Almanya’da, “Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü” (NSU –Bundan sonra yazı içerisinde Nazi örgütünün baş harflerinden oluşan NSU harflerini kullanacağız–) tarafından, 2000-2007 yılları arasında sekizi Kuzey Kürdistan-Türkiye kökenli, biri Yunanlı göçmen olmak üzere toplam dokuz göçmen ve bir Alman polis Naziler tarafından aynı silahla öldürüldü. NSU, kendini “Nasyonal Sosyalist Yeraltı Örgütü” olarak tanımlayan bir terör örgütü idi. NSU, terör örgütünün, Almanca isminin baş harflerinden oluşan kısaltılmış ismidir. 4 Kasım 2011’e kadar, Almanya’da 2000-2006 yılları arasında NSU tarafından katledilen göçmenlerin yakınları sorgulandı. Katiller, kurban ailelerinin içinde arandı. İlk defa “Federal Kriminal Dairesi” (BKA) tarafından “Dönerci Cinayetleri” kavramı kullanıldı. BKA’nın bu tanımlamasını daha sonra basın da üzerlendi. Bu tanımlama yapıldıktan sonra, seri cinayetlerin izi göçmenler içerisinde arandı ve cinayetlerin izinin Türkiye’ye kadar uzandığı da söylendi! Cinayetleri araştırmak üzere BKA tarafından “Bosphorus (Boğaziçi) Komisyonu” kuruldu. BKA’nın, cinayetleri kurban yakınlarının içinde ve çevresinde araması bilinçli olarak yapılan bir hedef saptırmaydı.
Naziler, Alman devletinin gözetimi altında yıllarca 10 cinayet, 2 bombalı saldırı ve 15 soygun yaptılar. Çünkü yaptıkları soygunlar gelir kaynaklarını oluşturuyordu. Almanya’da, 4 Kasım 2011’de NSU deşifre oldu. NSU’nun deşifre olması ile birlikte, Alman istihbarat örgütlerinin Nazilerle el ele olduğu ortaya çıktı. Bu makalede; Almanya’da NSU’nun seri cinayetleri ve Alman devleti tarafından Nazilerin nasıl korundukları üzerinde durmak istiyoruz. NSU tarafından katledilen her göçmenin bir hikâyesi var. Yazıda yürek burkan bu insanların hikâyelerine de yer vereceğiz.
Almanya’da iç istihbarattan sorumlu “Anayasayı Koruma Örgütü” (Bundesamt für Verfassungsschutz) Kasım 1950’de kuruldu. BfV’nin geçmişi de Nazilerle bağlantılı ve karanlık bir yapıya sahip olan bir istihbarat örgütüdür.
1990’lı yıllarda Nazi örgütlenmeleri
NSU terör örgütünün kurucularının tümü Doğu Almanya’nın Jena kentinde doğup, büyüdüler. 1920’li yıllarda Sosyal Demokrat Partisi (SPD) ve Almanya Komünist Partisi (KPD)’nin güçlü olduğu, işçi kentlerinden biri de Jena idi. Jena, İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Demokratik Alman Cumhuriyeti sınırları içerisinde kaldı.
Jena’da ırkçı eylemler-örgütlenmeler, Doğu Almanya’nın Batı Alman emperyalizmi tarafından yutulmasından sonra gelişmeye başladı. Thüringen eyaletinde çok sayıda Nazi örgütü sahneye çıktı. “Wehrsport-Gruppe Hoffman”ı yönetenler daha sonra “Thüringer Heimatschutz”u (Thüringer Vatan Savunması) kurdular. Bu dönemde “Wiking Jugend” (Gençliği) ve benzeri örgütler, gençlere yönelik paramiliter/askeri disiplin ve yapıya göre örgütlenmiş spor kampları organize ediyordu. “Alman Özgürlükçü İşçi Partisi”, “Milliyetçi Cephe” ve “Milliyetçi Liste”, Thüringen eyaletinde yapılandılar.
Thüringen eyaletindeki Nazi örgütlenmesinde aktif çalışan isimlerden biri de, DDR/DAC döneminde “Özgür Alman Gençliği” (FDJ) adlı “sosyalist” gençlik örgütünün eski genel sekreteri Thomas Daniel idi. Daniel, 1992’ye kadar “Almanya Ulusal Demokratik Partisi”nin (NPD) eyalet başkanlığını yaptı. 1992’de NPD’den ayrılan Thomas Daniel “Alman Milliyetçi Partisi”ni (DNP) kurdu. Daniel, 1995’ten itibaren “Thüringer Anayasayı Koruma Teşkilatı”ndan [Federal Almanya İstihbarat Teşkilatı] ücret alarak muhbirlik yapmaya başladı. Thüringen eyaletinde kapatılan Nazi örgütlerinin yerine yenileri kuruldu. 1990’lı yılların başında “Freie Kameradschaften” (Hür Arkadaş Birlikleri) adını taşıyan örgütler sahneye çıktı. Jena “Hür Arkadaş Birliği” üyeleri arasında, Andre Kapke, Ralf Wohlleben, Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt ve Beate Zschäpe de bulunuyordu. Bunlar NSU’nun bilinen kadrolarıdır.
“Hür Arkadaş Birlikleri” anti-faşistlere, mültecilere ve göçmenlere karşı eylemler düzenlemeye başladı. 1996’da farklı “Hür Arkadaş Birlikleri”nin bir araya gelmesi ile “Thüringer Vatan Savunması” adlı yeni bir örgüt kuruldu. Thüringen eyaletinde, artık örgütlenmiş bir Nazi hareketi hissedilmeye başlandı. Her gün, her hafta sol alternatif gençlere, göçmenlere yönelik saldırılar yapıldı. Nazilerin konseptine uygun olarak “ulusal kurtarılmış bölgeler” oluştu. “Thüringen Anayasayı Koruma Teşkilatı”, Thüringen’de Nazi örgütlenmelerin içerisine “Güvenilir Kişi” (“V-Mann”) olarak adlandırılan muhbirler yerleştirdi. Yerleştirilen muhbirlerin faaliyetleri sayesinde Naziler giderek daha da güçlendi. 1994’te Tino Brandt, “Güvenilir Kişi” olarak Nazi çevrelerinde muhbirlik yapmaya başladı. Bu görevi yedi yıl sürdü. “Güvenilir Kişi” tabiri “Anayasayı Koruma Örgütü” tarafından ücret karşılığında çalıştırılan kişilere verilen isimdi. “Güvenilir Kişi”lerın aldığı paralar Nazilere aktarıldı, yargılanan Nazilerin avukat masrafları, büro giderleri vb. karşılandı.
1990’lı yıllarda Uwe Mundlos, Uwe Böhnhardt, katıldıkları ırkçı eylemlerde polis tarafından tanınıyorlardı. NSU’lu teröristler, ırkçı saldırıları yapmakla yetinmiyor, hazırladıkları bombalı paketleri hedef seçtikleri kişilere gönderiyorlardı. Naziler, bombalı faaliyetlerini yürütmek için Jena’da birden fazla garaj kiraladılar. Kiralık garajı kiraya veren kişilerden birinin de polis olduğu ortaya çıktı. 26 Ocak 1998’de, Beate Zschäpe adına kiralanan bir garajda boru bomba yapıldığı istihbaratı alındı. Garaja yapılan baskında, bomba yapımında kullanılan malzemeler ele geçirildi. Polis sadece ifade almakla yetindi. Bu soruşturmadan sonra gözaltına alınacakları endişesine kapılan NSU üçlüsü illegal yaşama geçti. NSU üçlüsünün etrafında istihbarat ağı vardı. Bu üçlünün yer altına geçmesine olanak tanındı. Thüringen eyaletinde, Nazilerin güçlenmesine Alman istihbarat örgütleri önemli destek verdi.
