Aşı, hastalıklara karşı bağışıklık sağlamak için uygulanan bir tedavi yöntemidir.
Şimdiye kadar kullanılan aşılar inaktif geleneksel yöntemlerle elde edilen aşılardır. İlk kez Korona virüse karşı mücadelede yeni bir aşı elde etme yöntemi/sistemi geliştirildi, Korona virüsüne karşı mücadelede iki tip aşı söz konusudur. Bugün Korona virüsüne karşı aktif bağışıklık kazanmak için aşı üretiminde iki farklı teknoloji kullanıldı: Biyoteknolojik ve inaktif, yani geleneksel aşılar. Çalışma sistemlerine gelince:
(Bakınız Aşı şeması)
İnaktif geleneksel aşıların çalışma sistemi: Hastalığa sebep olan virüsler, zayıflatılarak ya da etkisizleştirilerek (inaktif hâle getirilerek) virüs vücuda enjekte edilir. Bu yolla vücut, kendisine zarar vermeyecek hâle gelen virüse karşı bağışıklık kazanmayı öğreniyor. Anda pazarda en fazla ismi duyulan Sinovac, Sputnik V ve Oxford/AstraZeneca aşıları bu tür aşılardır.
mRNA tabanlı biyoteknolojik aşılar: Virüsün tamamı yerine, genetik bilgisini taşıyan RNA zincirindeki kritik virüsün taşıdığı genetik yapısına ait bilgilerin bir kısmı vücuda enjekte edilir. Viral vektör aşılar olarak ta anılan bu aşılarda gen teknolojisi kullanılır. BioNtech ve Moderna isimli aşıları da mRNA tabanlı aşılardır. Bu yöntem yenidir.
Aşılar, vücutta yeterli bağışıklığı sağlaması için 3-4 hafta arayla ikişer doz uygulanacak şekilde yapılır. Amaç ilk dozun aşılanmasından sonra geçen sürede azalan antikor miktarını, ikinci doz ile belli bir seviyenin üzerinde tutmaktır. Yani vücuda giren mikropları/virüsleri zararsız duruma getirmek için organizmamızın ürettiği antikorlar hastalıktan korunmamızı sağlar, koruyucu rol oynarlar. Bu antikorlar hastalık geçirip iyileşen kişilerde de oluşabilir. O zaman aşıya ihtiyaç duyulmaz. Ne kadar süre için koruyucu rol oynadıkları vücudun bağışıklık sistemine bağlıdır.
Geleneksel aşılara oranla mRNA aşıları kısa zamanda daha fazla üretim yapılabilmesine olanak sağlar. Aralarındaki önemli farklardan biri de dağıtım ve depolama sorunlarıdır. Geleneksel aşılar buzdolabı sıcaklığında depolanabilirken, mRNA aşıları yani BioNTech ve Moderna aşıları daha düşük (-20/-70 santigrat derecelerde) sıcaklıklarda depolanması ve korunması gerekmektedir.
Aşının Çin’i, Alman’ı, Rus’u olmaz. Bunlar aptalca içinde milliyetçilik barındıran olumsuz yaklaşımlardır. Aşıyı üreten firma vardır, bu firmaların nerede olduğundan bağımsız olarak genelde ilaç sanayi tekellerinin kontrolü gündemdedir. Yukarda açıkladığımız gibi Korona virüs ile ilgili olarak anda aşı üretiminde iki yöntem kullanılmaktadır. Hangi kapitalist tekelin üretimde hangi yöntemi kullandığı sorusu, parayı nasıl daha hızlı ve daha fazla kazanırım sorununa bağlanır. Küresel sermayenin özellikle Batı medyasının yere göğe sığdıramadığı mRNA yöntemiyle elde edilen aşılarda, bir dizi soru işaretleri olduğu gibi, geleneksel inaktif/viral Korona virüs aşıları içinde bir sürü soru işaretleri söz konusudur.
Hangi yöntemle üretilen aşı olursa olsun, aşının genel kullanıma girmeden önce koruyuculuğunun ve güvenliğinin test edilmesi zorunludur. Bir aşının genel kullanım izni alınmadan önce geçireceği test evreleri konusunda (https://arztundkarriere.com) 14 Şubat 2020’de yayınlanan Almanca makalede (tarafımızca yapılan özetlenmiş tercüme) şu bilgiler verilmektedir:
“1– Labor tarama aşaması: Aşı adaylarının gelecek vaat eden maddeleri ve virüs moleküllerini belirlemek için çeşitli testlerden geçtiği labor aşaması ile başlar. (Bu aşama uzun yılları alabilir-BN)
2– Klinik öncesi gelişme: Belirlenen adaylar bir hayvan modelinde test edilir. Etkinlik, immünojeniklik (bağışıklık sistemi tepkisinin ölçümü) ve güvenlik hakkındaki ilk bilgilerin üretildiği yer burasıdır. Yıllar alabilir.
