Bir yandan derinleşen krizin yıkıcı ve yoksullaştırıcı etkileri, diğer yandan yaklaşan seçimler ve anketlere yansıyan AKP’nin oy oranlarındaki düşüş, işçilere, emekçilere ve Kürt ulusuna yönelik saldırıları pervasızlaştırıyor. Bugün Türkiye’de yaşayan işçi ve emekçiler sermayenin, başta ekonomik, politik ve ideolojik olmak üzere çok yönlü ağır bir saldırısı altındadır.
Burjuvazi ortaya çıkmasını engelleyemediği ekonomik krizi; fiyat artışları, işsizlik ve vergiler yoluyla işçi ve emekçilerin sırtına yüklüyor. Maliye Bakanı Nureddin Nebati, izlenen bu politikayı, aldıkları önlemlerle dar gelirliler (işçi ve emekçileri kastediyor) hariç herkesin zenginleştiğini söyleyerek itiraf etti. Yükselen enflasyon, reel ücretlerdeki düşüş sağlanarak kriz sonrası yatırıma ve yüksek kâra dayalı büyümenin zeminini hazırlıyorlar.
Bu ekonomik saldırıya giderek şiddetlenen ve yaygınlaşan bir politik saldırı eşlik ediyor. Hak aramaya yönelik en küçük eylemler, gösteriler devlet müdahalesiyle bastırılıyor. Aşırı yoksullaşmanın barındırdığı potansiyel tehlikenin yol açabileceği patlamaları önlemek için her yöntemi kullanıyorlar. İşçi ve emekçiler seçim tartışmalarıyla oyalanıyor. Bir önceki seçimin hemen ertesinde burjuva muhalefet tarafından başlatılan zamanında, erken, ya da baskın seçim söylemiyle kitlelerin öfkesi ve enerjisi kontrol altına alınıyor. Her gün birbirlerine küfreden burjuva hükümet ve muhalefet, seçim tartışmalarıyla işçi ve emekçileri hak aramaktan ve eylemden uzak tutmakta birleşti. Hükümet sokağa çıkanları polis copu ve hapishaneyle, muhalefet provokasyona gelmekle tehdit ediyor.
Protestolara yol açabileceği hesaplanarak, büyük kitlelerin bir araya geldiği festivaller yasaklanıyor, futbol müsabakalarında güvenlik tedbirleri artırılıyor, kentlerin büyük meydanları abluka altına alınıyor. Diyanet bu seferberliğe şükür seanslarıyla katılıyor. Suriye ve Irak’ta Kürtlere karşı savaş ve olağanüstü hal ilanı yedekte tutuluyor. Egede savaş senaryoları sürüme sokuluyor. Erdoğan alınan bu önlemlerle krizin sosyal etkilerini denetim altına aldıklarını söyleyerek burjuvaziyi teskin etmeye çalışıyor.
İktidar bloğu, seçim stratejisini elinde bulundurduğu ekonomik, politik ve ideolojik güç üzerinden kurarken, muhalefet bloğu ise seçmende gelenekleşmiş, sosyalist cenahın bile daha iyi örgütlenme koşulları getireceği varsayımıyla benimsediği, “kötünün iyisini seçme” alışkanlığına güveniyor.
Sermaye ve onun devletinin bütün bunları yapabilmesinin temeli sermeyenin güçlülüğü değil, işçi ve emekçilerin andaki güçsüzlüğüdür. Vaatler, baskı ve terörle kendi çıkarlarına yabancılaştırılan, işçi ve emekçilerdir. İşçi ve emekçilerin geriliği ve bölünmüşlüğüne dayalı bu güçsüzlüğü, karşı tarafı yani sermaye ve onun devletini ayakta tutuyor.
Ama kriz ve yoksulluk sermayenin lehine kurulu bu dengeyi bozuyor. Sermaye ve devletin işçi sınıfı ve emekçiler üzerine kurduğu ideolojik ve fiziki şiddete dayalı korku yavaş ta olsa dağılıyor. Son dönemde artan protestolar, işçi direnişleri, doğal yaşamı korumaya yönelik direnişler, kadınların taciz ve katliamlara yönelik eylemleri, eşitlik mücadeleleri, gençlerin özerk bilimsel üniversite ve barınma hakkı mücadeleleri, köylülerin doğanın yıkımına karşı yürüttükleri yaşam hakkı mücadeleleri, yoksul ve küçük köylülerin emeklerinin hakkını koruma mücadeleleri, işsizliğe ve hayat pahalılığına karşı gittikçe büyüyen öfke, yaşam tarzına müdahalelere itirazlar bütün bunlar düzenin altında patlayıcı yığınının, patlamaya hazır bir enerjinin büyüdüğünü gösteriyor.
