Akbelen Muğla’nın Milas ilçesine bağlı İkizköy yakınlarındaki ormanlık alana verilen isimdir. İkizköy-Bağdamaları-Sekköy-Karacaağaç arasındaki 1820 hektarlık (18.200 dönüm) ormanlık alan tıraşlanıp, tahrip edileli yıllar oluyor. Doğanın tahribatı 10 yıldır sürüyor. Bu talan yetmiyormuş ki şimdi 740 hektar (740 dönüm) orman daha kesilip talan edilmektedir. Kesimler başlayalı iki yıl oldu. Aslında bölgenin talanı ve tahribatın başlangıcı Yeniköy-Kemerköy kömür bazlı termik santrallerle başladı. Termik santrallerin 1. ünitesi 1986 yılında ve 2. ünite de 1987 yılında işletmeye açıldı.
AKP hükümeti kurumları ele geçirdikten sonra bir dizi özelleştirmeye gitti. 2014’te bu özelleştirmenin içinde yer alan Yeniköy ve Kemerköy kömür bazlı termik santrallerini AKP dönemine büyüyen burjuva tekellerinden biri olan Limak şirketine ucuza sattı. Santrallerin kurulmasıyla başlayan orman tahribatı zamanla büyüdü ve genişledi. Bu santrallerin olduğu bölgede yer alan Hüsamlardaki tahribat 620 hektar alandır. Çayıralan’daki tahribat ise 120 hektar ormanlık alandır. İkizköy civarındaki 1820 hektarlık alanda birlikte hesaplanırsa, 2.650 hektar ormanlık alanın bölgede tahribata uğradığı gerçeği ortaya çıkar.
Google Earth’e girilip bakıldığında bölgenin nasıl kelleştirildiği görülür. Esas ağaç katliamının üzerinden fazla zaman geçmedi. Cennet ormanlarının cehenneme çevrilmesi 2010 yılından beri sürüyor. Daha ne zamana kadar süreceğini doğaya sahip çıkanların direnişi belirleyecek. Doyumsuz açgözlü kapitalistler ve onların devletinden insaf bekleyenler yanılıyor. Sorun yalnızca AKP/MHP hükümetinin doğa katliamı değildir. AKP öncesi de bu katliamlar kapitalist kâr amaçlı sürdürüldü. Bu alanları yazımıza eklediğimiz haritadan da görebilirsiniz.
Muğla’da bulunan Yatağan, Yeniköy ve Kemerköy termik santralleri, Türkiye’nin elektrik ihtiyacının sadece yüzde 2’sini karşılıyor. Limak & İçtaş kapitalist şirketlerine kasaları dolsun diye Akbelen ormanları peşkeş çekiliyor.
2019’da Türkiye’nin çeşitli illerine dağılmış durumdaki yaklaşık 15 termik santralin baca filtrelerinin takılmasını 2,5 yıl daha erteleyen kanun teklifi AKP ve MHP’li vekillerin oylarıyla kabul edilmişti. O oylamadan muhalefetin haberi bile olmamıştı. Cumhurbaşkanı RTE kendi hükümetinin mecliste onayladığı yasayı veto etti. Gerekçesini dönemin ve bugünün AKP Sözcüsü Çelik şöyle açıklıyordu:
“Cumhurbaşkanımız, insan sağlığının devletin başta gelen Anayasa görevi olduğunu söylüyor. Anayasa’nın 56 maddesinde de herkesin sağlıklı ve dengeli bir şekilde yaşama hakkına sahip olduğunun altı çiziliyor. Çevreyi geliştirmek, çevre kirlenmesini engellemek devletin ve vatandaşların ayrı ayrı ödevidir ve bu husus hüküm altına alınmıştır. Cumhurbaşkanımız devletin enerji ihtiyacını karşılanması zaruriyetini insan sağlığı ve çevre korunmasının önüne geçmemesi gerektiğini ifade ediyor.” (Sözcü, 02.12.2019)
RTE’nin bizzat kendisinin söyledikleri:
“Termik santralların filtresiz çalışması devletin insan sağlığı ve çevreyi korumak ödevi ile bağdaşmamaktadır. Biz bunları çalıştırmayız. Siz çok para kazanacaksınız diye halkımızın zehirlenmesine müsaade etmeyiz. Bir tarafta halkım diğer tarafta sermaye var. Kimse kusura bakmasın.” (CNN Türk, 02.12.2019).
Özünde filtre de belirleyici değil; çevreci olan kömür ve fosil yakıt bazlı enerji üretimden + atom bazlı üretimden çıkılmasıdır. Kapitalist tekellerin çıkarları söz konusu olduğunda tuttukları taraf aşikârdır! “Biz çevreciyiz” diye mangalda kül bırakmayan AKP/MHP hükümeti ve onun Reisi RTE kömürle işleyen Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerinin linyit kömür yakıt ihtiyacı için 780 dönüm ormanlık alanın katliama maruz kalmasında andaki esas sorumludur.
