Evet, soykırımdan 101 yıl sonra, Talat Paşa Mahkemesi’nin ise 95. yıldönümünde, 2 Haziran 2016 tarihinde Alman Parlamentosu Ermenilere yönelik soykırımı “soykırım” olarak tanımladı. Böylece uluslararası düzeyde soykırımın tarihsel bir gerçeklik olduğunu kabul eden devletlere biri daha eklendi.
2 Haziran 2016 tarihinde Alman Parlamentosu’nun aldığı kararın içeriğine, Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki rolünün inkarına değinmeden önce şunu vurgulamak, bilince çıkarmak gerekiyor:
Tarihsel olarak yaşanmış bir gerçeğin –arkasında emperyalist çıkarlar ve hesaplar olmasına rağmen- dile getirilmesini ve kabul edilmesini kınama yönlü bir tavır takınmamız sözkonusu değildir. Tavrımız hem tarihsel gerçekliği, yani Ermenilere yönelik uygulanan barbarlığın soykırım olduğunu savunmak, hem de Alman Parlamentosu’nun aldığı kararın perde arkasında yatan gerçekliğin, Ermeni işçi ve köylülerinin, Ermeni ulusunun çıkarlarını savunmak olmadığını, bu kararın alınmasının perde arkasında yatanın Alman emperyalizminin çıkarları olduğunu bilince çıkarmaktır. Bunu yaparken de alınan kararı selamlama yönlü bir tavrımız da sözkonusu değildir.
Biz şunun bilincindeyiz: Ermenilere yönelik soykırımın sonuçlarının emperyalist ve gerici parlamentolarda alınan kararlarla, şu ya da bu emperyalist, kapitalist devletin yasalarıyla ortadan kalkamaz. Değişik ulus ve milliyetler arasındaki düşmanlığın kökünün kazınması, ancak ve ancak kapitalist sisteme son vermekle gerçekleşebilir. Görevimiz bunu Kuzey Kürdistan-Türkiye’de işçilere, emekçilere kavratmaktır.
Soykırım somutunda da esas sorun, Ermenilere yönelik soykırımın tarihsel gerçeklik olduğunun Türk ve Kürt emekçilerin bilinçlerinde kabul ve mahkum edilmesidir. Ancak bu gerçekleştiğinde, bu soykırımın sonuçlarını ortadan kaldırmanın yolu açılabilir. Ancak bu yolla, Türk-Kürt-Ermeni emekçilerinin gerçek kardeşliği sağlanabilir.
ÖZETLE KARAR ÖNCESİNDEKİ DURUM…
Dergimizin 180. sayısında soykırımda Almanya’nın rolü ve ortaklığı hakkında tavır takınırken, soykırımın 100. yıldönümünde Almanya Cumhurbaşkanı’nın ve Alman Parlamentosu’nun 2015 yılında takındığı tavıra da değinmiştik. Takınılan tavırlarda soykırım kavramı kullanılsa da, parlamentoda konuşanlar, Ermenilerin maruz kaldığı imhanın soykırım olduğunu tespit etseler de, herhangi bir karar alınmamıştı. CDU/CSU ve SPD koalisyon hükümeti, Die Linke (Sol Parti) ve B90/Grüne (Yeşiller), parlamentoya ayrı ayrı karar tasarıları sunmuş, 24 Nisan 2015 tarihinde yapılan bir saatlik konuşmalar sonrasında ise bu karar tasarıları yetkili komisyonlara devredilmişti. Sonuçta hemen herkes yaşananların soykırım olduğunu savunsa da soykırım resmen kabul edilmemişti.
Almanya’nın soykırımdaki rolü ve soykırım ortaklığı hakkında ise –her üç tasarıda değişik formüle edilse de- benzeri yaklaşım sergileniyordu. Hepsinin tavrı, Alman İmparatorluğu’nun yaşananlara müdahale, yeteri kadar müdahale etmediği, bu nedenle sorumlu olunduğu yönündeydi. Buna göre Alman İmparatorluğu’na bir “seyirci rolü” bahşediliyordu! 2 Haziran 2016 tarihinde alınan kararda da bu yaklaşım değişmemiştir.
Karar tasarıları komisyonlara devredildikten sonraki görüşmeler, tartışmalar esasında kapalı kapılar ardında yürütüldü. Koalisyon hükümetini oluşturan partilerin, CDU/CSU ve SPD’nin temsilcileri Yeşiller’in temsilcileriyle (CDU/CSU Sol Parti ile ortak tavırı reddettiğinden Sol Parti pazarlıklarda devredışı kaldı) ortak bir karar tasarısında uzlaşmayınca, Yeşiller 25 Şubat 2016 tarihinde yeni bir karar tasarısını parlamentoya sundu. Sözkonusu tasarı, 24 Nisan 2015 tarihinde koalisyon hükümetinin ve Yeşiller’in sunduğu tasarıların harmanlandığı ve Yeşiller’in önceki tasarısından da geri bir tasarıydı.
