Bugünlerde kuruyan dereler, kuruyan akarsular ve kuruyan göller, gören gözlere çok şeyler söylüyor. 60-70-80-90’lı yılları yaşayanlar bilirler, Salihli Marmara gölünün sulak alanlarını –sulak alan tabelası hâlâ duruyor– Gediz nehrinin şarıl şarıl aktığını, nice akarsuyun çevresine hayat verdiğini çok iyi hatırlarlar.
1970’lerde Batı Anadolu’da yazın akan dereler artık mayıs ayıyla birlikte kuruyor, yer yer tüm yıl hiç akmayanları da var.
İklim Haber ve Konda araştırma şirketinin 2018 yılında ortak yaptıkları bir araştırmaya göre; “Türkiye’de her dört kişiden üçü iklim değişikliği konusunda endişeli olduğunu” ifade ediyor. “Küresel ısınmanın yaşandığını düşünüyor musunuz?” sorusuna katılımcıların %86,8’i evet cevabı veriyor. Toplumun dörtte biri iklim değişikliği konusunda gerekli önlemlerin alınacağına hiç ihtimal vermiyor.
Ormanlar azalıyor. Örneğin, Kaz Dağları’nın yüzde 79’u madenler nedeniyle yok olma tehlikesi altında. Daha önce bölgede altın arama faaliyeti yürüten Kanadalı Alamos Gold ve alt firması olan Doğu Biga Madencilik, 350 bin ağacı kesti. Çanakkale ve Balıkesir’de madenler için geçen yıl 32 “ÇED gerekli değildir” kararı çıktı.
Türkiye’de 2022 Aralık ayı son 52 yılın en sıcak ayı olarak tarihe geçti. Yağışın olmaması üretimi ve baraj doluluk oranlarını azalttı. Çiftçi, 4,2 milyon hektar alanı ekmekten vazgeçti. Ekilebilir olmasına rağmen ekilmeyen alan Konya ilinin büyüklüğü olan 3,9 milyon hektardan da fazla. Gidişat çok mu berbat.
Çooook berbat çünkü bu durum, daha fazla açlığı, daha fazla hastalığı, daha fazla ölümü ve yoksulluğu tetiklemektedir. Tabii tuzu kuru olan üretim araçları sahipleri için değil!
Avrupa Alplerinde karlı tepeler bitti, bitecek. Fransa’nın Pireneler bölgesi kuraklıkla cebelleşiyor. Isole Nehri’nin kurumuş yatağından yaya geçilir durumda, köprüler önemini yitirdi. Fransa Montauroux’daki Saint-Cassien Gölü kurudu, kuruyacak. İspanya ve İtalya’da da durum farklı değil. İtalya’nın en büyük ve en uzun ırmağı Po’nun su seviyesi %80 azalmış durumda. Buğday ve pirinç dâhil İtalya’nın gıda üretiminin yaklaşık yüzde 40’ını karşılayan Po nehri ovasında geçen yıl dört ay neredeyse hiç yağış olmadı. Gelecek yıllarda, Almanya’nın, Hollanda’nın güneyinde, Yunanistan, Bulgaristan’ın kimi bölgelerinde de yağmurların yağmayacağı öngörülüyor. Hadi bu yıl yağdı diyelim! Ya gelecek ya sonrası ya daha sonrası ne olacak?
2022’de ABD’de Kaliforniya ve diğer batı eyaletlerinde son yıllarda su kesintileri yaşandı. Bilim insanları batı ABD’yi 20 yıldır vuran “mega kuraklığın” bölgeyi en az 1.200 yıldır etkileyen en kötü durum olduğunu söylüyor. 2021’de görülen düşük yağış oranları ve yüksek sıcaklıklar nedeniyle batı eyaletleri kuraklıkla boğuşuyor. Kuzey Amerika’nın en büyük su rezevlerinden Colorado Nehri, Mead ve Powell gölleri en düşük seviyelerine ulaştı. Bu göller, ABD’nin en büyük şehirlerinden bazılarına su sağlıyor. Nature dergisinde yayımlanan bir araştırmaya göre, kuraklığın 2030’a kadar devam etme olasılığının %75 olduğunu gösteriyor.
Ocak 2020’de, kuraklık nedeniyle Avustralya’nın güneyinde 5.000 yabani deve, helikopterlerden tüfeklerle açılan ateşle öldürüldü. Develerin öldürülme nedeni 3 dakika içerisinde yaklaşık 196 litre su içmeleri nedeniyledir.