İşte bu bahsi geçen 15 kömür bazlı termik santrallerden biri Yeniköy diğeri Kemerköy santralidir. Şimdiye kadar zehirledikleri yetmiyormuş gibi, santrallerde üretilen CO2 vb. doğayı kirleten gazların temizlenmesinde birincil role sahip ormanları da yok ediyorlar. Çünkü güç onlarda. Çünkü devlet onların arkasındadır. Çünkü onlar için öncelikle doğayla uyum değil azami kâr hırsı önceliklidir.
Akbelen ormanını kesmeyi talep eden şirket AKP döneminde devletten aldığı ihalelerle palazlanan Limak & İçtaş kapitalist tekelin ortak kurduğu Yeniköy Kemerköy Enerji (YK Enerji) şirketidir. Bölgedeki kömür madenlerinin genişletilmesiyle birlikte, 2018’de İkizköy istimlak edilerek boşaltıldı. İkizköylüler, birkaç kilometre uzaklıktaki Karadam Mahallesi yakınındaki tarım alanlarına yerleşti. Ancak madenler için verilen ruhsat geniş bir alanı kapsıyordu. İkizköylülerin yerleştiği bölge de maden ruhsat alanı içinde kaldı. Yeniköy Kemerköy Enerji şirketi, köylülerin yeni taşındıkları Karadam Mahallesi’ndeki arazilere de ihbarname gönderdi. İkizköylüler, Yeniköy Kemerköy Enerji şirketine karşı 2019’da dava açtı. Tarım ve Orman Bakanlığı, dava sonuçlanana kadar Yeniköy Kemerköy Enerji’ye orman katliamı için izin verdi. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın bu kararı üzerine köylüler, orman kesimini durdurmak için 17 Temmuz 2019’da Akbelen ormanında doğa nöbetine başladılar. Dönemin Tarım ve Orman Bakanı olan Bekir Pakdemirli, 220 bin dönümlük ruhsatlı kömür sahasını Yeniköy Kemerköy Enerji’ye devretti.
İkizköy’ün Işıkdere yerleşim bölgesi, 2021’de kömür madeni sahasında kaldığı için yıkıldı. İkizköylüler tarafından Doğa Koruma Derneği (KARDOK) kuruldu. KARDOK, bölgenin arkeolojik sit alanı ilan edilmesi için Muğla Kültür Varlıklarını Koruma Bölge Kurulu‘na karşı dava açtı. Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi, 2022’nin sonunda bilirkişi incelemesi yapmaksızın arkeolojik sit alanı talebini içeren davayı reddetti. İkizköylüler, Tarım ve Orman Bakanlığının Akbelen ormanını şirkete devretmesine karşı çıkarak, Muğla 3’üncü İdare Mahkemesi’ne dava açtı.
Çevreciler, ÇED raporunda diretince konu yargıya taşınır. İlk etapta bilirkişi raporu uyarınca mahkeme, maden sahasının genişletilmesi konusunda “yürütmeyi durdurma” kararı alır. Arkasına hükümet desteğini alan şirket durmaz yeni baştan başlar ve ÇED raporu değişir. Yürütmeyi durdurma kararı kalkar. ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) raporunu hazırlayanların öncelikli görevi doğayı korumak olduğu hâlde, Limak ve bağlı şirketlerin işlerinde ÇED raporları sürekli olumlu hâl alır. Örneğin 13 farklı kentteki 52 ayrı projenin hiçbiri doğayı tahrip etmiyor, kalıcı hasar vermiyor bu raporlara göre. Onların işlerine asla engel çıkarılmaz. Hukuki süreç yılan hikâyesine dönünce, üç defa hazırlanan bilirkişi raporlarının ikincisi Akbelen ormanlarının önemini vurgularken, üçüncü keşif sonrası “bilen kişiler” bir önceki raporla taban tabana zıt bir rapor hazırlar. En nihayetinde burjuva hukuk şirket lehine karar vererek ağaçların kesimi önündeki yürütmeyi durdurma kararı kalkar. 2019’dan beri bölgede çadır nöbeti tutulan Akbelen ormanında maden sahasının genişletilmesine karşı mücadele eden İkizköylüler ve yaşam alanı savunucuları, 24 Temmuz 2023 sabaha karşı 05.30’da onlarca jandarma ve TOMA’yla güne uyandılar. Kesim işine direnen halka karşı şirketlerin çıkarını koruyan, cop kullanan, gaz sıkan, direnişçileri yerlerde sürdüren, ormana giriş çıkışı yasaklayan ise devletin kolluk güçleridir.
