Seçim Tiyatrosu’nun alışılmış sonucu: Kazanan demokrasi maskeli faşist sistem,
Kaybeden sisteme “demokratik meşruiyet” kazandıran halk!
Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento 2023 Seçimi Tiyatrosu hızlı bir “son sahne” ertesi 28 Mayıs’ta perde kapattı. Türkiye 29 Mayıs’a yine Erdoğan’ın “reis”liğinde uyandı.
Muhalefete göre aslında, seçimler birinci turda kazanılacak, Türkiye 15 Mayıs’a “Yeni bir Bahar”la başlayacaktı. Erdoğan’ın karşısında kim olursa olsun, kesinlikle kazanacaktı. O kadar ki, sosyal medyada “Tuvalet terliği”nin bile kazanacağı sohbetleri yapılıyordu! CHP’nin şimdi sosyal medya işlerinden sorumlu başkan yardımcısı Eren Erdem seçim öncesi çıktığı bir Halk TV “tartışma” programında, kendisinin cebinden parasını ödeyip yaptırdığı bir araştırmada, Erdoğan’ın karşısına aday olarak konan “Kola Kutusu”nun %48 oy aldığını, buna karşı Erdoğan’ın %34’te kaldığını anlatıyordu! Nihayetinde yayınlanan 20 değişik “kamuoyu araştırmacısı firma”nın 18’inin “bilimsel!!!” araştırmaları Kılıçdaroğlu’nun birinci turda kazanacağını açıkça gösteriyordu!!! Bir bölümü bu kazanmanın hatta %60-%40 biçiminde açık ara kazanma olacağını ilan ediyordu. Uçurulan şeyh görünümündeki Kılıçdaroğlu da bütün efendi alçakgönüllülüğü ve harika siyasi ön görüşlülüğü! ile “Ne demek efendim %60, ondan daha fazla olacak” kehanetlerinde bile bulunuyordu! Cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turuna bu şişirilmiş balon beklentileri ile girdi burjuva muhalefet ve onun kuyruğundaki bir kısım sol. Olmadı.
15 Mayıs’ta AKP/MHP ortaklığının parlamento çoğunluğunu kazandığı belli olmuş, ikinci tura kalan cumhurbaşkanlığı seçimini Erdoğan’ın yine/yeniden kazanacağı nerde ise kesinleşmişti. Ama burjuva muhalefet ve onun kuyruğundaki “sol” muhalefet için tabii çıkmayan candan umut kesilmezdi. Ne demek umut kesilmez, burjuva muhalefet ve kuyrukçu “sol”un adayı –“Ben Kemal, geliyorum” “Sana söz: Yeni Baharlar gelecek”, “Bay Kemal” Kılıçdaroğlu, “sakin güç”– mülayimi oynamayı bırakıp “sert”leşmiş masaya yumruğunu vurarak 14 günlük son perdeyi “Bu-ra-da-yım, Ka-za-na-cağız!”la açmıştı. Pek sahici görünmüyordu masayı yumruklamalar filan, ama olsundu. Sonuçta morali bozulmuş seçmen kitlesine moral vermek gerekli idi. Hem de başlarını ufaktan kaldırma belirtileri gösteren parti içi muhalefete, gözünü “baba”sının koltuğuna diken İmamoğlu’na ve tabii en başta “biz demedik mi”ye hazırlanan müttefik İYİ Parti’ye de mesaj lazımdı.
Bu son perde gerçekten daha önceki sayısını saymayı unuttuğumuz perdelere göre çok daha tantanalı idi. Burjuvazinin iktidar dalaşı yürüten iki kanadının siyasi temsilcileri açısından da, onların “muhalif” kanadının kuyruğuna takılmayı “siyaset yapma” olarak gören kuyrukçu solcular için de bu seçimlerin sonucu çook ama çoook önemli idi. Sadece onlar için değil, Batılı emperyalist medya ve onun gerisindeki emperyalist güçler için de bu seçimler “2023 yılında bütün dünyada yapılacak seçimler içinde en önemli seçim” idi. Parlamento çoğunluğunun kaybedilmiş olduğunun ortaya çıktığı yerde “muhalefet” için artık tek umut alaturka başkanlığın ikinci turda kazanılması idi. Bu gerçekleştiğinde, Kılıçdaroğlu –sağ tarafındaki yiğidi İmamoğlu, sol tarafındaki yiğidi Yavaş ile ve 6’lı masadaki ve masa dışındaki “dostlar”ı ile birlikte– başkan seçildiğinde, tabii ki bu yetkileri kullanacaktı. Ve tabii bu yetkilerin kullanılması süreç içinde güçlendirilmiş parlamenter demokrasiye dönüş için elzemdi! Daha ilk günden “cumhurbaşkanlığı kararnamesi” ile yapılacaklar listesi tamamdı. İlan da edilmişti. Bu, tabii daha önce yapılmış olan kimi açıklamalar, niyet ilanları filan ile biraz! çelişiyordu. Öyle ya daha önceleri “bu ucube sistem”de başkanlığın yetkilerinin çok fazla, çok anti-demokratik vb. olduğu, başkan seçilinirse bu yetkilerin kullanılmayacağı ilan edilmişti. Ama olsundu. Nihayet daha önce söylenmiş başka şeyler de vardı. Mesela cumhurbaşkanı adayının katiyen parti başkanı olmaması gerektiği vb. şeyler. Nihayet dünde söylenenler, dünde kalmıştı, şimdi yeni şeyler söylenmeliydi. Tek adam diktatörlüğünü yıkmanın başka yolu yoktu! Şimdi yapılması gereken gereksiz tartışmaları bırakıp hep birlikte daha iyi çalışmak, her şeyden önce de sandıklara sahip çıkmaktı! Ve zaten sandıklara sahip çıkma işi başarılırsa, seçimin kazanılacağı kesindi!
Hayaller / Umutlar / Ve Gerçek
Bunlar söylendiğinde 14 Mayıs’ta yapılan seçim sonuçları “matematik”i, objektif gerçek, olgular şöyle idi:
%87 üzerinde katılımlı bir seçimde, birinci turu Erdoğan açık ara önde bitirmiş, en yakın rakibi Kılıçdaroğlu’na %5’e yakın ve 2,5 milyon geçerli oy fark atmıştı. İkinci turda kazanabilmesi için Erdoğan’ın birinci turdaki oyuna binde 5 oy katması yeterli iken, Kılıçdaroğlu’nun, bunun 10 misli, yüzde 5’in üzerinde artı oya ihtiyacı vardı. Birinci turda Sinan Oğan’a ve Muharrem İnce’ye giden oyların ikinci turda blok hâlinde Kılıçdaroğlu’na yönelmesi sıfıra yakın ihtimaldi. Yani ikinci turda kazanma iddiası göle maya çalmaya benziyordu.
Üstüne üstlük Kılıçdaroğlu’nun 2 Mayıs’ta Sözcü gazetesinden Emin Özgül’e yaptığı açıklamada seçimin ikinci tura kalması hâlinde… sorusuna verdiği cevapta yine dillendirdiği “14 Mayıs seçimi ikinci tura kalmaz, ilk turda biter. İlk turda yüzde 60 oyla Türkiye Cumhuriyeti’nin 13. Cumhurbaşkanı seçileceğim. Gençlere güveniyorum. Seçimin kaderini onlar belirleyecek. 5 milyon 300 bini aşkın genç ilk kez sandığa gidip oy kullanacak. Bu gençler mevcut düzenden memnun değil. Parlamentoda çoğunluğu alacağız ve güçlendirilmiş parlamenter sistemi de getireceğiz” iddialarının da boş olduğu 14 Mayıs Cumhurbaşkanlığı ve Milletvekili seçimlerinin sonuçlarıyla, geri döndürülemez biçimde hayal ve umut dünyasında yerini almıştı.
14 Mayıs 2023 Parlamento Seçimlerinin –sonradan yapılan itirazların karara bağlanması ile– kesinleşmiş sonuçları şöyle:
14 Mayıs 2023 Parlamento Seçimleri Kesin Sonuçları
Parlamentoda Sandalye Dağılımı
%87’den fazla katılımlı bir seçimde seçime iktidar partileri olarak katılan AKP ve MHP’nin toplam oy oranı %46,03; 600 kişilik meclisteki toplam sandalye sayısı 318’dir. Buna seçime Cumhur İttifakı çatısı altında ama ayrı olarak giren Yeniden Refah Partisi’nin oy oranı ve Milletvekili sayısı da eklendiğinde, iktidar bloğunun oy oranı %48,71’e; MV sayısı 323’e çıkmaktadır.
Yani ikinci tura gidilirken, geçerli oy kullanan seçmen çoğunluğu açık bir biçimde var olan yönetimin sürmesi yönünde oy kullanmış durumda idi. Muhalefet açısından çok elverişli şartlara – 21 yıllık, hep seçilerek gelinmiş, iktidar yıpranmışlığı, yorgunluğu; ekonomide halk için çok ağır şartlar, iki yıl süren Korona krizi, onun getirdiği yükler, savaş ortamı ve en sonunda T.C. tarihinin en büyük depremlerinden birinin siyasi sorumluluğu vb.– rağmen ortaya çıkan bir sonuçtu bu. Seçmen çoğunluğu açısından bunun tek anlamı vardı: Biz muhalefetten çok –hâlâ– iktidarı elinde tutanlara güveniyoruz! İki hafta içinde seçmen çoğunluğunun bu tavrında, sonucu değiştirecek bir değişiklik beklemek aslında siyasi iyimserlik vs. değil, olsa olsa siyasi körlük olarak adlandırılabilir.
Nitekim 2. tur sonuçları bunu gösterdi:
Fakat şunu gördük: 14 Mayıs ertesinde de “kazanacağız” –hatta kazandık!– iddiasında ısrarlı olan hiç de küçümsenmeyecek miktarda bir kesin inançlılar topluluğu vardı. Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun kazanmak için her şeyi yapmaya, kendilerine anlatılan en akıl dışı iddia ve öykülere inanmaya hazır bir topluluk! Öyle ki, 14 Mayıs sonrası ırkçılık konusunda, faşist milliyetçilik konusunda MHP’yi bile geride bırakmayı “başaran” Kılıçdaroğlu’na destek vermeyi “demokrasi” yönünde ilerleyebilmek için zorunlu bir adım olarak kabullenmeye hazır bir topluluk. Burjuva muhalefet’in –kendileri de Erdoğan’dan özde farklı olmayan bileşenleri açısından– bu tavır “anlaşılabilir” bir tavır. Ne de olsa, burjuva muhalefet bütün “kazanma” siyasetini Erdoğan karşıtlığı üzerine ve fakat bizzat kendileri Erdoğanlaşarak, partilerini AKP’nin değişik versiyonları hâline getirerek kazanma üzerine kurdu. Kılıçdaroğlu Sünni dinci ile hafız, Alevi ile pir, Kürt’le Kürt, MHP’li ile bozkurt, Atatürkçü ile Atatürkçü vs. ve hem de hepsinde en hakikisi pozlarına bürünmüştü. Fakat en geç Kılıçdaroğlu Türkiye burjuva siyasetinde ırkçılık konusunda şampiyon olan Ümit Özdağ ile açık ittifak kurduğunda, buna rağmen hâlâ oy verin çağrısı yapan “sol“cularımıza ne diyeceğiz! Gidip oy veren –kendi çevremizden de– solcu arkadaşlara ne diyeceğiz? Bunu siyasi olarak açıklamak gerçekten güç! Herhâlde kendine demokrat diyen, solcu diyen, devrimci diyen insanlar açısından utanılacak bir durumdu ve durumdur bu.