2022 yazında yaşanan aşırı sıcakların Çin’in Sichuan bölgesindeki hidroelektrik üretim kapasitesini yarı yarıya düşürdü. Benzer durum Norveç’te hidroelektrik santral rezervuarlarında yaşandı ve son 25 yılın en düşük seviyesine geriledi. Elektrik üretiminin İtalya’da %40, İspanya’da ise %44 oranında azalmasına neden olduğuna dikkat çekiliyor.
Karsız tepeler, dolmamış baraj ve göller, akmayan dereler – akarsular-nehirler ve ekilmemiş tarlalar… Günümüzdeki manzaralar!
Evet, insanlar bundan sonra bu durumlara daha da alışacak. Çünkü önceki nesiller bugünleri harap etti, bugünküler gelecek nesillerin hayatını tahrip etmektedir.
Şimdiye kadar bilim insanları iklim değişikliğinin başımıza açacağı belaların hem teorik hem de pratik yanı ile ilgili çok şeyler yazdı. Biz de yazdık onlara dayanarak.
Kapitalizmle hız kazanan insan eliyle yaratılan iklim değişikliğinin, artık iklim krizine dönüştüğü yadsınamaz bir gerçek durumdur.
Lafı fazla uzatmadan bu yazımızda iklim değişikliği ve krizini sayılara dökelim.
İklim krizinin ortaya çıkışı ve gelişmesi
İnsan eliyle yaratılan, kapitalizm ile uç noktalara ulaşan ve tüm gezegeni tehdit altında tutan iklim krizinin başlangıcı çok eskilere, milattan öncesine dayanır.
İklim değişikliği, ilkçağ uygarlıklarından günümüze kadar, tarımdan sağlığa, ekonomiden göçe, hatta sanata kadar her alanı etkilemiştir. İnsanların toplayıcılığı bırakarak, üretime-tarıma geçişiyle başlar bu serüven. Özellikle Anadolu’da insanlar kuraklığa bağlı olarak, suları çekilen göllerin ve nehirlerin kenarlarına yerleşmeye başlamışlar, bu yerleşimler Anadolu’nun ormanlık iç alanlarında doğa katliamının başlangıcıdır. Bu başlangıçta evcilleştirilen hayvanların aşırı otlatılması, ormanları kesilmesi ve orman yangınları doğada ciddi değişiklerin habercisi olmuştur. Dünyada 12 bin yıl önce son buzul çağı sona erdi. İnsanlık Holesen dönemde iklimsel olarak bir istikrar dönemi yaşadı. Holosen, günümüze kadar süren jeolojik devreye denilmektedir. Buzul çağından sonra insan türü mevcut yerleşik hayata ve yazılı tarihe doğru önemli bir geçiş yaptı. Dünya çapında kültürel gelişimler görülmeye başlandı. Tarım toplumları istikrar kazandı. Uygarlıklar kuruldu. Ve insanlık süreç içerisinde bugünkü kalabalık, karmaşık toplumlara evrildi. Homo sapiens, buzul çağında evrimleşti. Afrika’dan çıkıp dünyaya dağıldı. Bu dönemde iklimin istikrarsızlığından dolayı nüfus pek fazla artmıyordu. Buzul çağı sona erdiğinde dünyada yaşayan insan sayısı 1-2 milyondu. Yerleşik tarım toplumlarının oluşmaya başlaması Holesen ile birlikte başladı. Nüfus artmaya başladı, insanlar ormanları yakıp tarım alanları açtı. Devletler kuruldu. Sulama ve tarım daha sistematik bir işleyiş hâlini aldı. Karbondioksit seviyesinde hafif artışa rağmen iklim değişmedi.
İnsanlar, son buzul çağının bitmesi ve Holosen (11.000-12.000 yıl öncesinden günümüze kadar sürmekte olan jeolojik devredir.) döneminin başlamasının beraberinde getirdiği iklimsel istikrar döneminde gelişmeye başladı. Bu Holosen dedikleri dönemde yerleşik hayata geçildi. Tarımla uğraşma sistemli bir hâle geldi. İnsanlık uygarlığa erişti ve nihayetinde bugünkü kalabalık, karmaşık toplumlar oldu. Hep doğa tahrip edilerek bugünlere varıldı. Yani hem kendi hem de diğer canlıların mezarını insanlar kazdı. Çünkü doğa ile uyumlu onun yasalarına uygun bir yaşam tarzını hep ret ettik. Hâlâ öyleyiz.