Ancak tekil ya da grupsal eylemler, biriken bu enerjiyi büyütmüyor, tersine çoğu durumda bu tür eylemler, güç ve enerji kaybına yol açıyor. Nesnel olarak büyüme eğilimindeki bu öfke ve enerjinin tekil ve grupsal eylemlerin tıpkı, küçük derelerin birleşerek coşkun bir nehir haline gelmesi gibi, ülke çapında etkili ve yığınsal eylemlere dönüştürülmesi gerekiyor. Bu konuda asıl sorumluluk devrimci ve komünist hareketlere düşüyor. Ama bunun için devrimci ve komünist hareketlerin bu sorumluluğu üstlenecek bir bakış açısına sahip olmaları, ilk başta kendilerini birleşik bir güç olarak örgütlemeleri gerekiyor. Yani örneğimizden hareket edersek, önce daha bilinçli ve örgütlü güçlerin küçük nehrini oluşturmak gerekiyor. Ancak böyle davranarak ülke çapında birleşik eylem sonuç alıcı bir güce dönüştürülebilir.
Çıkış yolu işçi sınıfının, emekçilerle birliği ve mücadelesidir. Mücadele ederek, örgütlenerek, birleşerek, kapitalist sistemde çalışma ve yaşama şartlarımızı daha da iyileştirebiliriz ve kapitalizme karşı sonsal mücadeleye güçlü bir biçimde hazırlanabiliriz.
Bu hiç hayal değildir. Yeter ki gücün bizde olduğunu kavrayalım, birleşelim, örgütlenelim.
Örgütlü gücün karşısında, hiçbir kuvvet duramaz!
Çalışma ve yaşama şartlarını iyileştirmek için işçileri, emekçileri şu acil talepler için mücadele etmeye çağırıyoruz:
- Sınırsız toplantı, gösteri ve basın özgürlüğü!
- Devrimci demokrat siyasal tutukluklara özgürlük!
- Kürt sorunu Kürt ulusunun ayrılıp ayrı bir devlet kurma hakkının sağlanmasıyla köklü bir çözüme kavuşur. Bugün Kürt siyasal hareketlerinin savundukları demokratik özerklik/federasyon talepleri sorunun bu köklü çözümü doğrultusunda ileri doğru atılmış reformcu bir adım olarak desteklenmelidir.
- Irkçılığın yasaklanması, silahlanmaya son verilmesi,
- Asgari ücretin devletin işverenlerle belirlediği bir ücret tabanı olmaktan çıkartılması, işçi örgütleriyle işveren arasında grevli toplu sözleşme yöntemiyle belirlenmesi. Ücret tabanının dört kişilik bir ailenin yoksulluk sınırının üzerinde belirlenmesi ve her üç ayda bir enflasyon oranı dikkate alınarak yenilenmesi,
- Sendika seçme özgürlüğü, sendikalaşmayı zorlaştıran tüm sınırlanmaların kaldırılması, memur statüsündeki işçilere, polis ve askerlere grevli toplu sözleşme hakkının verilmesi,
- Grevlerin pratik uygulanması üzerindeki kısıtlamaların kaldırılması, dayanışma grevi ve politik genel grev üzerindeki yasakların kaldırılması,
- İşsizlik sigorta fonu yönetiminin sendikalara devredilmesi. İşsizlik ücretinin işsiz kalınan süre boyunca ücretin yarısından az olmayacak ölçüde belirlenmesi,
- Kod 29 sayılı maddenin kaldırılması, iş sürecinde işçi ve işveren arasındaki anlaşmazlıkların işçi ve işveren temsilcilerinin eşit katılımının sağlandığı bir kurul tarafından çözülmesi,
- İşçi memur ayırımının kaldırılması, taşeron sistemine son verilmesi,
- Eşit işe eşit ücret! Ücretlerde kadın erkek eşitsizliğinin ortadan kaldırılması. Kadın işçi ücretlerinin derhal artırılması,
- Ev işinin ücretlendirilmesi, asgari ücretten düşük olmayacak ev işi ücretinin patronlar ve devlet tarafından ödenmesi,