Örgütlenmelerini tamamlayan ve illegal yaşama geçen Nazi teröristleri seri cinayetler işlemeye başladı.
Enver Şimşek (9 Eylül 2000)
Enver Şimşek Nürnberg’de, NSU tarafından katledilen ilk göçmendi. Enver Şimşek, Nürnberg’de Liegnitzer Caddesi üzerine minibüsüyle kurduğu tezgâhta çiçek satıyordu. 9 Eylül’de, öğlen sıralarında Enver Şimşek, Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt tarafından, minibüsün içinde kafasına sıkılan kurşunlarla ağır yaralandı. Kısa mesafeden Şimşek’in kafasına Ceska 83 model tabancadan altı kurşun sıkıldı. Çiçekçi tezgâhının önünde bekleyen müşteriler, Enver Şimşek’in gelmemesi üzerine polise haber verdiler. Çiçekçi tezgâhına gelen polis, Şimşek’i minibüsün içerisinde arka tarafta kanlar içinde ağır yaralı olarak buldu. Hastaneye kaldırıldıktan iki gün sonra Enver Şimşek yaşama gözlerini yumdu. Katiller, Enver Şimşek’i katlettikten sonra fotoğraflarını çekerek olay yerinden bisikletle uzaklaştılar.
Enver Şimşek, İspartalıydı ve öldürüldüğünde 38 yaşındaydı. 1985’te, Adile Şimşek ile evlenip Almanya’ya gitmişti. Katledildiğinde çocukları Abdülkerim 13, Semiha ise 14 yaşındaydı. Almanya’ya gittiğinde önce Fulda da işçi olarak çalışmış, daha sonra ailesi ile birlikte Schlüchtern kasabasına taşınmıştı. 1998’den itibaren de Nürnberg’de, Hollanda’dan getirdiği çiçekleri, kurduğu seyyar tezgâhta satarak geçimini sağlıyordu. Normalinde Enver Şimşek, tezgâhın başında durmuyordu. Yanında çalışan işçinin 9 Eylül’de izine ayrılması sonucu, Enver Şimşek tezgâhın başında kalmak zorunda kalmıştı.
Şimşek ailesi, Enver Şimşek’in katledilmesi ile ilgili yaşadıkları şoka yeni şoklar eklendi. 11 yıl boyunca bütün Şimşek ailesi ‘suç’lu ilan edildi. Enver Şimşek bir “uyuşturucu taciri” gibi gösterildi. O, işi gereği çiçek satın almak için sık sık Hollanda’ya gidiyordu. Hollanda’ya gitmesi “uyuşturucu ticareti” olabileceği şeklinde değerlendirildi! Polis, “uyuşturucu ticareti” yapıldığına dair bir delil ortaya koymadı. Polis, bir ara Adile Şimşek’in kardeşi ile bir olup kocasını öldürdüğü iddiasını da ileri sürdü! Polisin gerekçesine göre; Enver Şimşek’in Alman sevgilisi vardı! Adile Şimşek, kıskançlık krizine girmiş ve bu yüzden kardeşi ile bir olup Enver’i öldürmüştü! Sorgu sırasında hatta Adile Şimşek’e, bir Alman kadının resmi bile gösterildi. Yani Alman polisi, Enver Şimşek’in katledilmesinin failini, faillerini aile içinde ve çevresinde arıyordu. Bir nevi suç aile üzerine yıkılmaya çalışılıyordu!
Abdurrahim Özüdoğru (13 Haziran 2001)
NSU tarafından Nürnberg’de öldürülen ikinci Türkiyeli Abdurrahim Özüdoğru idi. Nürnberg’de Siemens Caddesi’nde bulunan terzi dükkânına giren Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhart, Özüdoğru’nun kafasına iki kurşun sıkarak öldürdü. Silah, Enver Şimşek’i öldüren Ceska 83 model silahtı. Bursa doğumlu olan Özüdoğru, öldürüldüğünde 49 yaşındaydı. 1974’te Almanya’ya gitmişti. Röthenbach an der Pegnitz’de Diehl fabrikasında makine işçisi olarak çalışıyor, boş zamanlarında eşiyle birlikte açtıkları terzi dükkânında çalışıyordu. 1980’de eşini Almanya götürdü ve 1998’de boşandılar. 19 yaşında bir kızları vardı. Nazi katilleri, Abdürrahim Özüdoğru’yu katlettikten sonra, fotoğrafını çekerek olay yerinden uzaklaştılar.
Süleyman Taşköprü (27 Haziran 2001)
27 Haziran’da Hamburg Bahrensfeld semtinde, “Taşköprü Market” içinde Süleyman Taşköprü öldürüldü. Süleyman Taşköprü öldürüldüğünde 31 yaşındaydı ve üç yaşında bir kızı vardı. Süleyman Taşköprü, 1981’de Afyonkarahisar’dan Hamburg’a gitmişti. Zeytin almak için dışarı çıkan baba Ali Taşköprü, dükkâna döndüğünde oğlunu kanlar içerisinde can çekişirken buldu. Ambulans çağrıldı ancak Süleyman Taşköprü olay yerinde yaşama gözlerini yumdu.
Taşköprü cinayetinde de polis, uyuşturucu tacirleri ve çetelerin üzerinde durdu. Olay yerinde inceleme yapan polis kullanılan silahın, Nürnberg’de işlenen iki cinayette kullanılan silahın aynısı olduğunu belirledi. Ancak bu belirlemenin devamı gelmedi. Polis, Taşköprü’nün uyuşturucu ticareti yapmış olabileceği veya haraç istendiği, haraç vermediği için öldürülmüş olabileceği söylentisini yaydı. Süleyman Taşköprü’nün Hamburg polisinde kaydı vardı. Birçok kriminal olaya adı karışmıştı. Polis, önceki cinayetlerde olduğu gibi ırkçı motiflerle cinayetin işlenmiş olabileceği olasılığını dışta tuttu.
Yine diğer cinayetlerde olduğu gibi Taşköprü cinayetinde de polis aileyi zan altında bıraktı. Katiller aile içinde ve çevresinde arandı. Süleyman Taşköprü’nün annesi, oğlunu öldürenlerin Naziler olduğunu öğrenemeden yaşamını yitirdi. Baba Ali Taşköprü ise Türkiye’ye kesin dönüş yaptı.
Süleyman Taşköprü için Hamburg’da, 2012’den sonra anma etkinlikleri düzenlenmeye başlandı. Altona Belediyesi, “Kühnehöfe Caddesi”nin adını “Süleyman Taşköprü Caddesi” olarak değiştirdi. Ayrıca cinayetin işlendiği Schützenstrasse 39 adresinde bir anıt tabela yapıldı.
Habil Kılıç (29 Ağustos 2001)
29 Ağustos 2001’de Münih’te, öğleden önce dükkâna giren Uwe Mundlos ve Uwe Börnhard, satış tezgâhının arkasında bulunan Habil Kılıç’ı kurşun yağmuruna tuttular. Ceska 83’ten çıkan kurşunlar Habil Kılıç’ın kafasına isabet etti.
1963’te Artvin’in Borçka ilçesinde doğan Habil Kılıç, 1989’da Almanya’ya gitmişti. Katledildiğinde 38 yaşındaydı. Sebze-meyvenin satıldığı “Frischmarkt” adlı bir dükkânı vardı. İlginç olan dükkânın polis karakoluna yüz metre mesafede olmasıydı. Nazilerin, polis karakoluna yakın bir yerde cinayet işlemesi, korkularının olmadığı veya korundukları anlamına geliyordu.
