Ne oldu?
Maraş’ın Pazarcık ilçesinde 6 Şubat’ta saat 4.17’de meydana gelen 7.7 büyüklüğünde deprem birçok ilde yıkıma ve can kaybına sebep oldu. Depremler sonrası yaşanan kargaşa bölgeye egemendi. Saat 4.17’de insanlar uyurken yakalandılar Richter ölçeğine göre 7,7 şiddetindeki birinci depreme. Birinci depremden 9 saat sonra yine merkez üssü Elbistan olan 7,6 şiddetinde bir deprem daha meydana geldi. Kahramanmaraş/Elbistan merkezli ikinci depremin şiddeti 7,6 oldu. Birbirini izleyen yüzlerce artçı depremler yıkıntıyı daha arttırdı. 13,5 milyon insanın yaşadığı, birçok Avrupa ülkesinden daha büyük bir alanı etkileyen depremler, felakete, faciaya dönüştü.
Depremin 12. günündeki bilanço:
06.02.2023’te Pazarcık merkezli 7,7, Elbistan merkezli 7,6 Richter ölçeğinde birbirinden bağımsız iki deprem meydana geldi. AFAD Genel Müdürü Prof. Dr. Orhan Tatar, Kahramanmaraş merkezli depremlerin ardından şu ana kadar 4 bin 700 civarında artçı sarsıntının yaşandığını açıkladı.
*Bu depremler 10 ili (Maraş, Antep, Hatay, Adıyaman, Malatya, Diyarbakır, Urfa, Adana, Kilis ve Osmaniye) vurdu.
*Bu depremler Suriye’yi de vurdu. Rojava, Efrîn, İdlib, Halep, Lazkiye, Hama ve Tartus en fazla etkilenen yerlerdi.
*AFAD verilerine göre 12. gündeki can kaybı 38 bin 44, yaralı sayısı ise 108 bin 68 kişi. Ölü ve yaralı sayısı giderek artmaktadır.
*Açıklanan verilere göre,47 bin binanın yıkık, 211 bin konutun yıkıldığı söylenmektedir. Bunların 19 bininin enkaza dönüştüğü de açıklanmaktadır.
*Depremden etkilenen 10 ilde, eğitim öğretime 1 Mart’a kadar ara verildi.
*Deprem bölgesinde komple elektrikler ve doğalgaz kesildi.
*Bölgede tüm üretim durdu.
* Resmi rakama göre 35.000 profesyonel yerli kadro, 61 ülkeden 7.032 profesyonel yabancı elaman enkaz çalışmasında yüzlerce insan kurtardı.
*Depremin maddi hasarının 84 milyar dolar olarak tahmin edilmektedir.
Suriye
Merkez üssü Kahramanmaraş/Pazarcık/Elbistan olan bu depremler aynı zamanda Suriye’yi de vurdu. Efrîn’in Cindires beldesi depremden en çok etkilenen bölgelerden biriydi. SANA haber ajansının aktardığına göre, İdlib, Halep, Lazkiye, Hama ve Tartus illerinde Şam yönetiminin kontrolündeki bölgelerde 4 bini aşkın insan yaşamını yitirdi. Sadece Rojava’nın Efrîn kentinde ölü sayısı 2 bin üzerine çıktı, toplamda 6 bini aştı. Sayılar gün be gün artarak sürüyor Suriye’de. 10 binin üzerindeki yararlı sayısı zaman ilerledikçe artıyor. Çöken bina sayısı binleri buldu, BasNews’in verdiği haberlere göre. Türkiye’deki gibi Suriye’de de depremin ilk günlerinde ulaşılamayan birçok yerleşim yeri vardı. Birleşmiş Milletler, 5,3 milyon insanın barınaktan yoksun kaldığını açıkladı. Dışardan yardımın ulaşması için Avrupa Birliği’nin Türkiye’nin sınır kapılarını açma talebine T.C. devleti kayıtsız kaldı. Ancak depremin 9. gününde birkaç kapıyı zoraki açtı. Sınırları aşan bu felaket karşısında bu kayıtsızlığa karşı 64 yazar ve şair özellikle Yayladağı ve Keseb sınır kapılarının açılması için imza kampanyası başlattı. Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun kriz yönetimi, sivil koruma ve insani yardımlardan sorumlu üyesi Janez Lenarcic, Suriye’ye yardımların etkili şekilde ulaştırılabilmesi için Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden (BMGK), mevcut tüm sınır geçiş noktalarını uluslararası kuruluşların kullanımına açmasını talep etti. Yardımların Suriye’deki deprem bölgesine ulaşması da depremin 10. gününde de değişmedi. Suriye’de süren savaş durumu iyiden iyiye berbat hâle getirdi. Rojava’da insanlar can derdi ile uğraşırken, Türk devleti bölgeyi bombalamayı sürdürdü. Esad faşist iktidarı muhalif güçlerin bölgesindeki yıkıma yardımı engellerken, benzer durumu İslami radikal gruplarda yapıyordu. HTŞ (Tahrir el Şam) adlı dinci faşist grup kendi bölgesini sınırlama çabaları içinde idi. Bölgede insani değerler ayaklar altındadır. Bizdeki gibi orada da sorun devlete kimin egemen olduğudur. Avrupalının “ruhunu kurtarma” yardımlarının geçici olduğu elbette bu can pazarında görülemez.
Bu bilançoların daha ağırlaşacağı gün gibi açıktır. Ağırlaşan yıkım sonuçlarında somut durum örnekleri vermeden önce kısa bir teorik bilgilendirme yapmak istiyoruz. Çünkü teorik bilinçten yoksun bir pratik değerlendirmesi, karanlık kuyuda el yordamı ile iş yapmaya benzer. O zaman başlayalım!
Deprem nedir?
Nisan 2019’da yazdıklarımız bugünde güncelliğini korumaktadır, yarında güncel olacaktır. Çünkü aşağıda anlattıklarımız insanlığın edindiği tecrübenin teorisidir.
“Doğanın şakası olmaz. Doğrusu, insan kendi dışındaki doğayla uyum içinde yaşamak zorunda. Tersi değil. Teknolojik olarak günümüz koşullarında ne kadar ileri olursak olalım doğa karşısında aciz kaldığımız ve kalacağımız olgudur. Doğa yasalarının sebep olduğu hasarlar yaşanacaktır. Bunların felakete dönüşmesinde esas suçlu insandır. İnsan ürünü kapitalist sistem ise günümüzdeki temel sorumludur ve sorunun da ta kendisidir. Çünkü azami kâr hırsı ile donanmış sömürü sistemleri doğa felaketlerinin açtığı tahribattın korkunçluğunun birinci derecede suçlusudur.
Depremler dünya var oldukça hep olacaktır. Deprem olmadan yaşam olmaz. Yani tanrıların cezası değil bir doğa olayıdır yer sarsıntıları. Mitolojide/Antik Yunanda yerin sarsıntısı Poseidon’un işi olarak görülürdü ve bugün hâlâ depremleri yerin altındaki öküzün kıpırdaması olduğunu sananların sayısı az değildir. Günümüzden 800 yıl önce Ömer Hayyam güzel söylemiş
“Gökte bir öküz varmış, adı Pervin
Bir öküzde altındaymış yerin
Sen asıl iki öküz arasında
Tepişmesine bak şu eşeklerin.” (Güney Dergisi Sayı 88 s.56)
Yani sorun ne öküzle ilintili ne de tanrıların azabıyla. Düpe düz doğanın bir hareketidir depremler.”
Deprem nasıl olur?
“Nasıl ki bir insanın doğumu, büyümesi, yaşlanması ve ölmesi bir doğa olayı ise, işte deprem de böyle bir olaydır. Yer kabuğu titreşim ve sarsıntılarına verilen addır. Yerkabuğunu oluşturan levhaların hareketidir deprem.” (Age.)
Gezegenimiz var olduğu sürece depremler hep olacaktır. Türkiye’de en etkin deprem kuşaklarının üzerinde bulunmaktadır. Geçmişte ve bugün olduğu gibi, gelecekte de sık sık olacak depremler büyük can ve mal kaybının yaşanacağı gerçeğini değiştirmez. Bilerek ve tedbir alarak yaşamak doğa olaylarının felaketlere dönüşmesine ve zararın boyutunun azalmasına yardımcı olur. Deprem ile yaşamayı öğrenmek zorundayız.
Deprem haritasının somut Türkiye bölümüne bakıldığında, bugünlerde nerede ise gözümüze sokulacak, Türkiye topraklarının %92’si deprem bölgeleri içerisindedir. Yaşayan nüfusun %95’inin deprem tehlikesi altında, büyük sanayi merkezlerinin %98’i ve barajların %93’ünün deprem bölgesinde bulunduğu bilinen gerçeklerdir.
Devlet gerçeği
Görüntüleri canlı canlı sıcak odalarımızda izledik, ahu vah eyledik. Pratik bir değeri olmayan öfkemizi yutkunduk. Hıçkırıklarımız boğazımızda düğümlendi. Nitekim biz de insandık, enkaz altındakiler ve onların yakınları gibi. Anamız, babamız, bacımız, kardeşimiz veya kan bağımız olmazsa bile kahrolduk, içimiz kanadı. Öfkelendik yıkılan-enkaza dönen yapıları yapanlara. Ama her felakette olduğu gibi, esas sorumluyu gözden kaçırdık.
