Ülkelerimizde Cumhur, Millet ve Ata İttifakı var. Bu üç ittifak ta faşist, Sosyalist Güç Birliği, Emek ve Özgürlük İttifakı ise reformist ittifaklardır. Gündem, hâkim sınıflar arasındaki iktidar dalaşı tarafından belirlemektedir. İşçilerin-emekçilerin sorunları, sömürü biçimleri, iş cinayetleri, deprem ülkesinde gerekli tedbirler vb. konular ancak iktidar dalaşında bir malzeme olarak kullanılmaktadır.
Ülkelerimizin tarihi aynı zamanda da faşizmin tarihidir. Kemalist burjuva diktatörlüğü, kendi muhaliflerine hayat hakkı tanımayan tek partili, faşist diktatörlük rejimi olarak kuruldu. 1946’ya kadar gerici burjuva diktatörlüklerinin en basit ön şartı olan birbiriyle yarışan siyasi partiler yoktu. Devlet partisi olan CHP’nin başında önce, 1938’de ölene dek “Ebedi Şef” vardı. Onun ölümünden sonra parti devletinin başkanlığını “Milli Şef” üzerlendi. Parti devlet iç içe idi! Esas yönetim biçimi açık terördü. Sonra öncelikle Batılı emperyalistlerin dayatmasıyla “çok partili” döneme geçildi. Demokrat Parti iktidarının başlangıcında gerici burjuva demokrasisi yönündeki gelişmeler kısa süre sonra kesildi. T.C. tarihinde, belli dönemlerde burjuva demokrasisinin kırıntıları yaşandı. Ama faşizm devlet biçimi olarak varlığını sürdürmeye devam etti.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de sorun, bütün gerici burjuva demokrasilerinde-diktatörlüklerinde olduğu gibi “yer yer faşist uygulamalara başvurulması” değildir. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de devlet yapılanması en başından itibaren faşisttir. Bu yönetim biçiminin özünde, bugüne dek ona “gerici burjuva demokrasisi-diktatörlüğü” denmesini gerektirecek çapta bir değişiklik olmadı. Batılı emperyalizme entegre olan T.C.’de kapitalizmin gelişmesi içinde palazlanan özel sermayeli büyük burjuvazi, dışa açılmanın önünde engelleyici olarak değerlendirdikleri bürokrat devlet burjuvazisine karşı, ufku tabii ki gericileşmiş burjuva demokrasisinin sınırlarını aşmayan bir “demokratikleşme” programı geliştirdi. 2002’de büyük bir ekonomik ve mali kriz ertesi var olan partiler sistemi çöktü. Öncelikle dinine bağlı muhafazakâr kitlelerin oylarıyla AKP tek başına hükümet kuracak çoğunluğu sağlayarak iktidara geldi. AKP iktidara gelirken özel sermayeli yerleşik büyük burjuvazinin “demokratikleşme” programını, hem siyasi hem ekonomik olarak kendi programı hâline getirdi. Bu programı hayata geçirmeye başladı. Bunun sonucu olarak faşizm çözülme süreci içerisine girdi. Fakat bu sürecin gelişmesinde ülkelerimiz “gerici burjuva demokrasisinin egemen” olduğu bir yere gelmedi. Faşizm çözülme süreci içerisine girmesine rağmen direniyor, AKP iktidarını sağlamlaştırabilmek için kendisi faşist yöntemleri yoğun olarak kullanıyordu. Devlet kurumlarındaki faşist yapı hâlâ esas olarak ayaktaydı. Faşizm hâlâ yönetim biçimi idi. Çözülme süreci kırılgan bir süreçti. Toplumun küçümsenmeyecek bir bölümü bu ‘kanıksanmış faşizm’in sürdürülmesinden yana tavır takındı. Bugün ülkelerimizde açık faşist terör yoğun bir biçimde AKP/MHP iktidarı tarafından uygulanıyor. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de faşizm ve savaş yoğunlaştırılmış bir şekilde AKP hükümeti tarafından uygulanıyor. Kitlelerin büyük çoğunluğu faşizmin uygulanmasından yanadır ve faşizmi desteklemektedir. AKP’ye muhalif olan ve anda AKP/MHP iktidarının gerçek alternatif konumunda bulunan burjuva güçlerin de iktidara geldiklerinde uygulayacakları yönetim biçimi faşist diktatörlüktür.