Sözün kısası T.C. devletinin çeşitli kurumları iş birliği içinde bir avuç kapitalist daha zenginleşsin diye Akbelen’de doğayı talan etmektedir. Bir avuç kapitalist daha da zenginleşirken gelecek nesillerin yaşamı tehlikeye atılmaktadır. T.C. devlet gücü insana, tabiata/doğaya, ağaca karşı kapitalist şirketlerin imtiyazını korumaktadır. Mahkeme salonlarında yer alan “adalet mülkün temelidir” sloganı, anda bölgedeki imtiyaz sahibi şirketlerin “mülkiyetini” korumaktadır. AKP yanlısı bir gazetenin verdiği bilgiye göre;
“2015-2022 yılları arasında linyit kömüründen 51 milyar kWh elektrik üreten şirketin yeraltında 156 milyon ton kömür rezervi bulunmaktadır. Maden ruhsat sahası 23 bin 307 hektar olan şirketin elektrik üretimine devam edebilmesi için o saha içinde 78 hektar büyüklüğünde olan Akbelen Ormanı altındaki linyit rezervini çıkarması gerekiyor.” (Takvim, 28.07.2023)
Yani Yeniköy Kemerköy Enerji, bugüne kadar elindeki ruhsatın %11’ni kullanmış, isterse geri kalan 20.657 hektar alanı da tahrip edebilir. Sahibinin sesi ne güzel de açıklamış talanın boyutunu. Doğa talanının ve tahribatın üstünü enerji üretiminde dışa bağımlılıktan kurtulma maskesiyle kapamış. Kömürden elde edilen enerjinin doğaya/çevreye verdiği zarar bu beslemelerin hiç umurunda değil. Biliyor musunuz, ormanlık alanları yüzde 60’a kadar düşen Muğla’da raporlara göre 1.449 maden ruhsatı bulunuyor.
Evet, maden ruhsatlı alanlarının tamamının işletmeye alınması durumunda Milas’ta 11 bin 200 hektar, Yatağan’da 7 bin 250 hektar, diğerleri de eklenince 30 bin futbol sahası büyüklüğünde orman alanı daha tahrip olacaktı. Geçtiğimiz 35 yıl içinde kömür madenlerinin işletmeye alınması nedeniyle bölgede 8 köy yer değiştirdi. Sağlık ve Çevre Birliği’nin 2022 yılı raporlarına göre; ilk işletmeye girdikleri tarihten 2020’ye kadar Muğla’daki 3 termik santral (Yatağan da dâhil) 68 binden fazla erken ölüme, 43 binden fazla erken doğuma, 455 binden fazla çocukta bronşit vakasına neden olmuştur. Eğer Muğla’daki bu üç kömürlü termik santrali üretim lisansları bitim tarihi olan 2063’e kadar çalıştırılırsa, 22 bin 600 civarında ilave erken ölümü göze almak gerekecek. Diğer canlı varlıkların ölümü ve nesillerinin tükenmesi hesabın içinde yoktur. (Rakamlar: https://www.evrensel.net )
Bakın yandaşlar nasıl da cansiperane bir şekilde kapitalistin cephesinden yalanlar yayıyor:
“Toplam 1.095 MW kurulu güce sahip bahsi geçen santraller yerli kaynaklarla üretim yapmaktadır.” “Bu santraller ülke için stratejik öneme sahip olurken ülkemizin elektrik ihtiyacının ortalama %2,5’ini, önemli bir turizm bölgesi olan Ege’de kullanılan elektriğin ise yaklaşık %62’sini karşılıyor.” (Takvim, 28.07.23)
Kömür bazlı termik santrallerin dünya atmosferine saldığı gazların iklim değişikliğini tetiklediği ve gittikçe daha fazla ısınan gezegenimizin bu gidişle insan/kapitalist eliyle cehenneme dönüşeceği gerçeğini çok iyi biliyoruz. Varsayalım bu şirketler yerli ve milli, buradan sağlanan kazanç kimin cebine gidiyor iki patronun cebine. İşte bunların yerli ve milli olması ceplerine indirdikleri kazanç ile orantılıdır. Türkiye’nin enerjide dışa bağımlılıktan kurtulmak için yenilenebilir enerji konusunda yeter kaynağı vardır.
2022 sonunda Türkiye’nin enerji tüketimi 334,2 milyar kWh‘e. 2019 yılı sonuna kadar Ege bölgesinde 39,6 milyar kWh elektrik tüketmiştir. Bugün bu rakam 42,5 milyar kWh’ya ulaşmış olabilir. Gerçek rakam Ege bölgesindeki enerji tüketiminin %12-15 arasındaki enerji bu santrallerden üretilmiştir. Yandaşlarının % 62 yalanının tersine. Yalan bu kadar büyük atılırsa belki inanan daha fazla olur diye mi düşünüyorlar? Tüm Ege bölgesinde elde edilen enerjinin %25,17 kömür bazlı termik santrallerden sağlanır. Ege bölgesinde 3’ü Muğla (Kemerköy 620 MW, Yatağan 630 MW, Yeniköy 420 MW), 3’ü Kütahya (Polat 51 MW, Seyit Ömer 210 MW Tunçbilek 150 MW), 2’si Manisa (Soma B 990 MW, Soma Kolin 660 MW) ve 1’i İzmir (İzdemir 370 MW) olmak üzere toplamda 9 kömürle çalışan termik santral faaliyet gösteriyor. Yani bölgeyi kirletenler yalnızca Limak&İçtaş değil, diğer yandaşlar da var. Yalnızca Soma B’nin 5 üniteden oluştuğunu söyleyelim yeter.
