Emek ve Özgürlük İttifakı bileşeni partiler, kurumlar 25 Ağustos’ta ittifak kurduklarını kamuoyuna açıkladılar. Görüşmelere dâhil olan kurumlar içinde yer alan Halkevleri, son aşamada ittifakın seçim odaklı bir daralmaya doğru gittiğini belirterek ittifaktan ayrıldı.
Emek ve Özgürlük İttifakı (EÖİ) 24 Eylül 2022’de, Haliç Kongre Merkezi’nde gerçekleştirdiği kitlesel etkinlikle kuruluş deklarasyonunu ilan etti.
İttifakı oluşturan parti ve kurumlar şunlar: Emekçi Hareket Partisi (EHP), Emek Partisi (EMEP), Halkların Demokratik Partisi (HDP), Sosyalist Meclisler Federasyonu (SMF), Türkiye İşçi Partisi (TİP), Toplumsal Özgürlük Partisi. (TÖP)
EÖİ’nın deklarasyonu üzerine ayrıntılı durmayacağız. Sadece önemli bulduğumuz noktalarda tavır takınmakla yetineceğiz.
Başkanlık sistemi mi, parlamenter sistem mi?
EÖİ önüne “önümüzdeki dönemin acil görevi” olarak “tek adam yönetimini sonlandırma”yı koyuyor. “Tek adam sistemini ayakta tutan, besleyen tüm kurum, mekanizma ve bağımlılık ilişkilerini değiştirmek öncelikli amaçlarımızdandır.”
“Tek adam yönetimini sonlandırma”yı sadece EÖİ savunmuyor. Burjuva muhalefet (CHP, İP, DEVA, GP, SP, DP vd.) de savunuyor.
Burjuva muhalefet “Tek adam rejimi” olarak gördüğü “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne karşı ne olduğunu ve nasıl geçileceğini hala açıklayamadıkları “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” alternatif olarak savunuyor.
EÖİ içinde belirleyici güç olarak yer alan HDP’de burjuva muhalefetin peşinde kendisinin de “güçlendirilmiş parlamenter sistem”den yana olduğunu açıklıyor.
2018 genel seçimlerinden bu yana ülkelerimizde “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” adı verilen “Türk Tipi Başkanlık Sistemi” uygulanıyor.
Başkanlık sistemi de, parlamenter sistem de burjuvazinin devletinin yönetim biçimleridir. İki yönetim biçimi arasında sınıfsal olarak bir fark yoktur. Burjuvazinin emekçiler üzerindeki diktatörlüğünün biçimleridir bunlar.
Ülkelerimizde burjuvazinin diktatörlüğü açık terörü esas yönetim yöntemi olarak kullanan faşist bir diktatörlüktür. Bu başkanlık sistemi öncesinde var olan “parlamenter sistemde” de böyle idi, 2018’de geçilen başkanlık sisteminde de böyle. Devletin faşist niteliğinde, yönetim sisteminin değişmesi ile değişen bir şey olmadı. T.C başkanlık sistemine geçişle faşist olmadı. Öncesinde de faşistti. Bu anlamda ülkelerimizde ne idüğü hala belirsiz “güçlendirilmiş” parlamenter sistemle, “tek adam rejimi” “başkanlık sistemi” vb. arasında yapılacak bir tercih burjuva demokrasisi ile faşizm arasında bir tercih değildir. Olsa olsa, faşizmin türleri arasında yapılacak bir tercih olur. Emekçileri böyle bir tercihe yönlendirmek, hele hele bunu “demokrasi” adına yapmak yanlıştır.
“Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”nden parlamenter sisteme geçiş o kadar da kolay değildir. Sistem değişikliği için 360 milletvekili + referandum, mecliste doğrudan anayasa değişikliği için 400 milletvekili gereklidir. Bugünden bakıldığında burjuva muhalefetin, ona eklemlenecek EÖİ ile birlikte de bu kadar milletvekili çıkarması çok az bir ihtimaldir.
Burjuva muhalefet “güçlendirilmiş parlamenter sistemi” mevcut kapitalist sistemi ve onun koruyucusu/kollayıcısı kapitalizmin hizmetkârı devleti daha iyi temeller üzerine inşa etme hedefi temelinde bir yenilik olarak pazarlamaya çalışıyor. Yeni denilen şey aslında yeni değildir. Yeni dediklerinde işçilerin, emekçilerin çıkarına hiçbir şey yoktur.
