İşçi sınıfının muazzam gücünü, işçi sınıfı durduğu zaman hayatın durduğunu, işçi sınıfının devrimde önder sınıf olduğunu pratikte gösteren, işçi sınıfı içinde çalışmanın hayati önemini gösteren, işçi sınıfı içinde çalışmaya acil çağrı olan… 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişinin üzerinden 53 yıl geçti.
Direnişin gelişimi
1963 yılında çıkarılan bir kanunla “grev hakkı”nı kanunen de (lokavtla sulandırılmasına rağmen) ele geçiren işçi sınıfı, 1960’lı yıllarda bu silahı yaşam şartlarını iyileştirmek için kullanmada giderek ustalaştı. Birçok grev mücadelesi içinde işçi sınıfının ileri unsurları; Türk-İş’in başındaki unsurların işçi sınıfı düşmanı hainler olduğunu, bunların gerçekte patronlarla aynı saflarda olduğunu gördüler. Bu o dönemde Türk-İş’e alternatif olarak ortaya çıkan DİSK‘in kısa zamanda güçlenmesine yol açtı. İşçi sınıfı üzerinde Türk-İş aracılığı ile kurdukları hakimiyetin sarsılmaya başladığını gören hakim sınıf temsilcileri, bu duruma dur diyebilmek için 274 sayılı Sendikalar Kanunu ve 275 sayılı Toplu Sözleşme, Grev, Lokavt Kanunu’nda değişiklikler yapılmasını plânladılar.
Bu plâna göre herhangi bir işyerinde toplu sözleşme yapma hakkı, işyerinin dahil olduğu iş kolunda en çok üyeye sahip olan ve o iş kolunda sigortalı işçilerin üçte birinin üye olduğu işçi federasyonu ya da ülke çapında faaliyet gösteren işçi sendikasına ait olacaktı. Bu, DİSK’in tasfiyesi; DİSK dışında da bazı küçük işyerlerinde örgütlenen küçük sendikaların tasfiyesi, sendikal alanda Türk-İş’in kesin tekel kurması demekti. Bu yöndeki değişiklik önerisi 15 Haziran’da Meclise gelecekti.
Türk-İş yöneticileri, hazırlanmasında kendilerinin de payı bulunduğu bu işçi sınıfı haini tasarının propagandasını yaptılar. Güçlü olmak için tek sendikada birleşmek gerektiği; kanunun bunu amaçladığı demagojisi ile işçileri kandırmaya çalıştılar.
DİSK yöneticileri; kendi varlıkları tehdit altında olduğu için, bu tasarıya karşı çıkmak zorunda idiler. Ancak onlar da işçi sınıfının sınıf mücadelesinden korkuyorlardı; düzeni savunuyorlardı. Bu yüzden yasa değişikliğine “kanunlar çerçevesinde” karşı çıkılması yönünde çağrı yaptılar.
Şanlı bir direniş!
15 Haziran’da İstanbul ve İzmit’te işçiler, kanunlarda yapılmak istenen değişiklikleri protesto için büyük bir yürüyüş düzenlediler. O gün İstanbul ve İzmit‘te hemen bütün büyük fabrikalarda üretim durdu. Türk-İş yönetiminin uyarılarına, sendikadan çıkarma; patronların işten atma tehditlerine rağmen; yalnızca DİSK’li işçiler değil, Türk-İş’e bağlı sendikalı işçiler de kitleler halinde direnişe katıldı. 15 Haziran’daki yürüyüşe 70 bine yakın işçi katıldı. İstanbul ve İzmit’te yürüyüşler yapıldı. İşçiler gözaltına alınan arkadaşlarını karakollara teslim etmediler. Kitle karakollar önünde birikerek, gözaltına alınanları polisin elinden aldı.
16 Haziran’daki yürüyüşe katılım 150 bin civarında oldu. İşçi sınıfının muazzam gücü karşısında paniğe kapılan hakim sınıflar, orduyu devreye sokmaktan başka çare bulamadı.
Askeri birlikler, polis birliklerinin hemen ardından işçilere karşı barikatlar kurdular. İşçiler silahsız ve örgütsüz olmalarına rağmen; bu barikatların çoğunu yiğitçe aştılar, barikatları kağıt gibi parçaladılar. Levent’te, Topkapı’da, Kadıköy yakasında Otosan fabrikası önünde polis ve askerlerle işçiler yer yer çatıştılar. Polis silah da kullandı. En büyük çatışma Kadıköy’de Yoğurtçu Parkı çevresinde oldu. Bu çatışmada yüzlerce işçi yaralandı. İşçiler durmadılar. Kadıköy iskelesinde toplanan işçilerin üzerine polis ve asker yeniden saldırdı. Faşist kolluk güçleri Mustafa Baylam, Abdurrahman Bozkurt ve Yaşar Yıldırım adlı üç işçiyi katlettiler.
16 Haziran akşamı hakim sınıfların radyoları İstanbul ve Gebze‘de sıkıyönetim ilan edildiğini duyurdular. İşçi sınıfının kendiliğinden gelişen bu haklı mücadelesini bastırmak için hakim sınıflar yüzlerindeki “demokrasi” maskesini atmak, gerçek faşist yüzlerini göstermek zorunda kalmışlardı.