Ege bölgesinde hangi enerji kaynakları var ve ihtiyacın ne kadarını karşılıyorlar.
RÜZGÂR. % 0,14.
JEOTERMAL. % 0,06.
DOĞAL GAZ. % 31,43.
KÖMÜR. % 25,17.
HİDROLİK. % 32,23.
DİĞER. % 4,85.
SIVI YAKIT. % 6,12. (www.emo.org.tr )
Görüldüğü gibi 9 kömür bazlı termik santral bölgenin enerji ihtiyacının toplamda %25,17’sini karşılarken, bunun ancak 9/2’si olan Yeniköy ve Kemerköy termik santrallerini Ege bölgesinin enerji ihtiyacının %62’ni karşılıyor olarak göstermek kocaman bir YALANDIR. Bu iki santral Ege’deki termik santral bazında toplam güç 4.101 MW gücün 1040 MW gücü %26,7 eder. Bundan nasıl olur da %62 sonucu çıkarılır? Ağababalarına hizmet etmek için olur böyle sonuçlar.
Türkiye’de kurulu toplam enerji gücü 104.904 MW olduğuna göre 3 üniteden oluşan Kemerköy Termik Santrali 620 MW ve 2 üniteden oluşan Yeniköy Termik santrali ise 420 MW gücündedir. Toplam 1040 MW’lık bir güçtür. Ülke elektrik ihtiyacının ancak %1 zar zor ulaşmaktadır. Tabii tam kapasite çalışırlarsa. Takvim neden %2,5 olarak manipüle ediyor? Şirketin önemini artırmak, daha fazla yalan yaymak, direnişi kırmak için olsa gerek. Bize “enerji ihtiyacımız var” diye yutturma çabaları böyle sayısal manipülasyon numaraları ile yapılmaktadır.
Bunlar, enerjiyi ticari bir mal olarak şirketlerin kârı içinde görmektedirler. Akıllarına gelir mi bilmeyiz ama toplumun gerçek ihtiyacı için, doğaya saygı ve bilimsel gelişme temelinde toplum ile birlikte planlanarak enerji üretiminin kömürlü bazlı termik santrallere ihtiyacı ortadan kaldıracağına gözleri kapalıdır. Bunun yolu da yenilenebilir enerji kaynaklarını kullanmaktan geçer. Tabii sorun yalnızca üretmekle bitmiyor. Ürettiklerimizin adil paylaşılması da gereklidir. O zaman kömür madenindeki işçi ve tarımla uğraşan köylünün, emekçinin de karnı doyar. Biz tüm kömür bazlı TERMİK SANTRALLERİN HEMEN KAPATILMASI TARAFTARIYIZ!
Limak & İçtaş ortaklığının Orman Bakanlığı ile Yaptığı Anlaşma
Bir önceki Tarım ve Orman Bakanı Bekir Pakdemirli 780 dönümlük Akbelen Ormanı’nı, Limak’a satmıştı. Şirket parayı basarak orman kesim izin aldı. Burjuva anayasanın 169. maddesine göre “devlet ormanları hiçbir şekilde eksiltilemez. Yanan yok olan ormanın yerine yenisi dikilir.” denmesine rağmen uzun süredir bölgede ormansızlaştırma devam etmektedir.
Burjuva anayasasında çevre ile ilgili maddeler:
Madde 17 – Herkes, yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahiptir.
Madde 56 – Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek. Devletin ve vatandaşların ödevidir.
Madde 169 – Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.
Madde 10 – Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayırım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde (…) kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar.
Bunlar hep kâğıt üzerinde kalmaktadır. Uygulamada kapitalist şirketlerin çıkarı ve kârı önceliklidir.
18 Aralık 2019 tarihinde Muğla’nın Milas ilçesinde maden sahasını genişletmek için ağaç kesimine başlayan Limak&İçtaş ortaklığının şirketi Yeniköy Kemerköy Enerji şirketi ile Orman Genel Müdürlüğü arasında yapılan anlaşma protokolü imzalanır. Buna göre: “Ağaçlandırma İş Birliği Protokolü’ne göre, şirket 2020 yılında 300 bin, 2021 yılında 300 bin ve 2022 yılında 400 bin olmak üzere 3 yılda 1 milyon fidan dikimi için maddi katkı sağlamayı taahhüt etti.” (Anka haber)
Yine aynı protokolde,
“Orman Genel Müdürlüğü fidanların dikimini gerçekleştirecek ve 3 yıl boyunca fidanları koruyacak, şirket ise fidan dikimi ve bakımı için Orman Genel Müdürlüğü’ne ödeme yapacaktı. Protokoldeki ödeme tablosuna göre şirket 1 milyon fidan için 6 milyon 100 bin lira ödeyecekti. İş birliği protokolünde şirketin Amasya’da dikilecek 390 bin fidan için 2 milyon 370 bin lira, Sivas’ta dikilecek 370 bin fidan için 2 milyon 260 bin lira ve Bingöl’de dikilecek 240 bin fidan için 1 milyon 470 bin lira para ödemesi hükmü” yer alıyor.