Seçim tiyatrosunun kazananı bir bütün olarak ele alındığında –şimdiye kadarki bütün seçimlerde olduğu gibi– egemen sömürücü sınıfların faşist düzeni oldu. Faşist düzen, AKP/MHP tarafından yönetiliyor bugün, ama yalnızca onların düzeni değil. Türkiye’de devlet düzeni faşizm. Erdoğan gitse, yerine Kılıçdaroğlu ya da bir başkası gelse, özde değişen bir şey olmayacak, faşist düzen –yöneticileri değişmiş biçimde, belki bir iki göstermelik reformcukla, üzeri biraz daha cilalanarak sürecekti.– Seçimin gerçek kaybedeni ise –yine her zaman olduğu gibi–, umudunu hâlâ belli aralıklarla yapılan seçimlere bağlayan ve verdiği her geçerli oyla sonuçta bu faşist düzenin eline üzerinde “demokrat spor” yazan bir atkı veren halk oldu. Ve bu işçiler ve emekçiler bu gerçeği kavrayıp, burjuvazinin iktidarını devirme işini kurtuluşun tek yolu olarak görmedikçe, bu, böyle sürüp gidecek.
Seçimler konusunda hemen her zaman ehven-i şerin kuyruğuna takılmayı ve işçi ve emekçileri de ehven-i şerin kuyruğuna takmayı yüksek siyaset sanan “sol”un işçiler-emekçiler arasındaki etkisi kırılmadıkça da bu, böyle sürüp gidecek.
Buna izin vermemek komünistlerin ve gerçek devrimcilerin görevidir.
Bu seçimlerden çıkartılacak en önemli ders budur.
2023 Seçimi / Drama / 9 Perde
1.Perde
2023 seçim dramı, aslında 2018 Haziran’ında yapılan Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerinin hemen ertesinde başladı. Başlangıç aslında çok daha gerilere, 2015 Haziran Seçimleri, ardından Kasım Seçimlerine kadar gidiyor. Fakat biz burada uzatmamak için kendimizi 2023’den bir önceki Genel Seçimle sınırlıyoruz.
2018 Haziran’ında yapılan Genel Seçimi, her iki kulvarda da hem Cumhurbaşkanlığı, hem de Parlamento Seçimlerinde kaybeden burjuva muhalefet en başından itibaren bu seçimin sonuçlarını kabul etmedi.
Temel gerekçeler olarak iler sürülenler iki noktada yoğunlaşıyordu.
Birincisi, Erdoğan’ın zaten seçilme yeterliliği yoktu. Çünkü üniversite diploması şaibeli idi. Aslında üniversite diploması filan da yoktu. Yüksek Seçim Kurulu, Erdoğan’ın adaylığını onaylayarak aslında taraflı olduğunu, hukuksuz davrandığını göstermişti. Erdoğan seçilse bile onun Cumhurbaşkanlığı meşru olamazdı vs. Bu noktada muhalefet Erdoğan ilk kez cumhurbaşkanı seçilmediğini, 2014’te de seçilme yeterliliği kabul edilerek seçilmiş olduğunu unutmuş görünüyordu. Yani bu konuda ileri sürülenlerin Erdoğan’ın adaylığını ve seçilmesini engelleme noktasında kıymet-i harbiyesi yoktu.
İkincisi, seçimi aslında Erdoğan kazanmamıştı. Yüksek Seçim Kurulu daha seçim sürerken, kuralları değiştirip, üzerinde YSK mührü bulunmayan (fakat sandık kurullarının mührü bulunan) zarfların da geçerli sayılacağı kararıyla, seçime –Erdoğan lehine– hile karıştırmıştı.
Ayrıca daha sayım sürerken, sandık çıkış sonuçlarını yayınlayan TRT de bir süre yayın akışı kesilmiş, sonra yayın akışı yeniden başlatıldığında Erdoğan’ın önde gittiği ve sonuçta birinci turda kazandığı gösterilmişti. Gerçekte ise Erdoğan birinci turda kazanmamış, seçim ikinci tura kalmıştı. Ve fakat YSK Erdoğan’ın birinci turda kazandığını ilan etmişti. Seçim yarışında CHP’nin adayı olan “Gel Bakalım Muharrem” İnce, gece yarısı henüz itirazlar sonuçlanmamışken, Fox TV sunucusu İsmail Köçükkaya’yı arayarak “adam kazandı” açıklaması ile meşru olmayan seçim sonuçlarına meşruiyet kazandırmıştı. Böylece seçim kaybetmenin nedeni de keşfedilmişti! Seçimin ertesi günü günah keçisi ilan edilen Muharrem İnce eliyle Cumhurbaşkanlığı Erdoğan’a hediye edilmişti. Erdoğan hiçbir şekilde meşru olmayan bir seçimle işbaşına gelmişti. Cumhurbaşkanı değildi! Onun bir gün bile o makamı işgal etmesi meşru olamazdı. Erdoğan bırakın 5 yıl cumhurbaşkanlığı yapmayı, bir gün bile o koltukta oturamazdı, oturmamalıydı vs.vs.
Burjuva muhalefet seçilmiş cumhurbaşkanını Cumhurbaşkanı olarak tanımadığına göre, derin bir siyasi kriz vardı. Türkiye bu krizi uzun süre taşıyamazdı. Kısa süre içinde yeni seçim gündeme gelecekti. Erdoğan kısa süre içinde seçimi yenilemek zorunda kalacaktı vs., vb.
Bu tezleri savunan burjuva muhalefetin elinde –eğer kendi söylediklerini ciddiye alsa idi– büyük bir koz vardı. Muhalefet cumhurbaşkanlığı seçimi ile birlikte yapılan parlamento seçimlerinde seçilen bütün milletvekillerini istifa ettirerek, “Milletin bağrına dönerek” sokağı hareketlendirebilir ve belki yeni bir seçimi zorlayabilirdi. Bunu yapmadı. Ne de olsa meclisin koltukları konforlu, milletvekilliğinin avantaları ve imtiyazları büyüktü! Bu yönde alınacak bir karara yeni seçilmiş kaç milletvekilinin uyacağı belli olmazdı.
Ayrıca tabii sokak, burjuvazi açısından fazla tekin bir yer değildir. Hareketlendiğinde nereye doğru gelişeceğinin hesaplanması zordur.
(Burada bir parantez açıp, 2018 Seçimlerinde HDP’nin birinci tur Cumhurbaşkanlığı seçimine kuyrukçu olarak değil, kendi adayıyla girdiğini hatırlayalım.
Bu seçime yalnızca HDP değil, –CHP ve AKP dışında–, İyi Parti, Saadet Partisi ve Vatan Partisi de kendi adayları ile katılmıştı. Seçimler öncesinde 2017’de halkoylamasında karara bağlanan alaturka başkanlık sisteminin yeni anayasasına muhalefet etmek için işbirliği yapma kararı alan ve kendilerini Millet İttifakı olarak adlandıran CHP / İyi Parti / Saadet Partisi ve Demokrat Parti, seçimlere –DP dışında– kendi adayları ile katıldılar.
HDP’nin Cumhurbaşkanı adayı Demirtaş, %8,40 oyla üçüncü sırada bitirdi seçimi. Milletvekili seçimlerinde ise HDP %11,70 oy oranıyla, 69 milletvekili ile parlamentodaki üçüncü büyük parti konumunda idi. HDP de bu dönemde burjuva muhalefetin seçimlerin meşruiyetini sorgulayan görüşlerini paylaşıyor, fakat o da örneğin parlamentoyu terk edip, sokağı hareketlendirip, seçimi zorlama konusunda inisiyatif almıyor; burjuva muhalefeti bu yönde zorlayıcı bir tavır takınmıyordu. HDP çok ağır baskılar altında olmasına, seçilmiş belediyelerine devlet eliyle, kayyumlar atanmasına vb. rağmen de tutmadı bu yolu.)
2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimi Sonuçları
2018 Parlamento Seçimi Sonuçları
Milletvekili Dağılımı
Erken seçim, derhâl seçim gürültüleri arasında, katiyen yönetemez denilen Erdoğan mazbatasını aldı, kabinesini kurdu, meclisteki rahat çoğunluğu ile de fazla rahatsız edilmeden alaturka cumhurbaşkanlığı sistemini adım adım inşayı sürdürdü.
Birinci Perde böyle kapandı.
2.Perde
31 Mart 2019’da yapılan Yerel Seçimler (Mahalli İdareler Seçimleri) öncesinde, 2018 Cumhurbaşkanlığı Seçimlerine kendi adayları ile ayrı ayrı katılan İYİ Parti, CHP ve Saadet Partisi –ve DP– (Millet İttifakı) 29 Büyük Şehir Belediyesi seçiminde 10’u İyi Parti, 19’u CHP adayı biçiminde bölüşerek girme kararı aldılar. Ayrıca ilçe belediyeleri konusunda da adaylıklar ittifak ortakları arasında bölüşüldü.
HDP ve onunla birlikte hareket eden kimi “sol” gruplar da siyasetlerini artık bütünüyle “Erdoğan’a kaybettirme” eksenine oturtarak, kendilerinin kazanma şansı olmadığı büyük şehirlerde aday çıkarmama kararı aldı. Bu, aslında AKP/MHP’nin karşısındaki adaya dolaylı oy verme çağrısı idi. Bu, yer yer açıkça da yapıldı. Sonuçta bu strateji ile birleşme temeli Erdoğan/AKP karşıtlığı olan burjuva muhalefet, ona eklemlenen “sol” “muhalefet”in de desteğiyle, CHP 10 Büyükşehir Belediye Başkanlığını kazandı. CHP’nin 31 Mart 2019 Yerel Seçimlerinde kazandığı Büyükşehir Belediyeleri içinde daha önce AKP’nin elinde olan İstanbul ve Ankara da vardı. İstanbul’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçiminde CHP’nin adayı Ekrem İmamoğlu ile AKP’nin adayı Binali Yıldırım arasındaki fark bindelerle ifade edilen küçük bir farktı. AKP’nin seçim sonuçlarına “Hiçbir şey olmamışsa bile yine de bir şeyler olmuştur!” veciz gerekçesiyle itirazı üzerine Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimi 23 Haziran 2019’da yenilendi. Aradaki fark 13 binden, 806 bine çıktı. Bu, burjuva muhalefet açısından büyük bir zaferdi.
23 Haziran 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçim Sonuçları
Burjuva muhalefet bu seçim sonuçlarını Erdoğan iktidarı için sonun başlangıcı olarak değerlendirdi. 24 Haziran’da Sözcü’de “Tek Adamın Hezimeti”, halkımızın artık setleri yıkıp “durdurulamaz bir biçimde taştığı”ndan söz edilirken, Cumhuriyet, “Parti devletinin çöküşü”nü ilan ediyordu. İmamoğlu seçim sonucunu “Sandıktan sefer görev emri çıktı. Hedef Türkiye!” diye yorumlarken, Kılıçdaroğlu “Kazanan Mustafa Kemal ve arkadaşları oldu!” diyordu. Meral Akşener “İstanbul iktidarın kulağını kopardı” yorumunu yapıyordu. Burjuva muhalefete göre bu seçim sonucu ile millet iradesini ortaya koymuş, Başkanlık sistemine hayır demiş; AKP ve Erdoğan halk desteğini kaybetmişti. Artık yeni bir seçim kaçınılmazdı! Meral Akşener’e göre hatta bu seçim Kasım 2019’da baskın seçim olarak bile gündeme gelebilirdi. Hazırlıklı olmalı idi. Hükümet yanlısı medya ise 24 Haziran’da “Millet sandıkta sözünü söyledi”, “Seçim bitti, artık işimize bakalım!” içeriğinin varyasyonlarıyla doluydu.
Haziran 2019’dan sonra gelen erken seçim çağrılarına hükümet adına konuşanların tümü, “bundan sonraki seçimler Haziran 2023’de olacaktır. Erken seçim yoktur. Biz işimize bakıyoruz” tavrı takınırken, burjuva muhalefet ısrarla erken seçim, yer yer derhâl seçim türküleri söylemeyi sürdürdü. Öyle ya yerel seçimlerde millet iradesi hükümete karşı “tecelli etmiş”, onun halk desteğini yitirdiği tescillenmişti. Yapılacak ilk seçimde bu hükümet devrilecek, İstanbul’da olduğu gibi “Her şey çok güzel olacak”tı” İkinci perde CHP’nin bu sloganı ile kapandı.
