108 yıl önce Osmanlı topraklarında, Müslüman olmayan nüfusa, en başta da Ermenilere karşı birçok katliamlar düzenlendi. 24 Nisan 1915 tutuklamaları, bir buçuk milyon Ermeni’nin kıyama uğratıldığı SOYKIRIM’ın işaret fişeği oldu. Bu işaret fişeği, İslamcı/Türk İttihat ve Terakki Hükümeti tarafından planlanan, devlet kurumları ve ordu tarafından uygulanan “etnik temizlik” siyasetiydi.
Ermenilere yönelik soykırım konusunda hâlâ tartışmalar yürütülüyor. T.C. devleti hâlâ inkârcı siyasetini sürdürüyor. Buna karşı fakat yapılan bir dizi araştırma, Osmanlının son döneminde bu konuda yargılamalar yapıldığı, orada “göç ettirme ve kıyım” nedeniyle bir dizi kişinin idama mahkûm edildiğini vb. gösteriyor. Aslında bunlara fazla gerek de yoktur. “Tehcir”in hedefi bizzat o dönemin yöneticileri tarafından açıkça ifade edilmiştir “Hiçe göç”! Ve yine Osmanlı nüfus sayım belgelerine göre 1,5 milyonluk Anadolu ve Rumeli Ermeni nüfusundan T.C.’de “arta kalan” hiçtir! Divan-ı Harb-i Örfi yargılamalarında mahkemelere birçok belge sunulmuştur. Bu yazımızda Osmanlı mahkemelerinde “sorun”a nasıl yaklaşıldığını ve yargılamaların sonuçları üzerinde duracağız.
Birinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile çıkan Osmanlı Devleti, 30 Ekim 1918’de şartları çok ağır olan Mondros Mütarekesi’ni imzaladı. Savaş sonrası Osmanlı ekonomisinin içler acısı hâli, ülkeyi saran politik umutsuzluk bu endişenin daha da artmasına neden oldu. Mondros Mütarekesi’nin imzalanmasından iki gün sonra, İttihat ve Terakki Fırkası’nın (İTF) önde gelen yedi lideri, Alman askeri makamlarının desteği ile yurt dışına kaçtılar. Yurtdışına kaçan İttihatçılar şunlardı: Mehmed Talat, İsmail Enver ve Ahmed Cemal, Dr. Bahaeddin Şakir, Mehmed Nâzım, Osman Bedri ve Hüseyin Azmi. Kaçanların hemen tamamı Berlin’e geldiler. Alman hükümeti hukuki engelleri bahane göstererek İttihatçıları iade etmeyi reddetti.
Ermeni soykırımında doğrudan sorumluğu olanların yurt dışına kaçması, savaşın hemen ertesinde Türkiye’de egemen olan haletiruhiyeyi dönemin basını gözler önüne seriyordu. Bu ilk dönemde henüz Kemalizm’in izine rastlanmıyordu. Bu dönemde Ermenilerin “tehcir ve taktil”i üzerine tartışılıyordu. Ermeni soykırımına savaş sonrası gösterilen tepki, suçluların ceza takibi ve ağır cezalara çarptırılmaları yolunda idi. Bunun için de gazetelerde birçok failin kimliği tespit edildi, adları teşhir edildi. 1918’in Ekim ayında Yazar Halide Edip, Vakit gazetesine yazdığı bir makalede, “masum Ermeni nüfusunu katlettik… Gerçekten ortaçağa ait metotlarla Ermenileri imha etmeye çalıştık… Biz bugün ulusal hayatımızın en üzgün ve karanlık dönemini yaşamaktayız” diyordu. (Aktaran Taner Akçam, “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları, s. 16, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İkinci Baskı, Şubat 2010, İstanbul)
10 Ekim 1918’de, Meclis-i Mebusan yeniden açıldı. Meclis-i Mebusan’ın ilk oturumlarından birinde, İttihatçı kökenli Trabzon Mebusu Mehmet Hafız Bey’in, savaş ve tehcir sırasında yaşanan cinayet ve katliamların soruşturulmasını talep etmesiyle tartışmalar başladı. Bu tartışmalar, Meclis’in kapandığı 21 Aralık 1918’e kadar sürdü. Tartışmalar sonucunda “savaş ve tehcir suçlarını kovuşturmak” için Meclis-i Mebusan bünyesinde bir komisyon kurulmasına karar verildi. Bu komisyonun topladığı bilgiler, 19 Aralık 1918’de Meclis-i Mebusan’nın kapanması nedeniyle ortada kaldı. Bu bilgiler daha sonra, Sadrazam Damat Ferid Paşa tarafından Mart 1919’da Divan-ı Harb-i Örfi savcılığına aktarıldı.