Günümüzde 19. yüzyılın ikinci yarısından başlayarak, sanayi devrimleri ile yeni bir devreye girildiği, bu yeni devrenin “Antroposen” – “İnsan çağı” olarak adlandırılması gerektiği teorisi giderek yaygınlık kazanıyor. İnsanın doğada yarattığı tahribatın giderek geri döndürülemez bir noktaya doğru ilerlemesi, bu dönemin temel özelliğidir.
“Antik Yunanca hane anlamındaki “oikos”dan gelen “eko” tüm canlıların evi olan dünyamızın da bir sistemi olduğunu anlatır. Sistemin tüm parçaları uyum içinde birbirlerinin ve işleyişin devamını sağlamak amacıyla çalışıyor. Bakteriler, virüsler, bitkiler, hayvanlar gibi canlılar ve onların yaşam alanları bu sistemin parçalarıdır. İnsan dâhil tüm parçaların birbirine muhtaç olduğu bu sisteme, ekosistem diyoruz.” (https://gazeteduvar.com.tr)
Tüm canlılar ekosistemle çeşitli düzeylerde etkileşim içinde olmakla beraber, insanın ekosistemle etkileşimi zaman içerisinde şiddeti gitgide artan bir tahribat ve sömürü şekline dönüştü.
1850’lerden itibaren atmosfer ısınmaya başladı. Kapitalizm ile birlikte, teknolojiyi geliştiren insan faaliyetleri sonucu atmosfere gereğinden fazla miktarlarda karbondioksit, metan vb. sera gazları salındı. Bu salım sonucunda da sıcaklıklar daha da arttı ve küresel ısınma başladı. 20. yüzyılın ortalarından sonra, tekerrür eden kuraklık problemi bugünlere ulaştı. Toprak pestisitlerle zehirlendi, yanlış sulama ve monokültür toprağın mineral yapısını bozdu. Mavi gezegende her yıl milyonlarca kişi açlıktan veya içme suyuna erişimi olmadığı için ölmektedir. Kitlesel göçler artmaya başladı. Küresel adaletsizlik ayyuka çıktı, sosyal eşitsizlik, emek sömürüsü, savaşlar ve salgın hastalıklar toplumsal yaşamı iyice felce uğrattı.
Tüketimle doğrudan ilişkili olan bu durumda elbette nüfus artışı da yadsınamaz öneme sahiptir. İnsan nüfusu, MS. 1600’lere kadar yaklaşık 200 milyondan 600 milyona, 1800’lerden 1950’lere kadar 1 milyardan 2,5 milyara ulaştı ve 1950’den sonra katlanarak günümüzde 8 milyar seviyesine dayandı. Alet kullanımı, hareketlilik, teknik gelişme, iletişim imkânların gelişmesinin yanı sıra, reklam davranışları tüketim odaklı ideolojileri körüklemesi ihtiyaçlar ve tüketimi artırdı. Bu durum ekosistemi oluşturan tüm kaynakların daha fazla sömürülmesinin de yolunu açtı. Elbette sorun nüfusun sayısal fazlalığında değil, ihtiyaç dışı üretim ve adaletsiz bir paylaşımdadır.
“Endişe”ye mahal var!
Küresel olarak insan kaynaklı sera gazı emisyonları 2019 yılında 59 milyar ton CO2’ye eşdeğerdi. Uluslararası Enerji Ajansı’nın (IEA) analizine göre, enerji kaynaklı küresel karbondioksit emisyonları 2022’de %0,9 artarak 36,8 milyar tona yükseldi.
Varılan noktada dünya çapında 21. yüz yılın yıllık ortalama maddi kayıp miktarı 313 milyar dolara ulaşmış durumdadır. (https://www.aon.com)
66 ülkeden 234 bilim insanın katıldığı çalışmanın sonuçlarını yayınlayan Birleşmiş Milletlere (BM) bağlı Hükümetler Arası İklim Değişikliği Paneli (IPCC)’nin 2021 küresel ısınma raporuna göre 1,5-2 derecelik global ısınma durdurulamaz ise, yazlar daha uzun olacak, kışlar daha kısa sürecektir. Bu da günümüzde birçok ülkede yaşanan orman yangınları ve sellerin gelecekte yaşanacakların sadece küçük bir fragmanı anlamına gelecektir.
2020 yılında yaşanan sıcak hava dalgaları nedeniyle dünya genelinde yaşanan potansiyel iş gücü kaybı 295 milyar saati buldu.
