gerçekten iklim krizinden çıkış yolunu gösteren yenilenebilir enerji kaynaklarıdır. Bu enerji kaynakları rölatif temiz olmalarının yanı sıra sürdürülebilirlik konusunda da geleceğe umutla bakmamızı sağlayan enerji kaynaklarıdır.
Güneş enerjisi, güneş panelleri aracılığıyla güneşten dünyaya gelen ışınların toplanması ve bu ışınların taşıdığı enerji ile elektrik ve ısı enerjisi elde edilmesi olayıdır. Kurulum bir kere sağlandı mı, gerisi geliyor. Güneşten enerji elde etmek hem ucuz hem temiz ve hem de milyonlarca yıl “tükenmez” bir yenilenebilir enerji kaynağıdır. Bu yenilenebilir enerjideki esas sorun enerjiyi depolama sorunudur. Elde edileni hidrojen enerjisine dönüştürdüğümüzde depolama sorunu da teknik olarak hâl olabiliyor. Ama bu büyük yatırım gerektiriyor. Burjuvazi anda fazla kâr sağlamadığından bu alana yatırımı uygun görmüyor. Çünkü anda fosil kaynaklara yaptığı yatırım (petrol misali) daha fazla kârlıdır. Yukarda sıkça belirttiğimiz gibi egemen sınıflar için andaki maksimum kâr önemlidir. Üretim araçları onların mülkiyetinde olduğu sürece bu durum fazla değişikliğe uğramaz.
Geçerken dikkat çekmek istediğimiz bir diğer enerji kaynağı da atom/nükleer enerji kaynağının insanlık açısından bugün büyük tehlike arz ettiği gerçeğidir. İnsanlığın andaki bilgi birikimi atom enerjisinin tehlikesiz kullanacak durumda değildir. Herhangi bir kaza anına karşı sigortamız yoktur. Atom artıklarını tehlikesiz bertaraf edecek durumda değiliz. “Temiz enerji” olduğu gerekçesiyle yeniden gündeme getirilen, atom lobicileri tarafından övülen atom enerjisi, bugün uzun vadeli tehlikeleri göz önüne alındığında, hiçbir şekilde alternatif değildir.
İklim krizinden nihai çıkış yolu var mı?
Elbette var. Kısa ve uzun vadeli yapılacak işler vardır. Önce kısa vadeli yapabilecekler:
Fosil yakıtlar yer altında kalmalı, fosil yakıt kullanımından en kısa zamanda vazgeçilmelidir.
Metan emisyonları durdurulmalı.
Hayatın her alanında yenilenebilir enerjiye geçilmeli.
Orman tahribatının önü alınmalı.
Sera gazlarını atmosfere yayılımı durdurulmalı, sera gazı üreten tesislere filtre donanımı zorunlu olmalı, bunda da en gelişmiş teknoloji kullanılmalı.
Tarımda sentetik gübre ve zehir kullanımı sınırlandırılmalı, özellikle pestisit içeren tarımsal ilaçların kullanımında sınırlama getirilmesi, daha fazla organik tarıma yönlenmeli ve daha az kırmızı et tüketilmeli.
Daha az seyahat daha fazla toplu taşıma kullanımı.
Temizlikte daha az deterjan kullanımı vs.
Yukarda sıralananlar kimi reform talepleridir. Mevcut sistemler ortadan kaldırılmadan da ileri sürülecek taleplerdir. Ama hayat bizlere gösteriyor ki, sorunun nihai çözümü iktidar sorunu ile ilintilidir. Bu da sınıflar arası mücadele alanına girer.
Uzun vadeli olarak iklim değişikliğinin ve krizinin andaki esas sorumlusu, kapitalist sistemin varlığının nedeni olan burjuvazinin üretim araçları üzerindeki mülkiyet hakkı elinden alınmalıdır. Üretim araçları toplumsallaştırılmadan azami kâr hırsına son vermek mümkün değildir. Daha açık izah tarzı ile burjuva egemenliğine son vermek zorunludur. O zaman ihtiyaca göre üretim, daha az tüketim örgütlenebilir. Doğal kaynakların kullanımı sınırlandırılabilir. Gelecek nesillerin hakkı ipotek altına alınmaz, doğa ile uyum içinde onun kurallarına göre bir yaşam tarzı örgütlenebilir. Bunun için SOSYALİZM tek alternatiftir. SOSYALİZM ile iklim krizinden nihai olarak kurtulmanın yolu açılır.
Nisan 2022