13 Kasım 1918’de İtilaf devletleri İstanbul’u işgal etti. Bu işgal hareketinde İtilaf devletleri, İstanbul’un önemli stratejik noktalarını kontrol altına aldı; ancak idareye el konulmadı. İkinci işgal 16 Mart 1920’de yapıldı ve idareye el konuldu. 11 Kasım 1918’de Tevfik Paşa kabinesi kuruldu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası, Ocak 1913’te İttihat ve Terakki Cemiyeti ile süren iktidar mücadelesini kaybetti. Ocak 1919’da Hürriyet ve İtilaf Fırkası yeniden kuruldu. Hürriyet ve İtilaf Fırkası etrafında toplanan muhalifler ve İtilaf devletleri, Ermenilere yönelik yapılan katliamların sorumluların yargılanması için hükümete baskı yapmaya başladılar.
1918 Mondros Mütarekesi ile birlikte savaş ve soykırım suçu nedeniyle sorumluların yargılanması konusunda somut adımlar atılmaya başlandı. Paris barış görüşmelerinde Ermeni soykırımında rolü olanların uluslararası bir mahkemede yargılanma istemleri dillendirildi. Savaş sonrası işbaşına gelen Osmanlı hükümetleri kimi tedbirler aldı. Uluslararası bir mahkemenin kurulması girişimleri, Paris barış görüşmelerinde dillendirilmesine/ifade edilmesine ve Osmanlı hükümetlerinin kimi tedbirler almasına rağmen gerçekleştirilmedi.
Soruşturma komisyonları
14 Ekim 1918’de, Ahmet İzzet Paşa kabinesi kuruldu. Bu dönemde soruşturma konusunda herhangi bir girişimde bulunulmadı. 11 Kasım 1918’de kurulan Tevfik Paşa kabinesi tarafından bir soruşturma komisyonu oluşturuldu. Aralık başında, Tevfik Paşa kabinesi, bu komisyona ek olarak, soruşturmaları yerinde yürütmek amacıyla değişik bölgelere gidilerek, adliye ve dâhiliye nezaretleri mensuplarından oluşan karma komisyonlar oluşturma kararı aldı.
Daha sonra gazetelerde, soruşturma komisyonlarının gönderildiği bölgelerin listesi yer aldı. Bu komisyonların soruşturmaları sonucunda, yargılanmasına gerek görülen kişilerin yargılanması ise İstanbul’da aynı dönemde kurulmuş olan Divan-ı Harb-i Örfi’de görülecektir. Ön soruşturmalar sonucunda komisyon 130 kişi hakkında dosya hazırladı ve bu kişiler hakkında yargılama yapılmasını istedi. Ocak 1919’da, davalara henüz başlanamamış olması nedeniyle, komisyonun bağlı bulunduğu dâhiliye nezareti ile Divan-ı Harb-i Örfi arasında, basın önünde tartışmalar oldu ve taraflar birbirlerini işleri sürüncemede bırakmakla suçladı.