Deniz seviyesinden 5 metre yüksekliğe kadar olan yerlerde 569,5 milyon kişi yaşıyor.
2020 yılında dünya genelinde meydana gelen 242 kayıtlı orman yangını, kasırga, sel gibi doğal afetin maliyetinin 178 milyar dolar civarında olduğu tahmin ediliyor.
Kuzey kutbundaki buz tabakası tahminlerin iki katı hızla eriyor ve buzulların 2050’ye kadar yazları yok olacağı öngörülüyor. Son olarak Tuz gölü büyüklüğünde bir buz tabakası Antarktika’dan koptu bile.
Afrika’nın tek karlı-buzlu en yüksek tepesi Kilimanjaro Dağı’nın karları hızla eriyor. 2050’ye kadar Kilimanjaro’da buzul kalmayacağı tahmin ediliyor.
“Küresel ısınma nedeniyle buzullarda erime son 25 yılda 3 trilyon tona ulaşırken, deniz seviyesi 1880’lerden beri 20 santimetre, son 25 yılda 3 santimetre yükseldi. NASA, en kötü senaryoda bu seviyenin 2100’de 0,6 metre ile 1,1 metre arasında olacağını, 2300’de ise 5 metreye ulaşacağını tahmin ediyor.” (https://www.gazeteduvar.com.tr)
Bir dizi anlaşmalara, araştırmalara (Kyoto, Paris, COP’lar, IPCC) ve karbon vergilerine rağmen sera gazı salınımları azaltılamıyor.
Son bir milyon yılın hiçbir döneminde 300 ppmv’yi geçmemiş olan atmosferdeki CO2 birikim değeri 2022’de 419,55 ppmv’ye ulaştı. Bilim insanlarının geriye dönük ölçümlerine göre bu değere 4 milyon yıl öncesi rastlanır.
Ancak burada Çin’in bugünkü duruma son on yıllarda, emperyalist dünyaya entegre olan kapitalist bir ülke hâline geldikten sonra, muazzam hızlı kapitalist gelişme sonucu geldiği bilinmelidir. Atmosfer birikmiş toplam salınımda “eski” emperyalist ülkelerin payının çok daha yüksek olduğu bilinmelidir.
CO2 salınımında kömür tüketimi ilk başta yer almaktadır. Ülkeler bazında baktığımızda Çin başı çekmektedir. 1 Exajoule=278 milyar kw/h enerji demektir.
Çin 2022 yılında 86 Exajoule 23.908 milyar kw/h enerjiyi kömürden elde etmiştir. Bunun sonucu olarak atmosfere gönderdiği CO2 miktarı miyarlarca tonu geçmektedir.
Yukardaki tablonun bize gösterdiği enerji elde etme sürecinde en CO2 salımını yüzdeye vurduğumuzda %31,1’ininden Çin; %13,9’undan ABD; %7,5’ininden Hindistan; %4,7’sininden Rusya sorumludur. 2022 yılında Ukrayna savaşı ve Rusya’ya Batı yaptırımları nedeniyle doğal gaz alamayan Avrupa Birliği (AB) ülkelerinde kömür kullanımının yüzde 6 arttığını da geçerken hatırlatalım.
Dünyayı karbon salınımı yoluyla en çok kirleten 10 şirket:
Çin Ulusal Kömür Şirketi, Saudi Aramco, Gazprom, İran Ulusal Petrol Şirketi, Exxon Mobil, Hindistan Kömür Şirketi, Meksika Pemex, Rusya Ulusal Kömür Şirketi, Royal Dutch Shell, Çin Petrol ve Doğalgaz Şirketi.
Plastik vb. atıklarla dünyayı en çok kirleten şirketler:
Coca-Cola, Pepsi Cola, Nestle, Modelez, Mars, P&G, Philip Morris, Colgate Palmolive, Unilever, Solo Cup Company.
Paris’te, 2015’te tüm bu ülkeler küresel sıcaklıklardaki tehlikeli artışı frenlemek için emisyonları azaltma konusunda uzlaştı. Peki, o günden bu yana hangi adımlar atıldı? Kayda değer hiçbir adım atılmadı. Fosil yakıtlardan vazgeçmeden bu işin olmayacağını sorumlu sorumsuz herkes bilmektedir.
Fosil yakıtların başımıza açtığı bela bilinmesine rağmen, Türkiye ve birçok ülke yeni kömür yakıtlı termik santral planlıyor. Günümüzde dünya çapında 79 ülkede 2.400’ün üzerinde aktif kömürle çalışan termik santral bulunuyor.