Habil Kılıç, yoksul bir ailenin çocuğuydu. Türkiye’nin değişik illerinde işçilik yapmıştı. Almanya’da çalışan Pınar Kılıç ile evlendi. Ancak çift 1988’de boşandı. Pınar Kılıç, hamile olduğunu öğrenince eski eşiyle yeniden evlendi. Böylece Habil Kılıç da Almanya’ya gitti. Katledildiğinde 12 yaşında Deniz adında bir kızları vardı.
Münih polisi, Habil Kılıç’ın PKK ya da diğer İslami gruplar tarafından öldürülmüş olabileceği olasılığı üzerinde de durdu. Habil Kılıç cinayeti, diğer kurbanlarda olduğu gibi uyuşturucu ve mafya ile ilişkilendirildi. Bunun için Kılıç ailesine yoğun olarak baskı yapıldı. Evleri çeşitli aramalardan geçirildi, özel yaşamları didik didik edildi.
Habil Kılıç cinayeti, Süleyman Taşköprü’nün öldürülmesinden iki, Abdurrahim Özüdoğru’nun öldürülmesinden üç ay sonra işlendi. 2001’de, aynı silahla üç cinayet işlenmişti. Üç cinayetin ortak noktaları vardı. Ancak polis, katilleri aileler içinde ve çevresinde aramaya devam ediyordu!
Mehmet Turgut (25 Şubat 2004)
Rostock’ta “Mr. Kebab Grill”de çalışan Mehmet Turgut, 25 Şubat 2004’te katledildi. Öldürüldüğünde 27 yaşındaydı. Mayıs 1977’de, Elazığ/Kovancılar ilçesinde yoksul Kürt bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmişti. Mehmet Turgut, 1994’te kaçak yollardan Almanya’ya gitti. Sığınma başvurusunda bulundu. Sığınma başvurusu kabul edilmedi ve bir yıl sonra Almanya’dan sınır dışı edildi. 1998’de, yeniden Almanya’ya giderek sığınma başvurusunda bulundu. İkinci kez başvurusu reddedilince, Almanya’dan sınır dışı edildi. 2003’te üçüncü defa Ukrayna-Avusturya üzerinden kendi kimliği ile değil, küçük kardeşi Yunus Turgut’un kimliği ile Almanya’ya gitti. Kaçak olduğu gerekçesiyle yakalanarak hapse konuldu. Üç ay sonra Hamburg’da sığınmacılar yurduna gönderildi.
Mehmet Turgut öldürülmeden on gün öncesine kadar Hamburg’da yaşıyordu. Kısa bir süreliğine gittiği Rostock’ta, köylüsü Haydar Aydın tarafından işletilen “Mr. Kebab”da yardım amaçlı olarak çalışmaya başladı. Normal koşullarda Haydar Aydın, büfede olması gerekirken ölüm bu kez Mehmet Turgut’u yakaladı. Haydar Aydın büfeye geldiğinde, Mehmet Turgut’u yerde kanlar içinde yatarken buldu ve henüz son nefesini vermemişti. Hemen ambulans çağırdı, ancak ambulansla hastaneye götürülürken yolda yaşamını yitirdi. Mehmet Turgut’un diğer cinayetlerden farkı, yere yatırılarak infaz edilmesiydi.
Her cinayetten sonra olduğu gibi Mehmet Turgut’un ailesi, yakın çevresi, dükkân sahibi ve Kovancılar’daki ailesi suçlu olarak görüldü. Cinayetin mafya, uyuşturucu ve kara para aklama çeteleri tarafından işlenmiş olabileceğinin üzerinde duruldu. Nazilerin cinayetleri işleyebileceği hiç hesaba katılmadı. Diğer cinayetlerde olduğu gibi soruşturma Turgut’un çevresinde yoğunlaştırıldı. Alman polisi, Kovancılar’a giderek Türk polisi ile birlikte Turgut’un ailesini sorguladı. Akrabalarının telefonları dinlendi. Cinayetin ardında aile içi şiddet, kan davası ve PKK gibi nedenler arandı. Alman polisi, bütün dikkatini uyuşturucu ticareti ve Türkler ile Kürtler tarafından kurulan çetelerle bağlantı üzerine yoğunlaştırdı. Nazilerin, böyle bir cinayeti işleyebileceği Alman polisinin hiç aklından geçmedi.
Mehmet Turgut’un katledilmesinden sonra, Haydar Aydın ve çevresi yoğun baskı altına alındı. Defalarca ifadesi alındı, Mehmet Turgut’u nereden tanıdığı soruldu. Baskılar ve şantajlar, diğer kurban aileleri gibi Haydar Aydın’ı da bunalttı. 2007’de büfesini kapatıp, Rostock’u terk etmek zorunda kaldı.
İsmail Yaşar (9 Haziran 2005)
İsmail Yaşar, 9 Haziran 2005’te Nürnberg’de öldürüldü. Bu Nürnberg’de NSU tarafından işlenen üçüncü cinayetti. İsmail Yaşar, 1955’te Urfa’nın Suruç ilçesinde doğdu. Kürt’tü ve 23 yaşında kaçak yollardan Almanya’ya giderek Batı Berlin’de sığınma başvurusunda bulundu. Sığınma başvurusu reddedildi. Ancak Türkiye’ye sınır dışı edilmedi. Yaptığı itiraz sonucu altı yıllık geçici oturma izni aldı. 1983’te evlendi, süresiz oturma izni almaya hak kazandı. Ancak sekiz ay sonra evliliği bozuldu. Bir süre sonra Belgin Yaşar ile evlendi. İki çocuğu oldu. Öldürülmeden kısa bir süre önce Belgin Yaşar’dan da ayrıldı.
1994’te döner dükkânı açtı. Üç yıl sonra da döner dükkânına ek olarak terzi ve telefon dükkânını da işletmeye başladı. 9 Haziran’da öğleden önce, Nürnberg’in St. Peter semtinde bulunan Scharrer Caddesi üzerinde konteynerde kurulan büfeye gelen Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt, İsmail Yaşar’ı katletti. İsmail Yaşar’a beş el ateş edildi ve katiller bisikletle olay yerinden uzaklaştılar.
Diğer cinayetlerde olduğu gibi İsmail Yaşar cinayetinde de, Alman polisi araştırmalarını çoğunlukla Türk, İtalyan ve İspanyol mafyaları üzerinde yaptı. Ayrıca İsmail Yaşar’ın Hollanda’da uyuşturucu kaçakçıları ile ilişkili olduğu öne sürüldü. İsmail Yaşar’ın katledilmesinden sonra, NSU terör örgütünün işlediği cinayetler “Döner-Morde” olarak tanımlanmaya başlandı.
Polis her zaman yaptığı gibi İsmail Yaşar’ın Naziler tarafından öldürülmüş olabileceğini hiç hesaba katmadı. Birçok arama ve ev baskınları yapıldı. Baskın yapılan yerlerden biri de Nürnberg Kürt Kültür Derneği idi. Çünkü İsmail Yaşar, arada sırada bu derneğe gidip geliyordu. Derneğe gidip gelen herkes sorguya çekildi. DNA testleri yapıldı. Polisin dernek üyeleri üzerinde kurduğu baskı sonucu kimi eşler boşandı, kimileri de şehirden ayrıldı.
İsmail Yaşar cinayetinin ayrıldığı ilk eşi tarafından işlenmiş olabileceği olasılığı üzerinde de duruldu. Telefonlar dinlendi. Polisin baskılarına İsmail Yaşar’ın son eşi de maruz kaldı. Baskılardan bunalan Belgin Yaşar, İstanbul’a geri dönmek zorunda kaldı. Çocukları ise hâlen Nürnberg’de yaşıyor.