Ülkelerimizde sol hareket (ulusal hareket dışta tutulduğunda) marjinal bir konumdadır. Gerici burjuva demokrasisi için mücadele eden hareket te oldukça güçsüzdür. Komünist hareketin de gayet güçsüz olduğu gayet açıktır. İşçi sınıfı hareketi ile devrimci/sosyalist hareket ayrı kulvarlarda yürümektedir. İşçilerin-emekçilerin mücadeleleri esasta kendiliğinden gelişen hareketlerdir. Devrimci solun önemli bir bölümü palavra edebiyatına sarılmakta, ülkelerimizin objektif durumunu yanlış değerlendirmekte, bir devrimci durumun olduğunu iddia etmekte ve ona göre siyaset belirlemektedir. Objektif durumu yanlış değerlendirenler, silahlı mücadelenin esas olduğu vb. görüşleri savunuyor. Objektif durum yanlış değerlendirilince, yanlışlıklar zinciri birbirini tetikliyor.
Devrimci solun büyük bölümü de de facto faşizmin tonları arasında tercih yapıyor. Bu kesim somut olarak bugün hangi taktiği uygularsam, yığınlara doğru devrimci bilinci en iyi biçimde ulaştırırım, onların bilincini devrim yönünde ilerletirim, sorusuna somut cevap aramıyor. Onlar, kendi bağımsız siyasetleri temelinde hareket edecekleri yerde, hâkim sınıf partileri içinde daha az kötü olanın kuyruğuna takılıyorlar. Bu kuyrukçu siyasetlerini de sosyalist/komünist maskesi altında yapıyorlar. Yapılan her seçime şu veya bu şekilde oy vererek katılmanın teorisini yapıyorlar. Ülkelerimizde faşizme karşı mücadele faşist T.C. devletine karşı değil, AKP/MHP’ye karşı mücadele ile sınırlandırılıyor.
Faşizmin koyu bir şekilde uygulandığı bir ülkede komünistler, faşizm yerine burjuva demokrasisi için de mücadele eder. Bu ama stratejik hedefin burjuva demokrasisi olduğu anlamına gelmez. Faşizme oranla burjuva demokrasisinde örgütlenme, komünist çalışma vb. imkânları daha fazladır. Kitleler içinde, kitleleri anti-faşist cephe siyasetinde belli ölçüde yönlendirecek bir örgütlenme varsa, burjuvazinin “demokrat” (faşist olmayan) olan kesimi ile birlikte hareket etmek mümkündür. Bunu yaparken fakat bu kesimin de burjuva olduğu gerçeğini emekçi kitlelere anlatmaktan bir an bile vazgeçmemek gerekir. Kuzey Kürdistan-Türkiye komünist hareketinin kartalı şöyle diyor:
“Komünistler, ister parlamenter maskeli olsun, ister bu maskeyi de bir kenara fırlatsın, faşist diktatörlüğün bütün biçimlerine karşı, en geniş burjuva demokrasisini savunurlar. Burjuva anlamda da olsa, en demokratik bir seçim sistemiyle seçilen bir parlamentoyu, proletaryanın serbest örgütlenme hakkını vb. faşist diktatörlüğe karşı savunurlar. Çünkü böyle bir diktatörlük, faşist bir diktatörlüğe kıyasla proletaryanın nihai hedefine ulaşması bakımından daha elverişli şartlar yaratır.
Fakat burjuva parlamentosu “kitleler için vadesini doldurduğunda”, komünistler, en demokratik olanını bile kaldırıp bir kenara fırlatırlar.” (“Bütün Eserler”, İbrahim Kaypakkaya, s.442, Nisan Yayımcılık, Ekim 2016, İstanbul)
Komünistler açısından Anti-Faşist Cephe siyaseti taktik bir meseledir. Anti-faşist Cephe siyaseti bağlamında, gerçekten bir yanda faşizm diğer yanda burjuva demokrasisi, bir yandan savaş öbür tarafta barış, bir yandan dünya savaşı, diğer yandan dünya savaşından çıkış, burjuvazinin kendi içindeki ilişkiler açısından gerçekten gündemde ise, o zaman güç açısından Anti-Faşist Cephe sorununa yaklaşılır. Burjuvazinin “demokrat” olan kesimi ile belli bir ittifaka girildiğinde, o ittifak içinde bir varlık hissedilmiyorsa, söylenenler dikkate alınmıyorsa, var olan gücün kıymeti harbiyesi yoksa o zaman burjuvazinin “demokrat” olan kesimi ile ittifak siyaseti yanlıştır. Burada saydığımız kıstaslar göz önünde bulundurulmazsa, “demokrat” burjuvazi ile yapılan ittifak değil, kuyrukçuluk olur.