2019 yılında hava kirliliğine bağlı hastalıklar nedeniyle 4 milyon kişinin hayatını kaybettiği tahmin ediliyor.
21.yüzyılın başından itibaren, tartışmasız olan konulardan biri de atmosferdeki sera gazı konsantrasyonları ile küresel ısınmanın ivmesi arasındaki ilişkidir. Bu gazların kaynakları çeşitlidir. Bunların başında fosil yakıtların kullanımı (%91) ki bu alanlar eşit ağırlıklarla elektrik üretimi, taşıma ve sanayidir. Orman yangınları ve açımı ile büyükbaş hayvan yetiştiriciliği gibi tarım faaliyetlerinin payı ise %9’dur.
Virüs artışı
2020 yılında dünya yüzeyinin %19’u aşırı kuraklıktan etkilendi. 2010 yılına kadar bu oran çok nadiren %5’in üzerine çıkmıştı.
Araştırmalar sıcaklığın iki derecelik bir artışı durumunda 3 bin farklı memeli hayvan türünde göç dalgalarının başlayacağını ve bu göçlerle beraber virüs çeşitlenmesinin artacağını duyurmaktadır. Virüs mutasyonlarının 4 bin kez türler arası geçiş saldırısında bulunacağı tahmin edilirken, doğal olarak insanlar da bu saldırılardan payını alacak, diyor bilim insanları.
Araştırmacılar, gelecekte daha fazla virüs saldırısına maruz kalınacağı sonuçlarını ortaya koyuyor. Olası saldırı artışının temel tetikleyicisi ise küresel iklim değişikliğidir.
Araştırmacılar türler arası virüs sıçramasının mutlak surette Covid-19 benzeri bir pandemiye yola açmayacağını söylese de tehdit yeterince korkutucudur.
Beslenme krizi
Burada emperyalist ülkelerde yaygın olan fast food, aşırı şekerli yiyecek tüketimi, kötü beslenme sonucu ortaya çıkan obezlikten söz etmiyoruz. Bu, şimdilik dünya nüfusunun küçük bir bölümünün sorunu. Sözünü ettiğimiz dünya nüfusunun büyük çoğunluğunun sorunu olan, yetersiz beslenme/açlık sorunudur.
Dünya genelinde yiyecek ve içecek sıkıntısının artacağı bilinen gerçektir. Bu günlerde 2 milyar kişi gıda güvensizliği yaşamaktadır. İklim değişimi ile ekinlerin büyüme sezonlarının kısalması nedeniyle 1981 ve 2010 yılları arasında temel ürünlerden mısır hasadı yüzde 6, soya yüzde 5,8, buğday yüzde 3 ve pirinç yüzde 1,8 azaldı. Dünya nüfusunun yaklaşık %42’si sağlıklı gıdaya erişememektedir ve erişim maliyeti de 2019 verilerine göre kişi başına günlük 4 doların üzerindedir. Sağlıklı beslenme maliyeti yoksulluk sınırının iki katı (2 $/gün) olduğu dikkate alındığında yoksulluk sınırında olanlar açlık çekmektedir. (https://www.sdplatform.com)
2022 Eylül ayında Türkiye’de 4 kişilik bir ailenin sağlıklı beslenmesi için günlük harcaması gereken tutar 233 TL, gerisini siz hesaplayın. Yoksulluk çekenler açısından dünya genelinde durum her geçen gün daha da kötüye gitmektedir,
Aşırı sıcaklık ve kuraklıklar şimdiden dünyanın en sıcak ve kurak bölgelerinde yaşayan 500 milyondan fazla çocuğun yaşamını belirliyor.
Yanlış destek politikası ve krizin maliyeti
Hem kirlet hem de destek al! En yüksek sera gazı salımını gerçekleştiren 65 ülkede kömür, petrol ve doğal gaz gibi sektörlere her yıl ortalama birer milyar dolar devlet desteği sağlanıyor, emeğin sömürüsünü ve doğanın talanını örgütleyen ve kontrol eden devletler tarafından. Kirletmede %40’ından sorumlu olan ABD ve Çin de buna dâhildir.
2019 yılında dünya genelinde sıcaklık kaynaklı ölümlerin finansal maliyeti 245 milyar dolara ulaştı. Bu rakam dünyadaki ekonomik üretimin yüzde 0,28’ine ya da 20 milyondan fazla kişinin yıllık maaşına denk. Sadece Avrupa’da sıcaklıkla ilişkili ölümlerin maliyeti 6,1 milyon kişinin ortalama gelirine denk düşmektedir.