Sorun, neden enkazlara zamanında müdahale edilmediği, neden yardımlar zamanında ulaşmadığı sorunu değildir. Sorun, neden insanlar soğuklarda aç-susuz barınaksız kalıyor vb. sorularda yatmıyor! Sorun egemenlik meselesi, sorun devlet meselesi, sorun düzen meselesinde yatmaktadır.
“Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” diyorlar, büyük yalan! “Devlet hepimizin sosyal devletidir” diyorlar bu da büyük yalan! Düzen hepimizin ortak yapısıdır diyorlar! O da büyük bir YALAN…
Rüşvet-hırsızlık yalan dolan kadercilik temeline oturmuş, temeli çürük bu düzen her felaketten sonra tamir edilir, boyanır cilalanır ve halkların ona uyum göstermesi istenir. Egemenlik her alanda sömürü ve talanın örgütlenmesi olan kapitalist çıkarların önde tutulduğu devlet örgütlemesiyle parası olanların egemenliğidir. Devlet, yani T.C. devleti istisnasız tüm kurumlarıyla “milletin” değil bir avuç sömürücü-talancı hırsız ve rüşvetçinin devletidir. Bu Türkiye’de böyle, Suriye’de böyle, Amerika-Yunanistan ve Almanya’da da böyledir.
Kahramanmaraş/Elbistan merkezli deprem felaketlerinin sorumlusu birinci dereceden DEVLETTİR. Bazılarının dediği gibi “sorun Erdoğan”nın da ötesindedir. Sorunu Erdoğan’la sınırlayanlar bilmelidir ki, Erdoğan bugün var, yarın olmayacak. Nice Erdoğanlar geldi geçti, daha niceleri de gelip geçecek. Ama sorunun temelinde yatanın sömürü devleti olduğu gerçeği asla unutulmamalıdır. Bu gerçek unutulduğunda aldanmamak elde değil. İşçiler-emekçiler kandırılır, aldatılır, daha nice enkazlar altında ölür! İnsanlar yaralanır, maddi-manevi kayıplara uğrar. Unutulmamalı ki her olayın bir sebebi vardır. Doğanın diyalektiği bize, benle uyum içinde yaşa, yoksa felaketlerden kurtulamazsın, der!
“Yüzyılın Türkiye’si” yalanları talanları gürültüleri derken “Yüz Yılın felaketini” yıkımını Suriye ile birlikte yaşadık, yaşıyoruz. Ateş yalnızca düştüğü yerleri değil, yüreklere kor düştü. Televizyonlara yansıyan görüntülerle deprem bölgesinde karşılaşılan görüntüler çok farklı. Bu genel sınıfsal değerlendirmeden sonra somuta geçebiliriz.
Kahramanmaraş depremlerindeki felaketin boyutları
Depremin 3. ve 4. günü hâlâ ulaşılamayan yüzlerce yerleşim yeri ise kaderine terk edilmişti, yükselen ses “ilgilenen yok devlet nerede” feryatlarıydı. Yüzlerce yıllık tarihin, kültürün ve hatıraların mekânları silindi. Milyonlarca insanın işçinin-köylünün esnafın memurun iş yeri olanın işi, ailesi olanın olmayanın alışmış olduğu hayatı sabah uyandığında veya uyanamadığında sıfırlandı. O kadar büyük yaralar açıldı ki, sarılması yıllar sürecek hayatta kalanların. İşte dayanışmanın en önemli olduğu bir zaman!
Beton blokların arasında kalmış “baba üşüyorum, ellerim beyazladı, anneanneme, eve gitmek istiyorum” diye seslenen minicik bebenin söylemleri buna sebep olanların sağır kulaklarına kurşun olsun, diyen babanın feryadını anlayacaklar mı?
Yazılı kelimelerle izah etmek çok zor. Havadan görüntüler bölgenin bir atom savaşından çıktığının resmini sunmaktadır, sanki. Binaların iskambil kulesi gibi nasıl yıkıldığını, yaşayan insanları dinlediğinizde duygularınızı dışa vurup gözyaşları dökmemek gayri insani bir tutumdur. Sabaha karşı 4.17 sularında, herkesin derin uykuda olduğu bir zamanda yıkılan yapıların enkazları altında binlerce can depremin 6. gününde hâlâ yatıyordu. Bebek-çocuk-genç-yaşlı binlerce insan enkaz altında kaldı. Kurutulanlar enkaz altında kalanı kurtarmak için insani davranışlarla çırpınıp durdu… Binlerce ton beton yığını ve moloz altında insan-canlı kurtarmak elbette çıplak ellerle, iş makinası olmadan çok zordu.
Enkazlar civarında yükselen feryatların çaresizlik içinde ortak haykırışı “çaresiziz, dozer yok, kepçe yok, mazot yok, elektrik yok, su-ekmek yok, aç ve susuz soğukta donmaktayız. YARDIM YOK!” Benzer manzaralar 10 il, onlarca ilçe yüzlerce belde ve köylerin ortak özelliği idi 6 Şubat 2023 ve sonrasında.
Hani hep “bir gece ansızın geliriz” teraneleri okuyanlar neredeydi? Yunanlı bir karikatürist çok güzel anlatmıştı, yardıma gelen Yunan ekibini yardım sırasında çizerken. “Biz gecede gündüz de geliriz” derken. Sonrası yürütülen kurtarma çalışmaları hep “mucize” kurtarışlar olarak adlandırıldı. Zaten 30-40 saat sonrası bolca TV’lerde reklamı yapılan da bu kurtarma faaliyetleri oldu. Elbette küçümsenemez bu kurtarma çalışmaları, 120 saat sonra Adıyaman’da kurtarılan Talip Kurt sevincimizdir. Ulaşılmayan yerleşim yerleri başından itibaren kaderine teslimdi. İnsanlar kendi yaralarını kendileri sarma çabaları içinde büyük DAYANIŞMA içindeydi.
Bağıra bağıra gelen Kahramanmaraş depremleri 1999 Marmara depreminden daha büyük ve etkisi daha korkunçtu. Birincide yıkılmayan yapıların bir kısmı ikinci deprem ile yerle bir oldu. 14. katlar zemine indi. Birçok binanın iskambil kulesi gibi yıkıldığını yaşadı bölgedeki hayatta kalan insanlar. Evet, korkunç kavramı bu manzaralar karşısında kifayetsizdir…
10 ildeki, (Maraş, Antep, Urfa Diyarbakır, Malatya, Adana, Kilis, Hatay, Osmaniye, Adıyaman) korkunç ve dehşet verici manzaraları anlatan olaylara örnekler:
13,5 milyon insanı etki altına alan bir felaketin kendi bölgesindeki durumunu tanımlarken AKP’li Gaziantep Belediye Başkanı Fatma Şahin, gazeteci Cüneyt Özdemir’in YouTube programında yaptığı açıklamada, “Şehrin yarısından çoğu evine giremiyor. 1 milyon kişidir”
Şehre doğalgaz verilemediğini söyleyen Şahin, en acil ihtiyaçlarını ekmek ve battaniye olarak sıraladı.
Şahin’in İslâhiye ilçesinden bahsederken “İlçenin yarısından çoğu yok” ifadelerini kullanması, sosyal medyada da gündem oldu.
Şahin ve Özdemir arasında geçen diyalog şu şekilde:
“Özdemir: Kaç bina yıkılmış durumda Gaziantep’te, tespit edebildiniz mi?
F. Şahin: İslâhiye’nin yüzde 80’i felç olmuş durumda.
Özdemir: Yıkılan bina sayısı var mı rakam olarak?
F. Şahin: İlçenin yarısından çoğu yok. Tam bir felaket var.
Özdemir: Kaç kişilik bir ilçeden bahsediyoruz?
F. Şahin: 60 bin.
Özdemir: “60 bin kişilik bir ilçenin yarısı yok şu anda” diyorsunuz.
F. Şahin: Evet, evet. Böyle büyük bir felaket görmedim ben.”
Deprem mağdurlarının “İnsanlar çaresiz, insanlar aç aç! Dozer yok, kepçe yok, mazot, ekmek, su yok… Yardım gelmeyince ellerimle hem kendimi hem çocuğumu çıkardım. Şimdi de içerideki ailem için hilti (beton kırıcı) kiralamak zorunda kaldık” (www.sozcu.com) şeklindeki anlatımı Fatma Şahinin söyledikleriyle örtüşüyor.
Depremin birinci gününde birçok yerleşim yerinde yakınlarını enkaz altından çıkarmak için kepçe-dozer-vinç kiralayan insanların söylemlerini dinledik TV canlı yayınlarında.
Gaziantep şehir merkezinde 4 katlı 12 daireli Gölgeler Apt. 4. Kat Zemine inmişti. Bunun yüzlerce örneği TV canlı yayınlarına yansıdı.