3.Perde
23 Haziran 2019’da yenilenen İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı Seçimini CHP adayının, burjuva muhalefetin tümü yanında HDP ve onun kuyruğunda hareket eden sol parti ve gruplar tarafından desteklenmesi ile açık ara kazanması ertesinde bu kesim için AKP/Erdoğan iktidarının gidici olduğu artık kesin bir gerçeklik hâline geldi. Artık “Erdoğan gitsin de nasıl giderse gitsin!” ittifakı, Erdoğan ilk seçimde gidici, yeter ki birliğimizi bozmayalım ve genişletelim, görev seçimi en erken tarihte yaparak onu götürmektir ittifakına dönüşmüştü. Yeniden yükselen erken seçim, derhâl seçim tartışmaları ve çağrıları arasında belli gerçekler unutuldu.
Bunların en başında Yerel Seçim sonuçlarının yanlış okunması geliyordu. 29 Büyükşehir Belediyesinin 10’nu kazanan burjuva muhalefet açısından, seçimin kazananı kendileri idi. AKP bitmiş, tek adam rejiminin sonu gelmişti. Seçim sonuçları bunu gösteriyordu! Evet, özellikle İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanlığının AKP’nin elinden seçimle alınmış olması büyük başarı idi. Fakat Türkiye genelinde seçim sonuçları irdelendiğinde seçimin Türkiye genelindeki kazananının parti olarak AKP, ittifak olarak Cumhur İttifakı olduğu görülüyordu.
AKP’nin 31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçiminde Türkiye çapında Belediye Başkanlığı seçimindeki oy oranı %42,55, kazandığı belediye başkanlığı sayısı 742 idi. AKP, Türkiye çapında tüm belediye başkanlıklarının %54,76’sını kazanmıştı. AKP ile ittifak içindeki MHP’nin oy oranı %7,44, kazandığı belediye başkanlığı sayısı 233’tü. Bu tüm belediye başkanlıklarının %17,20 si idi. AKP+MHP’nin Türkiye çapında belediye başkanlığı seçimlerinde toplam oy oranı %49,99; kazandıkları belediye başkanlıklarının oranı %71,96 idi. Burada tabii esas nüfusun büyük şehirlerde yaşadığı, büyükşehir belediyelerinin, şehir, ilçe, belde belediyelerinden çok daha önemli olduğu, kazanılan belediye başkanlığı sayısının belirleyici olmadığı vb. haklı olarak söylenebilir.
Yerel seçimlerde genel seçimle karşılaştırılması açısından en önemli veri olan belediye meclisi üyeliği seçimleri sonucuna bakıldığında durum şöyle idi:
AKP’nin ülke çapında oy oranı %42,56; MHP’nin oy oranı %7,46 idi. İkisinin toplamı %50,02 ile cumhurbaşkanını birinci turda seçmeye yetecek bir orandı! CHP’nin oy oranı %29,36, müttefiki İyi Parti’nin oy oranı %7,31 idi. İkisinin toplamı %36,67 ediyordu.
31 Mart 2019 Mahalli İdareler Genel Seçimi Belediye Başkanlıkları Seçim Sonuçları
Belediye Meclisi Seçimleri Sonuçları
Yani sonuç olarak 31 Mart 2016 Mahalli İdareler Genel Seçiminin, AKP iktidarının gidici olduğunu gösterdiği; “Tek adam rejiminin çöktüğü” vb. yorumları gerçeklere gözünü kapayan, isteği gerçeğin yerine koyan yorumlardı. Fakat muhalefet kendini ve kendi cemaatini bu yorumun gerçek olduğuna inandırmıştı.
İkinci unutulan şey de AKP’nin –ve onun ana bölümünü oluşturduğu Cumhur İttifakı’nın– muhalefetin deyimiyle “Saray İktidarı”nın 2018 seçimlerinde önüne koyduğu, ilan ettiği hedefler konusunda kararlı bir şekilde ilerlediği ve bu konuda kendi cemaatini –ki bu hâlâ Türkiye toplumunun çoğunluğudur– konsolide etmeyi başardığı gerçeği idi. Erdoğan/AKP en geç 15 Temmuz 2016 darbe girişimi sonrasında kendini “yerli ve milli” olarak adlandırdığı bir çizgiye kesin bir şekilde oturttu. Bu çizgi, Türk tekelci burjuvazisinin, öncelikle AKP döneminde palazlanıp büyüyen tekelleşen, kültürel olarak Sünni-Müslüman-Türk muhafazakâr kesiminin, Türkiye’yi –hedef olarak– sadece bölgede değil, dünyada sözü geçen bağımsız emperyalist bir güce dönüştürme çizgisidir. Bu çizgi, dış politikada Türkiye’yi 1950’li yıllardan itibaren Batı emperyalist kampının bir parçası olarak konumlandıran çizgiden uzaklaşan bir çizgidir. Dünyanın yeniden paylaşımında kendine bağımsız emperyalist aktör olarak bir yer arayan bir çizgidir. Tabii ki Türk tekelci burjuvazisinin kültürel olarak laikçi, Batıcı, kendini modern (çağdaş) olarak tanımlayan kesiminin de hedefi emperyalist bir Türkiye’dir. Türkiye’nin dünyada sözü geçen emperyalist bir güce dönüşmesi onun da isteğidir. Ancak bu kesim bunun ancak Batılı emperyalist “müttefik ve dostlar”la, onların bir parçası olarak gerçekleşebileceğini düşünmekte ve savunmaktadır. Bunlara göre Türkiye’nin Batıdan ayrı bağımsız bir emperyalist güç olması mümkün de değil, istenilir bir şey de değildir. Çünkü hak, hukuk, adalet, eşitlik, insan hakları vb. hepsi Batı demokrasisinde, Batıda vardır. Batı; modernleşme, aydınlanma; Doğu; gericilik, Orta Çağ karanlığı vb. dir. Bu kesim açısından AKP/Erdoğan Türkiye’yi Orta Çağ karanlığına sürüklemekte; Ortadoğu ülkesi hâline getirmeye çalışmakta, Ortadoğu bataklığına sürüklemektedir. Burjuva muhalefetin Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu’nun dış politikada “bu politikayı 180 derece dönüştüreceğiz” seçim sözünün gerisinde yatan bu iki ayrı değişik emperyalistleşme hedefi ve siyasetidir. Bu iki siyasetin de Kuzey Kürdistan-Türkiyeli işçiler ve emekçiler açısından savunulacak, desteklenecek bir yanı yoktur.
15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ertesinde, AKP ve Erdoğan çok net bir şekilde MHP’yi siyasi alanda esas müttefiki hâline getirdi. Devlet kadroları içinde var olan ve 15 Temmuz darbe girişiminde, darbecilerle birlikte hareket etmeyen, direnen, darbenin kısa süre içinde başarısız kılınmasında rol oynayan kemalist kadrolarla da “barıştı”. Bir zamanlar “ayaklar altına alıp ezdiği” laflarını ettiği “milliyetçilik” Erdoğan’ın can simidine dönüştü. Kitleye dönük propaganda da “yerli ve millilik” en önemli slogan oldu. Türk-İslam sentezi siyasette, Türklük eskiye oranla daha çok vurgulanmaya başlandı. Muhalefet ise yabancı güçlerin uzantısı, “içimizdeki yabancılar” olarak damgalandı. Hakkını teslim etmek lazım: Onlar da bu damgayı hak etmek için ellerinden geleni yaptılar! Kılıçdaroğlu’nun gidip ABD’den “danışman” bulma gösterileri, Fethullahcılık gerekçesiyle Kanun Hükmünde Kararname ile görevlerinden uzaklaştırılanların derhâl görevlerine iade edileceği anlamına gelen sözler vb. tepe tepe kullanıldı.
Bir zamanlar CHP’nin en önemli silahı olan Kemalizm de hem MHP üzerinden, hem de ama doğrudan Erdoğan’ın Mustafa Kemal’in bugünkü gerçek temsilcisi olduğu söylemiyle, onun elinden alındı. En azından CHP ve Batıcı kesimlerin kemalistlik / Atatürkçülük tekeli kırıldı.
Bunda tabii Türkiye’de AKP’ye oy veren insanların bir bölümü kazanılmadan iktidar olunamayacağını gören Kılıçdaroğlu ve ekibinin CHP’yi adım adım, AKP küskünlerini de yanına çekerek, AKP’lileştirme siyaseti ile seçim kazanma stratejisi de küçümsenmeyecek bir rol oynadı. En son “helalleşme” adı altında sunulan bu siyaset, CHP’nin tabanındaki “kesin inançlı” kemalistleri ve “solcu” laikçileri küstürdü.
3.Perde aslında 2023 seçimleri için tarafların kendilerini ve rakiplerini tanıtma konumlandırma perdesi idi.
Bir tarafta kendini “yerli ve milli”, rakiplerini “içimizdeki yabancı”lar olarak tanıtan Cumhur İttifakı vardı. Seçim Türkiye’nin bekası mı, “Türkiye Yüzyılı”nı başlatmak mı, yoksa emperyalist güçlerin içimizdeki uzantılarının iktidarı mı seçimi idi.
Öbür yanda kendini “demokrasi, insan hakları, hak, hukuk, adalet savunucusu” “Tek adamın Saray diktatörlüğüne karşı demokrasi” savunucusu olarak tanıtan Millet İttifakı vardı. Seçim, demokratik, insan haklarına saygılı, saygın, demokratik Batıyla uyum içinde büyüyen bir Türkiye mi, yoksa “Türkiye’yi Orta Çağ karanlığı içinde çöküşe götüren tek adam diktatörlüğü” mü seçimi idi. Ve bu seçim “Afganistan olmadan önceki son çıkış” seçimi idi. Eğer Erdoğan devrilmezse, bundan sonra hiçbir seçim olmama ihtimali de vardı vs.
“Sol”un küçümsenmeyecek bir kesimi de Millet İttifakı’nın bu söylemine kendi söylemleriyle katkıda bulundu. Örneğin Selahattin Demirtaş için bu seçim, Türkiye’nin geleceği açısından “İsviçre mi / Ortadoğu mu” seçimi olacaktı!
Ve seçim sonuçları gösterdi ki, seçmen çoğunluğu açısından Cumhur İttifakı’nın yerli ve milli söyleminin alıcısı, Millet İttifakı’nın “tek adam diktatörlüğüne karşı demokrasi” söyleminin alıcısından çoktur!
Burada devreye satıcıların beceri ve seçmen (alıcı) nezdinde inanılırlıkları giriyor.
4.Perde
Beceri ve inanılırlık konusunda önce iki ittifakın yapısından kaynaklanan köklü farklıklar ve bunların doğurduğu avantaj, dezavantajlar var.
Cumhur İttifakı, ikisi de partilerinde ve cemaatlerinde tartışmasız önder / başbuğ / reis olarak kabullenilen, Erdoğan bağlamında hatta nerde ise tapılırcasına güvenilen liderlere sahip.
Cumhur İttifakı’nın önderlerinden biri Erdoğan, cemaatinin sayısı küçümsenmeyecek kimi üyelerinin “kıçının kılı olmaya” bile razı oldukları; “peygamber” olduğuna inandıkları bir “kutlu” lider, “Reis”. Diğeri, Bahçeli, “vur dediğinde vurmaya, öl dediğinde ölmeye” hazır olan bir cemaate sahip bir faşist partinin “Başbuğ” başkanı.
Ve “toplum” genelde, buna laikçi –seküler Batıcı “modern”ist kesimin önemli bölümü de dâhil– “kurtarıcı lider” zihniyetinin egemen olduğu bir cemaatler toplamı.
Bu, kendi dışında bir kurtarıcı figüre ihtiyaç duyan geniş kitleler açısından büyük avantaj sağlıyor Cumhur İttifakı’na.
Lidere “imanlı” bağlılık uzun vadede, liderin yok olduğu –şartlarda– örgüt açısından büyük boşluk yaratabileceğinden dezavantaja da dönüşebilir. Fakat herhâlde sorun bir seçim / seçim kampanyası somutunda ele alındığında, inanılırlık açısından büyük avantaj.