3– Klinik gelişme aşaması: Aşı çalışmaları/adayı kendini kanıtladığında, sağlıklı gönüllüler üzerinde klinik denemeler için planlama başlar. İlaçlarda olduğu gibi, klinik geliştirme programı üç aşamadan/Faz oluşmaktadır. Bu aşamalarda bile şirketler, bir aşıyı olabildiğince verimli ve uygun bir şekilde geliştirmek ve gönüllüler için riski en aza indirmek için sağlık yetkilileriyle yakın temas hâlindedir.
Faz 1/1. aşama: Yeni bir aşı ilk olarak çok küçük bir gönüllüler grubunda (<100 yüzden küçük), büyük güvenlik sorunlarını ortadan kaldırmak ve doktorların doğru dozu belirlemesine yardımcı olmak için test edilir. Bu aşama birkaç yıl sürebilir.
Faz 2/2. aşama: Burada aşı, daha büyük bir gönüllü grubunda (<1,000 binden küçük) test edilir. Bu, esas olarak aktif bileşenin son yoğunlaşma (miktarı) ve koruma sağlanmadan önce gerekli olan aşı sayısını/miktarını belirler. Doktorlar ayrıca daha seyrek görülen olası yan etkilere de dikkat ederler. Bu aşama da birkaç yıl sürebilir.
Faz 3/3. aşama: Daha sonra aşı, belirli bir süre içinde (Şimdiye kadarki aşılarda bu evre 4-7 yıl sürüyordu-BN) birkaç bin sağlıklı gönüllüler üzerinde test edilir. Bu testlerde birkaç şey daha incelenir:
- a) aşının doğal enfeksiyona karşı koruyup korumadığı,
- b) aşıyı test eden hastalar, hâli hazırda onaylanmış ve yerleşik prosedürlerden (bakım standardı) daha iyi korur,
- c) aynı zamanda doktor tarafından uygulanabilecek diğer hastalıklara karşı aşılarla etkileşimi engelleme/yan etkiler,
- d) çok nadir yan etkilerin ortaya çıkıp çıkmayacağı,
- e) aşılar biyolojiktir ve oldukça karmaşık ilaçlardır. Hastalığa neden olan ve korumak için tasarlandığı virüslerden, bakterilerden veya toksinlerden elde edilir. Biyolojik bir şeyi üretmek kolay değildir. Bu nedenle 3. aşama aynı zamanda “lottan lota tutarlılık” (yaş, etnik grup ve cinsiyete karşı tutarlılık) denen çalışmaları da içerir.Bununla amaç, farklı üretim partilerinin benzer etkinlik ve güvenliğe sahip olduğunu kanıtlamaktır.
– Onay Aşaması: Veriler, yalnızca 1-3/Faz aşamalarının klinik gelişimi başarılı olursa, onay için sağlık yetkililerine başvurulabilir. Veriler, etkinlik ve güvenliği gösterecek kadar kapsamlı olduğunda, sağlık yetkilileri tarafından onay verilir. Onay süreci yaklaşık bir yıl sürer. Onay, her ülkedeki sağlık otoritelerinden ayrı ayrı alınmaktadır.
– Sürekli izleme: Onaylandıktan sonra bile aşılar düzenli kontrollere tabi tutulur ve sağlık otoriteleri ile işbirliği içinde güvenlikleri sürekli izlenir.”
Aslında bu asamalar hangi yöntemle olursa olsun bütün aşılar için geçerlidir. Dikkat çekmek istediğimiz önemli bir nokta; onlarca yılı kapsayan çalışmalar korona virüs aşısında 11 ayda onay aşamasına ulaşmış olmasıdır. Bu bir yanı ile büyük bir başarıdır. Fakat uzun vadeli yan etkiler meselesi henüz çözülmemiştir!
Bu konuda farklı yaklaşımların var olduğunu da bilmek gerekli. Aşıların bu kadar hızla üretilir olmuş olması, a) insanlığın bilimsel araştırmalarındaki edinmiş olduğu deneyimden, b) kapitalist dünyanın büyük bir kriz korkusundan ve bu anlamda hızlı bir prosedür için çalışmasından kaynaklanmıştır. Bu bağlamda bu hıza, kapitalist çıkarlara rağmen varılmıştır! Bu gerçekte kapitalist çıkar engelleri olmasa, her şeyin çok daha iyi bir şekilde yürüyebileceğinin göstergesidir. Andaki durumda da bütün dünyanın bu aşılara hızla erişebilmesinin engeli, esas zorluğu çıkaranlar ve para kazanmaya çalışanlar ecza-ilaç sanayiidir.
Evet, bu başarıdır. Ama uzun vadeli sonuçlar konusunda elde hiçbir veri olmaması pahasına elde edilen bir başarıdır. Bunun bilinçte tutulması gerekir. Peki, beklenmesi daha mı doğru olurdu. Hayır! Çünkü öldürücü bir virüsle karşı karşıyayız. Ve bu aşılar bu hâliyle de kısa süre açısından pandemiyi geriletmede bir silah. Yani şimdi 10 yılda ne olacağı sorusuna cevap verdikten sonra genel aşılama izni vermeyi bekleme lüksümüz yok! Bu anlamda hepimiz “denek”iz!
