Toplumlar ne kadar erkek egemen ve antidemokratik ise farklı cinsel yönelimde olan bireylere karşı saldırı, nefret ve ayrımcılık da o denli koyu oluyor.
Burjuva demokrasisinin gelişkin olduğu bazı ülkelerde eşcinsel evliliklerden evlat edinmeye kadar yasal haklarda kazanımlar sözkonusuyken, ülkelerin çoğunluğunda LGBTI bireylerin haklarını tanımayan ve onlara cinsel yönelimlerinden dolayı en ağır cezaları mübah gören bir baskılama gündemdedir. Ve esas olan şu ki, tek tek ülkelerde varolan yasalar ne olursa olsun, bugün dünyanın her yerinde LGBTİ’ler (Lezbiyen, Gey, Biseksüel, Trans ve İnterseksüel) ağır saldırı ve aşağılanmalara, toplumsal ayrımcılığa maruz kalabiliyorlar.
2001 yılında Hollanda’da, dünya yüzünde ilk kez olmak üzere, eşcinsel evliliğin yasal hale gelmesinin ardından, bunu başka ülkeler de izledi.
Günümüzde Fransa, Belçika, Finlanda, İrlanda, İzlanda, Lüksemburg, Danimarka, Norveç, Portekiz, İsveç, İspanya, Arjantin, Brazilya, Kolombiya, Uruguay, Kanada, ABD ve Güney Afrika’da da eşcinsel evlilik yasallaşmış durumda. Almanya, Avusturya, İsviçre, İngiltere, Meksika ve Avusturalya’da ise eşcinsel evlilikler sadece “medeni birliktelik“ düzeyinde tanındığından, bu ve diğer ülkelerde eşcinsel evliliğin tam kabulü için girişimler sürüyor.
Bunun karşısında LGBTİ’lerin haklarının tanınması bir yana, onlara yaşam hakkı dahi tanımayan, ya da varlığını dahi kabul etmeyen büyük bir ülkeler çoğunluğu duruyor. Yemen, İran, Irak, Katar, Suudi Arabistan, Somali, Sudan, Birleşik Arap Emirlikleri, Nijerya, ve Moritanya’da ceza yasalarında eşcinsellik resmen suç kabul ediliyor ve eşcinseller şeria yasalarına göre taşlanarak öldürülebiliyor, ya da idam edilebiliyor. Bunlar uç noktadaki örnekler… Diğer ülkelerde idam cezası olmasa dahi, bunların çoğunluğunda eşcinsellik “suç”, “gayri tabii”, “anormal”, “sapkınlık”, “tedavi edilmesi gereken psiko-seksüel hastalık” olarak kabul edilmektedir. Türkiye’de gerçi yetişkin bireyler arasındaki eşcinsel ilişki yasalarca suç sayılmamaktadır, fakat bu çok da fazla bir şey ifade etmemektedir. Yasalar ne eşcinsel evliliği ne de herhangi biçimde eşcinsel birlikteliği kabul etmemektedir. Türkiye’de eşcinsel erkekler askerlikten men edilmektedir. Askeriyede eşcinsellik “gayri tabii mukarenet” ve “suç” olarak görülmekte ve eşcinselliği ortaya çıkan subaylar TSK’dan uzaklaştırılmaktadır. LGBTİ bireylerin aynı şekilde devlet memuriyetinden atılmaları da sözkonusudur. Özel sektörde de birçok durumda açığa çıktıklarında işlerini kaybetme tehlikesiyle karşı karşıyadırlar.
Çünkü bir bütün olarak toplum heteroseksisttir, yani sadece erkek ile kadın arasındaki cinsel ilişkiyi olumlayan bunun dışındaki yetişkin bireyler arasındaki eşcinsel ve trans ilişkileri “anormal” ve “sapkınlık” sayan bir zihniyete sahiptir. Bunun en çarpıcı kanıtını yapılan bir araştırma ortaya koymaktadır: Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Yılmaz Esmer’in 2009 yılındaki bir araştırması kapsamında 34 ilde 1715 kişiye sorulan “Kiminle komşu olmak istemezdiniz?” sorusuna katılımcıların yüzde 87’si “eşcinsel kişiler” olarak yanıt vermiştir. (https://tr.wikipedia. org/wiki/Türkiye’de_LGBT_hakları)
LGBTİ’ler bizzat devletin polisi, güvenlik güçleri, tıbbi personeli vb. tarafından en ağır saldırılara maruz kalabilmektedir, genel olarak toplumsal aşağılanma/ayrımcılık had safhadadır. Eşcinsel ve trans ilişkilerin toplumsal aşağılanmasından kaynaklanan homofobi (eşcinsellik korkusu ve nefreti) son derece yaygındır.