1 milyon fidan için Yeniköy Kemerköy Enerji şirketinin ödediği 6 milyon 100 bin Lira şirketin çerez parası bile değil. Olayın görünen yanını örtmek için verilen bu sadakanın gizlediği gerçek ise şudur:
740 dönümlük alanda kesilen ve kesilecek olan ağaçlar onlarca yılda büyüyen ağaçlardır. Yetişkin bir ağaç 1 fidanın 50 katı sera gazı emme kapasitesine sahip. 17.500.000 fidan ağaç dikseler dahi kestikleri andaki bir ağacın gördüğü işlevi görmesi için onlarca yıl gerekecektir. Kesilenlerin aralarında 180 yaşında olan ağaçlar var. Karbondioksit emisyonu açısından kesilen bir ağacın sera gazı alma yeteneği ile yeni dikilen fidanın aynı olması zaten düşünülemez. 1 fidan tutarsa ancak 20 yılda ağaç olur. Başka alanlara dikilecek fidanların tutmama riski de vardır. Akbelen ormanı doğal bir ormandır. Orada yaşayan diğer canlılar ne olacak! Gezegenin bu parçasındaki alan yalızca insana/kapitalist parazitlere mi aittir? Ormanların varlığı ile var olan su kaynakları ne olacak? Kesin onlar da kuruyacak! Çevre susuz kalacaktır. Bunun binlerce örneği vardır. İnsan türü nice ormanları keserek, tahrip ederek canlıların su ihtiyacını sorun hâline getirmiştir. Kendi dışındaki milyarlarca canlı ölümüne sebep olmuş, kiminin neslinin tükenmesinin yolunu açmıştır. Günümüzdeki iklim krizinin sebeplerinden biri olan fosil yakıt kömür kullanımı için orman/ağaç kesmek resmen ölüme davetiye çıkarmaktır.
İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Doğan Kantarcı bu protokolle ilgili olarak yaptığı değerlendirmede şöyle diyor:
“Açık ocak işletmeleri yapan şirketler Orman Genel Müdürlüğü’nün ilgili işletmesi ile bir protokol ve taahhütname yaparlar. ‘Şu kadar ağaç kesilecek. Belirli bir süre için kesilen ağaçların artımından Orman İşletmesi’nin kaybı ile alanın ağaçlandırılması için gerekleri ağaçlandırma masrafı şirket tarafından orman işletmesine ödenir.’ Sözünü ettiğiniz protokol budur. Ancak kömür çıkarmak için Sekköy’den bu yana açılan daha eski çukurlarda, fidan dikilmiş, ağaçlandırılmış yer var mı? Bunlar nereye fidan dikecekler? Açtıkları yer taş çukuru. Kazdıkları kireçtaşı materyalini yığıyorlar, bu materyal kaya parçaları. Kaya parçaları yığıyorlar. Kayalar 1000 bin sene sonra toprak olursa, Allah da onlara 1000 sene ömür verirse ağaçlandırdıkları ormanı görürler inşallah.“ Çok doğru tespitlerdir. (Anka haber, 28.07.23, Duvar)
Direniş ve Saldırı
Seçimler döneminde ağaç kesimi ve direnişçilere saldırılar durdu. Seçim bitip iktidar yine AKP/MHP’de kalınca zamları bindirdikleri gibi kolluk güçlerini jandarmayı Akbelen’de direnen halkın üzerine saldılar. Güya esas görevi sükûneti sağlamak olan devletin kolluk güçleri halka ve çevreci direnişçilere cop-Toma-biber gazıyla saldırıyı başlattılar. Kime karşı, kimden yana güvenlik bir kez daha kendini açık açık ilan etti. Kapitalist şirketin para kazanması için ağaç kesilmesin diye direnenlere karşı saldırdılar, saldırıyorlar.
Akbelen ormanında ağaç kesimine karşı köylülerin ve çevrecilerin başlattığı nöbet polis bariyerleri ile kapatılan alanda, jandarma ile çevik kuvvet timleri ve TOMA’lar hazır bekletiliyor. Yine nöbet alanına giriş çıkışlar da jandarma kontrolünde gerçekleşiyor.
Sabahın şafak atımında Jandarma kesim ekiplerini koruma altına alıp, onların “kesim işlerini” sükûnet içinde yapmalarını sağladı, sağlıyor
Direnişçi Sesleniyor:
“Biz korumazsak kim koruyacak?” Bize değenlerin eli hukuklu mu hukuksuz mu öğrenin. Eve gidin Anayasa’nın 169’uncu maddesini açın okuyun. Komutanlarınız, şefleriniz bile ağaç gölgesinde oturuyor. Burası Milas, burası Akbelen, burası Türkiye bizim vatanımız. Biz korumazsak kim koruyacak, kim?“
Milyonlarca insanımızın oyunu alan ve gücü elinde bulunduran “hayata sahip çıkana” saldırı emrini bir avuç “imtiyazlılar” lehine veren iktidarın icraatlarından biridir Akbelen direnişine saldırı.