Ülkelerimizdeki devrimci solun önemli bir bölümü, kötüler içinde iyi olanı seçip onun kuyruğuna takılıyor. Bu siyasetle işçi sınıfı ve emekçi yığınlar, hiçbir zaman burjuvazinin kuyruğu olmaktan kurtulamaz. Anti-Faşist Cephe genel barış siyaseti bağlamında, bugün komünistlerin yapması gereken şey; kendilerini burjuvazinin bütün kesimlerinden ayırarak, kendi siyasetlerinin propagandasını yapmaktır. Komünistler kendilerini diğerlerinden ayırarak, burjuvazinin bir kesimini demokrat diğer kesimini faşist göstermeksizin kendi siyasetlerini savunur. Bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye’de burjuva demokrasisine en yakın partiler HDP ve TİP’dir. Ne yazık ki bu her iki parti de kendi bağımsız siyasetlerini savunacağı yerde, faşist millet ittifakının kuyruğuna takılmışlardır. Parlamento seçimlerine kendi adayları ve programları ile katılıyorlar denmesin. Bu onların burjuvazinin iktidarının gerçek alternatifleri arasında Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayına destek vermelerinin günahını hafifletmez. Kaldı ki parlamento seçimlerinde de çıkış noktaları ne olursa olsun AKP iktidarını, “Saray rejimini” yıkmaktır. Dertleri faşist devlet iktidarı, burjuvazinin sınıf iktidarı vb. değildir.
Gerçek anlamda bir Anti-Faşist Cephe’nin kurulması, devrimcilerin, komünistlerin gücüne bağlıdır. Anti-faşist Cephe, komünistlerin önderliğinde olmasa bile, komünistlerin bir gücünün olmasını zorunlu kılar. Komünistlerin faşist olmayan, burjuva demokrasisinden yana tavır takınan burjuvazinin “demokrat” kesimi ile pazarlık marjının olması gerekir. Pazarlık marjının olmadığı yerde, ancak burjuvazinin kendi içindeki iktidar savaşının yedek lastiği olunur. Bugün Kuzey Kürdistan-Türkiye’de olan da tam da budur.
Bugün Millet İttifakı’nın kuyruğuna takılma, Millet İttifakı’nın “demokrasi” cephesi içerisinde gösterilmesi yanlıştır. Burjuvazinin kendi içindeki iktidar çatışmasında, cephe siyaseti adına gidip birinin kuyruğuna takınılıyor. Hâlbuki bugün uzun vadeli düşünerek işçilere-emekçilere doğru siyasetin anlatılması gerekir. Bugün ülkelerimizde burjuvazinin kendi içindeki çatışma, bir tarafta burjuva demokrasisini savunanlarla diğer tarafta faşizmi savunanlar arasındaki çatışma değildir. Bunun olmadığı yerde Anti-Faşist Cephe kurma imkânları yoktur. Bugün esas görev; işçileri-emekçileri aydınlatma ve kazanmaya yönelen bir siyaset olmalıdır. İşçi sınıfı ve emekçi yığınlar, hâkim sınıfların iktidar dalaşında taraf olacak yerde, kendi iktidar mücadelelerini, hâkim sınıfların düzenini devrimle yıkarak, yerine kendi iktidarlarını kurma mücadelesini yürütmelidir!
Legal çatı partisi üzerine
Ülkelerimizde andaki durumda Anti-Faşist Cephe kurma koşullarının olmadığını açıkladık. Anti-Faşist Cephe dışında başka gerçekleştirilmesi gereken birliktelikler var.
Devrimci sol güçler açısından, anda gerçek anlamda geniş emekçi kitleleri içinde aranılır ve güvenilir bir alternatif olma durumu yoktur. Fakat buna rağmen devrimci sol gruplar, egemen sınıfların baş saldırı hedefi durumundadır. Ortak düşmana ve saldırılara karşı, eylem birliğini sağlama, üzerinde birleşilen belirli somut talepleri elde etmek için hareket birlikteliğini yaratmak gerekir. Böyle bir birliktelik, aynı zamanda kitleler içinde etkinin arttırılması, kitlelerin güveninin kazanılması için de hayati bir sorundur. Emekçi kitleler haklı olarak, en basit sorunlarda bile örgütlü güçlerini birleştirmeyi beceremeyen, aralarında eylem birliğini sağlayamayan güçlerin, nasıl olup da halkın mücadele birliğini sağlayacağını sormaktadır.
Eğer kitlelerin gözünde gerçek bir alternatif hâline gelinmek isteniyorsa, devrimci sol grupların tümü açısından yapılacak ilk iş, aralarındaki ideolojik/siyasi ayrılıklar ne olursa olsun, ortak düşman saldırılarına karşı ve demokratik hakların savunulması ve genişletilmesi için mücadele birliğinin sağlanmasıdır. Devrimci sol gruplar, birbirlerine karşı ve kendi içlerinde şiddet eylemlerini ilke olarak reddetmeli; ideolojik-siyasi görüş ayrılıkları üzerine açık ve kamuoyu önünde mücadeleyi dıştalamayan bir eylem birliğini sağlamalıdırlar.