Ermeni soykırımını soruşturan 1. Divan-ı Harb-i Örfi, kurulmuş mevcut komisyonların çalışmalarını eksik ve yetersiz bularak kendi soruşturma komisyonlarını kurdu. Divanı Harb-i Örfi başkanının yaptığı açıklamaya göre, mahkemeye bağlı çalışan, tehcir ve savaş sırasındaki yolsuzlukları soruşturan, beş soruşturma komisyonu mevcuttu. Bu komisyonlarda ek bir takım bilgiler elde edildi. Fakat bu komisyonlar soruşturmaların ağır gitmesi, yargılamaların gecikmesi sonucunu doğurdu. Basında konuya ilişkin şikâyetler yer almaya başladı. Ağustos 1919’da, tehcirle ilgili olarak faaliyet gösteren komisyonlar, dava açılmasını ve yargılamaları geciktirdiği gerekçesi ile fesih edildi. Sadece vurgunculuğu soruşturan komisyon faaliyetine devam etti. Eylül 1919’da bu komisyon da lağvedildi. Komisyonların yerlerini sorgu hâkimleri aldı.
Soruşturmalar için İngilizlerin ön hazırlıkları
Mondros Mütarekesi’nden sonra, İngiltere, savaş ve insanlık suçu işlediklerine inandıkları Osmanlı memurlarını tutuklamaya başladı. İngilizlerin dikkati başlangıçta cephe komutanlarına dönüktü. İlk yakalanan subay Kafkas Ordusu’ndan Albay Ali Rıfat Bey idi. İngilizler, tutuklanmasını istedikleri suçluların yakalanması için Osmanlı hükümeti nezdinde girişimde bulundular.
İngiliz Dışişleri, Milli Savunma ve Donanma Bakanlıkları temsilcileri 23 Ocak 1919’ta, Türk savaş suçluları konusunda izlenecek politikayı belirlemek amacıyla Londra’da bir toplantı yaptılar. Toplantıda, Türklerin hangi suçlara göre ve nasıl cezalandırılmaları gerektiği konularında kararlar alındı. Yedi ayrı suç kategorisi tespit edildi. Alınan kararlar bazı değişikliklerle, 5 Şubat 1919’da bir talimat olarak İstanbul’a bildirildi. Sayılan nedenlere dayanarak tutuklamalar yapılması ve tutuklananların İngilizlere veya en yakın müttefik güçlere teslim edilmeleri için derhâl harekete geçmeleri konusunda Türk hükümetine talimat verilmesi İstanbul İngiliz Yüksek Komiserliği’nden istendi.
İngilizlerin 5 Şubat talimatnamesinde ortaya konulan suç kategorileri şöyle sıralanmaktadır:
“1- Mütareke hükümlerine uymada kusurda bulunmak; 2- Bu hükümlerin ifasına mani olmak; 3- Britanyalı amir ve subaylara hakaret etmek; 4- Esirlere kötü muamele etmek; 5- Gerek Türkiye’de ve gerekse Azerbaycan’da (Maverayı Kafkas) Ermeni veya diğer ırklara mensup tebaaya karşı zorbalık etmek; 6- Emlakın yağmasına ve yok edilmesine katılmak; 7- Savaş yasalarıyla törelerini çiğnemek.” (Age., s. 379) Talimatnamede ayrıca, İngiliz işgal bölgelerinde (Kafkasya, Irak ve Suriye), suç işleyen Türklerin yargılanmaları için askeri mahkemelerin kurulduğu da belirtilmektedir.
Divan-ı Harb-i Örfi’nin kurulması
14 Aralık 1918’de, doğrudan Ermenilere yönelik yapılan soykırımı soruşturmak amacıyla Divan-ı Harb-i Örfi’lerin kurulması doğrultusunda ilk girişimler yapıldı. Mahkemelerin kurulmasında içerdeki muhaliflerin rolünün yanı sıra, işgal güçlerinin Osmanlı bağımsızlığını ortadan kaldıracaklarından korkulduğu için kuruluyordu.