Theodoros Boulgarides (15 Haziran 2005)
İsmail Yaşar’ın öldürülmesinden altı gün sonra Theodoros Boulgarides Münih’te öldürüldü. Theodoros Boulgarides öldürüldüğünde 41 yaşındaydı. 1964 doğumlu olan Boulgarides, 1972’de işçi ailesi olarak Almanya’ya gitmişti. Enver Şimşek’in öldürülmesi ile başlayan cinayetler zincirinde ilk defa Yunan kökenli bir göçmen öldürülüyordu. O ana kadar öldürülenlerin hepsi Türkiyeli idi. Boulgarides, katledilmeden iki hafta önce bir Alman arkadaşı ile birlikte Anahtarcı dükkânı açmıştı. Dükkânda daha çok Boulgarides duruyor, dükkânın arka bölümünde de evi vardı. 15 Haziran’da akşam saatlerinde dükkâna giren Uwe Mundlos ve Uwe Mönhardt, plastik torba içinden çıkardıkları Ceska 83’ü Boulgarides’in kafasına doğrultarak ateş etmeye başladılar. Akşam saat 19.00 sularında dükkâna gelen Alman ortağı, Theodoros Boulgarides’i yerde kanlar içinde yatarken buldu.
Theodoros Boulgarides cinayetinden sonra, Alman ortağı polis tarafından defalarca sorgulandı. Diğer kurban ailelerinin başına gelenler, Theodoros Boulgarides’in ailesinin de başına geldi. Öldürülmeden iki hafta önce boşandığı Alman eşi Yvonna Boulgarides, iki kızı, akrabaları, komşuları ve arkadaşları polis tarafından sorgulandı. Aileye sürekli Türk mafyası, uyuşturucu çeteleri, fuhuş, internet suçları, kumar ve silah ticaretiyle bağlantısının olup olmadığı soruldu. Münih’te yaşayan birçok Yunanlıya, Boulgarides ailesi hakkında sorular soruldu. Böylece Yunanlılar ve ailenin dostları Boulgarides’in suçlu olduğuna inandırıldı. Birçok kişi aile ile bağlarını kesti. Diğer cinayetlerde olduğu gibi Alman polisi ırkçıların cinayeti işlemiş olabileceğini hiçbir zaman hesaba katmadı.
Mehmet Kubaşık (4 Nisan 2006)
NSU’lu katiller, Theodoros Boulgarides cinayetinden yaklaşık bir yıl sonra, Mehmet Kubaşık’ı 4 Nisan 2006’da Dortmund’da öldürdü. Mehmet Kubaşık, Pazarcık’lı idi. Merkezi tren istasyonuna yakın Mallinckrodt Caddesi üzerindeki büfede katledildiğinde 39 yaşındaydı. Bir aile işletmesi olan büfede sabahları eşi Elif Kubaşık, öğleden sonra kızı Gamze ve gece yarısına kadar da Mehmet Kubaşık çalışıyordu. 4 Nisan günü, Elif Kubaşık’ın misafiri olduğu için büfeyi Mehmet Kubaşık açtı. Öğlen sularında kapıdan içeri giren Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt, tezgâhın arkasında duran Kubaşık’ı kurşun yağmuruna tuttu. Cinayetten sonra Kubaşık kanlar içinde bir müşteri tarafından bulundu. Cinayet sırasında bulunan kurşunlar yine Ceska 83 tabancasından çıkmıştı. Cinayet günü okuldan çıkan Gamze Kubaşık, eve giderken büfenin önünde acil yardım arabaları ve polisleri gördü. Büfeye yaklaştığında neler olduğunu hemen anladı. Elif Kubaşık’a ise bir komşusu telefonla haber verdi.
Mehmet Kubaşık, Kürt kökenli idi. Çileli bir yaşam öyküsü vardı. Memlekette birçok işte çalışarak yaşam kavgası vermişti. Mart 1991’de eşi ve kızıyla Almanya’ya giderek sığınma başvurusunda bulundu. Sığınma başvuruları kabul edilince değişik işlerde çalıştı. 2004’te ailesi ile birlikte, evlerine yakın olan Mallinckrodt Caddesi üzerinde bir büfe açtı. Ailece bu büfeyi işleterek geçimlerini sağlıyorlardı.
Her cinayetten sonra olduğu gibi, Alman polisinin yöntemi Dortmund’da da devreye sokuldu. Cinayetten bir gün sonra, taziyeye gelen onlarca insan arasından Elif ve Gamze Kubaşık alınarak karakola götürüldü, saatlerce sorgulandılar. Cinayetin failleri, aile içinde ve çevresinde arandı. Uzun bir süre PKK’nin cinayetle bağlantısı üzerinde duruldu. Ailenin evinde köpeklerle uyuşturucu araması yapıldı. Polis terörü aylarca devam etti. Ailenin ekmek teknesi olan büfe, cinayetten sonra kapandı. Gamze Kubaşık, bir yıl evden çıkamadı. Meslek eğitimini bırakmak zorunda kaldı.
Halil Yozgat (6 Nisan 2006)
NSU’lu katiller Mehmet Kubaşık’ı Dortmund’da katlettikten iki gün sonra, Kassel’de Halit Yozgat’ı öldürdü. Göçmenler içinde öldürülen en genci 21 yaşındaki Halit Yazgat’tı. Katiller, Hollandischen Caddesi üzerinde bulunan internet kafeye girerek susturucu takılmış Ceska 83 silahını ateşlediler. Babası İsmail Yozgat, eşiyle birlikte gittikleri çarşıdan geri döndüklerinde Halit Yozgat’ı tezgâhın arkasında kanlar içinde yatarken buldu. İlk yardım arabası gelene kadar Halit, babasının kollarında son nefesini verdi.
Halit Yozgat, 2003’de Alman vatandaşı olmuştu. Gündüzleri internet kafede babasına yardımcı oluyor, akşamları ise akşam okuluna gidiyordu. Halit Yozgat’ın katledilmesinden sonra, babası bir daha internet kafeyi açmadı. Yozgat ailesi de, diğer Nazi kurbanları gibi uyuşturucu mafyasıyla bağlantılı olmakla suçlandı. Evleri basıldı. Bütün aile çevresi ve akrabaları sorgulardan geçirildi.
Halit Yozgat internet kafede katledildiğinde, bu kafede “Hessen Anayasayı Koruma Teşkilatı”nda çalışan Andreas Temme de vardı. Temme, Halit Yozgat cinayetinin ardından, kafedeki altı kişiden biri olarak aranmaya başlandı. Beş kişi ifade vermeye gelerek bildiklerini anlatmasına rağmen bir kişinin ifadeye gelmemesi üzerine, polis araştırmalarının ardından bu kişinin “Hessen Anayasayı Koruma Teşkilatı”nda çalışan Temme olduğunu tespit etti. Şüpheli sıfatıyla evine baskın yapıldı ve böylece olaydan ancak on gün sonra ifadesi alınabildi. Temme, ifadeye gelmeyişiyle ilgili olarak “Kafede cinayetin işlendiğini ve silah sesi duymadım. Kafede internette müstehcen sayfalara baktım sonra da çıktım. On gün boyunca haberleri de dinlemediğim için cinayetle ilgili hiçbir şey duymadım” şeklinde ifade verdi.
Temme’nin evindeki aramada ruhsatsız silah ve seri cinayetlere ilişkin bir de kitap bulundu. Ancak kısa süreli gözaltının ardından cinayetle bağlantısı olmadığı düşünülerek –evinde bulunan ruhsatsız silaha rağmen– serbest bırakıldı. Temme, bir başka şehirde ikâmet etmesine rağmen, evine uzak olduğu söylenen bu internet kafeyi tercih etmesi önemli bir ayrıntı idi. Şüpheleri daha da arttıran iddialardan biri, bu kişinin dokuz cinayetin altısında o şehirlerde olduğuna dairdi.