Sözkonusu 24.02.2016 tarihli ve 18/7648 sayılı tasarı, 25 Şubat 2016 tarihinde parlamentonun gündemine alındı ve üzerine 38 dakika konuşuldu! Tartışmalar sonrasında, koalisyon hükümetinin CDU/CSU ve SPD’li temsilcilerinin, 7 Mart 2016 tarihinde AB-Türkiye arasında yapılacak mülteciler konusundaki “zirve”sine atıfta bulunarak zamanlamanın yanlış olduğunu savunmaları ve tasarıya onay vermeyeceklerini ilan etmeleri sonucunda, Yeşiller tasarıyı geri çekti. Sonuçta, parlamentonun yaz tatilinden önce, hükümet ortakları partilerle Yeşiller’in ortak bir tasarı hazırlaması, tasarıda soykırımın kabul edilmesi, Almanya’nın da bir sorumluluğu olduğunun tespit edilmesi ve Almanya’nın, Türkiye ile Ermenistan arasındaki ilişkilerin düzeltilmesi, sınırların açılması için çaba göstermesi görevinin tespiti konusunda anlaşıldı! Kimi milletvekilleri 24 Nisan’a kadar bu işin halledilmesini talep etse de, kesin tarih belirlenmedi.
25 Şubat’ta parlamentoda yürütülen bu tartışma ve uzlaşma sonrasında CDU/CSU, SPD ve Yeşiller’in belirlediği tamsilciler ortak tasarı görüşmelerine başladılar ve 14 Nisan 2016 tarihli Hürriyet gazetesinin verdiği habere göre, sözkonusu tasarı 2 Haziran 2016 tarihinde parlamentoda tartışılıp oylanacaktı. Öyle de oldu.
Bu gelişmelerin yaşandığı ortamda “Türkiye ile Almanya arasında bir kriz daha” diye medyaya yansıyan bir gelişme ise, Almanya’nın Saksonya-Anhalt eyaletinde öğretmenler için hazırlanan “El Kitabı”nda Ermenilere yönelik soykırımın, soykırım olarak anlatılması ve bunun Türkiye tarafından öğrenilmesiydi. Medyaya yansıyan haberlere göre Alman Büyükelçi 19 Şubat 2016 tarihinde Türkiye Dışişleri’ne çağrılmış ve Almanya “uyarılmış”tı! Ama bu olayın medyaya yansıması ise Nisan ayında olmuştu. Almanya’da bir eyaletin ders kitabında tarihi gerçekliği anlatması durumu, T.C.’nin yöneticileri için kabul edilemez bir durum… Bu yüzden de Alman Büyükelçi Dışişleri’ne çağrılıp Almanya uyarılıyor!
Soykırımla ilgili tasarının 2 Haziran 2016 tarihinde parlamentoda ele alınacağı belli olduktan sonra konu hakkında Alman Parlamentosu’na ve özellikle de Yeşiller’in Türk kökenli milletvekili Cem Özdemir’e karşı kışkırtıcı haberler, hakaretler, tehditler giderek çoğaldı.
… VE ÖNE ÇIKAN KİMİ TEPKİLER!
Başbakan Binali Yıldırım ve Cumhurbaşkanı Erdoğan Almanya Başbakanı Merkel ile telefon görüşmeleri yaparak Türk hükümetinin, yönetiminin tavrını iletip, tasarının onaylanmaması talebinde bulundular. Tasarının oylanmasından bir gün önce ise Başbakan Yıldırım şu tavrı takındı:
“Bu oylama, çok saçma bir oylama. Aslı astarı olmayan. 1915’te, 1. Dünya Savaşı şartlarında yaşanmış, her toplumda, her ülkede yaşanabilen sıradan olaylardan biri. Burada Türkiye’ye fatura çıkarmaya kalkanlar iyi niyetli değildir. Dünyaya diyoruz ki bizim gizli saklımız yok, her şey incelensin. Bütün ülkelerin tarihi incelensin. Ama bunu tarihçiler yapsın. Bunu siyaset aracı haline getirirsek yanlış olur. O yüzden Almanya ile aramızdaki ilişkiler zedelenecektir.” (Hürriyet, 2 Haziran 2016)
Evet, T.C.’nin Başbakanı’na göre soykırım Birinci Dünya Savaşı şartlarında yaşanmış ve her ülkede yaşanabilen “sıradan olaylardan biri”dir! Kuşkusuz Başbakan Yıldırım burjuvazinin ırkçı, inkarcı yaklaşımını burada sergilemektedir. Yine de bu tavrı tanımlayacak bir ifade bulmak gerçekten çok zor! Soykırımı “sıradan olaylardan biri” olarak değerlendirenler, soykırımcı zihniyetin sahibi olduklarını ve bunu sürdürdüklerini göstermektedir. Bu gerçeği görmemek, ancak siyasi kör, ya da aynı zihniyetin savunucusu olmakla mümkündür. Tarih incelensin ama bunu tarihçiler yapsın, siyasetin aracı yapılmasın deniyor. Ne büyük bir sahtekârlık!
İlginç olan tavır ise, Başbakan Yıldırım’ın tepki gösterirken, kararın çıkması halinde kendileri için “boş bir şeydir, hükümsüz bir iştir” değerlendirmesini yapmasına rağmen “Almanya’yla, Avrupa Birliği’yle ilişkilerimiz çok iyi. Vize muafiyeti, geri kabul anlaşması, yasa dışı göçün önlenmesi konularında ciddi mesafeler aldık. Türkiye şantaj yapan bir ülke değil. Biz yaptığımız anlaşmalara sonuna kadar bağlıyız.” (aynı yerden) biçiminde tavır takınmasıydı.