Osmanlı hükümeti padişah iradesi doğrultusunda, 14 Aralık’ta tehcir suçlularını yargılamak üzere, yurdun çeşitli yerlerinde divan-ı harplerin kurulmasını karara bağladı. Divan-ı harplere bağlı tahkikat komisyonları da kuruldu. Ve komisyonların yetkileri ve çalışma tarzları karara bağlandı.
İlk Divan-ı Harb-i Örf’i 16 Aralık 1918’de kuruldu ve başkanlığına Mahmud Hayret Paşa atandı. Mahkeme heyetinin 7 sivil üyesinden üçü Hristiyan’dı. Bunlardan bir tanesi hâkim olarak görev yapıyordu. Fakat bu harp divanından sık sık istifalar oluyor, sürekli yeni atamalar yapılıyordu. Sivil ve Hıristiyan üyelerin görevlerine 8 Mart’ta yapılan değişikliklerle son verildi. Divan-ı harplerin kurulmasının tamamlanması ile birlikte, daha önce başlamış olan tutuklamalar da hız kazandı. Yozgat davası sonuçlandı, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey10 Nisan’da idam edildi. Trabzon davası, İttihat ve Terakki Fırka yöneticileri ile savaş dönemi Bakanlar Kurulu davaları bahar ve yaz aylarında sona erdirildi.
Divan-ı Harb-i Örfi’lerin yetki alanları ve çalışmalarına ilişkin konularda sürekli yeni düzenlemeler yapıldı. Yetki ve çalışma konularında yapılan bu düzenlemelerin dışında, heyetlerden sıkça istifalar oldu. Hükümet tarafından sık sık heyetlerin değiştirilmesi yoluna gidildi. 8 Mart sonrasında ilk önemli değişiklik 27 Ağustos 1919’da yapıldı. Mahkemeye bağlı çalışan soruşturma komisyonları iptal edildi ve soruşturma hâkimliği yöntemine geçildi. Ayrıca mahkeme heyeti de değiştirildi.
İstanbul’un işgali ve meclisin feshi ile birlikte, 5 Nisan 1920’de iş başına gelen Damat Ferid Paşa’nın 17 Ekim’e kadar süren ikinci iktidar dönemi başladı. Bu dönemde, divan-ı harplerin işleyiş ve yetkilerine ilişkin geniş düzenlemeler yapıldı ve davalar yeniden hız kazandı.
Damat Ferid Paşa Kabinesi 17 Ekim’de istifa etti. Yerine kurulan Tevfik Paşa Kabinesi, Kasım 1922’ye kadar sürdü. Tevfik Paşa Kabinesi’nin ikinci dönem iktidarı sırasında, artık giderek güçlenmeye başlayan Ankara ulusal hareketine yakın politikalar izlenmeye başlandı. Bu politikanın ilk doğrudan etkisi, Divan-ı Harb-i Örfı’nin faaliyetleri üzerinde görüldü ve Divan-ı Harbe ilişkin birtakım yeni düzenlemeler getirildi.
Divan-ı Harb-i Örfi’ler, 1919-1922 yılları arasında sadece İstanbul’da değil, Anadolu’nun kimi şehirlerinde kuruldu ve faaliyet gösterdiler. Ayrıca bu mahkemelerde sadece Ermeni tehciri ve öldürmelere ilişkin davalara bakılmadı, bunun dışında başka davalar da görüldü.