Bütün bu nedenlerle, bugün ülkelerimizde eşcinsel ve trans ilişkiler maalesef çoğunlukla açıktan değil, gizli olarak yaşanmaktadır. Dinin etkisi ve muhafazakarlığın hakimiyeti gözönünde tutulduğunda bu noktada kısa vadede büyük bir değişiklik beklemek de ne yazık ki pek mümkün değildir. Hatta belki de tam tersi! Bu konudaki tabunun yoğunluğuyla kolkola giden bir toplumsal ikiyüzlülük hakimdir: Eşcinsel ilişkiyi “anormal” olarak damgalayan erkek şovenizmi, fırsatını bulduğunda “ibne” olarak aşağıladığı bireylere tecavüzü “erkeklik” saymaktan geri durmamaktadır.
Farklı cinsel yönelim “anormallik” değil, bireysel tercihtir!
„Eşcinsellik, aynı cinsiyetten bireylerin birbirlerine yönelik romantik ve cinsel çekimini ifade eder. Biseksüellik ise bir bireyin hem karşı cinsten hem de kendi cinsinden birine romantik/cinsel ilgi duyabileceğini ifade eder. Heteroseksüellik de bireyin karşı cinsten kişilere romantik/cinsel çekim hissetmesidir. Bunların her üçü de insanlarda görülen cinsel yönelimlerdir ve herhangi biri diğerinden daha “normal” veya “anormal” değildir.
Translık ise bireylerin kendilerini hangi cinsiyete ait hissettikleri ile ilgilidir ve bu hissiyat yaşamın ilk yıllarından itibaren kendini gösterir. Yani bazı bireyler kendilerini üreme organlarına göre tanımlanmış olan cinsiyetlerine ait hissederken, bazıları bunun tersini hissederler. Bunlardan biri ya da diğeri daha “doğal”, “normal” veya “olumlu” değildir. Bu nedenle trans varoluşlar hiçbir şekilde “hastalık” veya “bozukluk” olarak görülemez.“ (http://www.lambdaistanbul.org/s/ etkinlik/homofobik-ve-transfobik-psikolojipsikiyatri-k itaplari-ve-uygulamalari-hakkinda-aciklama)
Geçen yüzyılın ortalarından beri eşcinsellik ve çeşitli cinsel yönelimin nasıl değerlendirilmesi gerektiği noktasında bilim dünyasında büyük değişiklikler oldu. Bir dönemler “anormallik”, “kişilik bozukluğu ve psikolojik rahatsızlık” kategorisinde ele alınan eşcinsellik, artık bilim ve tıb dünyasında böyle değerlendirilmiyor. Dünya Sağlık Örgütü (WHO) resmen eşcinselliği, biseksüelliği, transseksüelliği heteroseksüellikle eşdeğer tutuyor ve bunları “çeşitli cinsel yönelimler”den biri olarak değerlendiriyor. Bu, “norm kadın ile erkek arasındaki ilişkidir, geri kalan norm dışıdır!” eski bakış açısından gerçekten de köklü bir kopuştur. Fakat, bilim dünyasının “norm dışı” değil, cinsel yönelimlerden biri olarak kabul etmesi ve tek tek ülkelerde LGBTİ’lerin bireysel hak ve özgürlüklerinin yasalarca kabul edilmiş olması, toplumsal olarak kabullenişin aynı düzeyde olduğu anlamına gelmemektedir.
Maalesef toplumsal olarak hâlâ erkek egemenliğinin/ erkek şovenizminin norm olduğu bir dünyada yaşıyoruz! Böyle olduğu için de günlük yaşantımızda bilimin ne dediği değil, çoğunluğun nasıl gördüğü karşımıza engel olarak çıkıyor.
Bugün Kuzey Kürdistan/Türkiye’de, LGBTİ bireyler olarak açıkça ortaya çıkanlar son derece küçük bir azınlıktır ve onlar sayılarına tamamen ters orantıda hakları ve özgür yaşamları için muazzam bir ONUR MÜCADELESİ vermektedirler.