Hükümet cephesinde kamuoyuna açık olarak tepki gösterenlerden biri de Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’tu. Kurtulmuş: “1915’teki olayların ne olduğu, ne şekilde cereyan ettiği, hangi saiklerle o noktalara gelindiğinin tespiti ve bu konuda söz söyleme, parlamentoların vazifesi değildir.” (Hürriyet, 31 Mayıs 2016) diyerek parlamentoların yetki ve görev sınırlarını çizdikten sonra görevi şöyle belirlemektedir:
“Parlamentoların, daha doğrusu ülkelerin vazifesi, eğer samimiyseler, ellerinde avuçlarında ne bilgi, belge varsa bunları tarihçilere, araştırmacılara sunmak ve tarihçilerin, araştırmacıların bilimsel tarafsızlık içerisinde 1915 olaylarının aydınlatılmasına destek olmaktır. Bu kadar. Hiçbir parlamentonun bundan başka görevi yoktur, bundan başka ortaya koyacağı herhangi bir sözü, itibarı da kıymeti de değeri de yoktur.” (aynı yerden)
Çiçeği burnunda Türk başbakanı soykırım gerçeğini inkar çabası içinde tüm parlamentoların görevini belirlemektedir! Bu arada, Almanya’nın soykırım dönemindeki Alman İmparatorluğu Dışişleri Bakanlığı’nın belgelerinin tümünün bir kopyasını (mikroçip olarak) Türkiye’ye verdiği gerçekliğinin de üzerini örtmektedir. Olgu, 1998 yılında Almanya, Ermenistan’a sözkonusu belgelerin kopyasını verdikten sonra, Türkiye’nin de sözkonusu belgeleri istediği ve aldığıdır.
Sözkonusu olan tabii ki belgelerin eksikliği ya da gerçeklerin bilinmemesi değildir. Mesele yaşananların Başbakan Yıldırım gibi “sıradan olaylardan biri” olarak mı değerlendirildiği, inkar mı edildiği, yoksa tarihi gerçekliğin Ermeni ulusunun Batı Ermenistan’da ve evet Osmanlı İmparatorluğu’nun diğer bölgelerinde yaşayan Ermenilerin hemen hemen tümünün katledilmesinin, bir barbarlık, insanlığa karşı işlenen cürüm, evet soykırım olarak mı değerlendirildiğidir. Bu olgunun kabulü için hiçbir devletin arşivine ihtiyaç yoktur. Somutta Almanya’nın askeri arşivlerinin (Dışişleri Belgeleri, arşivi, araştırmacılara açıktır) kamuoyuna açılmasını talep etmek, sadece ve sadece savaş döneminde askeri olarak ne kararlar alındığının öğrenilmesi ve Alman devletinin soykırıma ortaklığının daha da açık biçimde ortaya konması için gereklidir. Bu talep ama dile getirilmemektedir.
Parlamentoda ise AKP, CHP ve MHP “koalisyonu” yeniden kuruldu! Ortak bildiri yayımlayarak tepkilerini gösterdiler. “1915 olayları hakkında tarihi gerçekleri tahrif eden ve hukukla bağdaşmayan tasarıyı şiddetle kınıyor ve reddediyoruz.” (Hürriyet, 31 Mayıs 2016) tavrını takındılar.
CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu da Alman Parlamentosu’nda yer alan partilerin başkanlarına, yetkililerine mektup yazarak, tasarının gündemden düşürülmesini talep etti. Bu arada, yaptığı değerlendirmede sözkonusu tasarıyı da “provokatif girişim” olarak değerlendirip “hayal kırıklığına” uğradığını açıkladı. Ayrıca AB ülkelerinin Büyükelçileriyle Ankara’da yaptığı toplantıda, Ermenistan’ın da arşivlerini açmasını talep etti!
Bu tavırlar dışında değişik partilerin temsilcilerinden, tepkilerin, tehditlerin yoğunlaştığı bir durum yaşandı. Hepsiyle burada uğraşmak makalemizin sınırlarını aşıyor. Türk ırkçılığının değişik biçimleri, değişik düzeylerde kendisini yeniden gösterdi. Hepsinin ortak yanı, soykırım yalandır, iftiradır… Yapılan Türklere düşmanlıktır… vb. vb. yaklaşımıdır.
Almanya’da gösterilen tepkilerden öne çıkanlar 28 Mayıs ve 1 Haziran’da Berlin’de yapılan protesto yürüyüşleriydi. “Ermeni Soykırımı İftiralarına Karşı Büyük Yürüyüş” adıyla 28 Mayıs’ta Berlin’de yapılan yürüyüşe önderlik edenler arasında Hakkı Keskin, Yaşar Okuyan, Enis Öksüz, Doğu Perinçek gibileri vardı. Perinçekçiler Türkiye’den destekçileriyle birlikte uçak kiralayarak ne kadar “Vatan”sever olduklarını gösterdiler yine! Kimi Baro’ların temsilcileri de destekleyiciler arasındaydı. Almanya’da ise, Hürriyet gazetesinin haberine göre 557 sivil toplum kuruluşu, Almanya Cumhurbaşkanı, Başbakanı ve milletvekillerine “Açık mektup” göndermişti. Yürüyüşte ise esas vurgu “Alman Meclisi soykırım kararı alamaz”, “parlamento mahkeme değildir”, “Federal Meclis yetkili değildir” düşüncesine yapılırken “Soykırım yapmadık vatan savunduk”, “Yaşasın Türkiye”, “Türk nefretine hayır” vb. sloganlar atıldı. Sonuçta ortak tavırları: “Bu iftirayı reddediyoruz” tavrıydı. Yürüyüşü destekleyenlar, yürüyüşe katılanlar Talat Paşa Komitesi’nden Berlin Alperen Ocakları’na, Cumhuriyet Kadınları Birliği’nden Türk Mimar ve Mühendisler Birliği’ne kadar birçok kesimden oluşuyordu.