Michele Kiesewetter (25 Nisan 2007)
Michele Kiesewetter adlı polis memuresi 25 Nisan 2007’de, Heilbronn’da öldürüldü. Michele Kiesewetter, NSU’lu teröristlerin doğup büyüdüğü, ilk eylemlerini yaptığı Thüringen eyaletinin Wald kasabasında doğmuştu. Polis memuresi daha sonra Heilbronn’a taşınmıştı. Michele Kiesewetter’in neden öldürüldüğü şimdiye kadar aydınlatılamadı.
Protesto yürüyüşleri
Halit Yozgat’ın katledilmesinden bir ay sonra, “Kassel Kültür Derneği” önderliğinde 6 Mayıs 2006’da belediye sarayına bir sessiz protesto yürüyüşü düzenledi. Yürüyüşe, Nürnberg’de öldürülen Enver Şimşek ve Dortmund’da öldürülen Mehmet Kubaşık’ın yakınları da katıldı. Yürüyüş öncesinde afişler hazırlandı ve birçok dükkâna asıldı. Hazırlanan kimi pankartlarda şu sloganlar taşındı: “Katilleri durdurun!”, ”Onuncu cinayet istemiyoruz!”, “Polis nerede?” Yürüyüşe çoğunluğu göçmen kökenli olmak üzere dört bin kişi katıldı.
Mehmet Kubaşık ailesi, Kassel’deki yürüyüşe katıldıktan sonra benzer bir protesto yürüyüşünü Dortmund’da da örgütlemeye karar verdi. 11 Haziran 2006’da yapılan yürüyüşe 250-300 kişi katıldı.
Mallinckrodtstrasse’de başlayan yürüyüş, merkez tren istasyonunda son buldu. Burada diğer konuşmacıların yanında Mehmet Kubaşık’ın kızı Gamze Kubaşık ve İsmail Yozgat birer konuşma yaptı. Yapılan konuşmalarda NSU’nun deşifre edilmesinden beş yıl önce, katledilenlerin yakınları seri cinayetlerin arkasında ırkçı motiflerin bulunduğunu açıklıyorlardı. Mehmet Kubaşık’ın eşi, soruşturma polislerine eşinin katledilmesinde üç defa Nazilerin parmağı olduğunu söylediğini belirtiyor. Tüm bu gerçeklere rağmen Alman polisi, Nazileri hiç olasılığa/hesaba katmadı, katilleri mağdurların içinde aradı, hedef şaşırttı, delilleri yok etti ve günlerce mağdurları sorgulamakla zaman kaybetti. Kassel ve Dortmund’da yapılan yürüyüşlerden sonra Nazi katilleri bir daha ırkçı cinayet işlemedi. Bazen bir yıl, bazen iki gün arayla işlenen cinayetler Halit Yozgat cinayeti ile bıçak gibi kesildi.
Bombalı saldırılar
Almanya’nın Köln şehrinin Probsteigasse sokağında İranlı göçmen bir ailenin işlettiği bakkal dükkânına, genç bir adam geldi, alışverişini yaptı ve aldıklarını yanında getirdiği alışveriş sepetinin içine koydu. Sepetin içinde ayrıca bir de yılbaşı için hazırlanmış bir hediye paketi vardı. Cüzdanını evde unuttuğunu söyledi! Sepetini bakkalın tezgâhının üzerine bıraktı, birazdan geri geleceğini söyleyerek oradan ayrıldı. Bu genç adam bir daha bu dükkâna hiç gelmedi. Bakkal sahibi sepeti dükkânın arka odasına koydu; müşterinin geri geleceğini düşündüğü için de çocuklarını kutunun onlara ait olmadığı konusunda uyardı.
Dört hafta sonra 19 Ocak 2001’de, ailenin 19 yaşındaki genç kızı dört haftadır orada duran hediye kutusunun içinde ne olduğunu merak etti ve kutuyu kurcaladı. İçinde tüpe benzer bir şey gördü ancak ne olduğunu tam anlayamadan kutuyu tekrar kapattı ve yerine koydu. Masanın etrafında bir şey aramak için eğilmişti ki, saniyeler sonra büyük bir gürültüyle patlama gerçekleşti.
Genç kız dükkânda yere yığıldı, acılar içindeydi; gözleri korkunç bir şekilde yanıyordu ve hiçbir şeyi göremiyordu. Önce nefes alamadı, bağıramadı, konuşamadı. Anne ve babasına seslenebilmesine değin bu böyle birkaç saniye sürdü. Önce annesi geldi, fakat onu tek başına dışarı çıkaramadı; ardından babası geldi ve ikisi onu dükkândan dışarı çıkarıp yere yatırdılar. Ambulansa ve itfaiyeye haber verdiler. Hediye şeklinde hazırlanmış kutunun içine yerleştirilen bomba patlamıştı.
Genç kız patlama sonucu ağır yaralandı, yüzünde ve vücudunda ağır yanıklar oluştu. Bir buçuk ay komada kaldı, sonrasında çok sayıda ameliyat geçirdi. Hayatta kalması tamamen “şans eseriydi.” Bombadan bir metre kadar uzaklaşacak ve yere eğilecek kadar zamanı olduğu için ağır yaralı da olsa hayatta kalmayı başardı. Bu olay NSU’nun birinci bombalama eylemi idi.
9 Haziran 2004’te Köln Keupstraße’de, Naziler tarafından bir bisiklet üzerine monte edilmiş çivili bir bomba patlatıldı. Köln’de göçmen işyerlerinin yoğun olduğu bir alış-veriş caddesi olan Keupstraße’de bir bombadan mermi gibi fırlayan yüzlerce kızgın çivi çevreye yayıldı. 23 kişi ağır yaralandı. Köln polisi bombanın patlamasından bir buçuk saat sonra, patlamanın terör saldırısı olabileceğini açıkladı.
“Kuzey Ren-Westfalya Eyaleti İçişleri Bakanlığı”, polis tarafından ilk anda dile getirilen terör saldırısı olasılığı açıklamasını yasakladı. Dönemin Almanya İçişleri Bakanı Otto Schily de bir gün sonra, bir aşırı sağ terör saldırısının söz konusu olmadığını, faillerin polisiye suçlular arasında aranması gerektiğini açıkladı! Otto Schily, çivili bombalı saldırının arkasında yabancı düşmanlığının olmadığını söylemekle yetinmedi. Aynı zamanda Keupstraße’de Türk-Kürt gerilimi yaratmak için “arkasında PKK olabilir” demişti! Yani failler Almanlar değildi, suçlular göçmenler arasında aranmalı veya PKK de olabilirdi!
Polis eş zamanlı olarak, Keupstraße ve çevresinde, göçmen gençlerini hedef alan bir şüpheli arama taraması başlattı. Kapılar kırılarak evler basıldı. Telefonlar dinlendi. Yaralılar ve yakınları saatler süren sorgulara maruz bırakıldı. Hastanelerde yatan ağır yaralılardan bile DNA örnekleri alındı. Keupstraße esnafı sıkı bir mali kontrole tabi tutuldu. Çivili bombanın patlatılması, NSU’nun patlattığı ikinci bombalama eylemi idi.
Seri cinayetlerin NSU’nun işlediğinin açığa çıkmasından sonra, “Federal Parlamento Araştırma Komisyonu”na ifade veren Otto Schily özür diledi. Schily, çivili bombanın patlamasından sonra kendisine bu yönde bilgilerin geldiğini ve o açıklamayı yapmak zorunda kaldığını da açıklama gereği duydu.