1990’lardan beri örgütlenerek ortaya çıkan LGBTİ hareketi, kadın hareketi, anti militarizm ve savaş karşıtlığı, Kürt ulusal kurtuluş hareketinin mücadelesi, faşizme karşı mücadele ve çevre hareketi, insan hakları hareketi vb. gibi bütün demokrasi mücadelelerinde doğru tarafta saf tutmuş ve varlık göstermiştir. Onların bu kararlı mücadelelerine karşın, LGBTİ hareketinin “sol”-devrimci hareketler tarafından “görülmesi”, “fark edilmesi” önemli ölçüde “gezi direnişi” döneminde olmuştur. Özelde trans yaşam alanlarına yönelik bir tehdit olarak “Kentsel Dönüşüm Projeleri”ne karşı en başından itibaren mücadele yürüten LGBTİ Hareketi, Gezi Direnişi dönemindeki duruşlarıyla, çok yönlü militan mücadeleleriyle tarihsel bir kırılmayı sağlamışlardır. İlk kez 2003 yılında İstanbul’da 30 kişinin düzenlediği “Onur Yürüyüşü”, 2013’de Gezi Direnişi’nin de etkisiyle onbinlerce kişinin katılımıyla gerçekleştirilmiştir ve böylece Türkiye tarihinde ilk kez LGBTİ hareketinin bir yürüyüşüne heteroseksüellerin yoğun katılımı – hatta çoğunlukta oldukları bir katılım! – gerçekleşebilmiştir. LGBTİ hareketinin Gezi Direnişindeki muazzam performansları sonuç vermiş ve bundan sonra Kuzey Kürdistan/Türkiye‘nin birçok yerinde LGBTİ bireylerin örgütleri oluşmuştur.
Türkiye’deki LGBTİ örgütlerinin en başında şunları saymak gerekir: Lambda İstanbul, Kaos GL, MorEL Eskişehir LGBTT Oluşumu, Pembe Hayat, Siyah Pembe Üçgen İzmir Derneği. Amed’de kurulan (2009) ilk Kürt LGBTT grubu “Piramid”, “Kürt eşçinsel ve transeksüeller vardır” sloganıyla 2011’de “Hevjin” adlı Kürtçe-Türkçe yayın organı çıkarmaya başlamışlardır.
İktidarın ve elindeki medyası ve tüm kurumlarıyla egemen kültürün bütün inkar ve nefret söylemine karşın LGBTİ’ler “görünür” olmak için azimli ve başarılı bir mücadele yürütmektedirler.
Onların ve destekçilerinin verdiği bu mücadele özde demokrasi mücadelesidir. Bu, gerici ahlak ve değer yargılarıyla şekillenmiş bir toplumda farklı cinsel yönelim ve yaşam biçimlerinin varlık mücadelesidir, kendisine yaşam alanı açma mücadelesidir. Bu mücadeleyi dikkate almayan, onu küçümseyen, ‘sınıfın dağ gibi sorunları dururken, bunlarla mı uğraşacağız’ türünden argümanlara meyleden, objektif olarak demokrasi mücadelesinden hiçbir şey anlamamış demektir!
LGBTİ’lerin bireysel hak ve özgürlükleri için mücadelesine devrimci ve komünistler sahip çıkmak zorundadır.
Bütün samimiyetimizle şunu teslim etmeliyiz ki, devrimci ve komünist saflarda da heteroseksist ve erkek şovenisti zihniyet ve yaklaşımlar yeterince sorgulanmış ve henüz aşılmış değildir. Sorun, salt LGBTİ bireylerin toplumsal varlığına “tahammül etmek“ değil, onların toplumun farklı ama eşit bireyler olarak kabul edilmesi ve onlar üzerindeki her türden baskı ve ayrımcılığa karşı kararlı bir şekilde mücadele edilmesindedir. Devrimci ve komünistler saflarındaki homofobiye/transfobiye karşı mücadele etmek, dillerini ve zihinlerini heteroseksist zehirlenmeden arındırmak zorundadırlar. Bizler, salt kadın ile erkeğin değil, cinsel yönelimleri ne olursa olsun yetişkin bireylerin özgür ilişkilerinin savunucusu olduğumuzu teori ve pratiğimizle kanıtlamak zorundayız.
Eşcinsellik, biseksüellik, trans ve interseksüellik “tedavi edilmesi gereken bir hastalık“ vb. değil, bireylerin kendi tercihleridir! Anne-baba, öğretmen, polis, doktor… devlet… hiç kimsenin cinsel yönelimdeki bu tercihe müdahale etme hakkı yoktur! “Yanlış” olanlar LGBTİ’ler değil, büyük bir ikiyüzlülükle onları aşağılayan ve baskılayan toplumdur, heteroseksist düzendir!
10.04.2017