Benzeri durum 1 Haziran’daki yürüyüşte de vardı. Yürüyüşün afişinde/ çağrısında “Haydi bayrağını al gel, Ermeni soykırımı yalanını reddediyoruz, nefrete hayır, dayanışmaya evet” yazılıydı. Katılan güçler hemen hemen aynı kesimdendi. CHP Berlin Birliği ise yürüyüşten ayrı olarak Alman Parlamentosu önünde protesto gösterisi yaparak parlamentonun önüne siyah çelenk bıraktı.
Böylece karar tasarısına karşı tepkilerin gösterildiği, protestoların yaşandığı, bunun da ötesinde tasarıyı destekleyen Türk kökenli kimi milletvekillerinin hakaretlere uğramasının da ötesinde ölüm tehditleriyle karşı karşıya kaldığı bir ortamda 2 Haziran’a gelindi.
KARAR TASARISININ KABULÜ VE İÇERİĞİ!
31.05.2016 tarihli ve 18/8613 sayılı tasarı CDU/CSU, SPD ve Yeşiller’in ortak tasarısı olarak ve “1915 ve 1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması” başlığıyla parlamentoya sunuldu. Bir saatlik zaman ayrılan konu hakkındaki konuşmalar ertesinde oylama yapıldı ve oylama sırasında Parlamento’da bulunan milletvekillerinin bir karşı ve bir çekimser oyuna karşı büyük bir çoğunlukla tasarı kabul edildi. Tasarının görüşülmesi ve oylanmasında öncelikle Başbakan Merkel, Yardımcısı Gabriel ve Dışişleri Bakanı Steinmeier yer almadılar. Kabul edilen tasarı, 25 Şubat’ta Yeşiller tarafından gündeme getirilen tasarının -kimi redaksiyonel düzeltmeler dışında- aynısıydı. Belki içeriğe tekabül edecek olan ve redaksiyonel düzeltmede eklenen şey, Almanya’nın rolünün sözkonusu olduğu paragrafa “Osmanlı İmparatorluğu’nun askeri esas müttefiği olarak” tespitidir. Diğer tüm düzeltmeler önceki tasarıda varolan düşüncelerin başka türlü ifadesinden oluşmaktadır. Bu olguya bakıldığında ortak bir tasarı oluşturma yerine, varolan tasarının ortak tavır olarak kabul edilmesi sözkonusudur. Bu da 25 Şubat’ta tasarının ertelenmesinin esas nedeni ya da nedenlerinden birinin AB’nin Türkiye ile mülteci sorununda yapmak istediği anlaşmanın tehlikeye konmaması hesabı olduğunu göstermektedir.
Burada “ne değişti de Almanya şimdi tasarıyı onayladı?” biçimindeki sorulara ve yorumlara değinme yerine tasarının içeriği hakkında tavır takınacağız. Alınan kararın bir bağlayıcılığı olmadığını da burada vurgulamakta yarar var.
Kararın içeriğini esasta iki noktada sorgulamak gerekiyor. Birincisi soykırımın kabulünde sergilenen “yarım gönüllülük” ya da burjuva siyasetin sahtekârlığını gösteren “diplomatik incelik” ve ikincisi Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki rolünün ve soykırıma ortaklığının üzerinin örtülmesi sorunu.
Birinci sorunda durum şöyledir: Kabul edilen tasarıda soykırım tanımı kullanılmaktadır. Ama hiçbir yerde Alman Parlamentosu olarak yaşananların soykırım olduğunu kararlaştırdığı açık olarak ifade edilmiyor. Başlığı ve açıklama bölümü de dahil toplam dört kere soykırım tanımı kullanılmaktadır. Başlığında “1915 ve 1916 yıllarında Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermenilere ve diğer Hristiyan azınlıklara uygulanan soykırımın hatırlanması ve anılması” ifadesi yer alıyor. Soykırımın hatırlanması ve anılması tabii ki yaşananların soykırım olarak kabul edildiği anlamına gelir. Ama kabul edilen tasarının başlığı bile –ki bu soykırımın en açık ifade edildiği bölümdür- tasarının, soykırımın tanınması, kabul edilmesi için değil, soykırımın hatırlanması ve anılması için verildiğini, bu konuda “ince bir diplomasi” uygulandığını ortaya koymaktadır.