Anadolu Ajansının 7.2.2023’te çektiği hava çekimi videosunda, Kahramanmaraş merkezinin Trabzon Caddesi görüntüsü yoğun hava bombardımanına uğramış bir yerleşim yerini andırıyordu. Kent merkezindeki 8 bloklu Ebrar Sitesi de yerle bir olmuştu. Zemin artı 10 katlı binalarda en az 320 dairenin bulunduğu, canlı yayın sırasında röportaj yapılan kişiler anlatıyordu. Ebrar Sitesi’nin 1999 depreminden sonra yapıldığı öğrenilirken Tevfik Tepebaşı adlı bir müteahhit tarafından yapılan bu sitede, yıkılan binaların enkazının altında çok sayıda kişinin kaldığı gerçeği ürperticiydi.
Fox Haber muhabiri Sevgi Şahin, 7.2.2023 saat 13.45’te, “Pazarcık’ta birinci depremin merkez üssünde 4 evden 3’ünün yerle bir olduğunu aktarıyordu.
“Kızılay’ın ayrımcılık yaptığını duyuyoruz, çadır verilmiyor buraya. Armutlu enkaz altında. Ambulanslar buraya gelmiyor. İktidara muhalif semtlere karşı ayrımcılık uygulanıyor. Samandağ’ı bunlardan bir diğeri. AFAD’ın gelen malzemelere el koyduğunu, bunun kendilerinin işleri olduğunu söylediklerini duyuyoruz. Tırlar dolusu destekler engelleniyor. Biz Uğur Mumcu caddesindeyiz, elektrik yok güneş panelleri ile aydınlatıyoruz kaldığımız parkı. Ateşle ısınmaya çalışıyoruz. Şehir karanlık içinde. Gönüllü kurtarma ekipleri geldi, enkazdan ses duymaya çalışıyorlar, ama duyamıyorlar. Bunun için hassas ses detektörleri lazım hiçbiri yok. Gönüllüler kulaklarıyla sesleri duyamadıklarını söylüyorlar. AFAD’ın elinde dedektörler var. Hatay’a 104 tane gönderildiğini biliyoruz, ama buralara ulaştırılmıyor.” Ydicagri.com 9.2.23)
Belediye çalışanlarına soruyoruz, “neredeler” diye; verdikleri cevap “hepsi kendi ailelerini kurtarma derdinde”. Kimse kalmadığını söylüyorlar.
Antakya’da her 4-5 kişiden birinin Suriyeli mülteci olduğunu hesaplarsak ve bunların rölatif daha berbat koşullarda yaşadığı ve onlar için yaşamın bir kat daha ağırlaşıp zorlaştığını daha iyi anlarız.
Antakya’daki bir apartmanın enkazından Hüseyin Huyluoğlu, eşi Merve Huyluoğlu ve beşiz bebeklerinden 4’ünün cansız bedeni çıkarılıyordu. Canlı yayınlarda.
Antakya’da 57 Bloklu 570 dairenin bulunduğu 600 Evler Sitesi yerle bir oldu. 3 bin insanın yaşadığı daireler enkaza döndü. Ne kadar insan öldü henüz belli değil!
Beşiktaş, Galatasaray ve milli takımın eski futbolcusu Antakya doğumlu Gökhan Zan, “Hatay kaderine terk edilmiş” diye hıçkırıklar içinde “yardım” diye yalvarıyordu görüntüyü canlı yayın yapan TV kanalı mikrofonuna.
Antakya ilçesine bağlı Odabaşı Mahallesi’ndeki Daplan Sokak’ta bulunan tüm apartmanlar yıkıldı.
Gaziantep Belediye Başkanının söylemleriyle Hatay Belediye Başkanının söylemleri birbiri ile örtüşüyor. Genel durum buydu 7 Şubat 2023 de.
Antep/İslâhiye, felaketin boyutun çok korkunç olduğu bir ilçe. Atatürk Mahallesinin haritadan silindiğini, Merve Görgün canlı yayında Fox TV’de 07.02.23 saat 12.23’te aktarıyordu. Merve Görgün’ün aktarımına göre, 4 yıllık bina yerle bir olmuştu. Depremzedelerin sıcak bir çorbaya ihtiyacı vardı. İnsanlar tuvalet bulamıyordu. Gıdaya erişimde zorluklar yaşanıyordu. Benzer durumlar diğer il, ilçe ve kasabalar içinde söz konusuydu. Köylerin durumunu konuşan ise hiç yoktu. Depremden 32 saat sonra aktarılanlar böyleydi. (06.02.23 04.17 – 07.02.23 saat 12.30 arası)
Kahramanmaraş merkeze bağlı Çığılı köyünde gençler kendi çabalarıyla bir ahırı onararak evleri yıkılanlara barınak yapmışlardı. İmece usulü yardımlaşma ile kendi yaralarını kendileri sarma çabasındaydılar. Bilgi aldığımız tanıdıklar aktarıyordu. 10 canlarını yitirmişlerdi. Benzer durum yüzlerce köy ve belde için söz konusu idi.
Kahramanmaraş Pazarcık’tan Fox Haber muhabiri Sevgi Şahin canlı yayında şöyle diyordu:
“Taş taş üstünde kalmamış”, “aileler yardım bekliyor”,“bizim müdahale etmemize müsaade etmiyor, müdahale eden de yok bize hiçbir şekilde yardım gelmiyor” diyen mahalle sakinlerinin haykırışlarını aktarıyordu canlı yayında. Ve kendisi ekliyordu “Üst sokaklar berbat durumda, görüntüleri çektik gönderemiyoruz, internet çok kötü” “eliniz kolunuz bağlı durumda hiçbir şey yapamıyorsunuz”, “bölgede ekip yok, okullar bile yıkılmış…” Buraya yardım bekleniyor… Enkaz altında canlar kurtulmayı bekliyor” diyordu depremin ikinci gününde. (7.2.23 yerel saat 13.02)
Antakya’da bulunan 250 dairelik Rönesans Rezidans yerle bir oldu. 10.02.2023’te Rönesans Rezidans’ın müteahhidi Mehmet Yaşar Coşkun yurtdışına/Karadağ’a kaçarken havaalanında yakalanıp, tutuklandı.
2012 yılında Antis Yapı tarafından İnönü Bulvarı’nda bulunan 10 bin 500 metrekare arazi üzerine inşa edilen 12 katlı Rönesans Rezidans adlı projenin deprem yönetmeliğine uygun bir şekilde radye temel üzerinde yapıldığı iddia ediliyor. Ancak temelinin çok derin olmadığı ortaya çıktı. Bu yüzden Rönesans Rezidans arkaya doğru kapaklandı.
Antakya’da Fox TV muhabiri Merve Görgün, 10 bloklu Mügeler sitesinin yerle bir olan enkaz yığınını göstererek insanlar “umutla bekliyorlar” diyordu. (7.2.23 saat 13.07’de)
Aradan geçen 34 saat sonrası Kemal Aktaş (Fox haber) İskenderun Çay Mahallesinde yaptığı röportajda:
“250 kişinin yaşadığı yan yana 5 bina yerle bir olmuş, vatandaş” “enkazla uğraşan herhangi bir devlet görevlisi yok. Vatandaş kendisi uğraşıyor… Tüm cenazelerimiz yerde 14 yakınım enkaz altında olan insan devletten hiçbir yetkili yok” diyordu kameralara. 7.2.23 saat 13.22
İskenderun’da yıkıma bir de limanda çıkan konteyner yangını ve sel eklenmişti. Deniz seviyesinin yükselmesi sonucu sular sokakları doldurmuştu. 7.2.23’teki manzara… Liman yangını bir ara söndürüldü diye bilgiler geçilmesine rağmen yangın 08.02.2023’te yerel saat 14.00 kadar söndürülmemişti. Görünen yanacak bir şeyler kalmayana kadar sürecekti İskenderun liman yangını. Antakya’da çadırlar kurulmaya başladığında depremin üzerinden 38 saat geçmişti.
Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı: “Kurtarma ekipleri gelmeye başladı, umarım geç kalmamışızdır” 07.02.23 saat 09.00 civarındaki açıklama… Genel durum idi.
Yüzlerce yerleşim yeri yardım bekliyordu. Önceden hazırlık olmayınca felaket anında yardım bekleniyordu! Zamanında örgütlenmeyen, yatırım yapılmayan yardımlar elbette çok beklenir. Arama kurtarmaya zamanında hazırlanılmazsa, bu ve benzeri durumlarla karşılaşma olacaktır. Elbette felaketin boyutu büyük olunca işler iyice zorlaşır.
Malatya “bize vinç kepçe lazım.” 7.2.23 saat 13.30’da Malatya’da deprem sonrası bilançoyu Malatya Valiliği açıkladı: 300 bina yıkıldı! Bilanço çok ağır. 2 Bloklu site yerle bir oldu.
Malatya’da yeni yapılan konutlar “böyle çöktü” denilirken canlı yayında izlenebiliyordu. “Depreme dayanıklı” denilerek dairesi 3 milyon TL’ye satılan Asur Konutları, ilk depremde yerle bir oldu. O anlar kameralara yansıdı, saniyeler içinde yıkıldı. Elbette olmamış bir depreme dayanıklı olurlar. Olan bir deprem gösterdi ne kadar dayanıklı olduklarını.