Nazi teröristlerinin geçim kaynağı: Soygunlar
NSU’lu teröristler Ocak 1998’de illegal yaşama geçti. NSU’lu teröristlerin ihtiyaçları istihbarat örgütleri tarafından karşılanıyordu. “Thüringen Anavatanı Koruma Derneği” Başkanı Tino Brandt onlara maddi destek sağlıyordu. 2000-2001 yılları arasında, istihbarat elemanı Ralf Marschner tarafından kurulan inşaat firmasında NSU üyeleri sahte kimlikle çalıştırıldı.
NSU’lu teröristlerinin ilk soygunu, 18 Aralık 1998’de Chemnitz’de EDEKA adlı mağazanın soygunu ile başladı. Bu dönemde Nazi teröristleri Chemnitz’de oturuyor ve evlerine yakın bankaları soymakta bir sorun görmüyorlardı. Daha sonra farklı tarihlerde, Chemnitz’de üç defa Postbank’ı, üç defa ise Sparkasse soygunu gerçekleştirildi. Zwickau’da Sparkasse’ye yönelik bir soygun yapıldı. Sparkasse’ye yönelik iki soygun girişimi ise başarısızlığa uğradı. Zwickau’da ayrıca Postbank şubesi de soyuldu. Zwickau’da üst üste Sparkasse soygununun başarısızlığa uğraması sonucu teröristler, soygun rotasını Kuzey Almanya’ya çevirdiler. Kuzey Almanya’nın Stralsund kentinde farklı tarihlerde üç defa Sparkasse soygunu gerçekleştirildi. İki başarısız soygun girişimine rağmen, on iki soygundan toplam 535 bin 790 Euro çalındı.
NSU deşifre oluyor
4 Kasım 2011’de, Am Nordplatz 13 adresinde bulunan Eisenach Sparkasse soyuldu. Bankayı basan Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhardt, toplam 71 bin 915 Euro alarak bisikletle olay yerinden uzaklaştılar. Bisikletle Arena Eisenach yakınlarında park ettikleri karavana ulaştılar. Karavanla Eisenach’tan uzaklaşmayı planlayanların planını devriye gezen bir polis ekibi bozdu. Karavana polis arabasının yaklaşması sonucu karavan ateşe verildi. Karavanda Uwe Mundlos ve Uwe Böhnhart ölü olarak bulundu. Yangının söndürülmesinden sonra karavanda silah, mühimmat ve Heilbronn’da öldürülen polis memuresinin silahı da bulundu.
Üç saat sonra Eisenach’tan 180 km uzaklıkta bulunan Zwickau kentinde, Mundlos ve Böhnhardt’ın Zschäpe ile birlikte kaldıkları hücre ev ateşe verildi. Beate Zschäpe, hücre evini ateşe verdikten sonra ortadan kayboldu. Tam dört gün ortalıkta görünmedi. 8 Kasım’da Jena’da polise teslim oldu. Amaç, evdeki bütün delilleri yok etmekti. Beate Zschäpe, teslim olmadan önce seri cinayetlerin 15 dakikalık filmini basına gönderdi.
Zwickau’daki eve giren itfaiye ve polis ekipleri yangını söndürdükten sonra, hücre evinde göçmenlerin katledilmesinde kullanılan Ceska 83 model tabanca ve seri cinayetlerin anlatıldığı pembe panter filminin dört adet DVD’sini buldu. 15 dakikalık filmde, NSU propagandası yapılıyor, açık bir şekilde göçmenlerin nasıl öldürüldüğüne yer veriliyordu. Propaganda amacıyla hazırlanan filme “Almanya Turu” adı verilirken, teröristler tarafından cinayetler sonrasında çekilen fotoğraflar da filmin içinde yer alıyordu.
25 Mayıs 2012’de, Berliner Kurier gazetesinde bir haber çıktı. Habere göre; karavanda iki Uwe’nin ölümünden hemen sonra bir kişi telefonla Beate Zschäpe’yi arayarak ortadan kaybolmasını istiyor. Daha sonra telefon eden kişinin “Saksonya Eyaleti İçişleri Bakanlığı”ndan bir kişi olduğu ortaya çıktı. Bakanlık bu bilgiyi doğruladı. Bakanlığın gerekçesine göre; iki Uwe’nin nerede ikamet ettiği tespit edilmiş, Beate Zschäpe’ye ulaşılarak iki Uwe’nin akıbeti hakkında bilgi verilmişti! Beate Zschäpe’ye açılan telefon normal değildi. Daha sonra telefonun açıldığı istihbarat örgütüne ait bir cep telefonu olduğu ortaya çıktı.
Soruşturma kapsamında Beate Zschäpe’nin telefon görüşmelerinin dökümü yapıldı. Dökümde, 4 Kasım 2011’de saat 15,29’da Andre Eminger’in Beate Zschäpe ile görüşme yaptığı da ortaya çıktı.
Alman Federal Meclis’inde ve altı eyalet meclisinde (Hessen, Thüringen, Bavyera, Baden Württemberg, Kuzey Ren-Westfalya ve Saksonya) Alman devletinin NSU cinayetlerindeki ihmalini araştırmak üzere “Soruşturma Komisyonları” kuruldu. Almanya devleti, Berlin’de NSU kurbanları ailelerinin katılımıyla 23 Şubat 2012’de gerçekleştirilen devlet töreninde özür diledi. Dönemin Almanya Cumhurbaşkanı Gauck ve Federal Şansölye Angela Merkel, Nazi terör hücresinin cinayetlerine kurban gidenlerin yakınlarını konuk ederek, cinayetlerin aydınlatılacağına dair söz verdiler!
Önemli tanıklar ölüyor, öldürülüyor
NSU davasının önemli tanıklarından beş kişi ölü bulundu. Bu şüpheli ölümler serisinin ilki, Ocak 2009’da meydana geldi. Arthur Christ, Heilbronn’un kuzeyinde ormanlık bir park alanında bir arabanın içinde yanmış bir şekilde bulundu. Olay yerinde benzin mazot karışımı maddenin ve Christ’in cesedinin izleri vardı. Bunun bir cinayet mi yoksa intihar mı olduğu açıklığa kavuşturulamadı.
Michele Kiesewetter’in kimler tarafından öldürüldüğünü Florian Heilig adındaki Nazi biliyordu. Florian Heiling, 16 Eylül 2013’te polise ifade vermeye gideceğine saatler kala ateşe verilen araba içinde ölü bulundu. Tesadüfe bakın ki, Heilig tam da polis memuru Michele Kiesewetter’in öldürülmesiyle ilgili olarak “Eyalet Kriminal Dairesi”ne açıklamalarda bulunacağı günde bu ölüm gerçekleşti.
Bundan altı ay sonra bir şüpheli ölüm daha meydana geldi. “Corelli” olarak bilinen “Anayasayı Koruma Dairesi” muhbiri Thomas Richter, NSU Davası’nda tanık olarak dinlenecekti ama ömrü buna yetmedi. Polis verilerine göre 7 Nisan 2014’te, Bielefeld yakınlarındaki dairesinde ölü olarak bulundu.