Divan-ı Harb-i Örfi’lerin sonuçları
Mütareke döneminde, İstanbul Divan-ı Harb-i Örfi’de suçluların bazıları yargılandı, çoğu gıyaben olmak üzere toplam 15 kişi idama mahkûm edildi. Mahkûm edilenlerden üçü idam edildi. Ermenilerin sürgün ve imhasında başrolü oynadıkları kabul edilen bazı İttihatçı önderler tek tek, Ermeni Devrimci Federasyonu (ARF), diğer adıyla Taşnaklar tarafından öldürüldü. Kemalist iktidar yıllarında ise bazı İttihatçı çete mensupları iktidar kavgalarında imha edildiler. Bazı önde gelen İttihatçılar ise 1926’da Mustafa Kemal’e karşı düzenlenen suikast nedeniyle İzmir ve Ankara’da yargılandı ve önemli bir kısmı idam edildi.
Ermeni tehciri sırasında Diyarbakır Valisi olan Dr. Reşit’in 25 Ocak’ta hapisten kaçması üzerine, Hürriyet ve İtilaf Fırkası yargılamaların başlaması için hükümete baskı yapmaya başladı. Hükümete yönelik yapılan baskılar sonuç verdi ve 112 kişi yakalanarak dönemin ünlü hapishanesi Bekir Ağa Koğuşu’na konuldu.
“Beşinci Şube Komisyonu” tarafından yürütülen soruşturmalar sonunda, “1 milyon Ermeni ile 550 bin Rum’un öldürüldüğü, gayri Müslim azınlıklardan oluşturulan Amele Taburları’nda ise 250 bin kişi açlık ve yoksulluktan öldüğü” gerekçesiyle, savaş ve tehcir suçlularının Divan-ı Harb-i Örfî’lerde yargılanmasına 5 Şubat 1919’da başlandı. 6 Şubat 1919’da, daha önce hapishaneden kaçan Dr. Reşit Bey yakalanacağını anlayınca intihar etti.
İstanbul’da üç tane Divan-ı Harp Mahkemesi vardı. 1921 yılına kadar toplam 62 dava açıldı. 8 dava açılma aşamasında gereksiz görülerek reddedildi. 55 davanın duruşmaları, basına ve izleyicilere açık olarak yapıldı. Yargılamalar sonucunda, 34 sanık çeşitli cezalara çarptırıldı. 21 dava beraatla sonuçlandı. Davada Dâhiliye Nazırlığı ile 3. ve 4. Ordu Komutanlığı, 5. Kolordu ve 15. Tümen Komutanlığı, Teşkilat-ı Mahsusa, Ankara Vilayeti ve İstanbul Merkez Komutanlığı’ndan çeşitli vilayetlere ve kaymakamlıklara gönderilen çoğu şifreli olan belgeler sunuldu. Bu belgelerin orijinal olduğu sanıklar tarafından da kabul edildi.
Sanık avukatları, savunmalarını “Ermeni katliamına dair suçların adi suçlar olmayıp hükümet tarafından çıkarılan ve padişah tarafından onaylanan tehcir kanunu uygulamaları çerçevesinde gerçekleştiği” üzerine kurdular. Yani sanık avukatları da tehcir kararının hükümet tarafından alındığını ve padişah tarafından onaylandığını kabul ettiler.
28 Nisan’da İttihat ve Terakki yöneticilerinin davası başladı. 15 Mayıs 1919’da İzmir Yunanlılar tarafından işgal edildi. 20 ve 23 Mayıs günlerinde İstanbul’da kitlesel gösteriler yapıldı. Bu kitlesel gösteriler üzerine Damat Ferit Paşa hükümeti, göstericileri yatıştırmak için Bekir Ağa Bölüğü’nde bulunan 41 tutukluyu serbest bıraktı. İngiliz işgalcileri, 28 Mayıs 1919’da Bekir Ağa Bölüğü’ndeki tutuklunun 12’sini Mondros’a, 55’sini ise Malta’ya götürdü. Daha sonra savaş sırasında görevde olan hükümetin bakanları da Malta’ya götürüldü. Malta’ya götürülenlerin dosyaları ayrılarak 3 Haziran’da duruşmalara devam edildi. 13 Temmuz’da Enver, Talat, Cemal paşalar ile 13 kişi gıyaplarında ölüm cezasına çarptırıldıktan sonra davalar bitirildi. İdama mahkûm edilenlerden sadece üçü; Erzincan Jandarma Komutanı Abdullah Avni Bey, Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey ve Boğazlıyan Kaymakamı Kemal idam edildi.