Bunun yanında Cumhur İttifakı’nda emeller, hedefler konusunda bir uyum ve tek seslilik var. Esasta konuşan iki lider var. Ve bunlar belli bir iş bölümü içinde esasta tek sesli konuşuyorlar. 2023 seçimleri için Cumhur İttifakı Cumhurbaşkanı adayını en baştan ilan etti. Erdoğan! Temel siyasetini en baştan ilan etti: “Yerlilik ve milli”lik. Alıcısı çok olan “milliyetçilik” ve “milli, manevi değerler“in savunucusu, “Tehlike altında olan T.C. devletinin bekası!”nın savunucusu olarak ilan etti kendini. Kendi rakiplerini bunların karşısında konumlandırdı seçmeninin gözünde. Her türden muhalefeti terör ile ilişkilendirdi, “terörist” olarak damgalamaya çalıştı. “İçimizdeki Yabancı”lar olarak düşmanlaştırdı.
Bu söylemlere “Yerli ve milli büyük projeler”in birbiri ardına ilanı ve adım adım gerçekleştirilmesi, seçim yaklaştıkça artan açılışlar, “müjdeler” eşlik etti. Enerjide dışa bağımlılıktan kurtulma yolunda “Karadeniz gazı”; “Gabar Petrolü”; silah sanayiinde bağımsızlaşma yolunda “İHA’lar, SİHA’lar, TİKA’lar Milli Muharip Uçak geliştirme adımları”, yüksek teknolojili, yüksek katma değerli ürün üretimi için yatırımlar, teşvikler, uzay teknolojisi geliştirme çabaları, “Yerli otomobil” TOGG, gösterişli büyük alt yapı yatırımları, otoyollar, Yüksek Hızlı Trenler, Boğazda tüp geçitler vs. Bu arada dar gelirlilere ev alımını kolaylaştıran TOKİ yapıları, çiftçiye doğrudan destekler vb. vb.
Burjuva muhalefetin ve onun kuyruğuna takılan bir kısım “sol”un da bu gelişmeler karşısında “muhalefet”i ya inkâr ve küçümseme, (“kendi çıkardıkları gazı, Karadeniz’den çıkardıkları gaz diye satıyorlar!” (Can Ataklı); “İHA’ymış, SİHA’ymış. Ne o yahu, bildiğiniz oyuncak Droneler” (Prof! Dr. Emre Kongar) “Yerli otomobilmiş, yahu nerde bunun fabrikası?” (Kılıçdaroğlu), ya da (“Otoyol, köprü yenmez; bunlar beşli çeteyi zenginleştirme aracıdır” (Merdan Yanardağ) diyerek) karşı çıkma “Yaptırmayız” biçiminde bir muhalefet. Hatırlayın Üçüncü Köprü, İstanbul Havaalanı, Marmaray, Çanakkale Köprüsü, İzmir Otoyolu, Boğazda tüp geçit katiyen yaptırılmayacaktı! Bu 27. dönem CHP Parlamento Grup başkan Vekili Engin Altay’ın parlamentoda yaptığı bir konuşmada, “Bu hükümet dünyanın en doğru işini bile yapsa, bizim bu hükümeti alkışlayacak hâlimiz yok. Milletimizin bize verdiği görev bu, kardeşim” sözlerinde dile gelen hastalıklı “muhalefet” anlayışı, Cumhur İttifakı’na “Bunlar Türkiye’de yapılan her iyi işe karşı, bunlar Türkiye’ye düşman, içimizdeki yabancılar” vb. söylemlerine epey malzeme sunuyordu. Fakat sonuçta Cumhur İttifakı iktidarı, yaptırmayız denilenlerin önemli bölümünü “dediler ve yaptılar!” Beceri ve inanırlılık konusunda Cumhur İttifakı bu bakımdan da avantajlı olarak girdi seçimlere.
Cumhur İttifakı’nın tersine, Millet İttifakı kendi partilerinde bile liderlikleri sorgulanan parti başkanlarına sahip bir ittifak.
Kılıçdaroğlu CHP’nin başına bir kaset komplosu sonucu gelmiş, en önemli özelliği sorulduğunda “Kul hakkı yememiş olmak”lığını öne çıkaran bürokrasiden gelme bir siyasetçi. Siyasetteki en önemli başarısı birçok seçim kaybetmesine rağmen, parti başkanlığını koruyabilmesi. Son seçim döneminde de siyaseten bir araya gelmeleri normal olmayan çok değişik güçleri 6’lı masada bir araya getirebilmiş ve altılı masanın cumhurbaşkanı adayı olmayı başarabilmesi. Fakat bu başarının gerçek mimarı sonuçta Kılıçdaroğlu değil, toplumun önemli bir bölümünde biriken Erdoğan nefreti ve masada yürüyen pazarlıklar.
Meral Akşener’in siyasi geçmişinde onun üye olmadığı sağ / faşist parti bulmak zor. 90’lı yıllarda İçişleri Bakanlığı yaptığı dönem, Kuzey Kürdistan-Türkiye tarihinin “faili meçhul” faşist cinayetler konusunda en karanlık dönemi. 17.000 “kaybolan, akıbeti bilinmeyen” vatandaş var bu dönemde. Bir sürü parti dolaştıktan sonra, son durağı MHP idi. MHP başkanlığı için Bahçeli ile girdiği yarışta kaybettikten sonra “merkez sağda var olan boşluğu doldurma” iddiası ile kendi partisini kurdu. Kendi cemaatinde bile liderliği sorgulanır biri.
AKP iktidarlarında uzun süre bakanlık yapan, bakanlığı döneminde muhalefet tarafından küçümsenerek “Bebecan” olarak adlandırılan Babacan, karizmatik bir liderden başka her şey olabilir.
Erdoğan’ın önce Dışişleri Bakanı, sonra bir dönem Başbakan yaptığı, başbakanlıktan alındıktan sonra da Erdoğan’a vefa yeminleri eden Davutoğlu’nun milyonları AKP’den koparacak bir lider olmadığı tecrübeyle sabit. Özgüveni ve kendini övmesi ile ters orantılı bir “inanılırlığı” var.
Saadet Partisi’nin başkanı Karamollaoğlu’nu biz Madımak katliamı döneminden Sivas Belediye Başkanı olarak hatırlıyoruz. Sözünü kendi küçük cemaati içinde bile dinletmede zorlukları olan bir siyasetçi.
Binde küsurat partisi DP’nin Başkanı Uysal’ın adını DP cemaati ve siyasetle profesyonel olarak uğraşan insanlar dışındaki vatandaşlar 6’lı masa üzerinden duydu. Ve fakat hakkını teslim edelim, irticalen konuşma ve içi boş ajitasyon yapma konusunda 6’lı masanın liderleri arasında en becerikli lider bu.
5.Perde
Cumhur İttifakı’nın tek sesliğine karşı Millet İttifakı her kafadan ayrı ses anlamında birçok sesliliğe sahipti. Her ne kadar bu ittifak, ittifak temelinin ucube tek adam rejiminden “güçlendirilmiş parlamenter demokratik rejime geçiş” olduğunu hep birlikte söylüyorsa da bunun Türkiye’de bir yönetim sistemi değişikliğinin, başkanlık sisteminden parlamenter sisteme geçişin, ancak anayasa değişikliği ile olacağını bilenler açısından hiçbir inandırıcılığı yoktu. Her iki ittifakın da parlamentoda anayasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olmasının çok güç, muhalefet açısından bunun nerede ise imkânsız olduğu siyaseti ve toplumu doğru okuyanlar için en baştan belli idi. Bu ittifakın gerçekte bir tek temeli vardı: Erdoğan’ı başkanlıktan uzaklaştırmak. 21 yıllık AKP iktidarına son vermek.
Sonuçta daha önce kurulmuş olan Millet İttifakı’nın dört partisine, AKP eskilerinin kurduğu iki parti daha, Babacan’ın DEVA’sı ile Davutoğlu’nun “Gelecek”i eklendi. Erdoğan’ı seçimle alaşağı etme hedefi ile altı parti yan yana geldiler. “6’lı masa“ kuruldu.
Masa’nın ortak hesabı şu idi: Halk ekonomik olarak çok kötü durumda idi. Bizzat AKP’nin, MHP’nin tabanındaki insanlar, hayat pahalılığından şikâyetçi idi. İşsizlik diz boyu idi. Türk parası sürekli değer kaybediyor, resmi rakamlara göre bile bir ara %80’lere varan enflasyon öncelikle dar gelirli insanları eziyordu. İnsanlar isyanda idi. “Millet aç, aç”tı. Buna karşı “Saray” debdebe içinde yaşıyordu. Saray iktidarı halktan bütünüyle kopmuştu. Ve Demirel’in dediği gibi “Boş tencere hükümet götürür”dü. AKP hükümetinin bu durumu düzeltme şansı yoktu. Çünkü durumu en azından seçimlere kadar idare etmek için alınan tedbirler sonucu Merkez Bankası’nın döviz rezervleri sıfırlanmış, borç almış başını yürümüştü. “Bu hükümet Türkiye’yi tefecilerden döviz dilenir duruma düşürmüş”tü. Söylediği gibi yerli ve milli değil, tersine işbirlikçi idi. Halk her geçen gün daha da yoksullaşıyor, ”İnsanlar evine ekmek götüremiyor”, “Çocuklar yatağa aç” giriyordu. Halkın bu duruma tepkisi mutlaka sandığa yansırdı. Ayrıca Erdoğan dünyada izlediği “maceracı siyaset” nedeniyle tecrit olmuştu. Başta ABD yönetimi, Batılı hükümetler Erdoğan karşısında muhalefeti açıkça destekler konuma gelmişti. 21 yıllık iktidar ertesinde ilk kez gerçek anlamda Erdoğan iktidarını seçimlerle iş başından uzaklaştırmak mümkündü. Bunun nasılı konusunda da Mart 2019’daki Mahalli İdareler Genel Seçimi ve 23 Haziran 2019 İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı yenileme seçimi yeter veri sunmuştu: Bütün burjuva muhalefet bir ortak aday üzerinde anlaştıklarında Erdoğan kesinlikle alaşağı edilirdi. Evet, bütün burjuva muhalefetin oyları üst üste konduğunda da bu Erdoğan’ı yenmeye yetmezdi. Buna mutlaka HDP’nin oyları da eklenmek zorunda idi. Fakat altılı masa ortak aday üzerinde anlaştığı zaman, seçim siyasetini en baştan ve açıkça “Erdoğan’a kaybettirmek” olarak belirleyen HDP’nin masanın belirlediği ortak adaya oy vermek dışında bir seçeneği yoktu! HDP bu anlamda “çantada keklik”ti. Onunla özel olarak anlaşma yapmaya vb. gerek yoktu. Siyasetlerinin temeli Erdoğan’ın devrilmesi olan diğer burjuva partiler için de durum aynı idi. Bunlar masaya davet edilmeseler, masanın parçası olmasalar bile sonunda Erdoğan’ın karşısındaki en güçlü adayı desteklemek zorunda kalacaklardı.
Millet İttifakı’nın ortak hesabı bu idi.
Fakat bu ittifakın ortaklarının her birinin birçok hâlde ortaklarının hesapları ile çelişen kendi hesapları da vardı.
Bu daha Deva Partisi ve Gelecek Partisi’nin katılmasıyla genişleyen Millet İttifakı’nın genişletilmiş hâliyle toplantılarının nasıl yapılacağı, kimin mekânında yapılacağı, gündemin nasıl belirleneceği, oturma düzeninin nasıl olacağı gibi hayati! meselelerin tartışılmasında kendini gösterdi. Sonunda çözüm bulundu: Karar alıcı toplantılar yalnızca 6 parti başkanının katılacağı toplantılar olarak yapılacaktı! Kararlar çoğunlukla değil 6 başkanın ortak kararı olarak alınacaktı. Toplantılar dönüşümlü olarak ittifakın bütün partilerinin merkezlerinde yapılacak, her toplantıya sırası gelen partinin başkanı başkanlık edecek, gündemi belirleyecekti. Bütün partiler eşit oldukları için yuvarlak bir masada toplanılacaktı. Öyle de yapıldı.