Burjuva muhalefet partilerinin hedefi sistemin ve onun koruyucusu devletin “daha iyi” “yeni” bir sistemle yönetilmesi, “güçlendirilmesidir. İronik olan “yeni” diye lanse edilen sistemin geçmiştekinden özde bir farkının olmadığı, olmayacağıdır. Türkiye Cumhuriyeti devleti tarihi boyunca hangi iktidarın hangi “sistemi” ile yönetilmiş olursa olsun kapitalist sınıfın devleti olma işlevini görmüştür. İşçilere emekçilere düşman olmuştur.
Dolayısıyla burjuvazinin yönetim biçimleri arasında tercih yapmak, kırk katır mı, kırk satır mı tercihi yapmaya benzer.
EÖİ’da “tek adam rejimi”ne karşı “güçlendirilmiş” markalı parlamenter sistemde konaklıyor.
Seçimlerin önemi
EÖİ aslında işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin bilinç ve örgütlenme seviyesini gösteren bir ölçü olmaktan başka bir işlevi olmayan seçimlere çok önem atfediyor.
Burjuvazi seçimleri sömürü sistemine halkoyuna dayalı demokratik meşruiyet kazandırmak için yapar. Seçimler yoluyla sistemin özünde hiçbir değişiklik yapılamaz. Seçimler yoluyla sınıf iktidarı değişecek olsaydı burjuvazi seçimleri yapmazdı.
Lenin burjuva parlamentarizminin gerçek özünü Marks’a dayanarak şöyle değerlendiriyor:
“Birkaç yılda bir, egemen sınıfın hangi temsilcisinin halkı parlamentoda temsil edeceğine ve ezeceğine karar vermek, sadece parlamenter meşruti monarşilerde değil, aksine en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur.” (“Devlet ve Devrim”, Lenin, s. 60, İnter Yayınları, Kasım 1995, İstanbul)
İktidar mücadelesi yürüten Cumhur ve Millet İttifakı açısından seçimler çok önemli. Çünkü 2023 seçimleri hangi burjuva ittifakın iktidara geleceğini belirleyecektir.
Burjuvazi açısından bu seçimler emperyalist dünyada değişen güç dengelerinin dayattığı yeniden paylaşım dalaşında T.C’nin yerini belirleme açısından belirleyici öneme sahiptir. Fakat işçiler emekçiler açısından bunun önemi yoktur. Bu seçimler bağlamında bugünkü güç dengesinde takınılması gereken doğru tavır; “bu seçimler egemenlerin arasındaki iktidar dalaşında, bu dalaşın taraflarının kendilerine demokratik meşruiyet kazandırmasının bir aracıdır. Biz bu oyunda yokuz. Bizsiz oynayın” şeklinde bir tavırdır. Bu seçimlerden halk için çıkacak en iyi sonuç, seçimlere katılımın en düşük seviyede ve geçersiz oyların en yüksek seviyede olmasıdır. Geçerli oy sayısının değil seçmen sayısının yarısından fazlasının seçmediği bir Cumhurbaşkanı’nın, seçmen sayısının yarısından fazlasının temsil etmeyen bir parlamentonun halk adına konuşma yetkisi yoktur. Biz bugünkü şartlarda, devrimci hareketin bu kadar güçsüz olduğu, işçi ve emekçilerin bilinç ve örgütlenme seviyesinin bu kadar geri olduğu şartlarda, bunun “gerçekçi” bir hedef olmadığını biliyoruz. Ama doğru olanı gerçekçi haline getirmenin yolu “gerçekçilik” adına hep ehven-i şerin kuyruğuna takılmaktan değil, doğru olanı ısrarla, inatla savunmaktan geçiyor!
EİÖ açıklamasında seçimler bağlamında takınılan tavır şu:
“Verilecek ortak mücadele, takınılacak güçlü ve kararlı tutum, halkın acil ekonomik taleplerinin elde edilmesi ve demokratikleşme yolunda adımlar atılmasını sağlayacak bir yürüyüş olacaktır. Bu yürüyüşün uğrak yerlerinden biri olan seçimler Türkiye için kritik bir anlam taşımaktadır. Seçim sürecinde halkın gelecek umutlarını salt sandığa bağlamadan, ancak sandığın önemini de görmezden gelmeden emek ve demokrasi mücadelesini yükselterek, bu temelde halkı seçimlerden kazanımla çıkmaya motive etmek ve seçim güvenliği için bütün tedbirleri almak ihmal edilemez bir sorumluluktur.”