- Kadınlara yönelik her türlü ayırımcılığın taciz ve tecavüzün ağır ceza kapsamına alınarak en yüksek cezalarla cezalandırılması,
- 20 kişiden fazla kadın işçinin çalıştığı işyerlerinde ücretsiz kreş zorunluluğu, 0-5 yaş arasında çocukların beslenme ve hijyenik ihtiyaçlarının ücretsiz karşılanması,
- Konut kiralarının ücretlerin %30’unu, elektrik, doğalgaz ve su giderlerinin %15’ini geçmeyecek biçimde düzenlenmesi,
- Tarımda yoksul, küçük ve orta köylülerin tarla ipoteklerinin kaldırılması, borçların silinmesi, bu kategorideki köylülerin kendi kooperatiflerini kurmalarının önündeki engellerin kaldırılması, tarımsal desteğin, kredi, makine, tohum ve mazot vb. bu kooperatifler vasıtasıyla sağlanması,
- Kır işçileri, işçi sınıfının en örgütsüz, düşük ücretli, en ağır koşullarda çalışan kesimini oluşturuyor. Gündelikçi tarım işçileri hem örgütsüzlük hem de ücret ve çalışma ve yaşam koşulları açısından kır işçilerinin en alt kesimini oluşturuyor. Bir tarafta patronlar diğer tarafta dayı başlarının baskı ve sömürüsü altında sefil yaşamlarını sürdürmeye çalışıyorlar. Tarım işçileri ve gündelikçi işçilerin tüm örgütlenme ve sendikal hakları tanınmalı, yaşam koşulları iyileştirilmeli, ücretleri ortalama işçi ücretlerinin üzerinde belirlenmelidir.
- Herkese nitelikli sağlık hizmetine parasız ulaşma hakkı. SGK’nın devlet ve işçi temsilcilerinin eşit temsil edildiği bir kurul tarafından yönetilmesi, özel hastanelerin ve kliniklerin kapatılarak SGK’ya devredilmesi. Sağlık kurumlarının (Hastaneler vb.) tüm sağlık çalışanların katıldığı seçimlerle oluşturulan senatolar tarafından yönetilmesi, başhekimlerin bu kurum tarafından seçilmesi,
- Özel eğitim kurumlarının kapatılması, eğitimin her aşamada parasız olması, eğitim programlarının öğrenci, aile birlikleri ve akademisyenlerin temsil edildiği eğitim şurası tarafından belirlenmesi,
- Lise ve üniversite öğrencilerinin örgütlenmesinin önündeki bütün engellerin kaldırılması,
- Özel Üniversitelerin öğrenci, öğretim üyeleri ve diğer çalışanların katılımıyla seçilen Üniversite Senatoları tarafından yöneltilmesi, rektörlerin bu kurumca seçilmesi,
- Özel ve vakıf öğrenci yurtlarının kapatılması, yurtların öğrenci ve çalışanların seçimle belirlediği bir kurul tarafından yönetilmesi, yurt ücretleri ve beslenmenin devletçe karşılanması,
- Doğal dengeyi bozan her türlü kapitalist tahribata, yer altı ve yer üstü kaynakları üzerindeki kapitalist yağmaya son verilmeli, sermayenin rant ve enerji ihtiyacının karşılanması adına yoksul köylülerin yaşam hakkını yok eden doğaya yönelik her türlü tahribat durdurulmalıdır.
- Dinlerin, mezheplerin birbiri karşısında üstünlüğüne dayalı her türlü dinsel ayrıcalık ve baskıya son verilmeli, okullardan dini müfredat, devletin resmi dininin temsilcisi diyanet lağvedilerek, her dini grubun kendi işlerini kendi içlerinde, açıklık ilkesine bağlı kalarak halletmeleri sağlanmalı,
- Savaş ve yoksulluk nedeniyle kendi ülkelerini terk etmek zorunda kalan işçi ve emekçilere yönelik her türlü ırkçı ve ötekileştirici söylem ağır cezalarla cezalandırılmalı, bu kategorideki göçmenlere vatandaşlık hakları verilmelidir.