2022 Eylül’ünde ABD’nin güney kıyılarını ve Küba’yı etkisi altına alan Ian Kasırgası’nın ekonomik maliyeti en az 100 milyar doları bulurken, kasırga nedeniyle 40 binin üzerinde kişinin göçe zorlandığı biliniyor.
2022 Haziran-Eylül arasında Pakistan’da yaşanan sellerin ekonomik maliyeti Dünya Bankası tahminlerine göre 30 milyar dolar. Pakistan’daki seller nedeniyle en az 7 milyon kişi yaşadığı yeri terk etti ve 1.700’ün üzerinde insan hayatını kaybetti.
Bilim insanlarının tahminlerine göre, yüzyıl ortasına kadar, sıcaklığın 2 derecenin altında kalması için atmosfere fazladan 565 gigaton karbon dioksit pompalayabilirler, ama gidişat bunun 2795 gigaton olacağı tahminidir. Yani 5 kat daha fazlası. Exxon, Shell veya Lukoil iklimi mahvetmemek için rezerv petrolü çıkaramayacaklarını açıklasalar da bu 2795 gigaton karbonun değeri yaklaşık 27 trilyon dolar olduğu bilindiğinde kapitalist kâr hırsı buna asla gönüllü müsaade etmeyecektir. Batılı emperyalist devletlerin kutuplar eridikçe ortaya çıkacak 9 trilyon değerindeki petrolden (90 milyar varil veya 37 gigaton karbon) kendilerine düşecek paydan vazgeçer mi? Bilim insanlarını dinleyip, bu rezervlerin %80’ini yer altında tutmak, yaklaşık 20 trilyon dolar değerinde varlığın üzerini çizmek, kapitalizme yakışır mı? (rakamlar: yesilgazete.org)
Her şeyin dolanıp geldiği nokta fosil yakıt kullanımından vazgeçme zorunluluğuna dayanıyor. Aşırı tüketimden vazgeçilmesi, ormanların korunması, enerji elde etmede yenilenebilir kaynakların kullanılması vs.
Bilim insanları fosil yakıt kullanma yerine yenilenebilir enerji kaynakları alternatifini bulalı epey zaman oldu. Güneş enerjisini 18 yıla kadar saklayabilen yeni bir teknoloji bile geliştirdi.
Azami kâr hırsı dürtüsü; yerelin yerine merkezi, çoğulun yerine tekili, farklının yerine aynıyı, yatayın yerine dikeyi, kıvrım yerine köşeyi, yavaşın yerine hızlıyı, niteliğin yerine niceliği, yetinmenin yerine israfı, köylülüğün yerine kentliliği çoktan geçirdi. Kapitalizm, doğal varlıkları “kaynak” olarak kâr hırsının hammaddesi gördüğü bir çağ yarattı. Bu çağda sular boşa akmaz, ağaçlar kendi başına nefes alamaz. John Zerzan’ın dediği gibi, “doğa âdeta zorunlu çalışma cezasına çarptırılmış gibidir.” (https://www.iklimhaber.org, 23 Şubat 2022 verilen bilgilere göre.)
İnsan faaliyetleri dünya topraklarının zaten %75’ini değiştirmiş durumda ve şu anda tatlı su kaynaklarının neredeyse %75’i ekin ve besi hayvanı üretiminde kullanılıyor. Günümüzde dünyanın toplam kara alanının %25’i toprak niteliğini yitirmiştir…
İklim değişikliği, dünyanın en savunmasız ülkelerinde %64 düzeyinde GSYH kayıplarına neden olmaktadır.
Bir tahmine göre, deniz seviyelerinin 0,3 ile 1,7 metre arasında bir değerde yükselmesi hâlinde 17 milyon ile 72 milyon arasında insan, kıyılardaki yerleşim birimlerinden taşınmak zorunda kalacak…
Tedbir almama, hiçbir şey yapmamanın yıllık maliyeti 2010 yılında 1,3 trilyon ABD doları iken, 2020 yılında 5 trilyon ABD doları seviyesini aştı. Tüm dünya nüfusunun neredeyse yarısı, şu anda yılın en az bir ayı boyunca potansiyel olarak su kıtlığının olduğu bölgelerde yaşıyor ve bu rakam, 2050 yılına gelindiğinde 4,8 milyar – 5,7 milyar civarına yükselebilir. İklim değişikliğinin aşırı yoksulluk (açlık sınırında) yaşayan insan sayısını 2030 yılına gelindiğinde 32 milyondan 132 milyona çıkaracağı öngörülüyor.