Millet İttifakı, ortak noktaları Erdoğan’ı devirmek olan burjuva muhalif güçlerin seçim ittifakı idi. Ve Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerinde işbirliğinin nasıl olacağı sorusu, masanın cevap vermesi gereken esas konu idi. Yürürlükteki sistemde cumhurbaşkanlığı belirleyici olduğundan masanın adayının kim olacağı en önemli konu idi. Cumhur İttifakı’nın başkan adayı belli idi. Ve cumhurbaşkanlığı adayınızı açıklayın diye bastırıp duruyordu. Fakat bu konunun konuşulup çözüme bağlanmaya kalkılması, bu konuda ittifak ortaklarının ayrı hesapları nedeniyle erkenden bozulabilirdi. Bu esas meselenin mümkün olduğunca ileriye sarkıtılması ittifak ortaklarının işine geliyordu; fakat Cumhur İttifakı’nın çoktan başlattığı seçim kampanyasında Millet İttifakı açısından adayın belirlenmesinin ileriye sarkıtılması dezavantaj oluşturuyordu. Fakat araştırmaların gösterdiği gibi!!! “Erdoğan karşısına kim aday olursa olsun kazanır” olduğundan, adayın belirlenmesinin ve açıklanmasının acelesi yoktu. Erdoğan ve Bahçeli seçim tarihi konusunda her açıklamalarında, ısrarla seçimin zamanında yapılacağını söylüyorlardı. Buna rağmen, Millet İttifakı adına konuşanlar, seçim tarihi belli değil, adayımızı seçim tarihi açıklandıktan sonra, ertesi günü açıklarız diye geçiştiriyordu “adayınız kim” sorularını.
Millet İttifakı’nın adayı önemli değildi, ama şu kesindi: “Millet İttifakı’nın adayı 13’üncü Cumhurbaşkanı” olacaktı. Bu hele hele şubat ayında yaşanan, 50 binden fazla insanımızı yitirdiğimiz büyük deprem ertesi artık iyice kesinleşmişti. Halkımız depremde Erdoğan yönetiminin çaresizliğini görmüş, yaşamıştı. Erdoğan yönetimi deprem enkazının altında kalmıştı.
Sonuçta Kılıçdaroğlu’nun adaylığı –ortakların birbirlerine karşı bir sürü ayak oyunlarından sonra, bu tiyatronun bir başka perdesi– seçimlerin yapılmasına 7 hafta kala açıklanabildi ancak. Bir yanda cumhurbaşkanlığı için devletin bütün olanakları da seferber edilerek yoğun bir şekilde yürütülen seçim kampanyası, öbür yanda seçime 50 gün kala nihayet kendi adaylığını kabul ettirebilen adayın 50 günlük kampanyası. Eğer bu şartlarda bu aday ikinci turda %48 alıyorsa, bu, bir anlamda başarıdır. Ama bu başarının mimarı Millet İttifakı ve onun adayı değil, öncelikle ekonomi ve Erdoğan konusunda derin bir şekilde ikiye bölünmüş toplumdaki Erdoğan karşıtlığıdır. Gerçekten de 2023 Mayıs’ı şartlarında –Eren Erdem’in sözleriyle konuşursak– “kola kutusu” da %48 oy alabilirdi! Ama o kadar. Çünkü toplumda Erdoğan’a karşı tavır konusundaki bölünmüşlükte Erdoğan hayranlığı, Erdoğan düşmanlığından fazla! Ve seçmen çoğunluğunda “yerli ve milli”lik temelinde “Türkiye Yüzyılı” söylemi, “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş”, “demokratikleşme” söyleminden daha fazla karşılık buluyor. Eğer halkın ekonomik durumu daha iyi olsa idi, o zaman kola kutusunun aldığı oy biraz daha düşük, Erdoğan’ın aldığı oy biraz daha yüksek olurdu. Fakat aradaki fark da çok fazla olmazdı.
6.Perde
Bu perdenin en önemli sahnesi, tiyatronun baş kadın artisti Meral Akşener’in, 3 Mart tarihinde İYİ Parti’nin Genel İdare Kurulu’nda yaptığı şu dehşetengiz tiradı ile başlıyor:
“İYİ Parti bir kıskaca alınmış, dayatmaya mecbur bırakılmıştır. Buna boyun eğmeyeceğiz. Sağduyusunu azme çevirecek, kişisel ikbal hesapları için üretilmiş devşirme siyasetin hınk edicisi olmayacaktır.
Karşımıza kim dikilirse dikilsin, bizim itirazımız dün de aynıydı bugün de aynı. Her zaman olduğu gibi dimdik duruyoruz.
Ceketimi assam aday ederim diyenlerin karşısındayız.
Biz bugünlere kirli pazarlıkları reddederek geldik. Alışılmış yenilgilere karşı çıkarak geldik. Siyasetimizin merkezini milletimizi alıp memleketimizi karış karış gezdik. Milletimizin hem dertlerini hem şikâyetlerini hem de bizden beklentilerini dinledik. Nasıl ki dinlediğimiz dertleri ve şikâyetleri not edip iktidara duyurduysak, muhalefetten olan beklentileri de karşılamak için yorulmadan çalıştık. Biz, İYİ Parti olarak demokrasiye olan inancımız gereği her daim ortak aklın ışığında sorunları ve çözümleri konuşabilmeyi aklın bir gereği olarak gördük.
Milletimizin ve memleketimizin ihtiyaçlarını düşünerek 5 siyasi partiyle çok önemli bir adım attık. Türkiye için ortak dertlerimize ve bu dertlerin çözümüne yönelik önerilerimize dair güçlendirilmiş parlamenter sistem, anayasa değişikliği gibi birçok önemli konuda mutabakat sağladık.
Dün, nihayet ortak Cumhurbaşkanı adayının kim olacağını tartıştık. Beş siyasi parti tek bir ismi dile getirerek Sayın Kılıçdaroğlu’nun adaylığı yönünde görüşlerini belirttiler. Üç yılı aşkın süredir sokaklarda sıklıkla duyduğumuz, milletimizin yoğun teveccüh gösterdiğine şahit olduğumuz, kamuoyu araştırmalarında da kazandığını gördüğümüz iki ismin adaylığı konusunda görüşümüzü beyan ettik. Bu iki isim Sayın Mansur Yavaş ile Sayın Ekrem İmamoğlu’ydu. Bunun da yanında aday belirleme sürecinin sağlıklı yönetilmesi için her bir siyasi partinin ayrı ayrı belirleyeceği araştırma şirketlerinin yapacakları çalışmalar ışığında ortak Cumhurbaşkanı adayının objektif bir usulle belirlenmesini önerdik. Ancak maalesef bu görüşlerimiz masadaki paydaşlar tarafından kesin bir biçimde reddedildi. Altılı masanın son toplantısında bir ‘anlayışa’ varıldı. Şahsi hırslar Türkiye’ye tercih edilmiştir. Kişisel ajandalar uğruna mubah sayılan kuyruklu yalanlar tercih edilmiştir. Yenilgi yenilgi büyüyen küçük hesaplar tercih edilmiştir. Biz İYİ Parti’yi bunun için kurmadık.
Yeri geldi çıkarlarımızdan feragat ettik. Hakarete uğradık, dişimizi sıktık. Linç edildik, yıkılmadık. Bıkmadan, usanmadan, vazgeçmeden konuştuk, anlattık.
Altılı masa artık millet iradesini kararlarına yansıtma kabiliyetini reddetmiştir. Bu masa artık potansiyel adayların tartışılabildiği ortak akıl platformu olmaktan çıkmış, tek bir adayın tasdiki için çalışan noter masasına dönüşmüştür.
Çok kıymetli imzalar attık. Biz, ne olursa olsun imzamızın arkasındayız. Ancak ne bir kumar masasında ne de bir noter masasında olmayacağız. 85 milyonun geleceğini kişilerin tahakkümüne teslim etmeyeceğiz. Milletimizi kazanma ümidini yok etmeyeceğiz.
Sayın İmamoğlu ve Yavaş’a çağrıda bulunmak istiyorum. Üzerinize atılan tüm iftiralardan alnınızın akıyla çıktınız. Tüm engellemelere rağmen çok çalıştınız. Görevinizi en iyi şekilde yaptınız. Kritik kırılmanın eşiğinde millet sizi göreve çağırıyor. »
Bir gün önce yapılan altılı masa toplantısında “nihayet” adaylık konusu konuşulmuş, bütün dönem boyunca “ertelenen” adaylık konusunda “seçilecek aday” vurgusu yaparak; kendisinin aday olmayacağını, parlamenter sistemde başbakan olacağını açıklayarak, Kılıçdaroğlu’nun adaylığına ad vermeden karşı çıkan Meral Akşener, masa dışından İstanbul veya Ankara Belediye Başkanlarından –ki bunlar da CHP’lidir– birinin aday olmasını önermiş ve fakat bu ret edilmiştir. Diğer 5 parti başkanı blok hâlinde Kılıçdaroğlu’nun adaylığını dayatmıştır. Görünen odur ki, Kılıçdaroğlu hepsinin oy toplamının yüzde 5’i bulması kuşkulu olan 4 küçük partiyi kendisinin adaylığı konusunda önceden “ikna etmiş”tir. Adayın ilk kez birlikte konuşulduğu yerde Meral Akşener karşısında karar almış bir beşli blok bulmuştur. Bu noktada ip kopmuş, “kişisel hesaplar uğruna kuyruklu yalanların tercih edildiği”, “Kumar masası”, “Noter masası” dağılmıştır. Bu perde de Kılıçdaroğlu İYİ Parti’nin adayı değildir! Akşener, “Bizim de başkanımız” dediği CHP’li iki başkanı –tabii Millet adına– adaylık ilan etmeye çağırmaktadır. Irkçı Zafer Partisi bunlardan birine, Yavaş’a, daha önceden aynı teklifi yapmıştır! Şimdi top onlardadır. Bunlardan biri ben vatan-millet adına adayım diye ortaya çıkarsa, o İYİ Parti’nin adayı olacaktır.
Durum ancak ortak adayla ve HDP’nin (ve tabii “Sol”un ona eklemlenen kesiminin) de desteğiyle kazanma şansı olan burjuva muhalefet açısından “yandı gülüm keten helva!”, Erdoğan cephesi açısından “Ballı börek” durumudur. Ya Kılıçdaroğlu’nu aday gösterme konusunda anlaşan 5’li blok geri adım atacak, Kılıçdaroğlu’nun adaylığında ısrardan vaz geçecek, İYİ Parti’nin önerisi doğrultusunda “uzlaşılacak”, ya da Akşener bir türlü masaya dönmeye “ikna” edilecektir.
Sonrası çok yoğun bir görüşmeler ve a-sosyal medyada “hain” Meral Akşener’i linç etme trafiğidir. 6’lı masanın demokrasi kahramanı! “momy”si , “yiğit Asena”sı, birdenbire “Sifonu Çek. Gitsin!” (Çok ünlü ve seviyeli aydınımız ve sanatçımız! Fazıl Say’ın çok “like”lı twitter mesajı) bir pislik hâline gelmiştir.
Bu yoğun görüşme trafiğinde “kumar”, “kirli pazarlık” ve “noter” masasından hışımla kalkan Meral Akşener’i çok değil üç gün sonra tıpış tıpış aynı masaya döndüren formül bulunur. Altı parti başkanının Saadet Partisi merkezinde yaptığı ve Meral Akşener’in katılıp katılmayacağı toplantının bir saat öncesine kadar belli olmadığı son toplantı ertesinde, Karamollaoğlu parti binası önünde toplanan coşkulu kalabalığa ve medya ordusuna “hayırlı haber”i verir:
“Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partilerin genel başkanları olarak 2023 yılında gerçekleştirilecek olan 28. Dönem TBMM ve 13. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ortak Cumhurbaşkanı adayımız Sayın Kemal Kılıçdaroğlu’dur.
Ülkemiz ve milletimiz için hayırlı olsun!”
Ek olarak 12 maddelik bir “mutabakat metni” dağıtılır medyaya. Buna göre:
*” Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” hedeftir.
* Ancak bu sisteme geçiş için bir “Geçiş Süreci” yaşanacaktır.
* “Bu “Geçiş sürecinde Millet İttifakı’na dâhil partilerin genel başkanları Cumhurbaşkanı Yardımcısı olacaktır.”