Malatya Doğanşehir ilçesi adeta haritadan silindi. Birçok devrimciyi yetiştiren Akçadağ ilçesinin Ören Köyü bitmiş durumda… diye geçiyordu haber bültenleri.
Şanlıurfa’da, akaryakıt istasyonlarının çoğunda yakıt yok, olan da sınırlı ve uzunca kuyruklar. Çöken binalar ve tahribat boyutu gün aydınlanınca ortaya çıktı. Şehir merkezinde yıkılan çok sayıda bina var. Halk, yıkılan binaların etrafından uyarılara rağmen ayrılmak istemiyor. Enkazdan çıkarılan yakınlarını bekliyor.
Kilis merkezde iki bina yıkıldı, Musabeyli ilçesinde sekiz bina yıkıldı. Kilis’te insanlar sokaklara döküldü. Enerji ve iletişim sorunu yaşandı. Battaniye, gıda ve çocuk bezi öncelikli ihtiyaçlarımız arasında diye haykırıyordu insanlar
Adıyaman, yıkımın yoğun yaşandığı kentlerden biridir. Yıkımın yoğunlaştığı alan merkezdi. Arama kurtarma çalışmaları devam ediyordu. Merkez Bozbey Caddesi’nde yerle bir olan binaların görüntüsü drone kamerasıyla gözler önüne serildi. Manzara hep aynı, enkaz yığınına dönmüş şehir. Sanki savaştan çıkmış. Aradan 38 saat geçmişti AFAD hâlâ yok, halk kendi pişirdikleri çorbaları yine kendileri dağıtıyor. Yaralarını kendileri sarıyordu. Aradan 100 saat geçmesine rağmen AFAD’ın hiç uğramadığı alanlar vardı.
Uygulama eğitimleri kapsamında Adıyaman’a giden 43 kişilik rehber ekibi Grand Isias Hotel’in enkazı altında kaldı. Rehberlerden 10’u yaşamını yitirdi, 19’u kurtarıldı, 14’ü ise aranıyor. “Çıkartılan cenazelerden 4’ü Antalya’ya gelecek ama cenaze nakilleri için araç bulamıyoruz. Bu konuda yetkililerden yardım bekliyoruz” diye sesleniyorlardı mikrofonlara cenaze sahipleri.
Osmaniye’de 07.02.2023’de alınan bilgilere göre 85 bina enkaza dönerken, yüzlerce yapı da hasar gördü. Ağlayarak feryat edenler “insanımız içerde” diyenleri izledikçe insan olarak duygulanmamak elde değil.
Amed, ilk çadır kentlerin kurulduğu yer. Ama orada da soğuk vuruyordu insanları.
HDP’li Garo Paylan’ın verdiği bilgiye göre “100 binin üzerinde insanlar köylere yöneldi. Diyarbakır’da mevcut konutlar ağır hasarlı konteyner kente ihtiyaç var. Milyonlarca vatandaşımız barındırma sorununu çözmek için seferber olmalıyız.. Konteynerlere ihtiyaç var tüm deprem bölgesinde..” (7.2.2023)
Adana’da yıkımın yaşandığı kentlerden biri, şehir merkezinde biri 14, diğeri 12 katlı olmak üzere 11 bina yıkıldı. Yıkılan bir binanın enkazından bir kadın yaralı olarak çıkarıldı. Evrensel gazetesi muhabiri Volkan Pekal, deprem bölgesi Adana’da şehir hastanesinde haber için görüntü almaya çalışırken ‘İzin almamışsın’ gerekçesiyle gözaltına alındı. (7.2.2023, saat 15.00)
TV’lerdeki kimi görüntülerde binaların nasıl yıkıldığını etrafın nasıl toz duman olduğunu sıcak odalarımızda film izler gibi izledik. Sanki köşelerine dinamit yerleştirilmiş gibi saniyeler içinde binalar yerle bir oldu. Yıkılan binaların yanında ayakta kalan binalar. İskambil kulesi gibi çöken binalar, görmek isteyenlere bir şeylerin eksik olduğunu, malzemeden çalındığını, zemin etüdünün yeterli yapılmadığını, yerin itina ile seçilmediğini, belki de imar affına uğradığını gösteriyordu.
Derme çatma tahta ve naylondan yapılan barakalarda geceyi geçirmek zorunda kalanların feryadı “aç susuz battaniyesiz, yatıyoruz, donuyoruz, büyüklerimiz sıcak yataklarında biz donuyoruz”…
Evet, insanlar depremler sonucu yıkılan yapıların enkazlarının altında kaldı. Geçen günler içinde bilanço ağırlaştı. Bilançonun çok ağır olacağı önceden belliydi. Resmi rakamlara göre yıkılan bina sayısı 6.444 olarak verildi. Ama 11.000 yapının yıkıldığı bilgileri de vardı. Bu sayıya köyler ve beldeler dâhil değildi. Can kaybı sürekli artmaktadır. Tahminler korkutucu. Şimdiden 5 haneli sayılara varıldı. Yaralı sayısı şimdiden 100 bini aşmış durumdadır. Maddi hasarın boyutu konusunda tahmin yapmak anda çok zor, ama milyarlarca dolar olacağı aşikârdır. Hemen belirtelim maddi zararın 1/4 (dörtte biri) zamanında yapıların-alt yapının sağlıklı ve dayanıklı olması için harcansaydı, rüşvet ve hırsızlığa meydan vermemek için denetimler doğru dürüst yapılmış olsaydı felaketin boyutları bu kadar korkunç olmazdı.
Elbette bu boyutta bir felaket yaşandığında en gelişmiş kapitalist devlet bile enkaz altında kalmaktan kurtulamazdı. Kış koşulları, felaket alanının büyük olması aynı zaman dilimi sırasında binlerce yapının enkaza dönüşmesi ve alt yapının (her türlü ulaşımın vs.) hasara uğraması işleri korkunç derecede zorlaştırmıştır. Yardımın ulaşmasını geciktirmiştir, geciktirecektir. Kısa zamanda takriben 53.000 km²lik bir alanda 400 km uzunluğunda kırılan (bu anlamda San Francisco 479 km Çin-Kunlun 450 km 3. Uzunlukta bir kırılmadan bahsediliyor) 13,5 milyon insana hizmet sunmanın zorluğu ortadadır. 11 bin enkazda çalışmak için yüzbinlerce kurtarıcıya ihtiyaç duyulacağı, bununda sağlanmasının imkânsıza yakın olduğu gerçeği dikkate alındığında, hiçbir devletin bu vb. enkaz altından çıkamayacağı da o kadar açıktır. O zaman bunlar yaşanmak istemiyorsa yapılması ve alınması gerekenler nelerdir.
Birçok deprem bölgesindeki ülkeler özellikle Japonya’da bu konuda çok değerli teorik ve pratik birikimler vardır. Onlardan ve başka tecrübelerden öğrenen beyin gücüne Türkiye’nin de sahip olduğu söylenir. 1999 depremi sonrası çıkarılan yönetmelik ve yasaların 2007’ye kadar olumlu sonuçlar ortaya çıkardığı da kabul edilmesi gereken gerçeklerdir.
Devletin, hükümetin yaptıkları yapmadıklarına ve bunların sonuçlarına gelince
AKP/MHP yanlıları özellikle yaptıklarını öne çıkarırken, muhalifler ise neredeyse hiçbir şeyin yapılmadığını anlatıp durdular.
AKP/MHP yanlı yayınlarda hep devlet gücü öne çıkarılırken, AKP/MHP karşıtları daha çok olumsuzlukları öne çıkardılar. Ama devlete laf edilmedi, askere laf edilmedi!
Yapılanların yeterli olup olmadığı sorusuna cevabı Hatay Belediye başkanı “Dünyanın bütün AKUTçuları toplansa yetmez” derken haklıydı. Daha iyisi elbette mümkündü.
Liyakatli ellerden bahsedip durdu muhalifler. Liyakatin egemene yakın olmakla ölçüldüğü gerçeğinin üstünü örttüler. Bunun bütün burjuva devletlerde/kurumlarda böyle olduğu gerçeğini görmezden geldiler.
“Sorun tek adam rejimidir. Yetki dağıtılmış olsa idi böyle olmazdı” diyenler bir yanıyla haklı diğer bir yanıyla haksızdı. Belediyeler anında müdahale imkânına sahipti, sahiptir. Birçok AKP/MHP belediyesi yapılması gerekeni merkezden bekledi.
“Devlet enkaz altında kaldı.” Laf olarak iyi de, gerçek durum bu değil. İlk 2-3 gün arıza gösterse de bütün kurumlar işler hâle sokuldu. Elbette öfke büyük ama devlete karşı değil! Ne yazık ki! “Nerde bu devlet?”, “Devlet yoktu.” Aslında ilk andaki şaşkınlık ertesi devlet vardı, var. “Bütün kurumları ile vardı”. Ama ne için vardı? Öncelikle halklarımızın öfkesinin isyana dönüşmesini engellemek için vardı devlet.
Devletin görevi nedir? Bizimle her türden anti-AKP/MHP karşıtlarının ve oportünisti ayıran kırmızı çizgi şudur: Devletin görevinin halkın yanında olmak, onu korumak, kollamak vb. olduğunu söyleyenler büyük yanılgı içindedir. Bu söylemleri dillendirenler burjuva devletin ne olduğunu anlamamıştır, ya da bilerek yalan söylemekte, halkı kandırmaktadır. Bu söylemler ile T.C. devletinin halklar üzerindeki zulüm aracı olduğu gerçeği gizlenmektedir.