Okyanuslar
Çağımıza kimi bilim insanlarınca Antroposen (insan çağı) isminin verilmesine sebebi insandır. İnsanın doğaya etkileri, zaman içinde dünyanın çeşitli dengelerini bozmasıdır. Ön ayak olduğu ekosistemin iki temel unsurunun değişmesine sebebiyet vermesidir. Habitatlar ile canlı çeşitliliğinde bozulmaların ve yeni bir yok oluş dalgasının sorumlusu olmasıdır.
İnsan, okyanuslara, besin, ekonomi, kıyısal ve kültürel yönlerden bağımlı duruma gelmiştir. Yapılan araştırmalara göre 2018’de okyanuslar ekonomisi 1,9 trilyon dolar değerinde bir hacme sahiptir. Okyanus sanayisinin %80’ni üç temel unsurdan oluşur. %45’i petrol ve gaz, %19’u deniz ekipmanı ve yapılar, %15’i deniz ürünleridir.
Uluslararası Doğa Koruma Birliği (IUCN) 2018’de bu türlerden 13 bin kadarını değerlendirmiş durumda. IUCN’e göre omurgalı ve omurgasız bin 125 deniz canlısının yüzde 37,2’sinin habitat kaybı, yüzde 23,7’sinin doğrudan avcılık, yüzde 14,6’sının kirlilik, yüzde 13,8’inin küresel ısınma ve yüzde 10,5’inin nesli, istilacı türler gibi antropojenik etkiler sebebiyle tehlike altına girmiş durumdadır.
İnsanlar denizlerin çok geniş olduğu için kirlenmeyeceği düşüncesiyle, 1970’li yıllara kadar milyonlarca ton kimyasal, endüstriyel ve hatta radyoaktif atıkları okyanuslara attılar… Uluslararası Doğa Koruma Birliği’nin 2021 raporuna göre, her yıl 300 milyon tondan fazla plastik üretilmekte ve bunun en az 14 milyon tonu okyanuslara ulaşmaktadır… Bu gidişle 2040 yılına kadar üç katına çıkabileceği ifade edilmektedir. Deniz çöplerinin yüzde 80’ini oluşturan plastik atıklar, deniz yüzeyinden derin çukurlara kadar her ortamda bulunmuştur. Okyanuslarda artan çöp miktarının, en az 663 türü doğrudan etkilediği ve bu türlerin yüzde 15’inin ise neslinin yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olduğu biliniyor.
Yer yüzeyinin yüzde 71’ini kaplayan, dünyadaki suyun yüzde 97’sini tutan ve soluduğumuz oksijenin yüzde 50-80’sini üreten okyanuslar, ekosistemin karmaşık, devasa ve hayati bir parçası. Okyanuslar ayrıca dünyanın en büyük karbon çukurlarından biri ve karbondioksit salınımının yaklaşık yüzde 25’ini absorbe (içinde tutmak, soğurmak) ediyor… Atmosferdeki karbondioksit miktarı arttıkça ona paralel olarak okyanuslardaki karbondioksit miktarı da artıyor. Dolayısıyla okyanuslar, aynı zamanda atmosferde artan karbondioksit ve ısıyı dengeleme gibi canlılar için hayati öneme sahiptir.
1950’lerden bu yana mercan resiflerinin yüzde 50’sinin yok olduğu, resifle ilişkili biyo çeşitliliğin yüzde 63 azaldığı, resiflerle ilişkili balık avcılığının yüzde 60 azaldığı ve bu durumun resif ekosistemlerine bağlı yaşayan yerli halkların refahını tehdit ettiği bilinen bir durumdur. Mercan resifleri, büyük okyanus dalgalarına ve gel-gitlere karşı doğal bir settir. Resifler deniz canlılarının birçoğu için büyük üreme alanlarıdır. Bu alanlar kirlilik yüzünden sürekli daralmaktadır.
Bunları biliyor musunuz?
Her saniyede bir kamyon dolusu tekstil ürünün çöpe atıldığını?
Elbise üretmek için kullanılan hammaddelerin ancak %1’inden daha azının yeni ürünlerde kullanılmak için geri dönüştürüldüğünü?