* “Bakanlıkların dağılımı, Millet İttifakı’nı oluşturan siyasi partilerin milletvekili genel seçiminde çıkardığı milletvekili sayısına göre belirlenecektir.”
* “İttifak partilerinin her biri kabinede en az bir bakan ile temsil edilecektir.”
* “Bakanların atanma ve görevden alınmaları, mensup oldukları siyasi partinin genel başkanıyla uzlaşı içinde Cumhurbaşkanı tarafından yapılacaktır.”
* “Geçiş Sürecinde Cumhurbaşkanı, yürütme yetkisini ve görevini katılımcılık anlayışı, istişare ve uzlaşı esaslarına göre kullanacaktır.”
* “Cumhurbaşkanlığı Kabinesine (Cumhurbaşkanı Yardımcıları ve Bakanlar) yetki ve görev dağılımı, anayasa ve yasalar çerçevesinde çıkarılacak Cumhurbaşkanı kararnamesi ile belirlenecektir.”
* “Cumhurbaşkanı seçimlerin yenilenmesi, OHAL ilanı, milli güvenlik politikaları, Cumhurbaşkanlığı Kararları, Kararnameler ve genel nitelikteki düzenleyici işlemler ile üst düzey atamalarda Millet İttifakı’na dâhil partilerin genel başkanlarıyla uzlaşı içinde karar alacaktır.”
* Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinin tamamlanmasıyla birlikte, mevcut Cumhurbaşkanının -var ise-siyasi parti üyeliği sona erecektir.”
* “Güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçildikten sonra yeni bir seçime gerek olmaksızın 13. Cumhurbaşkanı ve TBMM görev suresini tamamlayacaktır.
* İstanbul ve Ankara Büyükşehir Belediye Başkanları Sayın Cumhurbaşkanının uygun gördüğü zamanda ve tanımlanmış görevlerle Cumhurbaşkanı Yardımcısı olarak atanacaklardır.”
Yani bir cumhurbaşkanı; yanında 5’i parti başkanı, toplam 7 cumhurbaşkanı yardımcısı; belirleyici önemde kararlar parti başkanları tarafından birlikte alınacak; cumhurbaşkanlığı kabinesinin 7 üyesi cumhurbaşkanı yardımcıları olacak; buna her partiden en az bir bakan katılacak! Öteki bakanlar parti başkanlarının ortak kararı ile Cumhurbaşkanı tarafından atanacak. Bu arada bir zamanlar “Cumhurbaşkanı partili olmamalıdır, ben seçildiğim gün parti ile ilişkimi keserim” diyen Kılıçdaroğlu, bu parti ile ilişki kesme işini “güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş sürecinin tamamlaması ertesi”ne bırakacak.
Daha ‘kim cumhurbaşkanı adayı olacak’ konusunda dağılmaya kadar varan türbülanslar yaşayan ve ortak noktası “Erdoğan gitsin” olan, açıkça kabinede bakan pazarlıkları üzerine kurulu bir yapının –eğer kurulursa ki kurulacağına eminler– bunları birbirine yapıştıran düşman devreden çıktığında birbirlerini yiyecekleri bellidir. Uzlaşma belgesi hem partilerin kendi aralarındaki hem de kendi içlerindeki sonraki kavgaların habercisidir.
Millet İttifakı, seçim kampanyasının son 50 gününe, ittifakın ikinci büyük partisi olan İYİ Parti’nin “seçilecek aday” olarak görmediği bir adayla böyle girdi.
7.Perde
Millet İttifakı açısından artık işlem tamamlanmıştır. Masanın adayının 13. Cumhurbaşkanı olacağı kesin olduğundan, Kılıçdaroğlu artık “Sayın Cumhurbaşkanımız”dır. Bundan sonraki bütün dönemde yapılan bütün mitinglerde Kılıçdaroğlu “13. Cumhurbaşkanı”mız olarak anılır, tanıtılır, konuşur. Millet İttifakı’nın diğer 5 partisinin başkanları +İmamoğlu+Yavaş da “Cumhurbaşkanı “yardımcılarımız”dır.
Hakkını teslim etmek gerek: Millet İttifakı’nın tüm elemanları kalan elli gün içinde canla başla çalışırlar. HDP ve diğer “sol”un ona eklemlenmiş kesimi de biraz nazlansa da sonunda Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kılıçdaroğlu’nun kampanyasının Kürt tarafı ve “sol”dan destekçisi olurlar. 14 Mayıs öncesi kampanya sırasında ufak tefek sorunlar çıkar.
Sorunların biri Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı Adayı Kılıçdaroğlu’nun Millet İttifakı içinde yer almayan anti-Erdoğancı partilerle görüşme turlarında HDP’yi ziyaret edip etmeyeceği sorunudur. “HDP’nin olduğu yerde biz olmayız”cı İYİ Parti açısından bu bayağı büyük sorundur. Sorun, ziyaretin Millet İttifakı’nın Cumhurbaşkanı adayı olarak değil, CHP başkanı olarak yapılacağı açıklaması ile ve TBMM parti grup salonunda yapılması ile “çözülür”!
Bir başka sorun Muharrem İnce’nin Memleket Partisi’ne karşı tavır sorunudur. Muharrem İnce’nin partisi Millet İttifakı’ndaki ‘masa krizi’ sonrasında “kamuoyu araştırmaları”nda! %5’in üzerine çıkmış görünmektedir. Artık yokmuş gibi davranılamaz bir yerdedir. Muharrem İnce yürüttüğü seçim kampanyasında bayağı ilgi toplamaktadır. Memleket Partisi, sosyal medyada da en görünür olan burjuva partilerinden biri konumuna gelmiştir. Muharrem İnce, kendisinin cumhurbaşkanı adayı olacağı ve ikinci tura kalacağı iddiasındadır. (Tabii neden olmasın, atış serbest. Kılıçdaroğlu’nun birinci turda %60 kazanacağı iddiasının yanında bu iddia da ileri sürülebilir.) Kendisinin ikinci tura kalmaması hâlinde ikinci turda oyunun tabii ki Erdoğan karşısındaki adaya olacağını, onu destekleyeceğini açıklamaktadır. Fakat Kılıçdaroğlu’ndan aynı açıklamayı kendisi için yapmasını talep etmektedir. Muharrem İnce’nin ikinci tura kalma şansı olmadığını tabii herkes bilmektedir. Fakat onun birinci turda aday olması Millet İttifakı stratejistlerinin hesabına göre birinci turda kazanılacak seçimi ikinci tura bırakma potansiyeline sahiptir. Altılı masaya davet edilmemiş olmasından, bindelik parti başkanlarına “cumhurbaşkanı yardımcılığı’, hükümette bakanlık verilmesinden, bir önceki seçimin kaybedilmesinin de kendisine bağlanmış olmasından rahatsız olan Muharrem İnce için birinci tur adaylığı bir nevi intikamdır ve Kılıçdaroğlu sonrası yürüyecek CHP içi iktidar kavgasında ‘ben de varım’ın ilanıdır. Kılıçdaroğlu Muharrem İnce’yi Memleket Partisi’nin merkezinde ziyaret eder. Tabii herkesin cumhurbaşkanlığına aday olma hakkı vardır. Fakat Muharrem İnce adaylıktan çekilse iyi olur! Muharrem İnce Kılıçdaroğlu ile görüşmesinden sonra da adaylıktan vaz geçmediğini açıklar. Ve gerekli olan yüz binin üzerinde imza toplayarak adaylık başvurusunu yapar. Muharrem İnce dışında bir aday daha vardır. Irkçı Zafer Partisi’nin adayı Sinan Oğan. O da adaylık başvurusu için gerekli yüz bin oyu toplayarak aday olur. Onun adaylığına Millet İttifakı’nın hiçbir itirazı yoktur. Çünkü hesaba göre, onun oyları esasta MHP ve AKP küskünlerinden gelecek oylardır ve Erdoğan’ın oylarını eksiltecektir. Yüksek Seçim Kurulu cumhurbaşkanlığı seçiminin birinci turunun dört adaylı seçim olarak yapılacağını açıklar. Oy pusulasında adaylar sıralamasının nasıl olacağını açıklar. Oy pusulaları baskıya verilir. Muharrem İnce adaylığını geri çekmemiştir. Bu noktadan itibaren sosyal medyada tam bir Muharrem İnce linçi başlar. Haindir o. Sarayın adamıdır. Zaten hep öyle olmuştur. Şimdi ona seçimi ikinci tura bırakma görevi verilmiştir vs. vs. Böylece demokrasi savunucularımızın ne kadar kendine demokrat olduklarını bir kez daha görür, öğreniriz. Önce direnir Muharrem İnce. Fakat linç işleri Muharrem İnce’yi bir porno filminde baş aktör olarak oynatmaya kadar vardığında havlu atar! Seçimin üç gün öncesinde cumhurbaşkanlığı adaylığından çekildiğini “Yenildiklerinde bahaneleri kalmasın” da diyerek açıklar. Parlamento seçimlerinde “Bu mecliste mutlaka Atatürkçüler de olmalı” diyerek Memleket Partisi’ne oy verilmesini ister.
Böyle gidilir birinci tur Cumhurbaşkanlığı ve Parlamento Seçimlerine. Sonuçları biliyoruz.
8.Perde
14/28 Mayıs seçim tiyatrosunun en trajik figürleri –ne yazık ki– bu seçimlerin egemenlerin iktidar için dalaşan iki kanadı arasında bir dalaş olduğu gerçeğini kavramayan ve kendilerinin bu seçimin belirleyicisi olacağını sanan, burjuvazinin muhalif kanadının kuyruğuna takılan “solcu”lardır.
Başta HDP, bu kesim seçim siyasetlerini “Erdoğan’a kaybettirmek” üzerine kurmuştur. Bu siyasetin çıkış noktası Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki faşizmi Erdoğan / AKP / MHP “Saray İktidarı” olarak görmek, onlarla eşitlemektir. Faşizmin, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de egemen burjuvazinin devletinin yönetim biçimi olduğu; bugünkü şartlarda bir başka burjuva partinin de iktidara gelmesi hâlinde devletin niteliğinin değişmeyeceği kavranmamaktadır.
Erdoğan /AKP / MHP, “Saray İktidarı”nın bütün muhalifleri, faşizme karşı mücadelenin –geçici de olsa– müttefikleri, “demokrasi güçleri” olarak görülmektedir.
Soruna böyle yaklaşıldığında, Erdoğan’ın karşısında bütün burjuva muhalefetin, bu “sol”un da “seçebileceği” tek adayla seçime girmesi için canla başla çalışması ve kendi adayı ile yarışa katılmaması kaçınılmazdır.
Bu “sol” kendini seçimin “doğru adayla” birinci turda kazanılacağına en az Millet İttifakı unsurları kadar inandırmıştır. Doğru adaydan anladığı da tabii kendi adayları değil, burjuvazinin kendilerinin de “seçebileceği” bir adayıdır. Bu bağlamda HDP’nin değişik sözcüleri iki muhtemel aday konusunda itirazını dile getirdiler. “Meral Akşener olmaz” (Meral Akşener zaten en baştan kendinin aday olmadığını açıklamıştı) “Mansur Yavaş olmaz” (Mansur Yavaş da zaten CHP başkanının aday olduğu yerde ben aday olmam dedi) dediler. Aslında yani hiçbir şey demediler. Çıkış noktasının Erdoğan’a kaybettirmek olduğu, bunun ilan edildiği yerde, eğer masa “adayımız Akşener’dir” ya da “Yavaş’tır” deseydi, HDP ve ona eklemlenen kesim “bağrına taş basar”, onları da desteklerdi!
Ne yazık ki diyoruz, çünkü tartışmalarda böyle bir tavrın yanlışlığı bütün gerekçeleriyle ortaya kondu. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de “sol”un eğer uzun vadede gerçek bir alternatif olmak istiyorsa, ehven-i şer siyasetinden kopması, burjuvaziden bağımsız ayrı bir güç olarak, kendi devrimci programı ile açıkça ortaya çıkması gerektiği ortaya kondu. Fakat “sol”un bu kesiminin kulakları bunları duymamayı tercih etti. Sonuçta burjuvazinin iktidar mücadelesinde bir kesimin kuyruğu oldu!
