[Fransa’da çevresinden topladığı yardımları köken olarak geldiği deprem bölgesine doğrudan ulaştırmak için yola çıkan okurumuzun, yaşadıklarını kaleme aldığı mektubu yayınlıyoruz.]
Deprem bölgesinden izlenimlerim…
Gece yarısı girdim köyüme, her zaman korkardım geceleri köyümde. Çok karanlık, çok sessiz ıssız… Köpeklerin uluması iyiye işaret değildir bizim oralarda. Felaketin, olumsuzun habercisidir bu ulumalar.
Karanlıkta çok seçilmiyordu depremin izleri. Beyaz beyaz çadırlar, her yeri yıkık evlerin yamacına kurulmuştu.
Sabahın güneşi ile her şey çok daha netleşti.
Köyümde, her ne kadar akşamları korksam da, sabahın parlak güneşi her zaman içimi ısıtırdı, her şey güzelleşirdi… Bu sefer öyle değildi. Her evin yanında bir çadır, köylüler bir şeylerle uğraşıyorlar, tarla-bahçe işlerine tutunuyorlar. Yok, yine de o baharın verdiği neşe mutluluk yok; havada hüzün var! Korku var! Büyük bir ölüm sessizliği var. Bir üzüntü, bir hüzün, bir şaşkınlık havası vardı köyde.
İnsanlar gülüyordu kimi zaman… Gülerek küçültüyorlardı yaşadıkları felaketi sanki.
Havada bir gariplik, bir şaşkınlık!
İnsanlarda felaket ve yıkım sonrası hayata tutunma telaşı.
Travma sonrası yaşam mücadelesi, ölüm korkusu… ve hayatta kalma sevinci, hepsi bir arada.
Ertesi gün, tamamen yıkımın olduğu şehirlere doğru ilerliyoruz arabayla. Yardımları en çok ihtiyacı olanlara ulaştırmak için.
Şehire doğru ilerlerken yıkılan evler, yok olan köyler felaketin derecesini anlatıyor.
Normal zamanlarda alışveriş yaptığımız bir şehre varıyoruz. Bütün şehir yerle bir olmuş durumda ve bir tane açık market yok! Bir anda en ufak bir zaruri ihtiyaca, ekmek gibi, su gibi temel ihtiyaca ulaşamamanın ne demek olduğunu yaşıyorum. Bu ihtiyaçların olmadığını konuşmak, duymak ile yaşamak arasındaki büyük farkı idrak ediyorum o anda.
Ve arabayla ilerliyoruz büyük bir şehir olan Kahramanmaraş’a doğru. Şehrin girişindeki reklam panoları ayakta, yıkılmamış, ama ürünü üreten işyerleri yerle bir olmuş, ürünü üreten eller, gözler enkaz altında!… Şehre giriyoruz, çarşıdan geçiyoruz, bütün binalar yerle bir olmuş durumda.
Büyük bir toz bulutu var şehrin üstünde. Dozerler çalışıyor, dozerler enkazı kaldırıyor, toz ve duman uçuyor havaya, toz bulutuna dönüşüyor.
İnsanlarla konuşuyoruz: hayatta kaldıkları için çok sevinen, diğer yandan bir travma içinde çırpınan gözler, şaşkın hareketler… Vücut dilleri yıkıntının izlerini yansıtıyor.
Çok büyük bir hüzün ve üzüntü ile şehirden çıkıyoruz, keskin bir kokuyu arkamızda bırakarak çıkıyoruz. Keskin kanalizasyon ile ölüm kokusu birbirine karışmış… Daha önce hiç hissetmediğim bir koku bu.
İkinci gün Gaziantep’e gidiyoruz. Gaziantep depremden daha az zarar gören büyük şehirlerden birisi. Korku ve şaşkınlık depremden etkilenen tüm bölgelerde olduğu gibi burada da hissediliyor.
Yardım amaçlı paketlerimizin hazırlığı bir günümüzü alıyor. Antep’te süpermarketler açık!
Edindiğimiz bilgi doğrultusunda Nurdağı’nda ve İslâhiye ilçelerinde yardım ihtiyacı olduğunu duyuyoruz ve o bölgelere doğru yola çıkıyoruz. Yol boyunca yıkılan köyler, evler, yıkıntı altında kalan traktörler, arabaların görüntüsü büyük şaşkınlık veriyor… Ezilmiş kâğıt parçası hâlini almış hâlde görüyoruz ve tabii ki düşünmeden edemiyorum enkaz altında kalan insanları, içimde büyük bir acı hissediyorum.
Nurdağı’nda çadır kamp alanında yardım paketlerini veriyoruz. 10 dakika içinde büyük bir topluluk oluşuyor yardım almak için. O anda herkese yetmememin verdiği üzüntü ile veren tarafta olmanın rahatsızlığı içinde nasıl davranacağımı bilemiyorum.
Çadır kampa girdiğimizde gördüğüm manzara, bir çadırın önünde iki üç aile beraber yemek yiyorlar, çocuklar yaşadıkları felaket umurlarında olmadan oradan oraya koşturuyorlar. İnsanların yeni olan bu yaşama alışmaya çalıştıklarını anlıyorum, uzun, çok uzun süre burada kalacaklarını biliyorlar.
Nurdağı’ndaki yıkım Kahramanmaraş’takinden çok daha fazla. Bütün şehir yerle bir olmuş durumda. Hiç sağlam bina, ev yok. Postane belediye gibi hizmetler kurulan çadırlarda hizmet vermeye çalışıyor.
Oradan İslahiye’ye doğru yola çıkıyoruz. Kendimi hiç iyi hissetmiyorum büyük bir isyan kızgınlık var içimde.
İslahiye vardığımızda şehrin durumu gördüğüm bütün diğer şehirlerden daha vahim, hiç sağlam, ayakta kalan bina yok. Bir ay sonrasında daha hiç dokunulmamış binalar var. Müthiş bir koku var şehirin üstünde, büyük bir toz dumanı, yıkılmış binaların kapattığı yollar, yıkılmış evlerin önünde yorgan yastık ne alabilmişlerse evlerde yığılmış yıkılan evin yamacına, kadınlar bu eşyaların üstünde oturmuş kafaları ellerinin arasında çaresiz bir şekilde oturuyorlar. Koku çok keskin. Dayanılır gibi değil.
Kamplarda konuştuğumuz insanlar daha doğru dürüst yardımın onlara ulaşmadığını söylüyorlardı. Gördüğüm bütün bu yıkık şehirlerde sadece enkaz kaldırma çalışmaları dozerler gördüm yardım adına devlet kurum ve kuruluşlarının yardım izleri hiç yoktu. Sadece çadırların üzerinde büyük harflerle görünür bir şekilde AFAD amblemi her açıdan görünüyordu.
Herkese yetişememe hissi ile medyada çok yardımın gittiğine dair haberler kulağımda çınlıyor ve içimde isyan!
4 Nisan 2023
Fransa/Bir YDİ Çağrı Okuru.