Yukarda sıralanan, yenilerinin eklenmesiyle daha da zenginleştirilebilir olan bu acil istemlerin bir çoğu Türkiye de dahil hemen tüm burjuva devletlerin anayasa ve yasalarında yazılıdır. Ancak bu yasalara burjuva devletler genellikle işlerin iyi gittiği dönemlerde kısmen de olsa uyarlar. İşler kötüleştiğinde yani kriz patladığı ve pazarlar daraldığında yasaların, ya yazılışlarında ama ile başlayan kısıtlamalar yürürlüğe girer, ya da güvenliğin sağlanması adı altında değiştirilirler.
Yukarda yer alan acil istemlerin mücadeleyle kazanılması işçi sınıfının mevcut durumunda bir iyileşme sağlasa da köklü bir değişikliğe yol açmaz. Ayrıca sağlanan iyileşmeler ise çoğu zaman geçicidir. Bu bir kısır döngüdür. İşçi sınıfı mücadele ederek haklar kazanır, bu haklar burjuvazini yeni bir ekonomik ve politik saldırısıyla, deyim yerindeyse kuşa çevrilirler.
O halde işçi sınıfının durumunda köklü bir değişime yol açmayacak olan bu mücadele neden gereklidir?
Komünistler için burjuvazinin işçi sınıfı üzerindeki diktatörlüğü olarak burjuva devlet açık ve nettir. Ancak bu durum milyonlarca işçi ve emekçi için açık ve net değildir. Kapitalist toplumda baskı ve sömürü altındaki geniş yığınlar devrimci bir altüst oluştan geçmeksizin içinde debelendikleri çelişkilerden, onları düzene bağlayan kör güçlerin etkisinden, gelenek ve alışkanlıklardan arınamazlar. Bu arınma ancak kitlelerin kendi öz talepleri doğrultusunda, kendi örgütleriyle yürüttükleri mücadele ile gerçekleşebilir. İşçiler, ancak hak ve çıkarlarını koruma mücadelesi içinde gerçek bir sınıf kimliğine kavuşur. Kendini ve düşmanı bu mücadeleler sırasında tanır; birleşme ve dayanışma bilinci bu mücadele sırasında gelişir; siyasal mücadelenin zorunluluğunu bu mücadelelerden geçerek kavrar ve farklı mücadele biçimlerine yönelme gereksinimini bu alanda öğrenir. Ayrıca bu mücadele olmadan sınıfı kurtuluşa taşıyacak sınıf partisinin işçi sınıfının başta en ileri kesimleri olan işleri işçiler olmak üzere sınıfın kitlesiyle birleşemez, devrimci hazırlık görevini yerine getiremez.
Öte yandan işçi sınıfının burjuva sınıf karşısında sınıf olarak davranma yetisini geliştiren ve onun devrimci hedefleri kavramasında yardımcı olan hak ve özgürlükler mücadelesi ne ölçüde başarılı olursa olsun, sisteme karşı yürütülen doğrudan iktidar mücadelesine bağlanamadığı durumda, başarısız olmaya mahkûmdur. Çünkü özünde reformist olan ve bu nedenle düzen sınırları içinde kalan bu mücadeleler, kitlelerin durumunda geçici rahatlama dışında somut bir düzelme sağlayamadıkları gibi, siyasal mücadeleye bağlanamadıkları durumda hem sınıfın düzene köleliğini perçinler, hem de bu mücadele araçlarını köleliğinin araçlarına dönüştürür.
İşçi sınıfı, ancak mücadele içinde, üretimden gelen gücünü, sayısal üstünlüğünü, bilinç, örgüt ve eylemle birleştirebilirse mevcut kaostan devrimci bir çıkışı sağlayabilir. Bunun ilk adımı işçi ve emekçilerin artan burjuva saldırılar işsizlik, pahalılık, karşısında birleşmesi, toplumun tüm emekçi ve diri güçlerinin bir cephe etrafında birleşmesidir. Bugünkü ideolojik savrulma, politik güçsüzlük ve örgütsel dağınıklık içinde komünistlerin önündeki temel görev işçi sınıfının devrimci müdahale gücünün örgütlenmesi olarak nettir. Bu görevin önündeki engeller büyüktür, ama aynı ölçüde olanaklar da vardır ve artmaktadır.
Ekim 2022
SÖZ VE EYLEM, YENİ DÜNYA İÇİN ÇAĞRI