Bu birkaç örnek alıntı yorum istemez:
Demirtaş’ın 14 Mayıs öncesi twitter mesajı:
“Türkiye’nin 13. Cumhurbaşkanı Sayın Kılıçdaroğlu, Allah yolunuzu açık etsin! Ayrışmayı bitireceğinize, toplumsal barışı sağlayacağınıza, Türkiye’yi refaha, huzura kavuşturacağınıza yürekten inanıyorum. Benim oyum sizedir, Sayın #CumhurbaşkanıKılıçdaroğlu”
Muharrem İnce’ye Sol Parti’nin 14 Mayıs öncesi çağrısı:
“Bu seçim bu kötülüklerden kurtulmak için bir fırsat sunuyor. Eğer muhalefetin ortak iradesi bir aday etrafında toplanırsa, başarmamak için bir neden yoktur. Dolayısıyla mevcut iktidarı değiştirmek için Cumhurbaşkanlığı seçiminde Kemal Kılıçdaroğlu’na; onun muhalif programını yetersiz buluyorsanız, Parlamento seçimlerinde SOL Parti’ye oy vermeye çağırıyoruz.
Mevcut iktidarın kaybetme korkusuyla kaos çağrısı yaptığı bir durumda seçimin ilk turda kazanılması son derece önemlidir. İkinci turda yaratılacak kaos ikliminin sorumlusu olmak tarihi bir yanılgıdır.
Sayın İnce size açık çağrımızdır. İktidarın kötülüklerinin parçası olmayın! Seçimin ikinci tura kalmasının ardından yaşanılacak 15 günlük kaosun ve kâbusun parçası olmayın!”
HDP’nin kurduğu “Emek VE Özgürlük İttifakı”nın seçimlere çatısı altında girdiği Yeşil Sol Parti’nin birinci tur ertesi açıklamasından:
“Meclisin üçüncü büyük partisi olarak, seçimlerin ilk turunda kazanmasına imkân vermediğimiz rejime, ikinci turda kaybettirme kararlılığımız sürmektedir. Önümüzdeki on bir günlük süreçte, bize nefes ve can veren halklarımızın mücadele azmi ile yolumuza devam edecek ve mutlaka kazanacağız. Önümüzdeki günlerde gerek örgütlü yapılarımızın, bileşenlerimizin ve ittifaklarımızın gerekse halkımızın adalet, barış ve özgürlük düşmanı bu rejime karşı geri adım atmadan, kararlı şekilde tepkisini sandıkta bir kez daha ortaya koyacağına olan inancımız tamdır.”
(…)
Ülke içinde ve dışında tüm halklarımızın, örgütlerimizin ve dostlarımızın faşizmle çetin mücadeleyi seçim sonrasına bırakmadan, ikinci turda eksiksiz sandığa gitmesi ve son fiskeyi vurması gereklidir. Halkımızdan gelen kıymetli eleştirilere en büyük özeleştirimiz tek adam rejimini yenilgiye uğratmak olacaktır. Önümüzdeki kritik süreci azimle örerek ve çalışarak geçireceğiz. Kazanma inancıyla, çalışmalarımıza bugünden itibaren daha güçlü başlama kararı almış bulunuyoruz.”
TİP Genel başkanı Erkan Baş’tan Muharrem İnce’ye tepki:
“Toplumun derinliklerinde yurttaşın yüreğinde bu iktidardan bir an önce kurtulma isteği var. Bunu 15 gün önce yapabilme imkânı olan yurttaş neden 15 gün beklesin? Hemen kurtulmak istiyor. O yüzden ben seçimin büyük olasılıkla ilk turda sonuçlanacağına inanıyorum. Bir de bir siyasetçi için ‘2. tura bırakmak’ diye bir iddia olabilir mi? İlk turda neden kazanamıyorsun? Benim bütün amacım seçimi ikinci tura bırakmak diye bir şey olabilir mi? Burada bir itiraf var. Kime hizmet ediyorsunuz? Dolayısıyla ben halkın bu süreci görüp saray rejiminden bir an önce kurtulmak kararlılığını sandığa da yansıtacağını biliyorum.”
Ve PKK
Cemil Bayık (ANF mayıs başı)
“Dolayısıyla bu seçim Türkiye’de seçimle iktidarların değişip değişmediğinin kanıtlanacağının seçimi olacaktır. Demokrasi güçleri açısından önemli olması buradan kaynaklanmaktadır. Eğer demokrasi güçleri sağlam durur ve AKP-MHP iktidarının yönetimi yeniden gasp etmesine izin vermezse, bu, Türkiye siyaseti için önemli bir süreç ortaya çıkarır.”
“Kürt halkı ile Türkiyeli demokrasi güçleri büyük bedeller ödeyerek mücadeleleriyle AKP-MHP faşist iktidarını yıkılma noktasına getirdiler. Eğer kararlı mücadele edilir; seçimde sandıklara da iyi sahiplenilirse, bu iktidarın kaybetmesi kaçınılmazdır.”
KCK Yürütme Konseyi üyesi Sabri Ok Stêrk TV’de yayınlanan röportajından:
“Herkes bu seçimin farklı olduğunu, geçmiş seçimlere benzemediğini söylüyor. Hatta belki 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin en önemli seçimi deniliyor. Böyle önemli bir seçim. Bu seçimin bu kadar önemli olmasının nedeni nedir? AKP-MHP faşizmi onlar dışında herkesi etkiliyor. Bundan dolayı AKP-MHP’li olmayan herkes, onlara karşı. Dikkat ederseniz 2. Dünya Savaşında da durum buydu. Sovyetler, Amerika ve Avrupa bile Hitler, Mussolini, Franko faşizmine karşı demokratik direniş cephesini kurdu. Hâlbuki her biri farklı bir cepheydi. Aynı şey şu an Türkiye için de geçerli. Erdoğan-Bahçeli çıkarları dışında olan her şeye ve herkese karşılar. Bazen diyorlar, PKK, İYİ Parti aynı yerde. Biz faşizme karşıyız. Onlar da şu an karşıyız diyorlar. Eğer böyle katıksız faşist olmasaydılar, herkes böyle bir tutum sergilemezdi. AKP-MHP faşizmi bu düzeydedir.
Şu an seçimlerin konusu demokratik bir şekilde bu iktidarın sonunu getirebilecekler mi, getiremeyecekler mi? Demokratik siyasetin, siyasetçilerin ve diğer partiler seçimde sonuç almak, bu faşizmin sonunu getirip tekrar parlamenter sisteme geri dönmek istiyorlar. Bunu da belirtmeliyim ki parlamenter sistem de tamamen demokratik bir sistem anlamına gelmiyor. İçeriği önemli ama şu an mühim olan bu faşizmin yıkılmasıdır. Bundan dolayı seçimlerde Millet İttifakı ile Emek ve Demokrasi İttifakı kuruldu. Gerçek olan şu ki, 20 yıllık AKP faşizmi yıkılacaktır. AKP-MHP faşizminin yıkılması, Türkiye ve Kürdistan’da yeni bir süreç başlatacaktır. Neden? Çünkü birçok şey denendi. Zulümle, ahlaksızca, insanlık dışı her türlü yöntemle Kürt halkına, PKK’ye, demokratik güçlere, kurumlara saldırdılar. Ama sonuç olarak faşizm yenildi. Yani iktidara gelecek olanlar aynı şeyleri tekrarlamamalı. Faşizme karşı toplumun, siyasetin demokratikleşmesi için, sorunların çözülmesi için uygun bir atmosfer var. Eğer bu seçimlerde AKP-MHP faşizmi yıkılırsa, o zaman herkes için bir milat olacaktır. Seçimden öncesi ve sonrası olacak insanlar için. Bundan dolayı bu seçimler çok büyük önem taşıyor.
Hepsinin ortak noktası: Faşizm= Erdoğan/AKP/MHP ve bunların sonu geldi… Seçimler demokrasinin yolunu açacak… Sonuç: Bunun için oyumuz Kılıçdaroğlu’na!
9.Kapanış Perdesi
Seçim sonuçları kaçınılmaz olarak bu seçimin Erdoğan iktidarının sonunu getireceğine inandırılmış ve kendini inandırmış kitleler açısından büyük bir hayal kırıklığı oldu. Ve yenilgiyi kabul edenler açısından, her seçim yenilgisi ertesinde kendini üstün gören bir kısım yarı aydının verdiği tepkiler tekrarlandı:
* Bu sonuçlar cehaletin ne kadar yaygın olduğunu gösteriyordu.
* Artık bu ülkede yaşanmazdı. Çekip gidilmeli idi.
* Bu millet adam olmazdı.
* Seçim sonuçlarının belli olduğu gece, bir tweet’te yazıldığı gibi
“Soğan alamayan… Tedavi olamayan… Kafasını Pril’le yıkayan… Pazarda çantasını dolduramayan… Fırsat eşitliğini yakalayamayan… Adliyede adaleti bulamayan… Artık başının çaresine baksın”dı. Bunlar için uğraşmaya değmezdi! vs.
Bir kısım için ise yenilgi filan yoktu aslında. Seçimler sırasında yapılan hilelerle ve sandıkların yeterli korunmaması sonucu seçim çalınmıştı. Moral bozukluğuna yer yoktu. Örneğin Merdan Yanardağ 21 Mayıs’ta şöyle yazıyordu:
“Seçimlerde hile yapıldığı, bu hilenin ya da halk iradesinin çalınmasının daha oylar sandığa girmeden yapıldığına ilişkin iddiaların doğruluğu hemen hemen kesin gibidir.
(…)
Saray’ın doğrudan güdümündeki biri hariç, neredeyse bütün kamuoyu araştırmaları Kılıçdaroğlu’nun önde olduğunu söylüyordu. Ayrıca, hayatın olağan akışı, sokakların ve meydanların nabzı da aynı işareti veriyordu. Siyasal inisiyatif muhalefete geçmişti. Dolayısıyla, her şey ve herkes bizi yanıltıyor olamazdı. Ancak, beklendiği ve ilan edildiği gibi –öncesi ve sonrasıyla– ne seçim güvenliği tam olarak sağlanabildi ne de oylar/sandıklar etkin bir şekilde korunabildi. Saptanması gereken ilk olgu budur.
(…)
Unutulmamalı ki, ortada muhalefet açısından bir yenilgi yok. Bu akıldan hiç çıkarılmamalı. Tam tersine, siyasal İslamcı iktidar ve İslamo-faşist ittifak bakımından bir bozgun var. Ancak bu durum hızla saptanamadığı ve etkili bir karşı atak geliştirilemediği için, yukarıda da işaret edildiği gibi, moral üstünlük gerici-faşist bloka kaptırılmış oldu. En büyük kayıp budur.”
* Bir kısım, aslında bu seçimin seçim olmadığını, bir yanda devletin bütün imkânları kullanılarak kampanya yürütüldüğünü, muhalefetin eşit şartlarda yarışmadığını söyleyerek kendini avutuyordu. Tabii bu söylenen doğru idi, ama bu, baştan belli idi. Bu durum bilinerek %60’la birinci turda kazanılacağını ilan edenler aynı insanlardı.
* Bir bölüm için kesin gerçek şu idi: Erdoğan ve AKP’nin yurtdışı oyları ve Türkiye’de de T.C. vatandaşlığı verilmiş Suriyeli (Arap!) göçmenlerin oylarıyla kazanmıştı. Çokça tekrarlanan bu söylem de yurtdışında kullanılan tüm geçerli oylar+Suriye göçmenlerinin oy kullanma hakkı olanların tümünün oyları yok sayıldığında; ya da hatta tümünün oy sayısı Kılıçdaroğlu’na eklendiğinde de bunun secim sonucunu değiştirmeyeceği matematik gerçekliği karşısında şehir efsanesi kategorisi içinde yerini aldı.
* Kılıçdaroğlu için ise zaten Erdoğan sahtekârdı, sahtekârlıkla kazanmıştı. Montaj bir kasetle kazanmıştı seçimi. Sahte kaset üretene sahtekâr denirdi. Sahtekârdan da Cumhurbaşkanı olmazdı. Öyle ise Erdoğan Cumhurbaşkanı değildi. Siyaseten Cumhurbaşkanı seçilmiş olabilirdi, ama ahlaken cumhurbaşkanı değildi.