Sadece alanda saldırı olmuyor. Cephe gerisinde de mahkemeleriyle Muğla İkizköy’de maden ocağı için kesilmek istenen zeytinlikleri koruma mücadelesi veren yaşam savunucuları Gülören Demir ve Füsun Ergün’e “kamu görevlisine mukavemet” iddiasıyla açılan davadan hapis cezası çıkartarak saldırı alanını geniş tutuyor. Mahkeme bu direnişçilere 6 ay 20 gün hapis cezası verdi.
Direnişçilerden Nejla Işık, Işıkdere’deki yıkıma dikkat çekerken,
“Işıkdere’nin içinde kuşlar ötüyordu, deresinde kaplumbağalar geziyordu. Ama şimdi o dereyi de yok ettiler. O hayvanların evini an an yok ediyorlar. Limak daha sonra İstanbul’da konser vererek, sokak hayvanlarına yardım yaptıklarını söylüyor. İlk önce buradaki kuşun, kurdun evini bir bıraksınlar. Köyün ne deresi kaldı ne de arkeolojik alanı. Şu an nöbetimize inanılmaz destekler geliyor. Şimdiye kadarki kazanımımız Akbelen’e girememeleri oldu”
“Mahkeme yürütmeyi durdurma kararını kaldırmış olabilir. Ama yargılama henüz sonuçlanmış değil. Şirketin girişimleri de sürüyor. Dinamit patlatmaya devam ediyorlar. Evlerimiz çatladı. Akbelen’in sınırına gelmişler. Patlata patlata heyelan oluşturarak, Akbelen toprağını kaydırmaya çalışacaklar. Fakat fiili olarak yine önlerinde duracağız. Her ne olursa olsun karşılarında duracağız. Maden sahasını görenlerin eğer vicdanı varsa bu şirketlerin karşısında durması lazım”
“Sadece kereste olarak bakmasınlar. Altındaki kömür orada kalsın. Kömürü alana kadar insanları sağlığından ediyorlar, topraklarımız, ormanlarımız yok ediliyor. İçindeki canlılar ne yapsın? Burada sadece kendi toprağımızın derdinde değiliz. O canlıların yaşam hakkı için sesleri de olduk. Ormanlara, gelecek nesillere dokunulmaması için buradayız”
Köylülerden Melahat Çulha da şunları belirtti:
“Yerimizi, yurdumuzu aldılar. Yiyecek ekmeğimiz kalmadı. Burada iki sene önceye kadar 50-60 teneke bal, 4 bidon zeytinyağı alıyordum. Ormana gidip ot toplayıp onları yiyorduk. Şimdi hepsi bitti. Zeytinler çiçek açmıyor, balımız olmuyor. Elimizle zeytin katili olduk. Ağlayarak zeytinimi yakıyorum. Ormanın içinde nice hayvanlar var. Onlarda aç kalınca köyün içine indi. Çünkü açlar. Şimdi burayı da almaya çalışıyorlar. Ama dünya tersine dönse burayı vermeyeceğiz.” toprağımızdan, köyümüzden, zeytinimizden olmak istemiyoruz”
“Annemin şirketin sınırında zeytini var. 10 senedir oradan zeytin alamıyoruz. Annem 10 senedir ayçiçek yağı yiyor. O kadar zeytini varken bunu yemeye mecbur mu? 8-9 köy direnişimiz sayesinde duruyor. Eğer direnmeseydik o köylerde cehennem çukuru olacaktı. Artık üstümüzden ellerini çeksinler”
Şirketin kömür ocağı işlettiği Işıkdere köyünden, topraklarının 2017 yılında istimlak edildiğini anımsatan Zülfikar Yakar:
“Buradan aldığım para İkizköy’de yaptığım evin masrafını dahi karşılayamadı. Kredi çekip ev yaptım, 6 ay sonra ‘buradan da çıkacaksın’ diye tekrar tebligat geldi. Şimdi İkizköy’den de çıkmamı istiyorlar. ‘Karadam kalacak. Orada yaşayın!’ diyorlar. Oranında doğasını, suyunu alacaksın. O insanlar orada nasıl yaşayacak, ne yiyecek, içecek? Ölürüz de bu toprakları Limak’a vermeyiz”
“Doğup, büyüdüğüm yere (Işıkdere) bakınca içim yanıyor, boğazım düğümleniyor” diyen Yakar, şöyle devam etti: “Buradayken tarımla uğraşıyordum, zeytinim vardı. Tarlamı ekiyordum, tütüncülük yapıyordum. Çocuklarımı böyle büyütüyordum. Şimdi köyümüzün yerinde cehennem var. Önce tütünü yok ettiler şimdi de zeytini yok etmek istiyorlar. Biz neyle yaşayacağız. Onun için bu toprakları vermiyoruz.”