Büyük İşçi Direnişinin kendilerini de aştığını gören o dönemin reformist DİSK’li sendika ağaları, yüzlerindeki “işçi dostu” maskesini attılar. Onlar devlet ve Anayasa yanlısı, faşist Türk ordusu yardakçısı, işçi düşmanı yüzlerini görmek isteyenlere ve görebilecek durumda olanlara bütün çıplaklığı gösterdiler.
“İşçi kardeşlerim, işçi sınıfının bilinçli temsilcileri, sizlere sesleniyorum. Beni iyi dinleyiniz. Anayasamız her türlü toplantı ve yürüyüşlerin silahsız ve saldırısız olacağını emreder. Bizler Anayasaya sımsıkı bağlı işçiler olduğumuz için, hiçbir hareketimiz Anayasaya aykırı olamaz. Ne var ki bizim aramıza çeşitli maksatlar güden kişiler, çeşitli kılıklara bürünerek girebilirler. Hatta kötüsü, gözbebeğimiz şerefli Türk ordusunun bir mensubuna kötü maksatlı taş atabilirler. Tahrikler yapabilirler. DİSK Genel Başkanı olarak sizleri uyarıyorum.” (Kemal Türkler’in 16 Haziran 1970’teki radyo konuşmasından.)
15 Haziran’da patlayan, 16 Haziran’da doruğuna ulaşan büyük işçi mücadelesi, ancak sıkıyönetim, onun ardından gelen yoğun faşist saldırı ile durdurulabildi.
Hareketin durdurulmasında kuşkusuz reformist, revizyonist DİSK’li sendika ağaları da işçi sınıfı açısından lanetli, hakim sınıflar açısından ise “taktire şayan” haince bir rol oynadılar.
29 Haziran 1970’te Meclis’te yapılan görüşmelerde 274. ve 275. maddelerde yapılmak istenen değişiklikler kabul edildi. Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay tarafından değişiklikler onaylandı.
TİP, CHP kanunun iptal edilmesi için ayrı ayrı Anayasa Mahkemesi’ne başvurdu. Anayasa Mahkemesi, Şubat 1972’de, 274-275. maddelerde yapılan değişiklikleri iptal etti.
Hakim sınıflar istedikleri değişiklikleri, işçi sınıfı hareketinin, devrimci hareketin en yoğun, en kanlı faşist saldırılarından biri sonucu hemen hemen bütünüyle bastırıldığı bir dönemde, 12 Eylül askeri faşist darbesi sonrasında gerçekleştirebildi.
Kimi dersler
Türkiye işçi sınıfı, 15-16 Haziran 1970’te sendika ağaları ve devletin tüm çabalarına karşın böylesine şanlı, büyük bir direnişi yarattılar. Herkes bu direnişten söz etti, kendine göre dersler çıkardı. Tabi ki, işçi sınıfının ileri unsurlarının, devrimcilerin bu direnişten çeşitli dersler çıkarmasının yanı sıra egemenler de bu hareketten kendileri için dersler çıkardılar.
15-16 Haziran Direnişi’nin öğrettiği en önemli derslerden biri de şudur: İşçi sınıfı reformist, revizyonist, oportünist önderliklerden kurtulmadıkça; Marksizm-Leninizm, Bolşevizm bayrağı altında birleşip örgütlenmedikçe işçi sınıfının mücadelesi düzen sınırlarını aşamaz.
15-16 Haziran Direnişi’nin üzerinden geçen 53 yıl da bu gerçeği gösterdi. Bu 53 yıl içinde 15-16 Haziran direnişi aşılamadı. İşçi sınıfı bu tarihsel deneyimden doğru dersler çıkaramadı. Saflarındaki reformist, revizyonist, oportünist unsurlardan arınamadı. Mücadeleyi kendi ellerine alarak sendika ağalarını kovup gerçek devrimci sendikaları kuramadı. Hâlâ Türk-İş, DİSK, Hak-İş ve benzerleri işçi sınıfının başının belaları olarak varlıklarını sürdürüyor; işçi sendikaları olarak yerlerini koruyor, durmadan işçi sınıfı hareketini törpüleyip düzene uydurmaya çalışıyorlar. İşçi sınıfı kendi mesleki örgütlerinin başına çöreklenen bu baş belalarını söküp atmadıkça, 15-16 Haziran direnişlerini aşabilecek bir mücadele eksenine oturamaz.
İşçi sınıfı hareketi; patron uşaklarını, sermaye devletinin savunucularını kendi saflarında tuttukça; düzenin sınırlarına darbeler indirebilecek sınıf örgütlerini yaratmadıkça, saflarındaki oportünist ve reformist, revizyonist unsurları temizlemedikçe bırakalım kendi kurtuluş yolunda ilerlemesi bir yana, ekonomik, demokratik kazanımlarını da adım adım yitirecektir.
Geçmişte kazanılmış olan hakların korunması ve yeni hakların elde edilmesi işçi sınıfının mücadelesiyle mümkündür. Sınıfın doğru bir hatta mücadele edebilmesi için de reformist, revizyonist, oportünist önderliklere değil, Marksist Leninist bir önderliğe sahip olması lazım. Bu olmaksızın kurtuluş yolunda ilerlemek mümkün değildir.
15-16 Haziran şanlı işçi direnişini yaratan işçi sınıfı, saflarındaki yaban otlarını da mutlaka ayıklayacak; devrim ve sosyalizm bayrağını göndere çekecektir!
Mayıs 2023