Bu “incelik” diğer üç yerde de uygulanmaktadır. Biri geçen sene 23 Nisan’da Cumhurbaşkanı Gauck’un konuşmasında kullandığı ve CDU/CSU-SPD hükümetinin taslağına aldığı şu ifadedir: “Ermenilerin kaderi, 20. yüzyılın korkunç biçimdeki kitlesel imhaların, etnik temizliklerin, sürgünlerin, evet soykırımların tarihine örnek teşkil etmektedir.” Burada da Ermenilerin maruz kaldığı imha siyasetinin soykırım olduğunu açıkça tespit etme yerine, Ermenilerin kaderinin kitlesel imhalara, etnik temizliklere, sürgünlere ve evet soykırımlara örnek teşkil ettiği tespiti yapılmaktadır. Burada da “ince diplomasi”nin, her tarafa çekilebilecek esnek formülasyonun bir örneği sergilenmektedir.
Kabul edilen tasarıda kullanılan diğer soykırım tanımı ise, 2015 yılında Nisan ayında Cumhurbaşkanı Gauck’a ve Parlamento’da yürütülen tartışmaya atıfta bulunulurken kullanılmaktadır. Atıf yapılırken sözkonusu tavırlarda Ermenilere yönelik soykırımın mahkûm edildiği tespit edilmektedir.
Kabul edilen tasarının açıklama bölümünde ise, “Sayısız bağımsız tarihçi, parlamento ve uluslararası örgütler, Ermenilerin sürgün ve imha edilmesini soykırım olarak tanımlıyorlar.” ifadesi kullanılmaktadır. Başkaları böyle tanımlıyor diye bir açıklama!
Sonuçta, formel olarak Alman Parlamentosu’nun soykırıma utangaç biçimde “soykırım” dediği bir durumla karşı karşıyayız. Hrant Dink 2005 yılında Alman Parlamentosu soykırım sorununu gündeme alıp soykırımı tanımadan aldığı kararda Almanya’nın da “suçlu” olduğunun ifade edilmesi durumuna “Alman usulü” demişti. Yani herkesin kendi hesabını ödemesi anlamında kullanılan bu tanımı kullanmıştı. Hrant, Almanya’nın tavrı karşısında Türkiye’nin egemenlerinin çıkmazına işaret ediyordu…
Gerçekte ama “Alman usulü”ne uygun davranmak herkesin kendi hesabını ödemesini gerektirir. Bu temelde soruna bakıldığında utangaçca, soykırıma “soykırım” demenin de ötesinde, Alman Parlamentosu’nun Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki rolünü “seyirci” rolüne indirgememesi ve soykırıma ortaklığının üzerini örtmemesi gerekir. Soykırım ortaklığının üzerini örttüğü yerde ise “hesabını ödememiştir”!
Bu konuda kabul edilen tasarıda takınılan tavır, “Federal Meclis Alman İmparatorluğu’nun yüzkarası rolünden üzüntü duymaktadır” deyip bu rolü, tüm bilgilere rağmen insanlığa karşı işlenen cürmü engellemeyi denemediği biçiminde açıklamaktadır. Burada açıkça tarihi gerçekler tersyüz edilmektedir. Alman İmparatorluğu’na “seyirci” rolü bahşedilmektedir. Niye müdahale etmedin diye şikayetlenmektedirler! 101 sene sonra da hâlâ sahtekârlıkları sürüyor! Bu durumda Almanya’nın sorumlu olduğunu söylemek ama içeriğini “müdahale etmedi” diye doldurmak, kitlelerin bilincini karartmaya hizmet etmektedir.
Evet Alman İmparatorluğu soykırımdan sorumludur, soykırıma ortaklık etmiştir. Ama “müdahale etmediği” için değil! Alman İmparatorluğu’na “müdahale etmedi” diye bahşedilen bu rol hakkında dergimizin 180. sayısında, sayfa 28’de şunları şöylemiştik:
“Oysa tarihi gerçekler bize başka olguları göstermektedir: Soykırım, tam da Alman İmparatorluğu’nun, Osmanlı İmparatorluğu ile ittifak kurması, Osmanlı İmparatorluğu sınırları içinde savaşan bir güç, bu açıdan müdahale etmeyen değil savaşı yöneten bir güç olması; Osmanlı İmparatorluğu’nu kendi emperyalist amaçları için ayakta tutmaya çalışması, ‘Ermenilerin mahvolup olmaması önemsizdir/ bizi ilgilendirmez’ tavrına uygun olarak sürgünleri önermesi, alınan ‘tehcir’, sürgün kararını onaylaması, bu kararların disiplinli bir biçimde uygulanması için doğrudan sürgün ve imha işi içinde yer alması; askeriyle, savaş lojistiğindeki uzmanlarıyla, işçileriyle, diplomatlarıyla, misyonerleriyle… savaşın mali giderlerini üzerlenmesiyle vb. vb. olgular sonucu, evet tüm bunların sayesinde soykırım gerçekleşmiştir.
Alman İmparatorluğu’nun soykırıma seyirci kaldığını, müdahale ya da ısrarla müdahale etmediğini savunanlar emperyalist Almanya’nın suç ortaklığının üzerini örtmektedirler. Esas sorumlu ve suçlu Osmanlı/ Türk devleti, İttihat ve Terakki iktidarı olsa da, Alman İmparatorluğu da soykırımda esas sorumlulardan biridir, genelde ele alınıp ifade edildiğinde, birincil derecede sorumlulardan biridir. Alman İmparatorluğu’nun Osmanlı ile ittifakı ve yardımı olmadan soykırım gerçekleştirilemezdi! İttihat ve Terakki’nin Turancı, Pantürkist hedefleri ile Alman emperyalizminin Osmanlı’yı nüfuzu altına alma hedefi, Osmanlı İmparatorluğu’nu ayakta tutmak ve bunun için savaşmakta buluşturmuştur.”
Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki rolü ve ortaklığının üzerinin örtüldüğü yerde, soykırımın tutarlı biçimde kabul edildiği söylenemez. Almanya’nın Ermenilere yönelik soykırım bağlamında tarihle yüzleşmesinin önkoşulu Alman İmparatorluğu’nun soykırımdaki ortaklığının kabulü ve bundan doğan yükümlülüklerinin yerine getirilmesidir.
Sonuçta utangaçca soykırıma “soykırım” denmiştir ve bu, soykırım konusunda küçük de olsa bir adım atıldığı anlamına gelmektedir. Kararın bağlayıcılığı olmadığı bilindiğinde, kararda dile getirilen talepler de dilek ve temenni olmaktan öteye gitmemektedir. Türkiye ile Ermenistan’ın ilişkilerinin düzelmesi ve sınırların açılması ise Almanya’nın tavrına değil, Türkiye’nin tavrına bağlıdır. Soykırım konusunun okullarda okutulması vb. talepler kaplumbağa hızıyla da olsa gerçekleşmeye başlarsa, soykırım hakındaki bilgisizlik duvarı da giderek delinecektir. Gelişmelerdeki olumlu yan budur. Ama Alman emperyalizminin temsilcilerinin 101 yıllık manipulasyon siyaseti, Almanların suç ortaklığının üzerini örtmeye çalışması yönlü yaklaşım, biçim değiştirse de varlığını sürdürüyor.
KARARA “TÜRK USULÜ” TEPKİLER!
Tasarının gündeme gelmesi üzerine Türkiye’nin yöneticileri tarafından yapılan açıklamalara göre tasarının kabul edilmesi, Türkiye ile Almanya arasındaki diplomatik, siyasi, ticari, askeri ve ekonomik ilişkileri zedeleyecekti. Tasarının büyük ihtimalle kabul edileceği de biliniyordu. Merak edilen şey, Türkiye’nin nasıl bir tepki göstereceğiydi. Daha önceleri “Fransa şaşırma, sabrımızı taşırma!” sloganları eşliğinde devletin gösterdiği tepkilerin yeniden gündeme gelip gelmeyeceği soru işaretiydi.
Yukarıda Başbakan Binali Yıldırım’dan aktardığımız “biz anlaşmalara uyarız” yönlü açıklamanın yanısra Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Afrika gesizine çıkmadan önce yaptığı açıklamada: “Şu anda çıkmamış bir kararı değerlendirmeyi doğru bulmam. Ama bir karar çıkar, bu karar çıktıktan sonra bunun gerekçesi nedir, bunun içinde neler var. Ondan sonra bunun değerlendirmesini, gerek hükümetimiz yapacaktır, gerekse bizler beraber bunun değerlendirmesini yaparız. Ama bunun uluslararası hukukta bizi bağlayıcı hiçbir yanı da yoktur. Bunu da bilmenizi istiyorum.” (Hürriyet, 1 Haziran 2016) tespitini yapması, böylesi bir kararın ilişkileri etkileyeceği ama Türkiye’nin Almanya ile devlet ilişkilerini, ekonomik, siyasi vb. ilişkileri önemli ölçüde değiştirecek adımlardan sakınacağına işaret ediyordu.
2 Haziran’da tasarının onaylanması kesinleştikten hemen sonra Türkiye, Berlin Büyükelçisi Hüseyin Avni Karslıoğlu’nu “istişareler için” Ankara’ya çağırdı. Bu adım diplomatik olarak Almanya ile ilişkileri geri düzeye çekmekti. 12 Haziran’da ise Türkiye’nin diplomatik temsilcilerinin görev değişiklikleri, atamalar yapıldı ve Ali Kemal Aydın Berlin Büyükelçiliği görevine atandı. Yeni Büyükelçi’nin en yakın zamanda görevine başlayacağı bilgisi verildi.