Bir başka şüpheli ölüm 28 Mart 2015’de gerçekleşti. 20 yaşındaki Melisa Marijanovic evinde, yeni sevgilisi Sascha Winter tarafından ölmek üzereyken bulundu. Melisa Marijanovic, polisin verdiği bilgiye göre ani kasılma nöbetleri içerisinde ölmek üzereyken bulunmuştu. Marijanovic daha önce Florian Heilig’in sevgilisiydi. Doktorların müdahalesi yeterli olmamıştı. Otopsi raporuna göre ölüm sebebi akciğer embolisiydi. Marijanovic ölümünden iki hafta önce Baden Württemberg Eyalet “Meclisi NSU Araştırma Komisyonunda” kapalı oturumda ifade vermişti. Bu oturumda neler anlatmış olduğu bugün hâlâ bilinmiyor. Yaptığı açıklamaların tutanağı gizli tutuluyor. Şüpheli ölümler zincirinin son halkası 8 Şubat 2016’da gerçekleşti. Bu sefer de Marijanovic’in sevgilisi Sascha Winter evinde ölü olarak bulundu. Emniyet Sözcüsü Tobias Wagner’e göre Winter’in ölümüne herhangi bir dış etkenin sebep olduğuna dair bir emare yoktu. Otopsi sonrasında Winter’in intihar etmiş olabileceği kanısına varıldı!
NSU davası
6 Mayıs 2013’te, “Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi”nde NSU davası başladı. Dava boyunca 765 tanık ve 51 bilirkişi 274. duruşmaya kadar dinlendi. Mahkeme, 18 Temmuz 2017’de delil toplama sürecinin tamamlandığını açıkladı. Dava boyunca toplam 437 duruşma yapıldı. 438. duruşmada (11 Temmuz 2018) karar açıklandı. Açıklanan karar göre:
Beate Zschäpe, ömür boyu hapis cezasına çarptırıldı. Ralf Wohlleben’e cinayetlerde kullanılan silahı temin etmekten 10 yıl, cinayetlerin işlenmesinde yardımcı rol oynayan Andre Eminger’e 2 yıl 6 ay, cinayetlerin işlenmesinde yardımcı bir rol üstlenen diğer bir Nazi Holger Gerlach’a 3 yıl hapis cezası verildi. Cinayetlerde kullanılan silahı temin eden Carsten Schultz’e, cinayetler işlendiği sırada 20 yaşında olduğu için 3 yıl gençlik cezası verildi.
Cinayetlerin işlenmesi için silahı temin eden ve silahı Carsten Schulze ile Uwe Böhnhardt ve Uwe Mundlos’a gönderen Ralf Wohlleben için savcılık 12 yıl hapis cezası istemesine rağmen, mahkeme 10 yıl hapis cezası verdi. Mahkeme kararından bir hafta sonra Ralf Wohlleben serbest bırakıldı. Beate Zschäpe, mahkeme kararından sonra Münih’ten Augsburg’daki kadınlar hapishanesine gönderildi. Daha sonra da kendi isteği üzerine Chemnitz’e nakledildi.
NSU davasının sonuçlanmasından sonra Federal Şansölye Angela Merkel, 20 Temmuz 2018’de düzenlediği basın toplantısında; “NSU cinayetleri Almanya tarihinde çok kara bir leke. Birçok şey yaptık, bundan sonra da yapmaya devam edeceğim. Dolayısıyla bunu kapanmayan bir konu olarak niteliyorum” dedi. Angela Merkel devamla temel sorunun ilgili birimlerin teröristlerin yaptıklarını önceden haber alamaması olduğuna dikkat çekerek “O nedenle bu, Almanya tarihinde kara bir lekedir” diye konuştu. Angela Merkel, 23 Şubat 2012’de gerçekleştirilen devlet töreninde, cinayetlerin aydınlatılacağına dair söz vermişti. Ne yazık ki verilen bu söz yerine getirilmedi. NSU’nun arkasındaki örgüt ortaya çıkarılamadı. NSU terör örgütünün arkasındaki yapının ortaya çıkmaması için tedbirler alındı.
Angela Merkel aynı zamanda, cinayetleri işleyen NSU hakkında istihbarat örgütlerinin önceden haber alamadığını açıklıyordu. Oysa ortaya çıkan gerçek, NSU hücresinin varlığından istihbarat örgütlerinin haberi vardı. İstihbarat örgütleri, Nazilerle iç içeydi. Nazileri koruyan, cinayetlerin soruşturmasını bilerek saptıran istihbarat örgütleriydi. Sorun istihbarat örgütlerinin birbirinden habersiz olması değil, cinayetlerden haberdar olan istihbarat örgütlerinin hiçbir şey yapmamış olması ve seri cinayetlerin işlenmesine göz yummaları idi. Angela Merkel söz vermesine rağmen, cinayetlerin açığa çıkması için hiçbir şey yapmadı.
“NSU 2.0”
NSU davası 11 Temmuz 2018’de sonuçlandı. Dava sonuçlanmasına rağmen tartışmalar sürüp gitti. Başta kurban yakınları olmak üzere, anti-faşistler, ırkçılık karşıtları, devrimciler, komünistler, NSU davasında ceza alanların buzdağının görünen kısmı olduğu noktasında birleştiler. Alman devletinin NSU ile iç içe olduğu gerçeğinin üzeri örtüldü.
NSU davasında verilen kararlar, ırkçıları, Nazileri, yaptıkları eylemlerden caydırma yerine daha da cesaretlendirdi. Nazilerle bağlantısı olduğu tespit edilen güvenlik birimlerinin yargılanmaması, göçmen cinayetlerinin işlenmesinde rolü bulunanların açığa çıkarılmaması NSU ile yüzleşmeye gidilmediğini açıkça gösterdi. Mahkeme kararı, Nazilere ve onları destekleyen, kollayan istihbarat örgütlerine cesaret verdi.
NSU kararının açıklanmasından sonra, Nazi kurbanlarının avukatlarına tehditler yönelmeye başladı. Davanın bitiminden üç hafta sonra, Enver Şimşek ailesinin avukatı Seda Başay Yıldız’ın Frankfurt’taki bürosuna “NSU 2-0” imzalı tehdit faksı gönderildi. Bu tehdit faksı ile NSU’nun varlığını devam ettirdiği anlaşılıyordu. Seda Başay Yıldız’a daha önce de birçok tehdit mektubu ve iletiler gönderilmişti. Ancak bu tehditleri dikkate almayan Seda Başay Yıldız’a, gönderilen tehdit faksında özel adresi, küçük çocuğunun adı ve soyadının açık yazılmasından kuşkulanarak suç duyurusunda bulundu. Tehdit faksında yazılanlar şöyleydi: “Pis Türk Almanya’yı bitiremeyeceksin. En iyisi buradan defolup git domuz. İntikam olarak kızını katledeceğiz. NSU 2.0”
Avukatın yaptığı suç duyurusunu araştıran “Eyalet Kriminal Dairesi”, Seda Başay Yıldız’ın özel bilgilerine en son Frankfurt merkezinde bulunan Zeil polis karakolundaki bilgisayardan girildiğini saptadı. Bilgisayara giriş yapan polis grubuna düzenlenen operasyonda, polislerin kendi aralarında ırkçı birtakım sözleri, Hitler’in fotoğraflarını ve diğer ırkçı sembolleri paylaştığı tespit edildi. Altı polis görevden alındı ve haklarında soruşturma başlatıldı. Ancak soruşturmanın sonucu doğrudan avukata bildirilmedi. Avukat, beş erkek ve bir kadın polisin görevden alındığını basından öğrendi.
Avukat Seda Başay Yıldız, altı tehdit mektubu daha aldı. Tehdit mektuplarının birinde, bu kez Seda Başay Yıldız’ın yaşlı anne-babasının adı yazıyordu. Kamuoyunda tanınmayan, sosyal hesapları bulunmayan bu yaşlı insanların kimlik bilgilerini ancak güvenlik birimleri bilebilirdi.