AKP/MHP hükümetinin yapamadıkları/alt yapıdaki sorunlar
- Bölgede depremler sonucu yarılan, çöken yollara birde kış (kar) eklenince ulaşımda tarif edilemeyecek kargaşalar yaşandı.
- Ulaşımda ve makinelerin çalışmasında hayati öneme sahip yakıta (benzin-mazot) ulaşmak önemli bir sorun oldu, örgütlemede geç kaldılar.
- Tüm bölgede elektrikler kesilince bölge karanlığa büründü. Isınma-aydınlanma korkunç sekteye uğradı. Gece enkaz çalışmaları yapılamadı. Elektrik kesintisine birde doğal gaz kesintisi eklenince komple bölgesel üretim durdu.
- Enkaz altında çoğu insan titreyerek-donarak hayata gözlerini kapadı. Hayatta kalanlar birde soğuk hava koşullarıyla mücadele etmek zorunda kaldı. Kimi yörede hava sıcaklığı -15 °C dereceleri gördü.
- Deprem yeraltındaki su tedarik sistemini de yerle bir edince temiz su ihtiyacı had safhaya ulaştı. İnsanların “su-ekmek” feryatları depremin ilk üç günü olayları sıcak odalarında TV’lerde izleyenleri insanlığından utandırdı.
- Örgütlenemeyen seyyar aş evleri/mutfaklar ve mobil/seyyar fırınlar ilk 3.-4. günler hayatta kalanlara yaşamı bezdirdi, insanların çektiği eziyet katlanarak büyüdü.
- İletişim/telekomünikasyon rezildi. “Hayata bağlantı” kesintiye uğradı.
- İnsanlar, kış koşullarında sokaklarda barınma imkânından yoksun titreyerek yaktıkları ateşler etrafında ısınmaya çalıştı. Çadırlar ancak üçüncü günden sonra yavaş yavaş kurulmaya başladı. Bu defa da soğuk, bir yandan çadır içinde yakılan açık sobaların dumanı diğer yandan acı çektirdi insanlarımıza.
- İşlevsiz kalan kanalizasyonlar, tuvalet ihtiyacının giderilmesinde hastalıklara kapı araladı. Tuvalet ihtiyacını gidermek için seyyar WC’ler ortalıkta yoktu.
- Hele bir de deprem zamanlarında kullanılması gerekli olan toplanma alanları yapılarla işgal altında olduğu için ve olana da insanlar ulaşamadığı için rezillik diz boyuna ulaştı.
Enkaz çalışması sırasındaki problemler
Bina değil çöp-moloz yığınına dönen yapılarda enkaz çalışması da çok zordu. Çünkü oluşan çöp dağlarının altında kalanların nefes almaları da neredeyse imkânsızdı.
Her deprem sırasında ve sonrasında “enkaz altındaki insanların kurtarılması açısından ilk saatlerin ne denli önemli olduğu”; yine bu “ilk saatlerde hızlı hareket etmek gerektiği” sıkça söylenir, söylenir söylenmesine de gerçek durum maalesef bu değildi, değildir.
Kapılı yollar, kış şartlarından yıkılmadan nakliye işlerini zorlaştırdığı açıktır. Bazı bölgelerde gece saatlerinde hava sıcaklığının -7–-15’e kadar düşeceği bildiriliyordu.
Yazdığımız gibi alanın genişliği ve kış koşulları “büyük” devletin elini ayağını birbirine doladı. Hem de nasıl, doğru yapılamayan örgütlenmeler ve görevlendirmeler yardım enerjilerinin bir kısmını da heder etti.
Depremin üzerinden 4 gün geçmesine rağmen iş makinelerinin uğramadığı alanlar çok fazlaydı.
Mesela Adıyaman’da iki enkazla uğraşılırken, 100 yakın enkaza hiç iş makinesi uğrayamamıştı.
Mesela Antakya girişinde yüzlerce iş makinası ve operatör bekletilirken, Samandağ’da, Armutlu’da ve Antakya’da iş makineleri bekleyen enkazların başında üç gündür nöbet tutan insanlar vardı.
İnşaat sektörünün güçlü olduğunu bildiğimiz bu ülkede iş makinası sıkıntısı alanda had safhaya ulaşmıştı.
Keza hayatta kalan insanların barınması için gerekli olan çadır, örtünme ve soğuktan korunmak için battaniye, gece de iş makinelerinin çalışması için elektrik, jeneratör ve mazot sıkıntısının boyutunu anlatmaya kelimeler yetmez.
Geceyi arabalarında geçiren insanlar yakıt sıkıntısından perişan oldular. Benzinliklerde yakıt kalmamıştı.
İnsanın nasıl değersizleştirildiğine bir kez daha tanık olduk. Savaşa ve savaş malzemelerine (silahlanmaya) ayrılan bütçe ile deprem ve doğal afetler karşısında alınacak tedbirlere ayrılan bütçelerde bunun ayrı bir değeridir.
Halkın kendisi ne yaptı?
Büyük bir dayanışma, fedakârlık örneğini bir kez daha sergiledi halk. Esas olanda zaten budur. Tüm Kuzey Kürdistan-Türkiye çapında kendiliğinden başlayan bir dayanışma bir kez daha yaşandı. Bu dayanışmaydı bizleri duygulandıran ve sevindiren. Deprem bölgesine yakın uzak demeden yardımlar yağdı ülkenin her köşesinden, halklarımızın bağının olduğu her yerden. Türkiye dışında birçok ülkeden yardımlar yağdı, yağıyor.
Her felakette olduğu gibi bu felakette yardımın ve dayanışmanın odak noktasında halklarımızın kendisi vardı.
Yıkıma maruz kalan insanlarımıza yardım eli Sinop’tan Antalya’ya, İzmir’den Kars’a, Edirne’den Hakkâri’ye kadar uzanıyordu. Yardım Tırları o kadar fazlaydı ki, onları örgütleme ve koordine de yine AFAD sınıfta kaldı. Burada sayılar vermeyi gerekli görmüyoruz, bu konuda yeterli bilgi internet üzerinden temin edilebilir. Bizce yardımların ihtiyacı olanlara ulaşıp ulaşmayacağı esas sorundur. Her felakette olduğu gibi bu felakette de yardımlar çalınacak, kimileri bu yardımlar ile zenginleşecektir. Çünkü bu devletin yapısı buna son derece imkân sunmaktadır.
Yardım maskesi altında nice hırsızlıkların yapıldığına çok örnek vardır. Bu hırsızlıklarda anda bizleri en fazla tedirgin eden organ mafyasının devreye girmiş olmasıdır.
Yardım fırsatçıların bir kısmı da, en ihtiyaç duyulanın pazarlanmasının yardım adı altında yapılması. Bunlardan birine örnek İsmailağa tarikatının verdiği reklamdır. “Çadır Kenti kuruyoruz” diyerek 15 bin TL’den çadırları satışa çıkardılar.
Yardımlar konusunda maalesef Suriye’de problem had safhadadır. Türk Devleti kendi derdi ile cebelleşirken, Suriye’de aynı felaketi yaşayan, özellikle Rojava-Efrîn bölgesine uluslararası yardımların ulaşmasını engellemektedir.
Yardım konusunda dikkat çekmek istediğimiz bir başka nokta da 1999 Marmara depremi sonrasında oluşturulan Deprem Fonunda biriken milyarlarca doların çarçur edildiği, bütçe açıklarının kapatılması için kullanıldığı gerçeğidir. Bu felakette de aynı durum yaşanacaktır. Özellikle para yardımı yapanların çok dikkatli olmasını öneririz.
Sevindirici olan halklarımızın dayanışmasının düzeyidir. Halk kendi yaralarını kendisi sarmaya çalışmaktadır. Esas mesele, bize felaketleri yaşatan bu devletin bekasına son vermek, gerçekten sosyalist bir devletin kurulması kavgasına atılmaktır.
Enkaz çalışmalarında çaba sarf eden ülkeler
Halklar/uluslararası dayanışma, halklar kendileri konuşmaya başlasalar neler olmaz ki?
Depremin çalışma başlangıcı olarak 3. gününde gelen ve çalışmaya başlayan ekipler Çarşamba günü öğle saatleri itibarıyla 61 ülkeden 7 bini aşkın arama kurtarma uzmanı artık deprem sahalarındaydı. Yunanistan’dan-Almanya’ya, Hindistan’dan-Pakistan’a, Çin’den-Tayvan’a, Amerika’dan-Venezuela’ya, Katar’dan-İsrail’e kadar Avrupa Birliği’nden gönüllü ekipler enkaz çalışmalarında onlarca insanı kurtardı.
İlk gelen ülke Azerbaycan oldu. 370 personel ile gelen Azerbaycan ekibinden 120 kişinin depremin merkez üssü Kahramanmaraş’ta, 250 kişi ise diğer illerde arama kurtarma faaliyetlerine katıldılar.