Diplomatik alanda atılan bir adım da Almanya’nın Ankara Büyükelçisi’nin Dışişleri Bakanlığı’na çağrılmasıydı. Alman Büyükelçi Martin Erdmann Ankara dışında olduğu için onun yerine Maslahatgüzar Dışişleri Bakanlığı’na çağrıldı ve konu hakkında Türkiye’nin notası verildi. Dışişleri Bakanlığı’nın yaptığı yazılı açıklamada şunlar savunulmaktadır:
“Karar, Alman Federal Parlamentosu’nun itibarı bakımından utanç vericidir. Türkiye’nin, Alman Federal Parlamentosu’ndan öğreneceği hiçbir şey yoktur. 1915’te ne olduğunu anlamak ve anlatmak yerine, Ermeni anlatısını dikte etmek üzere üretilen çok sayıda kitap, belgesel ve film Alman kamuoyunda tek yönlü bir kanaat oluşturma görevini üstlenmiştir. Bu politikanın arkasında yatan sebepler arasında, ırkçılığa varan Türk ve İslam karşıtlığı, Almanya’nın Namibya’dan Holokost’a uzanan insanlığa karşı suçlar ve soykırım sicilinin yarattığı derin travma sayılabilir.” (Hürriyet, 3 Haziran 2016)
Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu ise: “Kendi tarihindeki karanlık sayfaları kapatmanın yolu sorumsuz mesnetsiz Meclis kararlarıyla başka ülkelerin tarihini karalamak değildir.” (Sabah, 3 Haziran 2016) tavrını takındı. Ermenilere yönelik soykırım konusunda kimin tarihindeki karanlık sayfaları kapatmaya çalıştığı ise açıktır…
Erdoğan Afrika gezisinde takındığı ilk tavırda, gezi öncesindeki yaklaşımını sürdürdü, ne yapılacağına Türkiye’ye döndükten ve değerlendirmeleri yaptıktan sonra gereken adımların atılacağını açıkladı. Hükümet adına ise Başbakan Yıldırım “…Almanya’da ırkçı Ermeni lobisinin kararını, Alman Parlamentosu kabul etti. Bu hatalı bir karar. Türk milletinin geçmişi belli. Bu millet geçmişiyle övünen bir millet. Bizim geçmişimizde yüz kızartacak başımızı öne eğdirecek hiçbir olay yok.” (Sabah, 3 Haziran 2016) biçiminde ırkçı, inkarcı yaklaşımı yeniden sergiledi.
Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş ise, “çarpıtılmış ve mesnetsiz iddiaları soykırım olarak kabul edilmesinin bir hata olduğunu” belirterek alınan kararın kendileri için “yok hükmünde” olduğunu ilan etti. Kurtulmuş: “Bu mesele siyasetçilerin ya da parlamentoların değil, bilim adamlarının ve tarihçilerin neticeye kavuşturması gereken bir meseledir. Türkiye olarak bu karara her platformda gereken cevabı elbette vereceğiz.” diyerek hem sorunun tarihçilere bırakılması masalını yineledi hem de alt düzeyde tehditini savurdu!
Başbakan Yıldırım daha sonraki açıklamasında Almanya ile ilişkiler bağlamında şunları açıkladı: “Şartlar ne olursa olsun, biz dostlarımızla, müttefiklerimizle ilişkilerimizi sürdürmeye devam edeceğiz. Kararın arka planına bakılacak ve gerekli karşılık verilecek. Bu ve buna benzer kararlarla birlikte birden bire Almanya ile ilişkilerimizin tamamen kötüleşmesini kimse beklememeli.” (Hürriyet, 4 Haziran 2016) Başbakan Yıldırım’ın bu açıklaması da sözlü olarak gösterilen tepkilerden öte Almanya ile ilişkileri önemli ölçüde bozacak adımların atılmasının düşünülmediğine işaret ediyordu.
Türkiye’nin Almanya’daki Berlin Maslahatgüzarı Ufuk Gezer de tepkilerin soğukkanlı ve demokratik kurallar içinde kalmasının önemini vurgulayarak “Türk-Alman dostluğu bu zor dönemi atlatır” tespitinde bulundu.
Almanya’ya karşı takınılan bu resmi tavırların yanısıra, ekonomideki çıkarlarını düşünen ihracatçılar, siyasi tepkilerin arkasında olduklarını ama ticaretin zarar görmemesi gerektiğini açıkladılar.
Almanya’ya karşı düşük düzeyde tepki gösterilirken ve resmi ilişkiler Büyükelçi’nin Ankara’ya çağrılması dışında sürdürülürken, siyasi olarak alınan kararı tanımadıkları, Almanya’nın kendi soykırımcılığına bakması gerektiği vb. tavırların ötesine geçilmedi. Medyaya yansıdığı kadarıyla bugüne kadar Almanya’ya yönelik herhangi bir yaptırım kararının alındığı bir durum yok. Önümüzdeki dönemde önemli bir tavır takınılacağının da işaretleri görünmüyor.
“Türk usulü” ırkçı tepkiler kendisini, Alman Parlamentosu’ndaki Türk/ Türkiye kökenli milletvekillerine karşı takınılan tavırlarda gösterdi. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ diğer şeylerin yanısıra Alman Parlamentosu’ndaki Türk/ Türkiye kökenli milletvekillerine “Bu tür sütü bozuklar, kanı bozuklar Türkiye’yi de Türk milletini de temsil edemezler. Bizim hakkımızda söz söyleyemezler.” (Hürriyet, 4 Haziran 2016) diyerek hem ırkçı tavrını gösteriyor hem de milletvekillerine hakaret ediyordu. Bozdağ’a göre: “Kendi anasına, babasına, içinde çıktığı milletine, ecdadına, tarihine insan bu kadar nasıl düşman olabilir?”di. Yani Türk kökenli birilerinin soykırımın tarihi gerçeklik olduğunu söylemesi, tarihiyle yüzleşmeye kalkışması “Türk düşmanlığıydı”! Bunun da ötesinde sanki sözkonusu milletvekilleri “Biz Türk milletini, Türkiye’yi temsil ediyoruz” iddiasında bulunmuşlar da, Bozdağ da onlar bizi temsil edemez diye tavır takınıyor! Irkçı zihniyetli yaklaşımla gerçekleri de tersyüz etmektedir.