Burada temel soruya açık cevap yok! Bu seçimlerde halkın karşısına Millet İttifakı, Cumhur İttifakı adı altında çıkıp oy ve yetki isteyen iki burjuva/faşist alternatif konusunda tavrınız ne? Fakat bugünkü “tek adam rejimi”ni devirmek temel sonun ve bunu isteyen güçler “demokrasi güçleri olarak görüldüğünde cevap belli. Ehveni-i şerin kuyruğuna takılmak!
Bu da demokrasi mücadelesi adına yapılıyor. Eğer saflık değilse, sahtekârlıktır bu!
Demokratikleşme nasıl olacak?
Deklarasyonun özünü Türkiye’nin demokratikleştirilmesi istemi/talebi olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır.
Demokratikleştirme kapsamında kayyum rejimine son verilmesi, yerinden ve yerelden yönetim, sınırsız sendikal örgütlenme, lokavtın yasaklanması, düşünce, inanç ve vicdan özgürlüğü, eşit yurttaşlık hakkı, barışçı dış politika, Kürt sorunun demokratik çözümü, kadınların ve LGBTİ+’ların toplumsal yaşamın bütün alanlarında eşit ve özgür olması vs. vb. öne çıkan talepler.
Bu taleplerin hemen hepsi doğru talepler. Sorun bu talepler nasıl gerçekleşecek? Ne yapılacak? “Halk egemenliğine dayanan demokratik bir düzen” nasıl kurulacak? “Halkın çıkarları (nasıl) esas” alınacak?
Deklarasyon bu sorulara cevap vermiyor. Cevap vermediği noktada kapitalist sistem yıkılmadan da bu taleplerin hepsinin gerçekleşebileceği bilinci veriliyor.
Türkiye’nin burjuva anlamda değil, gerçek anlamda demokratikleşmesi devrim ile mümkündür.
T.C devleti kuruluşundan bu yana faşist devlet olagelmiştir. Faşizmin geriletilmesi, faşizmden burjuva demokrasisine geçilmesi evet mücadele ile mümkündür. Bunun dünyada örnekleri de vardır.
Ancak burjuva demokrasisi için mücadeleyi reddetmemekle birlikte, esas halk demokrasisi için mücadele etmeliyiz. Devrimci demokratlar faşizme karşı mücadeleyi halk demokrasisi mücadelesi olarak yürütülmelidir.
Biz reformlar uğruna mücadeleyi reddetmiyoruz. Karşı çıktığımız reformlar için mücadelenin devrim mücadelesine tabi kılınmamasıdır.
İşçiler, emekçiler mücadele ederek, örgütlenerek kapitalizmde çalışma, yaşama koşullarının daha iyi olmasını sağlayabilirler. Daha fazla ücret alabilirler. Kimi haklarının olmasını sağlayabilirler.
Ancak bu yetmez!
Kapitalizm ücretli emek sömürüsüne dayanır.
Kapitalizmde işçiler, emekçiler ücretli kölelerdir.
Ücret köleliğine son vermek için kapitalizmi yıkmak gerekir.
Ücretli kölelik düzeni sürdüğü sürece işçiler, emekçiler ücretli köle olarak kalmaya devam edecektir.
Bu nedenle reform talepleri uğruna mücadeleyi, sömürü sistemini, kapitalizmi yıkma mücadelesi ile birleştirmeli, devrim mücadelesinin bir parçası olarak kavramalı, ona tabi kılmalıyız.
Reform taleplerini devrim taleplerine bağlı olarak savunmalı, mücadeleyi bu perspektifle yürütmeliyiz.
EÖİ’nın ekonomi recetesi
EÖİ “yoksulluğu ortadan kaldıracak bir ekonomik programın izlenmesini”ni öneriyor.
Ayrıca bütçe kaynaklarının halk için seferber edilmesini, zamların durdurulmasını, ücretlerin açlık ve yoksulluk sınırının üzerinde insanca yaşanacak bir düzeye çıkarılmasını, az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınmasını, acil kamulaştırmayı talep ediyor.
Kapitalizmde devlet kapitalizmi ile özel kapitalizm arasında özsel bir fark yoktur.
Kamu adı verilen devlet varlıkları, iddia edildiği gibi halkın parasıyla yapılsa da halka ait değil burjuvaziye aittir. Bu nedenle özel kapitalizme karşı kapitalist kamuculuk çözüm değildir.