Yurtdışından gelen ekipler içindeki kurtarmada en duygusal olanı Antakya’da bir kız çocuğunu ve babasını enkazdan canlı çıkarırken gözyaşlarına boğulan Yunan ekibin görüntüleri, milyonlarca kez izlendi. Yunanistan’dan gelen ekip dayanışmasını gösteren bir Yunan karikatüristin o güzelim çizimi “Bir gece ansızın gelebiliriz” diyenlere ders niteliğinde unutulmayacak bir değere sahiptir.
“Dostlar hem gece, hem gündüz gelir” (Sarı zemin içindeki Yunanca cümle)
Polonyalı ekip ise Adıyaman’da bir binadan sabaha kadar aralıksız insan çıkardı. Polonyalılar yarım günde 9 kişi kurtardı. Ekibin başkanı Bartkowiak, “Polonyalı ve Türk ekipler ilk kişiyi kurtardı. Bir erkeği enkaz altından çıkardık. Bu bir gurur” derken insanın duygulanmaması elde değildi.
Hâkim sınıflar milliyetçilikte birbirleriyle yarışırken, insan canı kurtarma sırasında farklı diller konuşan ekiplerin ortak dili ise can kurtarma operasyonuydu.
Yağmalar ve OHAL (Olağanüstü Hâl)
OHAL güya yağmalara karşı ilan edilmiş!
Evet, her felakette olduğu gibi fırsatçılar ve yağmacılar yıkılmış binaları ve hasarlı yapıları yağmaya başlarlar. Her yerde hırsızlar kol gezer, evlere girmeye başlarlar. Hak arayanların tepesine tüm gücü ile inen kolluk kuvvetleri nedense depremin ilk günlerinde ortalıkta görünmediler. Çünkü onlarında aileleri kalmıştı enkazlar altında. Fırsatı ganimete çevirenler yalnızca bu yağmacılar değildi ebette. Ülkelerimizde ve yurtdışından gelen dayanışma yardımları da talan edilecek, her depremde olduğu gibi deprem zenginleri türeyecektir.
İşin ilginç yanlarından biri de ilan edilen OHAL’in bu yağmaları engelleyeceği teranesidir. Bir noktaya daha dikkat çekmek isteriz, o da yağmalar konusunda İçişleri Bakanı yağmaları “münferit” olarak değerlendirirken, onun emir komutanı RTE OHAL’in gerekçesini yağma olarak sayıyordu.
Aslında OHAL her türlü muhalif yayın, gazete, dergi veya broşür ürünlerinin basılmasının yasaklanması, dağıtılması ve toplanılması içindir. Twitter bant daraltılması bunun hazırlıklarından biriydi. OHAL, muhalif seslerin susturulması, OHAL bölgesine dışarıdan giren kişilere karşı önlem alınması, kendi deyimleriyle “provokasyonların” önlenmesi içindir. Sözün kısası halklarımızın sesini kısmak ve halkların isyanını önlemek için OHAL ilan ettiler.
Teknik bilgiler
Prof. Naci Görür, 06.02.2023’te Fox TV Ana Haberdeki söylemine göre, 2 yıl önce “Kahramanmaraş depremi geliyor” demişti.
Prof. Dr. Naci Görür ise, “Deprem bölgesinde iseniz evi terk edin. Artçı depremler büyük olacaktır, hasarlı evleriniz yıkılabilir” uyarısında bulundu.
İnşaat Mühendisleri Odası üyesi Şeref Alpago kamuoyunun gündeminde yer alan rezidanslarla ilgili şöyle diyor:
“Bodrum katında otopark yapmak için buranın kolonları kesildi. Bu depremde devrilen binaları gördük. Resmen atın sırtından binicisini atması gibi binayı deviriyor zemin. Çünkü o binanın temeli binaya göre iyi hesaplanmamış ya da iyi uygulanmamış. Bir de bir anda olduğu gibi yığılan ya da göçen binalar var. O tamamen yapının kalitesiz olduğunu gösteriyor. Kolonların ve kirişlerin yukarıda kenetlendiği noktaya birleşim noktası diyoruz. Bu nokta açılırsa, koparsa, kolonlar bir kürdan gibi devrilmeye başladığında bina toptan çöküşe geçiyor. En kötüsü ve ağırı bu”
İstanbul Teknik Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Fakültesi öğretim üyesi Doç. Dr. Beyza Taşkın, “Dönme tarzında göçmeleri biz yumuşak zeminli yerlerde görüyoruz. Yani deprem esnasındaki titreşimler nedeniyle taşıma gücü zayıf olan zeminlerde sıvılaşma denilen veya aşırı oturma denilen bir olay oluyor. Buna, ‘overturning’ deniyor. Dolayısıyla yetersiz temelden kaynaklı hasarlar meydana geliyor” , “Ara katları üst üste çökmüş, üst katları yıkılmayan hasarlar için ise kesin ve net olarak şunu söyleyebiliriz ki deprem yükü binayı etkileyince en alt katta kesme kuvveti oluyor ve söz konusu tablo meydana geliyor. Tamamen kum gibi dağılan binalarda ise malzemenin kötü olması temel etken”, “Bu yapıların gerçekte uygun denetimleri yapılsaydı, standartlara uyulsaydı uygun binalar belki yine hasar görürlerdi ama insanları öldürmezdi” (Cumhuriyet, 10.02.23)
Prof. Dr. Naci Görür, “Bunu ilk kez söylüyorum bunu bütün Türkiye duysun, Türkiye’de en fazla deprem üreten iki fay var. Biri Kuzey Anadolu fayı, diğeri Doğu Anadolu fayı. Her iki fay enerjisinin büyük bir kısmını boşalttı” dedi. İstanbul’da hasarın daha fazla olacağını belirten Prof. Dr. Naci Görür, “İstanbul’da durum hiç iyi değil. Bilimsel bütün araştırmalar, İstanbul’da zamanın gelmekte olduğunu gösteriyor. Maalesef 6 Şubat geldi, 7,7 ve 7,6 büyüklüğünde iki deprem oldu. Bu ikinci deprem, ‘tetiklenme’ ile oldu. Oradaki fay sistemleri birbirlerini tetikledi. İlk deprem ölüdeniz fayında, ikinci deprem Doğu Anadolu fayı üzerinde oldu. Böyle 9 saat arayla iki deprem olması çok ender görülen bir durum. Baktığımız zaman, binaların çoğu sefer tası gibi çökmüş” açıklamasını yaptı.
Siyasetçilerin açıklamaları üzerine
Her deprem ve felaket sonrası siyasiler ve yetkili merciler beylik laflarla yıkıma maruz kalanları teselli etmeye, onların öfkelerini yatıştırmaya yönelik klasik laflar edeler. Esas dertleri yara sarmak değil, sorumluluktan kaçınmaktır. Muhalifinin de, iktidardakinin de esas derdi “devlete zeval” gelmemesidir. Devleti sorumluktan uzak tutmak, suçu tek tek bireylere indirmektir gaye. Böylece “günah keçisi” bulunur ve olumsuzluklar bulunan bu günah keçilerinin üstüne yıkılır. Ölenler ölür, kalanlar yaşadığı felaketle kalır. Biraz kan parası ve rüşvet derken, belli bir zaman aralığında her şey unutulur, yine “büyük devlet” havalarına girilir! 1999 Marmara depreminde olduğu gibi. Bu genel durum yalnızca bizde değil tüm sömürü sistemlerinin egemen olduğu her yerde böyledir. Kiminde biraz daha insancıl olması bizleri aldatmamalıdır. Sorun kapitalist sistemin varlığı sorunudur, tüm yaşanan felaketler. Kapitalizm var olduğu sürece bu durumlardan köklü değişiklik bekleyen abesle iştigal eylemektedir. Enkazlar kaldırılıp yaralar biraz sarılınca yine aynı anlayışla hayat devam edecektir. Şimdiye kadarki tüm deprem felaketlerinden sonra yaşanan durum budur. Kahramanmaraş depremleri sonrası da böyle olacaktır. Çünkü bunlar (başımızdaki belalar) insanın “unutma özürlü” yanına çok güveniyorlar.
Şimdi somut sorumluların beyanlarına geçebiliriz
İrisinden ufağına, hükümet edeninden muhalifine hemen hemen her siyasi çizginin savunucuları ve temsilcileri sahaya indi. Sahadayız diye görüntü verdi. Kimi iktidarını koruma kaygısından, kimi durumdan yararlanıp oy-parsa toplama arzusundan inmişti sahaya. Elbette gerçekten yardım etme arzu ve isteğiyle sahada olan siyasiler de vardı, sözümüz onlara değil.
Genel olarak, AKP/MHP İktidar kanadı “her şey yolunda”, “durum kontrolümüz altında”, “ulaşılmadık alan kalmadı” yalanlarıyla meşgul iken muhalefet “işler yürümüyor”, “devlet nerede”, “iş yapmak isteyen bizlere engel olunuyor” şeklindeki beyanlarla yapılanları da görmek göstermek istemiyor. Kendi belediyelerin topladıkları yardımların görüntülerini öne çıkarıyor.