İkizköylü Aytaç Yakar:
“Biz doğamızı, havamızı, suyumuzu, vatanımızı, toprağımızı asla ve asla bu beşli çetelere yedirmeyeceğiz. Bu Limak’a yedirmeyeceğiz” Bir tek ben kalacağım bu memlekette yine de terk etmiyorum burayı”
“Ama aslında yüzyıllardır burada. Ulu kızılçamları, nesli tükenmekte olan karabaşlı ötleğeni ve kandil kökü, Kocaman çayı, çıntarı, kekiği, koca yemişi, belki bin yıllar öncesine giden tarihi ve kültürü ile… Ve hâlâ kuşaktan kuşağa tarım ve zeytincilik yaparak kendi kendine yeten, hatta kentlileri de besleyen İkizköylüler ile birlikte” (Aktarmalar: https://umutsen.org / duvar gazetesi / T24 internettendir.)
Unutmayalım bu direniş aynı zamanda iklim değişikliği direnişidir. Pasifik Okyanusu’nda batmak üzere olan ada ülkelerinden başlayan kavga, Munzur’da devam eder, Muğla Milas’ın Akbelen’ine kadar ulaşır. Doğanın diyalektiği gereği her şey, her yer birbiriyle bağlantı içindedir.
İşin garip bir yanı da kendilerini “yurtsever” olarak görenlerin de sınandığı yerdir Akbelen direnişi. Bu ülkede herkes yurtseverdir, vatanseverdir! Bir tane dahi bulamazsınız “yurtsever değilim” diyecek! Bir yurdu sevmek, nesini sevmektir? Onu korumak elde silah ile nöbet tutmak mıdır? Bizce hayır! Yurdu sevmek, doğayı sevmek, onunla barış içinde onun kanunlarına uyarak yaşamak demektir. Yurtseverlik; din kardeşliği, parti kardeşliği, çıkar kardeşliği değildir. “Yerli ve milli” olmak değildir. Atatürk severlik ve ondan da öte devlet severlik de değildir. “Başkalarının” topraklarını yağmalayacakları günleri belirlemek” hiç değildir. Lafa gelince “bir çakıl taşı için ölmeye” hazırız diyenler bir ağacı korumak için ne yaptığını kendine sormalıdır. Doğayı korumak için hangi eyleme katıldım, kömürün fosil yakıtlarının kullanımının sonlanması, iklim değişikliğine karşı ne yaptım diye sormalıdır!
Direnişe destek veren çevrecilerin Akbelen ormanının ekosistemine herkesin ihtiyacı olduğuna vurgu yapılan bildiride:
“Enerji ihtiyacını gerekçe göstererek Akbelen ormanını yok etmeye çalışan şirket ve şirketin yolunu açan kamu kurumları da çok iyi biliyor ki, ne Muğla’nın, ne Ege bölgesinin, ne de Türkiye’nin bu iki eski ve kirli santralde kömür yakılarak üretilecek elektriğe ihtiyacı yok ama kuşu, tilkisi, oklu kirpisi, otları, çalıları ve mantarları ile 780 dönümlük doğal bir orman ekosistemi olan Akbelen’e, ormanın bize sunduğu oksijene, Akbelen ormanının altından süzülüp gelen suya, ormanı çevreleyen 45 bin zeytin ağacına, binlerce dönüm verimli tarım arazisine sadece İkizköylülerin değil, hepimizin ihtiyacı var” “Dünyamızın da nefes almaya ihtiyacı var” denilen bildiride, iklim krizine dikkat çekilerek, “Atmosfer, kömürlü santrallerden bugüne kadar salınan yüz milyarlarca ton karbondioksite doydu. Gezegenin iklim krizine bağlı orman yangınlarına, sellere, dolulara, hortumlara, kuraklığa, susuzluk ve açlığa, salgın hastalıklara, büyük göçlere topyekûn teslim olmasına ramak kaldı. Bu nedenle Akbelen ormanını kömüre vermeyeceğiz” deniyor.
Bahsi geçen bildiride talepler şu şekilde sıralandı:
Akbelen ormanında kömür madenciliği için verilen izin iptal edilsin!
Kömür madeni genişletmesi durdurulsun!
Şirket tarafından köylüye toprağını satması için yapılan baskı engellensin!
Bu toprakların kadim varlığı ölmez ağaç zeytine yönelik, sökmek, taşımak dâhil her tür müdahale durdurulsun!
Bilime ve hukuka aykırı bilirkişi raporları ile bağımsız olması gereken mahkemelerin baskı altına alınması engellensin!
Akbelen ormanını ve yaşamı savunanlara yönelik haksız suçlama ve davalar düşürülsün!