Ortada CHP ve Kılıçdaroğlu açısından yenilgi “başarısızlık” vb. yoktu. Tam tersine CHP tarihinin en yüksek oyunu almıştı! Gerçekle ilgisi olmayan bu “değerlendirme”leri hayretle okuduk, dinledik, izledik.
* Seçimler sırasında çok “helalleşmeci” görünen Kılıçdaroğlu seçim sonuçlarını yorumlarken, AKP, Erdoğan’ı seçenler konusunda daha önceki seçimlerde yapılmış olan “Makarnacılar”, “kömürcüler” edebiyatına yeni bir katkıda bulundu. Haziran’da Sözcü TV’de seçim sonuçlarını değerlendiren Kılıçdaroğlu şunları söylüyor:
«…Biz nerede kaybettik? Biz bunu da araştırdık. Toplumun önüne çıkarken verilere hâkim olmak gerekiyor. 1-2-3 numaralı sandık konulan yerler, köy kasaba, belde. Buralarda Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy 3 milyon 580 bin 115. Erdoğan’ın aldığı oy 6 milyon 100 bin 355.
3 ve üstü sandığı olan şehir merkezi ve ilçelerde olanlarda Kılıçdaroğlu’nun aldığı oy yüzde 51, Erdoğan’ın aldığı oy yüzde 49. Bu, şunu gösteriyor, CHP, kırsalda, 1-2-3 sandık konulan yerlerde gerekli etkiyi yeteri kadar gösteremediğini söylüyor bize. Aradaki fark 1-2-3 numaralı sandıklardan kaynaklanıyor. Kentlerde oturanların tamamı demokrasiden yana oy kullanmış insanlar. CHP kadar hazırlık yapan ikinci partiyi bulamazsınız.
Ortaya çıkan tabloyu ağır bir yenilgi olarak görmeyi asla kabul etmem, sizin de kabul etmenizi doğru bulmam. Kazanamadık doğru ama bunu ağır bir yenilgi olarak kamuoyu önüne koymak olmaz.
… Biz kazanamadık doğru. Biz şunu da araştırdık; acaba kırsaldaki insan neden ekonomik yıkımdan etkilenmedi diye, çok basit, ayda 500 lira verdiğinizde zaten harcayacak yer yok, köyde nerede harcayacak para. Deprem bölgesi de halkın kendi tercihidir. Dağıtılan paralar, imkânlar var…”
Öyle ya, seçimin kaybedilmesinin nedeni para dağıtılmış olması. Makarnacılar, kömürcüler ve şimdi de 500 liraya tav olan köylüler olmasa, seçimler yalnızca büyük şehirlerde olsa, silme götürür CHP. Öyle ya, CHP demokrat ve “Kentlerde oturanların tamamı demokrasiden yana oy kullanmış insanlar.”
Seçim tamamlandıktan sonra, Millet İttifakı’nın iki büyük partisinin içi karıştı. Buna karşı dört küçük ortağın keyfi yerinde. Dördü bir araya gelip ittifak kursa, %7 barajını geçemeyecekleri için bir tek milletvekili çıkarma imkânı olmayan SP+DEVA+Gelecek+Demokrat Parti, CHP listelerinden seçilecek sıralarda seçime girerek toplam 39 milletvekili kazandılar. Ve her biri şimdi kendi partisinin “Anasının ak sütü gibi helal kazanılmış milletvekilleri” (Babacan) ile Millet Meclisinde temsil ediliyor. Saadet/Gelecek önce Deva ile birlikte gurup kurmayı denedi. Deva’nın reddi üzerine iki parti olarak Saadet Partisi çatısı altında grup kurdular.
CHP ve İYİ Parti de ise yenilginin faturası başkana ve yönetime çıkarıldı.
Meral Akşener, seçimin hemen ertesinde harekete geçerek Kongre topladı. Parlamentoya girebilmek için 2018’de CHP’den 15 milletvekilinin ödünç alınmasını, “Hayatımın en büyük pişmanlığı” olarak ilan etti. Millet İttifakı dağılmıştır, dedi. Ve Yerel Seçimlere yalnız başına gireceklerini ilan etti. “Ben demiştim” modunda bir seçim konuşması yaptı. Ve tabii nerdeyse oybirliği ile yeniden seçildi. Muhaliflerin bir bölümü zaten “masa krizi” döneminde istifa etmişti. Bir bölümü seçim sürecinde istifa ettiler. Kalan bölümü ise tasfiye edildi, ediliyor. Fakat Meral Akşener’in İYİ Parti’si artık onun daralmış cemaatli tekkesinden başka bir şey değil.
CHP’de ise “Değişim”cilerle, “biz zaten değişimi başlattık, her siyasi görüşten 25 milyonun oyunu aldık; Cumhurbaşkanlığı seçiminde CHP tarihinin en yüksek oyunu aldık” diyen Kılıçdaroğlu’cular arasında kıyasıya bir kavga var. Değişimciler –bunlar Kılıçdaroğlu ile bu işin gidemeyeceği; onun istifa etmesi gerektiğini savunanlar– ise kabaca ikiye ayrılıyor. İmamoğlu’cular ve CHP’nin “sol” kemalist kanadı. CHP’den daha önce ayrılmış, ya da ihraç edilmiş geleneksel kemalistler ise dışarıdan CHP içi muhalefeti destekliyor. Her durumda seçim Kılıçdaroğlu CHP’sini derinden sarstı. Kılıçdaroğlu şimdi “Derin denizlerin gemisi olan CHP’yi fırtınalı denizde güvenli kıyıya yanaştırma görevine sahip kaptan” olarak umudunu Mart 2024’deki Mahalli İdareler Genel Seçimine bağladı. Becerebilirse ondan önce Kurultayda yeniden başkan seçilmeyi deneyecek, yoksa Kurultayı seçimler sonrasına bırakmaya çalışacak. Herhâlde doğurgan CHP’den önümüzdeki 5 yıllık yasama döneminde yeni bir parti, ya da partiler çıkması şaşırtıcı olmaz. Seçim döneminde burjuva medyada bayağı parlatılan TİP, CHP’nin sol kemalist kesimi için bir adres olabilir.
Bir oy Kılıçdaroğlu’na, bir oy Yeşil Sol’a, ya da TİP’e diyen kuyrukçu “sol” kesimin seçim sonrası tavrına gelince:
Yeşil Sol Parti’de ciddi bir tartışma var. Yeşil Sol adı altında seçime giren HDP’de bir bölüm yönetici “Üçüncü Yol Çizgisi”nden sapılmış olunduğunu, bunun yanlış olduğunu söylüyor. Yerel seçimlerde her yerde kendi adayımızla çıkacağız açıklamaları yapılıyor. Bunlar olumlu gelişmeler. Fakat bu söylenenlerin pratik sağlaması yerel seçimlerde olacaktır. Göreceğiz. Kuyrukçuluktan kopulması için ehven-i şer siyaseti ile köklü bir hesaplaşma ve özeleştiri elzemdir.
Emek ve Özgürlük İttifakı’nın bileşenlerinden Emek Partisi’nin seçimler bittikten sonra yaptığı açıklama, böyle bir özeleştirinin nasıl olmayacağına bir örnektir:
Emek Partisi açıklamasından…
“Erdoğan ve partisi seçimleri sadece seçim rüşvetleriyle değil aynı zamanda büyük bir propaganda seferberliği ile kazanmış bulunuyor. Ülke ekonomisinin büyümesiyle birlikte kötü gidişatın gerileyeceği ve refahın geleceği söylemi eşliğinde ‘algı yaratmak’ için büyük bir medya ordusu, iletişim başkanlığı ve Pelikan çetesi seferber olmuştur.
Bu mevcut durumu seçim dönemlerini bekleyerek değiştiremeyiz. Bunun yolu, işçilerin ve emekçilerin ekonomik ve politik talepleri için birleşmeleri, mücadele etmeleridir. Bundan başka etkili bir seçenek yoktur.”
“Tek adam düzeninin değişmesinin yolu tek başına sandıktan değil, grevlerden, emekçi mahallelerinden, kampüslerden, kadın eylemlerinden, hak savunularından vb. mücadelelerden geçmektedir. Tek adam düzenini geriletmek ve yenmek, sömürülen ve ezilen halk kitlelerinin birleşik gücüyle mümkündür.„
Buna önce günaydın denir. Fakat diğer yandan ilk bakışta özeleştirel görünen bu tavırda da sandığa bağlanan umutlardan kopuş söz konusu değil. Düşman hâlâ kapitalist sistem, faşist düzen değil, “Tek adam düzeni”. Soruna böyle yaklaşan bir dahaki seçimlerde de burjuvazinin “Tek adam düzeni”ne karşı olduğunu söyleyen kesiminin kuyruğuna takılır.
Ve Epilog
Önümüzdeki dönemde olacak olan nedir?
* Önümüzdeki beş yıllık dönemde, burjuva muhalefet her ne kadar şimdiden “götüremezler, yeni seçim yakında gündeme gelecektir” vs. dese de AKP’nin istemediği bir seçim mümkün değildir. Seçimle meşruiyet ve güven tazeleyen Erdoğan iktidarı önümüzdeki 5 yılın tümünü kullanmak isteyecektir. Önümüzdeki 5 yıl içinde bu iktidarı seçimle değiştirmek ancak umut ifadesi olabilir.
* Halk için berbat olan ve AKP’nin yoksul tabanının da hoşnut olmadığı ekonominin “düzeltilmesi” zaman alacaktır. Bu düzeltme işinin yeni bir ekonomi yönetimiyle yapılması planlanmış, ekonominin başına Mehmet Şimşek ve ekibi getirilmiştir. Bunlar klasik burjuva pazar liberali ekonomi yanlısı bir ekiptir. Öncelikle Batı sermayesine güven vermek için iş başına getirilmiştir bu ekip. Yüksek enflasyonu göze alarak, politika faizini düşürme ideolojik yaklaşımından; en azından bir süre uzaklaşılmıştır. Yeni ekonomi politikası bundan öncekinden daha fazla yükü emekçilerin sırtına yıkacaktır. Emekçiler açısından görece yoksullaşma artacaktır. Emekçiler “Yerli ve milli Türkiye Yüzyılı” için daha fazla “fedakârlığa”, kemerleri sıkmaya çağrılacaktır. Mehmet Şimşek’in dediği gibi burjuvazi açısından “akılcı siyasetlere – (Liberal Pazar ekonomisinin acımasız ekonomi siyasetine)– dönmek dışında bir alternatif kalmamıştır.”
* AKP iktidarı, seçimlerden de aldığı güven tazeleme ile Kuzey Kürdistan-Türkiye’yi bağımsız emperyalist güce dönüştürme siyasetini sürdürecektir. Dış politikada Osmanlıcı-Türkçü – yayılmacı siyaset, bu dönemde kurulmuş olan Türk Devletleri Birliği daha da güçlendirilerek sürdürülecektir.
Bu arada Türk burjuvazisinin çıkarlarının gerektirdiği yerde pragmatist bir siyaset izlenecektir.
MHP ile ittifak içindeki AKP iktidarının “Kürt sorununu” –AKP/MHP işbirliği bozulmadıkça– savaşla çözme siyasetinde bir değişiklik beklenmemelidir. Hem Kuzey Kürdistan’da, hem Rojava’da, hem de Güney Kürdistan’da yok etme seferleri artarak sürecektir.
İçte faşist saldırılar artacaktır. Devrimci hareket ve Kürt ulusal hareketi saldırıların esas hedefidir.
Fakat işçi hareketinin gelişmesi durumunda o birinci hedef hâline gelecektir.
Bütün bu gelişmelere karşı direnişlerin artması kaçınılmazdır.
Devrimcilerin esas görevi bu direnişleri büyütmek, örgütlemek, örgütlenmek, bu direnişler içinde büyümektir. Burada devrimcilerin burjuva muhalefetten bağımsız hareket etmesi belirleyici önemdedir. Bu seçimler bir şey öğretti ise, öğrenmek isteyenler açısından, o da budur.
13.07.2023