Her örgütün ajitasyon ve propagandada tam serbestliğini tanıyan bir eylem birliği, devrimci grupların en geniş eylem birliğini sağlamanın yoludur. Demokrasi istediğini, demokrasiyi devrimle kazanacağını söyleyenlerin, kendi içlerinde ve aralarında ideolojik-siyasi görüş ayrılıklarını bastırmaya yönelmesinin demokrasi ile bir ilgisi yoktur. Kendi içinde demokrasiye tahammülü olmayanların, topluma demokrasi getirme iddiası içi boş bir iddiadır. Bu yüzden devrimci sol gruplar açısından, anda toplumda var olan siyasi boşluğu doldurma konusunda yapılacak ilk iş, kendi aralarında ajitasyon-propagandada serbestlik, eylemde birlik şiarını hayata geçirmek ve tek tek eylemlerde sağlanacak eylem birliklerine temel olacak nispeten kalıcı bir koordinasyon ve örgütlenme yaratmaya çalışmaktır.
Devrimci sol grupların kendi aralarında eylem birliğini sağlaması, anda toplumda var olan siyasi boşluğu soldan doldurmaya yetmez. Bunun dışında, düzene muhalif olduğunu, sosyalist olduğunu, demokrasiden, barıştan yana, ulusal baskıya, ırkçılığa, cinsel baskıya, emperyalist sömürü ve tahakküme, işkenceye karşı, insan haklarının uygulanmasından yana olduğunu söyleyen tüm güçlerin, üzerinde birleşilen asgari talepleri savunma temelinde bir araya getirilmesi gereklidir. Bu asgari talepler, işçilere-emekçilere tüm halka yönelik ekonomik ve siyasi saldırılara karşı var olan hakların savunulması, genişletilmesi için mücadele; halk yığınlarının yaşama ve mücadele şartlarının iyileştirilmesi için mücadele, faşizme karşı burjuva demokratik haklar için mücadeledir.
Bunun da andaki yollarından biri, kendi içinde hiçbir burjuva partisinde görülmeyen genişlikte bir demokrasi yaşayan ve yaşatan bir çatı partisinin inşasıdır. Bu çatı partisi, onun içinde çalışan her gruba tam bir ajitasyon propaganda örgütlenme özgürlüğü tanır. Her grup isterse bu çatı partisi içinde kendi grup yapısını korur, kendi fraksiyonunu kurar veya kendine yakın gördüğü örgütlerle ayrı ortak bir fraksiyon oluşturur. Çatı partisinin programı kuşkusuz üzerinde birleşilen asgari müştereklerin ifade edildiği bir program olmalıdır. Bugünkü şartlarda burjuva demokratik hakların birlikte savunulması, faşist saldırılara, emperyalist tahakküme birlikte karşı konulması, bağımsız-demokratik bir ülke için mücadele edilmesi programı olabilir. Böyle bir çatı partisi, alternatif arayan kitleler açısından gerçek bir alternatif olabilir.
Demokratik bir kitle partisi, burjuva demokratik programla (ki bu sosyalistlerin/komünistlerin asgari programıdır) ortaya çıkabilir. Demokratik kitle partisi, kendi içinde burjuva demokrasisinden ileri gitmek isteyen grupları da barındırır. Bunların ortak düşmana karşı ortak mücadelesi, kendi aralarında barışçıl yöntemlerle yürütülecek ideolojik mücadele ve bugün yığınlar içinde tek tek legal sol partilerin harekete geçirdiği kitlelerin aritmetik toplamından daha fazla bir gücü harekete geçirebilir. Böyle bir çatı partisi hatta egemenlerin meclis ahırının kürsüsünü, sömürü düzeninin gerçek yüzünü teşhir edecek bir kürsü olarak kullanacak güce kısa sürede de varabilir. Yeter ki, gerçek anlamda demokrasi istediğini iddia eden sol, bu isteğinde ciddi olduğunu göstersin, kendi içinde demokrasiyi yaşayıp yaşatmaya hazır olsun.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de İşçi-Emekçi Birliği’nin kurulmuş olması olumlu bir gelişmedir. Bu, çok değişik kökenlerden gelen devrimci, demokrat gurubun içinde yer aldığı bir eylem birliğidir. Bu eylem birliği içinde her grubun kendi ajitasyon propagandasını yapma özgürlüğü ve durumu var. Biz, yıllardır böyle bir birliği savunuyoruz. Biz, bu eylem birliğinin devrimci bir odak olmaya doğru ilerletilmesinden yanayız. Biz, İşçi-Emekçi Birliği’nin HDP’nin kuyruğuna takılmaması için mücadele ediyoruz. Biz ayrıca, İşçi-Emekçi Birliği’nin devrimci bir odak olması için üzerimize düşeni yapıyoruz, yapacağız.
Çağrımız, doğrunun kendine yol açmasına katkıda bulunmak ve zaman kaybetmemek için, öncelikle bütün devrimci grupların yukarda açıkladığımız bir çatı partisinin gerekliliği sorununu tartışmalarıdır.
10 Nisan 2023