Direniş içindeki reformist anlayış esas olarak devletin karakterini doğru kavramayan anlayıştır. Sorunu AKP/MHP ile sınırlandıran anlayıştır. Pratik olarak devletin kapitalist asalakların çıkarları için gerekli bir mekanizma olduğu gerçeğini doğru kavrayamayan bir anlayıştır. “Herkes azıcık yese, herkese yetecek” anlayışıdır. Sorunun herkesin azıcık yemesi olmadığı, sorunun sistem sorunu olduğunun kavranması gereklidir.
Akbelen Direnişinin Gösterdiği Başka Gerçekler
2 yıldır süren direnişte görünmeyen burjuva muhalefet, yitirdiği seçimin ertesinde belki kendine parsa bulurum diye direniş alanına damladı. Ama barikatı aşmayıp dönmeye çalışınca yuhalandı Kılıçdaroğlu. Onun gibi direnişten kendine pay çıkarmaya çalışanlar da aradığını bulamadı.
Hükümetin korkusu ise, bu direnişin Gezi Direnişine dönüşme potansiyeli taşıması. Şiddetin artan dozu bu korkunun da bir sonucu. Besleme yandaş AKP/MHP yanlısı medya hep bir ağızdan direnişi “provokasyon” olarak nitelendirdiler. Bunlardan öne çıkanlar Yeni Şafak, Türkiye, Sabah, Aydınlık, Hürriyet, Milliyet, Posta, Akşam, Diriliş Postası, Milat, Türkgün, Takvim vb. Buna karşı burjuva muhalif medya silme çevreci oldu! Bunlar da yalancı.
Limak & İçtaş ortak şirketi Yeniköy Kemerköy Enerji şirketinin yalan bültenlerini kopyalayıp sayfalarına taşıdılar. “Şirket ormanı azcık kemirecek, yoksa Ege’ye elektrik veremeyiz maazallah” palavrasını döndüre dolandıra dolandıra yayma gayreti gösterdiler. Direniş büyüdükçe eyleme karşı da pozisyonları da sertleşti. Ağacını, ormanını, suyunu, toprağını savunan köylüleri ve dostlarını “provokatörlükle” suçlamaya başladılar. Örneğin Türkiye gazetesi eli yükselterek tutmuş, manşete çekmiş kömürcünün derdini. “Akbelen’de provokasyon” diye dev puntolarla başlık attı. “Mesele yine ağaç değil” diye Gezi Direnişine gönderme yapmayı ihmal etmedi. “Türkiye karşıtı her eylemde boy gösteren dış istihbarat destekli marjinal çevreler Akbelen’de yine sahnede” bilinen teraneye başvurdu. Besleme yandaş basın/medyanın bu tavrı geleneksel anlaşılır bir durumdur, çünkü beslendikleri çanağa tükürecek değiller. Böyle bir beklenti abesle iştigal olur.
Bir de üzerinde durulması gereken, 18 gazeteye tam sayfa emekçiler adına verilen “Söyleyecek sözümüz var, bu sese kulak verin” ilanı var. Bu 18 gazetenin içinde yandaşlar dışında “Sözcü” de var. “Muhalif!” ve de tabii “bağımsız ve tarafsız!!!” Sözcü de arka sayfasında şirketin ilanını tam sayfa olarak bastı. Sözcü’nün ön sayfası Akbelenci, arka tam sayfa ise Akbelen doğramacısı. Yeniköy Kemerköy Enerji şirketi “Santralimizde çalışan 3 bin 100 kişi”dir diyor. (https://www.ykenerji.com.tr/) Genelde taşeron firmalar üzerinden çalıştırılan işçiler asgari ücretle çalıştırılır. Tüm çalışanların bu ilanlara verecek parası olduğunu sanmıyoruz. İlanlar çalışanlar adına Yeniköy Kemerköy Enerji tarafından verilmiş ve emekçi insanlar çevre katliamına alet edilmiştir. Kapitalist için söz konusu sömürü ve talan ise, her yol mubahtır.
Sonuç olarak
İklim değişikliği artık iklim krizine dönüşmüştür. Kapitalist barbarlık treni son hızla gezegenimizdeki yaşamı tehdit etmeye devam ediyor. Bunu durdurmak, doğa tahribatını engellemek mümkündür. Herkese görev düşüyor. En çok da emeğin kurtuluşu davasına sırt verenlere görev düşmektedir. Çevrenin kurtuluşu kavgası emeğin kurtuluşu kavgasının bir parçasıdır.
Emeğin kurtuluşu emeğin kendi elindedir. Buna marjinal diyenler bilsin, sosyalizm, kapitalist sömürü sisteminin yıkıntıları üzerinden kurulacaktır. Kapitalist mülkiyet toplumsallaştırıldığı oranda emek değer kazanacak, çalışmayan aç kalacaktır.
Mevcut barbarlık koşulları devam ettiği oranda emek için yaşanacak bir dünya düşünülemez. Yaşanacak bir dünyanın devamlılığı için kapitalizm tüm kalıntılarıyla yok edilmek zorundadır.
02 Ağustos 2023