Cumhurbaşkanı Erdoğan da aynı zihniyeti, “Neymiş, birileri de diyor ki güya Türk… Ne Türk’ü be… Bunların kanının laboratuvar testinden geçmesi lazım.” diyerek gösterirken, soykırım gerçekliğini kabul edenlerin Türk olamayacağını savundu. Bu arada Alman Parlamentosu’ndaki oylamaya katılmayan Türk/ Türkiye kökenli milletvekilleri de bu ırkçı hakaretten paylarını alıyordu.
Devletin resmi temsilcilerinin bu ırkçı tavırları, resmi olmayan temsilcilerin de tavırlarıyla taçlandırılıyordu. MHP’li Ümit Özdağ: “Cem Özdemir ve bu ahlaksız yasaya (alınan bir karar, yasa değil BN.) oy veren hiçbir Alman parlamento üyesi bundan sonra Türkiye’ye sokulmamalıdır. Bu konuda derhal bir yasal düzenleme yapılmalıdır. (…) Alman derin devletinin elemanı Cem Özdemir’in sözde Ermeni soykırım iddiaları ile ilgili Türk milleti ve devletine yönelik alçakça suikastı asla cezasız kalmamalıdır.” (Hürriyet, 4 Haziran 2016) tavrını takınarak hükümete öneride bulunuyordu. “Ya sev ya terk et” ırkçı faşist tavırları kendisini böyle gösteriyordu.
Kimi aklı-evvel ve Prof. titrine sahip olan ırkçılarsa, sözkonusu milletvekillerinin derhal Türk vatandaşlığından atılmasını talep ettiler. Bu arada sözkonusu milletvekillerinin Alman vatandaşı oldukları, aksi halde milletvekili olamayacakları gerçeği bile çarpıtılıyordu.
Bu tür ırkçı tepkiler kimi liberal burjuva kalemşorları bile rahatsız ettiğinden, yapılanın ırkçılık olduğunu dile getirdiler. Tepkilerin “haklı olduğu”nu ama “demokratik bir çerçevede” yapılması, “başka görüşlere tahammül edilmesi” gerektiğini önerdiler.
Yukarıda aktardığımız tavırlara paralel olarak başta Cem Özdemir’e olmak üzere kimi milletvekillerine ölüm tehditleri giderek arttı. Sözkonusu milletvekilleri hakkında başta Hukuki Mücadele Derneği tarafından olmak üzere sayısız suç duyurusunda bulunuldu. Sözkonusu suç duyurularında, medyaya yansıdığı kadarıyla, “Türklüğü, Cumhuriyeti, Devletin kurum ve organlarını aşağılama” “suçundan” soruşturma açılması isteniyor ve savcılık da Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesine uygun olarak verilen dilekçeyi işleme koydu. Adı verilmeyen bir Türk işadamının Sol Parti milletvekili Sevim Dağdelen’in başına 100.000 Avro mükafat koyduğu hakkındaki haberler de medyaya yansıdı. Tokat’ın Pazar ilçesi Belediye Meclisi de Cem Özdemir’i “Tokat hemşehriliğinden” attı, tasarıya karşı oy kullanan tek milletvekili olan Bettina Kudla’yı ise “fahri hemşehri” ilan etti…
Tehditler ve ırkçı hakaretler sonucu Almanya’dan da Türk temsilcilerinin tavırlarının kabul edilemez olduğu yönlü tepki geldi ve sözkonusu milletvekillerine yakın koruma verildi. Bu arada Almanya Dışişleri Bakanlığı sözkonusu milletvekillerinin, can güvenlikleri olmadığı nedeniyle Türkiye’ye gitmemesi uyarısında bulundu.
Sabah gazetesi 3 Haziran tarihli nushasında “Mehmetçik Almanya için meğer boşuna canını vermiş. Silah arkadaşımız sırtımızdan vurdu” manşetini atıyor, Almanya Başbakanı Merkel’i Hitler’e benzetiyordu. Sözcü gazetesi ise Almanya baskısının manşetinde Almanca “Utanınız! (Schämen Sie sich!) diyerek “İkinci Dünya Savaşı’nda 6 milyon Yahudi’yi katlederek soykırım yapan, PKK’ya verdiği silahlarla evlatlarımızın şehit olmasına yol açan Almanya, sözde Ermeni soykırımını onayladı… ÖFKELİYİZ” diyerek kışkırtıcılık yapıyordu.
Burada aktardığımız örnekler, Türkiye’de burjuva demokratik yaklaşımından hâlâ eser olmadığını açıkça göstermektedir. Günümüzde soykırım hakkında takındıkları tavırlara bakıldığında soykırımcı zihniyetin de hâlâ egemen olduğunu, ellerinden gelse aynısını bugün de gerçekleştirebileceklerini göstermektedir.
Bu olgular da tarihle yüzleşmek için Kuzey Kürdistan – Türkiye’de daha çooookk uzun bir yol alınması gerektiğini göstermektedir. Bunun için de soykırım gerçekliğinin değişik millet ve milliyetlerden işçi ve emekçilerin bilincine kazınması mücadelesinin sürdürülmesi görevinin tüm demokrat, devrimci ve komünistlerin sırtında olduğunun kavranması, buna uygun davranılması zorunludur.
18 Haziran 2016