Pamuk üretimi için dünyadaki ekilebilir arazinin %2,5’ni kullanıldığını; ancak kullanılabilen tüm pestisitlerin (zehirlerin) yüzde 16’sının bu üretimde kullanıldığını?
Dünya çapındaki karbon emisyonlarının yaklaşık yüzde 10’unun moda sektörü kaynaklı olduğunu?
Tekstil sektörünün, suyun en çok kullanıldığı sektörlerden biri olduğunu?
Bir pamuklu T-Shirt üretimi için 2 bin 720 litre su kullanıldığını?
Bir kot pantolon üretimi için 10 bin 850 litre suya ihtiyaç duyulduğunu?
Türkiye’nin tekstil sektörüyle en çok su kirliliğine sebep olan ülke olduğunu?
Türkiye’nin 2020 yılı verilerine göre 0.53 milyar ton CO2 eşdeğeri salımıyla dünyadaki CO2 salınımların yüzde 1’ini tek başına gerçekleştirdiği ve dünyada en fazla salım yapan 16’ıncı ülke olduğunu?
Dünya genelinde karbondioksit kirlenmesinin yaklaşık 4’te 1’i elektrik üretimi kaynaklı olduğunu? Bunun güneş ve rüzgâr enerjisi kullanılarak iyice düşürülebileceğini?
Eğer içinde bulunduğumuz yıkıma “insan” neden olduysa ve biz de “insansak”, sorunun bir parçası olmaktan başka çare kalmaz elimizde.
BM verilerine dayandırılan 2021 tarihli bir rapor, dünyanın en zengin yüzde 1’lik kesiminin neden olduğu karbon salınımının, dünyanın en yoksul yüzde 50’lik kesiminden iki kat daha fazla olduğunu belirtir. En zengin yüzde 5’lik kesim ise 1990-2015 arasındaki karbon emisyon artışının yüzde 37’sinden sorumludur…
Küresel ısınmadaki sorumluluğu en az olan yoksul ülkelerde yaşayan halklar, yani dünya nüfusunun çoğunluğu, küresel ısınmanın etkilerinden en fazla zarar gören kesimi oluşturmaktadır.
Sulak alanları kurutarak sanayi sitesi ya da havaalanı veya gökdelenler inşa etmek, hayvancılıkla geçinen halkların ormanlarda sürü otlatmasını yasaklamak, maden arayıp, baraj yapıp, nehirlerden yararlanan her türlü organizmayı topyekûn yaşam alanından etmek gibi eylemler de yukarıdan gelen kapitalist emir-komuta ve izinlerine bağlıdır. Sistemin tek tek halkalarıyla uğraş bir yere kadardır.
- Kömür, petrol, doğal gaz gibi fosil yakıtların tüketimi vazgeçmeliyiz!
- Ormanları korumalıyız, her alanda tüketimi sınırlamalıyız.
- Büyükbaş hayvancılığın artmasının önü alınmalıdır.
- Çimento üretimi sınırlandırılmalıdır.
- Tüm atom santralleri kapatılmalıdır.
- Yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilmelidir vb.
Bireysel tercihlerle ve daha geniş alırsak tek tek devletlerin tercihleri ile sorunu temelden çözemeyiz, çünkü her şeyden önce bu, bir bireysel tercih, ya da tek tek devletlerin kendileri için belirledikleri siyaset değil, enternasyonal zorunluluk meseledir. Ama bireysel tercihlerle sorunu temelden çözemeyiz, çünkü her şeyden önce bu, bir tercih değil, zorunluluk meseledir. Sadece bilinçli kişilerin yaşam biçimini değiştirmesi, fedakârlık yapması bir nevi devede kulaktır. Çözümün tek ve doğru yolu radikal bir dönüşümdedir. Milyonları sokağa dökmeden bu, mümkün değildir. Hastalık ortadadır ve teşhis konulmuştur. Kapitalist barbarlık gezegendeki yaşamı tehdit etmektedir. Bu tehdide ses çıkarmadığımız ve kayıtsız kaldığımız oranda hepimiz suçluyuz! Alternatifsiz değiliz! Küresel çaptaki bu yıkıma küresel alanda mücadele etmek zorundayız. Ama ilk görev bu yıkımın yereldeki temsilcileriyle her ülkenin emekçisinin milyonlarının ulusal mücadelesidir. Bu mücadeleler başarıya ulaşıp, birleştiğinde gezegenimiz kurtulacaktır.
YA BARBARLIK YA SOSYALİZM!
10.03.2023