Bağımsız yargı mümkün mü?
Deklarasyon “demokratik, tarafsız ve bağımsız bir yargı sisteminin kurulmasını acil bir ihtiyaç” olarak görüyor.
Sermayenin egemen olduğu kapitalizmde bağımsız yargı mümkün değildir. Kapitalizmde sonuç olarak uygulanan hukuk sermayenin hukukudur. Mücadele ile kazanılmış bir takım hakların varlığı bu gerçeği değiştirmez.
Bugün ülkelerimizde burjuva anlamda hukuk rafa kaldırılmıştır.
Yargı esasta yürütmenin emirleri doğrultusunda hareket etmektedir. Yürütme talep etmekte, yargı gereğini yapmaktadır. Lafa gelince “yargı bağımsız” olmaktadır. Lafa değil icraata bakıldığında, olan bitenin hukuk ile bir ilgisinin olmadığı, fakat guguk ile hayli bir ilişkisinin olduğu görülecektir.
Bu da yeni bir durum değildir.
Kuzey Kürdistan /Türkiye de bütün Cumhuriyet dönemi boyunca yargı her zaman doğrudan siyasi iktidar ile iç içe olmuştur.
Yasalar karşısında herkesin eşit olduğu bir durum hiç yaşanmamıştır. Yargı bürokrasisinde “dayısı” olanlar, rüşvetle işini yaptırabilenler; siyasi baskı ile işini yaptırabilenler vb. için yasalar onlara uygun bir şekilde yorumlanıp uygulanmıştır.
Maddi ve manevi işkence, mahkumiyet kararı olmaksızın uzun tutukluluk süreleri kural dışı değil, kural olmuştur. “Karakolda doğru söyler, Mahkemede şaşar” Osmanlıdan bu yana işkencenin yaygın kullanımını iyi ifade eden bir özdeyiştir.
Sanıklar bütün toplumda en baştan suçlu olarak ilan ve teşhir edilmiştir ve edilmektedir.
Davalarda yasal yollarla elde edilmiş olmadıkları açık olan “delil”ler, mahkumiyet kararlarında temel alınmıştır. vs.
Bu yüzden ülkelerimizde burjuva anlamda hukuktan söz edilemez.
Ülkelerimizde en başından bugüne kadar hukuk adına uygulanan hukuksuzluktur. Hukuk denen şey guguktur ülkelerimizde.
2. Cumhuriyet çağrısı
EÖİ deklarasyonun sonunda şu çağrıyı yapıyor:
“Çağrımız Türkiye’nin aydınlık ve demokratik geleceğini düşünen tüm kurum, kuruluş ve partilere, tek tek yurttaşlaradır. Hep beraber sorumluluk alalım. Cumhuriyetin 2. yüzyılında yangın yerine çevrilen ülkeyi ortak talepler ve birlikte mücadele anlayışıyla özgür ve demokratik şekilde yeniden inşa edelim.”
Sermayenin, burjuvazinin, egemenlerin Cumhuriyet’ini yeniden inşa etmek işçilerin, emekçilerin görevi olmamalıdır.
Onların görevi kendilerini ezen, sömüren, ayrıştıran, birbirine düşman eden, katliamlar yapan, yok sayan vb. cumhuriyeti yeniden inşa etmek değil, yıkıp yerine işçilerin, emekçilerin yöneteceği işçi emekçi cumhuriyetini kurmaktır.
Sonuç
EÖİ deklarasyonu öz itibariyle reformist bir deklarasyondur. Reformisttir çünkü kapitalizm yıkılmadan doğru olan bir dizi talebin gerçekleşmesinin mümkün olduğu bilincini vermektedir.
Reformisttir çünkü merkeze “tek adam rejimini” yıkmayı koymaktadır.
“Tek adam rejimi”ni sonlandırmak demek, kapitalizmi ya da burjuvazinin egemenliğini sonlandırmak demek değildir. Cumhur İttifakı gider, Millet İttifakı gelir. Kapitalist düzen sistem olarak değişmeden sürer. Sadece yönetenler değişir.
EÖİ seçimlere çok önem affederek, “Tek adam rejimi”ni yıkmayı acil görev görerek, Millet İttifakı’nın yedeğine düşmektedir.
Emek ve Özgürlük İttifakı en iyi halde iktidarın burjuva klikler arasında el değiştirmesinde payanda olacaktır, o kadar!
7 Ekim 2022