“Sorun sensin Erdoğan” diyen Selahattin Demirtaş, “Memleketin tüm yetkileri senin elinde, dünyanın yardımını topluyoruz da seni aşıp kardeşlerimize ulaştıramıyoruz”, Çözüm ne biliyor musun Erdoğan? Yasaklama, engelleme, hakaret, tehdit etme, küfretme. Çekil aradan. Biz kendi yaralarımızı sararız, sen gölge etme yeter. Allah rızası için düş artık bu halkın yakasından Erdoğan!” dedi. Dediklerinde doğruluk payı çok. Ama Demirtaş kusura bakmasın, sorun yazının başında açıkladığımız gibi, tek kişiye indirgenemeyecek kadar büyük ve devlet sorunudur. RTE’yi bu kadar büyütmek gereksiz, Recep dün yoktu bugün var yarın olmayacak. Ama deprem felaketlerini biz hep yaşadık, daha yaşayacağız bu sistem ve bu devlet var oldukça.
İçişleri Bakanı Soylu, depremin 2. gününde “sahada olmayan ekip yok” (07.02.23) dediğinde sahadan bihaberdi. Alanın gerçekliği ile hiç alakası olmayan bir beyanda bulunuyordu.
T.C.’nin cumhurbaşkanı RTE’de sahadaydı koruma ordusuyla. Maraş’ta halktan “yine” sabır istedi: “Benim vatandaşım sabır gösterecektir” “Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler” deyip yine kaderciliğe vurgu yaptı… Kendi günahını Tanrı’ya havale etti. “Milletle” alay edercesine ve “milletin” gözlerinin içine baka baka koruma ordusu eşliğinde gerçekleri karartma yolunu seçti. Yandaş basının önünde, verdiği beyanla, seçilmiş depremzede çocuklarını görüntünün önüne koyarak, sorumluluktan kurtulma çırpınışlarıyla açıklamalarda bulundu. Kendileri saraylarında sağlam yapılar içinde ısınma-beslenme-ulaşım haberleşme sorunu olmadan cennette yaşarken, halklarımıza cehennemi layık görenler, yine cehennem yaşamına halkların devam etmesi için “sabrı” layık görüyordu. Onların cenneti bizim cehennemiz olduğunu bir anlasak, kovarız onları cennetlerinden. Ama dilim varmıyor, “suçun büyüğünün bizde olduğunu” söylemeye.
RTE’nin bu beyanı “Prof” kılıklı sözde bir öğretim üyesi A. İhsan Göker gibilerin “deprem ve binalar öldürmez, Allah öldürür” beyanlarıyla örtüşüyordu, kadercilikte.
Bu tiplere AKP’li Mehmet Metiner gibilerin destek söylemi ise: “Adıyaman yalnız değil, Adıyaman’ın arkasında Reis var. Adıyaman Reisin sevdalı olduğu bir şehirdir.”
Gelelim RTE’nin diğer açıklamalarına: RTE’ye göre “Devletin kurumları hepsi iş başında. İlk gün, tabii ki bazı sıkıntılar yaşandı ama ondan sonra ikinci gün ve bugün duruma hâkimiyet tesis edildi.” “Her aileye 10 bin lira yardım yapacağız”, “can kaybı olanlara 100 bin TL vereceğiz” açıklaması kan parası rüşvet açıklamasıydı. “Bütün imkânlarımızı seferber ettik ve devlet tüm imkânları ile başta AFAD olmak üzere AFAD’ın koordinesinde bu çalışmalarını belediyelerle birlikte yürütmektedir, yürütüyor ve yürütecektir.” “Devletin kurumları hepsi iş başında. … Akaryakıtta vesaire bazı ufak tefek sıkıntılar yok değil, var. Onları da peyderpey aşıyoruz” “Bir yıl içinde yıkılan binaları yeniden yapıp teslim edeceğiz” (08/10.02.23 basın açıklamaları)
Sıkıntı ve sorunların neler olduğunu, devletin ilk 3 gününü yukarda anlattık. Eğer “büyük” Türk devletinizin seferber ettiğinizi söylediğiniz “bütün imkânları” bu kadar ise, bizce gerçek durum bu değil, vay hâlinize, vay hâlimize. Daha fazlası mutlaka yapılabilirdi, iyi örgütlense, doğru koordine edilebilse ve hızlı hareket sağlanabilse bunca can kaybı olmazdı. “Devlet nerede” çığlıklarını duymak istemeyen, ilk 3 gün için “işbaşındaydı” yalanınıza inananlar ya çok saf ya da varlığı varlığına bağlı olanlardır. Binlercemiz enkazlarda didindiler, çıplak ellerle yakınlarını enkaz altından çıkarma çabaları içindeydiler. “Devlet” 3. gün sahaya indi, ama her yere değil. Bu durumu yaşayan yaşadı, hafızalara kayıt etti.
Bizce en iyimser yaklaşımla AKP/MHP iktidarı olayın ciddiyetini kavramış durumda değil. Yıkımın boyutunu anlamış durumda değil. Sorun sadece yerin üstünde değil, yerin altındaki tüm alt yapıda enkaz durumunda. Bölgedeki birçok ilin ve ilçenin-köyün-kasabanın-yerleşim yerlerinin komple değişmesi gerektiğinin bilincinde değil. Yeniden, şehirler-ilçeler-köyler kurulmasını idrak edecek durumda değiller. Panikten kurtulmuş değiller. Panik hâlleri devam ederken, yapılan bu açıklamalara itibar etmemek gerekir. Bu ve benzer açıklamaları yapanların esas kaygıları yakın zamanda yapılacak (yapılırsa tabii) seçimlerdeki oy kaybıdır. İktidarı kaybedecekleri korkusudur, bunları bu kadar panik hâline sokan da bu durumdur.
Elbette AKP/MHP iktidarı bir şeyler yaptı bu korkunç yıkım sırasında. İktidar gücünü elinde bulundurma avantajlarına rağmen, onu kullanmada beceriksiz kaldılar. Çünkü yapısal örgütlenmelerinin birçoğu bilimsel temelden uzaktı, uzaktır.
Başında karşı olduklarını ve mücadele edeceklerini ilan ettikleri YALAN-YOKSULLUK ve YASAKLAR bunlarında başvurmak zorunda kaldıkları yöntemler oldu. Çünkü kapitalist düzenin temeli kâr hırsıdır.
Sonuçta rüşvet-hırsızlık-yalan sarmalında bugünlere geldiler. Egemenliği ele geçirdikten sonraki sorunları tahtlarını-saraylarını ve sefa atlarını korumak asıl vazifeleri oldu. Bu dönemde olan doğal felaketleri (boyutlar çok küçüktü Sel-Soma-Amasya maden faciaları vs.) din-rüşvet ile bertaraf edebildiler. Ama bu kez zor hem de çoooook zor. Yıkıntılar altında kalan devletlerinin bekası biraz daha uzar, ama RTE ve yandaşlarının beka sorunu bu yıkıntılar altıdan kalkamaz.
Muhalefetin söylemlerine geçelim
Ana muhalefet partisi genel başkanı Kılıçdaroğlu “Bürokratik engellerinizi bu kez kabul etmeyeceğiz”, “Devlet nasıl yönetilir bilmiyorlar”, “Kurtarma çabaları siyaset üstü değildir” söylemleri ile sorunu RTE’ye indirgeyip devleti koruma çabaları içindedir. Sanki kendileri iktidara geldiklerinde devletin niteliği değişecekmiş gibi söylemler içinde sahada oldular.
Meral Akşener, “rozetsiz olarak buradayım, Meral Akşener olarak buradayım. Bu karmaşanın nedeni tek adam sistemidir” derken diğerleri gibi yine propaganda yapıyordu.
Evet, her şeyin merkezi bunların iktidarı ve doğru dürüst muhalefetin olmadığını anlamamızın zamanı çoktan geldi, geçti. Beka yalanlarıyla savaşlara, bombalara-silahlanmaya harcanan yüzlerce milyar dolarlar gerçek varlığımız olan deprem sorununa harcansaydı, bugün yaşadığımız felaketin onda birini bile yaşamazdık.
Hem iktidar sahipleri hem de muhalif olanlar halkın acısını siyasi dalaşlarında malzeme olarak kullandılar, kullanıyorlar.
Hele birde daha enkazlar yerde, canlarını kayıp eden insanlarımız enkaz altındayken başladılar bir seçim tartışmasına. “Halkın derdi geçim, bunların derdi seçim” misali tehditler, küfürler diz boyu! İktidar sahipleri “bu şartlarda seçimler yapılsa kaybederiz”, muhalifler “fırsatı ganimete dönüştürmenin tam zamanı” diye istiyorlar seçimleri. Sanki seçimlerde bir şeyler değişecekmiş gibi. Gelecek olan enkaz edebiyatı yapacak yapıyor, gidecek olan rantını kaybedecek. Bunların ölülere bile saygısı yok! Onun için Ahmet Arif’in;
Bunlar,
Engerekler ve çıyanlardır,
Bunlar,
Aşımıza, ekmeğimize
Göz koyanlardır,
Tanı bunları,
Tanı da büyü… sözleri bugünlere ne kadar da uyuyor!