“NSU 2.0” imzasıyla benzer tehdit mektupları başka avukatlara, tanınmış kişilere de gönderildi. Seda Başay Yıldız’ın tehdit edilmesinin basına yansımasıyla, 100’den fazla tanınmış kişilerin tehdit edildiği ortaya çıktı. Basında çıkan haberlere göre 100 kişi “NSU 2.0” “Nationalsozialistische Offensive” (“Nasyonal Sosyalist Taarruz”) ya da “Wehrmacht” (Silahlı Kuvvetler) imzalarıyla tehdit edildi. Gönderilen tehdit mektuplarının altına üç ayrı örgütün isminin yazılması dikkat çekiciydi.
Bir polisin ilginç ölümü Alman basınına yansıdı. Frankfurter Rundschau gazetesinde 7 Mayıs 2019’da yer alan bir habere göre; 5 Mayıs 2019’da Kassel yakınlarında meydana gelen trafik kazasında 36 yaşındaki bir polis yaşamını yitirdi. Ölen polisin “NSU 2.0” tehdit mektubu gönderen ve bu yüzden görevden alınan polislerden biri olduğu ortaya çıktı. Emniyette basında çıkan bu haberi doğruladı. Almanya’da, ordu, polis ve istihbarat örgütleri içerisinde Nazilerin olduğu biliniyor. Şimdiye kadar açığa çıkarılanlar sadece buzdağının görünen kısmıdır.
Sonuç
4 Kasım 2011’e kadar Alman polisi hedef şaşırttı. Katiller, kurban ailelerinin içinde ve çevresinde arandı. NSU’nun 4 Kasım 2011’de deşifre olması önlenemedi. Daha önce hedef şaşırtanlar, bu defada teröristlerin “Zwickau Hücresi”yle sınırlı tutulması çabası içerisine girdiler. Ne yazık ki, bu çabalarında başarılı oldular. “Zwickau Hücresi”nin arkasındaki güçler açığa çıkarılmadı. Anti-faşistlerin, basının yoğun mücadelesi sonucu açığa çıkarılan NSU ile bağlantılı 25 istihbarat ajanı yargılanmadı, yargı karşısına çıkarılmadı.
NSU’lu teröristler, Alman devletinin kurduğu ırkçı örgütlerde büyüdü. Almanya’da 16 eyaletin istihbarat örgütleri var. Eyaletlerin istihbarat örgütleri dışında, “Askeri İstihbarat Servisi” (MAD), “Anayasayı Koruma Federal Dairesi” (BfV) ve “Federal İstihbarat Servisi” (BND). Yani Almanya’da toplam 19 istihbarat örgütü var. Bu istihbarat örgütlerinde binlerce insan çalışıyor. Naziler, devlet eliyle örgütlendi ve göçmenlere karşı kışkırtıldı. Amaç, göçmenler üzerinde bir korku oluşturmak ve göçmenlerin Almanya’da güvende olmadıklarını hissedip ülkelerine dönmelerini sağlamaktı.
NSU terör örgütünün ortaya çıkmasından sonra, Alman Federal Meclisi, Bavyera, Thüringen, Hessen, Kuzey Ren-Westfalya, Baden Württemberg ve Saksonya eyalet meclislerinde soruşturma komisyonları kuruldu. Soruşturma komisyonları, olayları aydınlatmak ve yetkili mercilerin olaylara karışıp karışmadığını, ya da nerelerde hata yaptıklarını ortaya çıkarmak için çalışmaya başladı. Ancak meclis araştırma komisyonları çalışmaya başlamadan önce, Thüringen’de “Güvenilir Kişiler“ (V-Mann) olarak çalışan muhbirlerle ilgili çok sayıda bilgi, belge ve dosya “Federal Anayasayı Koruma Örgütü”nde imha edildi.
Araştırma komisyonları ve araştırmacı gazetecilerin çalışmaları sayesinde, ırkçı terörü destekleyen çevreler ve NSU çevresinde 25 muhbirin varlığı ortaya çıkarıldı. Ortaya çıkan bütün veriler, gizli haber alma servislerinin NSU terör örgütüne karşı mücadele etmediğini, cinayetlere göz yumduğunu ve hatta koruduğunu, yönlendirdiğini gösterdi.
“Anayasayı Koruma Örgütü” tarafından hazırlanan ve “Eyalet İçişleri Bakanlığı”na sunulan 250 sayfalık raporun kamuoyuna açıklanması 120 yıl boyunca yasaklandı. Raporda; 1992-2012 yılları arasında Almanya’da aşırı sağ örgütler, bu örgütlerin içindeki ajanlar ve örgütleri yöneten istihbarat elemanlarıyla ilgili bilgilerin yer aldığı tahmin ediliyor. Raporun açıklanma süresinin çok uzun olduğu tartışmaları yaşandı. 2 Haziran 2019’da Kassel Valisi Walter Lübcke bir Nazi tarafından öldürüldü. Walter Lübcke’nin öldürülmesi, kamuoyuna açıklanması gereken raporun süresi bağlamında tartışmaları yeniden alevlendirdi. Tartışmalardan sonra söz konusu rapora ulaşma engeli 30 yıla düşürüldü. Böylece rapor ilk olarak 2044’de kamuoyuna açıklanacak.
Kapitalist/emperyalist bir dünya sisteminde yaşıyoruz. Bu sistem, işçilere-emekçilere düşman bir sistemdir. Bu sistem, sermayenin çıkarlarını merkeze koyan ve kollayan bir sistemdir. Bu sistemin kimi ülkelerdeki “demokrasi”, “insan hakları”, “hukukun üstünlüğü” vb. vb. lafları sahtekârlıktan başka bir şey değildir. Bütün ülkeler, paramiliter örgütleri, mafyayı, yasa dışı oluşumları, kontrol altında olduğu sürece kendi çıkarları için kullanmaktadır.
Almanya’da egemen sınıflar, esas olarak İslamofobi, İslam düşmanlığı, göçmenler ve mülteciler sorununu tartışıyor. Bu konular bağlamında, egemenlerin kendi aralarındaki kapışmalar gündemi belirliyor. Irkçılar, İslam düşmanlığı mülteci ve göçmen karşıtlığı temelinde giderek güçleniyor. Alman devleti, cephe gerisini sağlama almak için bilinçli olarak milliyetçiliğin, ırkçılığın yükselmesini teşvik ediyor. Almanya’da sistematik olarak mülteci yurtlarına, göçmenlere saldırılar yapılıyor. Amaç, göçmenlere, mültecilere korku salmak ve bu insanların Almanya’yı terk etmesini sağlamaktır.
Almanya’ya benzer uygulamalar ülkelerimizde de hüküm sürmektedir. Ülkelerimizde de paramiliter örgütler, radikal dinciler, mafyavari örgütler devlet tarafından kullanılmaktadır. Kontrol altında olduğu sürece bu örgütlerin kullanılmasında bir sorun görülmemektedir. Ülkelerimizde, muhalifler, Türk olmayan uluslar ve Müslüman olmayan azınlıklar faşist devletin terörüne maruz kaldı, kalıyor. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de koyulaştırılmış faşizm uygulanıyor. T.C. tarihi, halkların katledildiği, acıların yaşandığı bir tarihtir. Hrant Dink, Tahir Elçi ve daha niceleri katledildi. Türk yargısı, tıpkı Almanya’da olduğu gibi sadece tetikçileri yargıladı. Birçok katliamın failleri ise açığa çıkarılmadı, üzeri örtüldü. Yapılan katliamların hesabı sorulmadı, devlet birçok olayın üzerini örttü, örtüyor. Faşist devlet terörüne maruz kalan bir ülkenin devrimcileri olarak, Almanya’daki NSU kurbanlarının acılarını, direnme iradelerini anlayabiliyoruz. Almanya’da yükselen iç faşistleşmeye ve ırkçılığa karşı mücadele eden anti-faşistlere, devrimcilere ve komünistlere dayanışmamızı iletiyoruz.
Temmuz 2021