Ermenilere yönelik gerçekleştirilen soykırımın askeri mahkemelerde de hüküm giymiş ve bir kısmı idam edilmiş olan en üst rütbeliden en alt rütbeliye kadar bütün failleri sonraki yıllarda kemalist rejim tarafından övüldü ve saygıyla anıldı. Aralık 1920’de idam edilen Mehmed Kemal ve Mehmet Nusret’in ailesine meclis kararıyla emekli aylığı bağlandı. İkisi de aynı meclis tarafından “milli şehit” ilan edildi. Ayrıca aileleri için halktan da yüklü miktarda para toplandı. Kemalist meclis 13 Nisan 1924’te Ermeni soykırımının planlayıcılarından olan Talat Paşa ve Dr. Bahaeddin Şakir’in ailelerine emekli maaşı bağlayan yasayı çıkardı.
30 Mayıs 1926’da TBMM’de bir kanun kabul edildi. Kabul edilen kanun 27 Haziran 1926’da Resmi Gazete’de yayınlandı. Bu kanuna göre; “Talat Paşa; Cemal Paşa; Cemal Azmi Bey; Bahaeddin Şakir; Cemal Paşa’nın Yaveri Süreyya Bey; Cemal Paşa’nın Yaveri Nusret Bey; Said Halim Paşa; Muş Mutasarrıfı Servet Bey; Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey; Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey; Doktor Reşid Bey; Erzincanlı Hafız Abdullah Bey’in ailelerine Ermenilerden geriye kalan gayrimenkullerden bina ve arazi verilmesine karar verildi.
1919 İstanbul yargılamaları önemlidir. Çünkü bu yargılamaların konusu, İttihatçıların Osmanlı devletini savaşa sokması, Ermenilere yönelik soykırım yapılması ile ilgilidir. Yargılamalar sonucunda verilen 20 idam cezasından ancak üçü infaz edildi. Bu yargılamaların sonuçlarından çok daha önemli olan, soruşturmalar ve duruşmalar sırasında özellikle Ermenilerin sürülmeleri ve öldürülmeleri ile ilgili açığa çıkan resmi belgeler, sanık ve tanık ifadeleridir. Divan-ı Harb-i Örfi tutanakları dönemin resmi gazetesi Takvim-i Vekayi’de ve günlük gazetelerde yayınlandı. Vahakn N. Dadrian ve Taner Akçam, iddianameler, karar suretleri ve duruşma tutanaklarını tarihin tozlu raflarından indirerek 2008’de “Tehcir ve Taktil” Divan-ı Harb-i Örfî Zabıtları, İttihat ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922” başlıklı kitapta yayınladılar. Yargılamalarda, Ermenilerin bir plan dâhilinde katledilmeleri ve sürgüne gönderilmeleri bağlamında sis perdesi önemli ölçüde aralanmıştı.
Osmanlı’nın ve onun devamı T.C. devletinin tarihi inkâr ve yalan üzerine kuruludur. Ermeni soykırımının inkârı bunlardan biridir. Faşist devlet, Ermeni soykırımını inkâr etmeye devam etmektedir. Ne kadar inkâr ederlerse etsinler, Ermenilere yönelik yapılan soykırım tarihsel bir gerçekliktir. Bu tarihsel gerçekliğin üzeri örtülemez.
10 Nisan 2023
Yararlanılan Kaynak: Vahakn N. Dadrian/Taner Akçam, “Tehcir ve Taktil”, Divan-ı Harb-i Örfi Zabıtları, İttihat ve Terakki’nin Yargılanması 1919-1922” İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İkinci Baskı, Şubat 2010, İstanbul.