Depreme hazırlıklı olmamanın nedenleri ve sonuçları
Sen o kadar çürük binaya imar izni ver o da yetmiyormuş gibi 4 yılda bir imar affı çıkar sonra deprem olup yıkılınca kurtarmaya çalış! Birbirine dışlayan işler. Uyarıları dinlemeyen, zamanı kötüye kullanan (1999 Depreminden sonra 24 yıl geçti) ve bilime dayanmayan anlayışlar değişmediği sürece bu durumların yaşanması normaldir. Uzun zamandır söylenen İstanbul’da 60 bin konut (belki daha fazlası) 7 ve üzeri şiddetindeki bir depreme dayanamaz. Kahramanmaraş gibi beklenmedik bir anda böyle bir depremle karşı karşıya kalınsa felaketin felaketi yaşanmaz mı? Yaşanır…
Gerçek suçlu sorumlu kim sorusunun cevabı ortada, en üstten en alta kadar rüşvet-yalan rant ile beslenen sistemin kedisidir. Andaki siyasi sorumlu hükümet olmasına rağmen bir bütün olarak devlet aygıtıdır. Yapı izni verenler; denetleyenler, denetlemeyenler, mimarlar mühendisler, belediyeler vb. vb. sorumludur.
On binlerce insanın kaybından, yüzbinleri aşan insanın yaralanıp sakat kalmasında, milyarlarca dolar emek değerinin hederinden çarçur edilmesinde bir bütün olarak T.C. devleti sorumludur.
Ne yapılmalı? Depreme dayanıklı yapılaşma… Fay hatları üzerinde yapılaşma olmaz!
- ÖNCE BELEDİYEDEN “İMAR DURUM BELGESİ”:
- İNŞAAT PROJESİ HAZIRLANIYOR, ZEMİN ETÜDÜNE DİKKAT.
- DENETİM FİRMASI HAVUZDAN GÖREVLENDİRİLİYOR.
- PROJEYE BELEDİYE ONAYI, “İNŞAAT RUHSATI” VERİLİYOR.
- İNŞAAT BAŞLIYOR, HER AŞAMADA DENETİM.
- İNŞAAT BİTTİ, SON DENETİM VE “İSKÂN RUHSATI” VERİLİYOR (Sedat Ergin Şubat 11, 2023 Hürriyet)
Yukarda sıralanan mevzuat/yönetmeliklere uyulsa elbette bu kadar yüksek boyutlu felaketin yaşanması engellenmiş olacak.
Birçok alanda olduğu gibi sorun yönetmeliklerde değil sorun pratik uygulamada, rüşvet ve iltimasın geçerli akçe olduğu yerde bunları uygulamak çok zor. İnşaat sektörünün siyaseti, siyasetin inşaat sektörünü beslediği ve insan yaşamının değersizleştirildiği ve kâr amacının önde çıktığı her alanda felaketler yaşanacaktır. Ama kapitalizmde başka türlüsü olmaz ki zaten. Arsa anlamında toprak rantının ve barınak rantının milyarlarca doları içinde barındırdığı bir sistemde Kahramanmaraş vb. felaketlerin yaşanması engellenemez.
Ne yapılmamalı?
Öncelikle MERSİN/AKKUYU ATOM SANTRALİ DURDURULMALI!
Çünkü fay hatlarına yakın kurulan bu atom santralinde yaşanacak bir felaketin boyutları hiçbir felaketle karşılaştırılamayacak kadar büyük olacaktır. Deprem pratiği konusunda bizden çok daha fazla tecrübeye ve “tedbire” sahip Japonya Fukushima’dır. Fukushima depreminin şiddeti 9 idi. Etkisi daha yüzlerce yıl sürecek. Bu gerçeklere rağmen Mersin Akkuyu’da kurulmakta olan Atom Santrali Ecemiş fay hattının 25 km yakınındadır. Bir kez daha üstüne basarak vurguluyoruz, Türkiye’nin jeolojik yapısına bakıldığında Nükleer Santral kurmak halklarımıza ihanettir.
Fay hatlarında, Afrika levhasının Ege Denizi altına daldığı alanda oluşan, aktif deprem ve volkan üreten bir tektonik alan daha var ona da Helen Yayı der bilim insanları. Yunanistan’ın güneybatısındaki İyon Denizi’nden başlayıp, Girit ve Rodos’un güneyinden geçerek Fethiye Körfezi’ne doğru uzanıyor. Bu yay ‘Kıbrıs Yayı’ adı verilen ikinci bir yay daha çizerek Kıbrıs’tan geçip, Antakya’ya doğru devam ederek Doğu Anadolu Fayı ile Ölü Deniz Fayı birbirine bağlanıyor. İşte Akkuyu Nükleer Santrali de tam bu yay üzerinde inşa edilmektedir. Bu inşaata karar veren merciler intiharın da ötesinde ihanet içindedirler. Benden sonrası tufan anlayışının da ötesinde, bilerek aymazlık yapmaktadırlar, atom gücü olmak için. Derdin enerji açığı olmadığını biliyoruz.
İşin garibi, Mersin/Akkuyu Atom Santrali hızla ilerlerken, kimse çıkıp ta “Akkuyu Atom Santralinin fay hatları üzerinde olduğu geçeğini” bugün bile bağırmıyor.
Prof. Dr. Hasan Sözbilir, “Şimdiye kadar yapılan tsunami modelleme çalışmaları Helen Yayı üzerindeki fay seğmenlerinin büyüklüğü 7 ve üzeri deprem üretmesi durumunda oluşacak 5 metreye varan tsunami dalgalarının Türkiye’nin Ege ve Akdeniz kıyılarına ulaşacağını göstermekte” diyor. Ve ekliyor, “Çalışmalar tsunaminin, sismik kaynaktan uzaklığa bağlı olarak 50 dakika içinde Fethiye, Datça, Marmaris ve Bodrum kıyılarına, 180 dakika içinde ise İskenderun, Yumurtalık, Karaburun, Ayvalık, Edremit’in içine ulaşacağını göstermekte” diyerek tehlikenin boyutuna bugünden dikkat çekiyor. Prof. Dr. Hasan Sözbilir. (5 Ekim 2021, Hürriyet)
Bunun için yüksek sesle bir kez daha çığlık atıyoruz. Akkuyu Atom Santrali inşaatı derhal durdurulmalıdır. Çünkü gelecekteki depremleri engellemek mümkün olmadığına göre kendimizi hazırlıklı kılmalıyız. Önümüzdeki en büyük tehlikelerden biri de Atom Santralidir. Yaşanacak bir atom felaketinin etkileri yüz yıllarca yaşanacaktır. Gelelim Kahramanmaraş depremlerine:
Ne yapılmamalıya eklenmesi gereken önemli bir şeyde yaşanan felaketleri “takdiri ilahiye havale edilmesidir. Dün 1999 Marmara depreminde iktidar sahiplerini “7,4 Yetme di mi?” şeklinde günahkâr ilan edenler bugün kurtarma çalışmalarında enkazdan çıkarılan her insan için örgütlü bir şekilde “Allahu Ekber” deme anlayışından kurtulmamız gerekli. Nasıl ki, bu ve benzer felaketler “Bunlar kader planının içerisinde olan şeyler” değilse, enkaz altından çıkarılan da kadere bağlanamaz. İlahi gücün isteği ile açıklanamaz. Enkazlardan canlı çıkan insanlar bilim ışığında insan çabaları ile çıktılar enkaz altından canlı olarak. İnsan kaynaklı mucizelerdir, mucize olarak adlandırılacaksa.
Sonuç olarak
Bundan sonrası için deprem bir doğa olayı ve bizde onunla yaşamak zorundaysak, bilim rehberimiz olmak zorundadır. Bilimsel olana kulak verip, pratik yaşamımızı ona göre örgütlemek, şekillendirmek zorundayız. Sağlam yapılar barınaklarımız olsun diyorsak, onları depreme dayanıklı yapmak zorundayız. Yıkımlar ve felaketler sonucu kaybettiğimiz değerler göz önünde bulundurulduğunda sağlam yapılar için yapılacak masraflar kayıp edilenin %10’nunu bile kapsamaz. Bugün bilimin vardığı nokta bunun mümkün olduğunu söylemenin ötesinde var etmiş durumdadır. O zaman izlenecek yol bellidir. Yaşadığımız ülke ve toprakların %92’si deprem kuşağında olduğuna göre, başka halkların izlediği ve edindiği birikim yolunu izlemek, geçmiş felaketlerden dersler çıkarmak hepimizin görevidir. Evet, bu talan ve ranta sırtını dayamış kapitalist sistem yolumuzu engelleyebilir, engeller de, her kavgada olduğu gibi, bu kavgamızda da esas hedefi gözden kaçırmayalım. Nihai hedefimiz özgür doğa ile uyum içinde sömürünün son bulduğu bir dünya ise, kavgamız buna değer… O zaman örgütlenmek, hem de bilimi kendine rehber etmiş sosyalist-komünist bir gelecek için güçleri birleştirmek zorunluluktur. Bu zorunluluğu kavradığımız oranda özgür olacağız.
Doğa ile uyumlu yaşamak onun kurallarını kabul etmekle başlar!
HALKLARIMIZIN BAŞI SAĞ OLSUN BÜYÜK GEÇMİŞ OLSUN!
17.02.2023