Bunda ilaç tekellerinin aç gözlülüğün yanı sıra emperyalist/kapitalist sistemin sağlık sektöründeki rezilliğinin, çöküntünün de yeri söz konusudur. Sistem bu boyutta bir virüsün etkisine hazır olmadığından toplumun tepkisinin yüksek dozlara ulaşmasının engellenmesi amacını da içerir. Yani aşı çalışmasının bu kadar hızlı onay ve uygulanma aşamasına gelmesinde tencerede sıkışan havanın alınması gerekliliği de rol oynamıştır. Aşı pazarı o kadar büyüktür ki, elini çabuk tutan daha fazla kazanır mantığı çalışmaların odak noktasındadır. Yöneticilerle ilaç tekelleri el ele verip sömürü sistemlerinin korunmasını ön plana almışlardır. Esas dertlerinin merkezinde insanların yaşam koşullarını sağlıklı kılmak ve kolaylaştırmak olsaydı zamanında tedbirler alınırdı. Doğanın talanının önü alınır, gelebilecek felaketlere karşı sağlık alanında hazırlıklı olunurdu. Nasıl ki bir doğa olayı depremler felakete yol açıyorsa, andaki durumda ondan farklı değildir. Her felakette olduğu gibi bu Korona virüs felaketinde de esas darbeyi yiyen emekçiler, deyim yerindeyse “alttakiler”dir. Hem ulusal hem de uluslararası alanda en zayıf olanlar, emekçilerdir. İnandıkları “kader” onlara bu felakette de acılar yaşatmaya devam ediyor. “Yağmur nereye yağarsa tarlayı oraya taşıyan” zenginler kendi tedbirlerini almada hep öncelikli oldular ve bu olgu devam ediyor. Çünkü yöneten de onlardır.
Aşıdaki adaletsizlik
Gıdada-konutta, eğitimde-ulaşımda, haberleşmede olduğu gibi sağlıkta da adaletsizlik diz boyu. Bu durum hem yerelde hem de uluslararası alanda aşı adaletsizliğinde de kendini gösteriyor.
“AB Komisyonu, bugüne kadar aşı geliştiren şirketlerle üye ülkeler adına yaptığı 6 sözleşmeyle yaklaşık 2,3 milyar doz alabilecek konuma geldi. AB, opsiyonlar dâhil olmak üzere BioNTech-Pfizer ile 600 milyon, AstraZeneca ile 400 milyon, Sanofi-GSK ile 300 milyon, Johnson and Johnson şirketiyle 400 milyon, CureVac ile 405 milyon, Moderna ile 160 milyon doz aşı almak için sözleşme imzaladı ancak AB ülkelerinde aşılamaların yavaş ilerlediği eleştirileri yapılıyor.” (27 Ocak 2021, https://www.indyturk.com )
Korona virüs belası kapitalist ilaç sanayine mutlu günler yaşatıyor. Büyük insanlık hastalıktan inlerken, açlıktan kıvranırken, işsizlikten canından bezmişken, eve hapis olmaktan bıkmışken, emperyalist ilaç tekellerine gün doğmuş durumda. Azami kâr amaçlı iş yaptıklarından fırsatı iyi değerlendirip kasalarını doldurma eyleminde her türlü ahlaki değerden uzak hareket etmektedirler. Kapitalizmin dini imanı para olduğu için bu bir avuç tekelcinin insanların yaşama hakkını daraltmakta herhangi bir sakınca görmedikleri açıktır. Bu ilaç tekellerinde esas değeri yaratanların aşıyı üretenlerin durumu da diğer sınıf kardeşlerinden farklı değildir. Tek avantajları anda çalışır olma halleridir. Yaratılan değerin kaynağı her alanda olduğu gibi bu alanda da bir avuç tekel sahibine gitmektedir. Parayı basana “al sana aşı” dediklerinden kasaları milyar dolar/avro ile dolmaktadır. Paran yoksa bekle ve geber anlayışı sömürüye dayanan tüm sistemlere has bir gelenektir. Bu konuda DSÖ Genel Sekreterinin “feci bir ahlaki çöküşün eşiğinde” yakınmaları durumu değiştirmiyor.
Dün olduğu gibi günümüzde de salgının etkisinin genel olarak kırılması için alınan tedbirler arasında aşı önemli bir araç olarak gündemdedir. Aşının bulunması süreci düne göre çok hızlı oldu. Çünkü her alanda olduğu gibi TIP alanında da teknik ve bilim yadsınamaz gelişmeler kaydetmiştir. Ama bu kadar hızlı olmasının sebeplerini yukarda açıklamaya çalıştık. Marx ve Engels, 173 yıl önce, bilim ve tekniğin gelişmesinden öncelikli olarak üretim araçlarının sahibi her ulustan burjuvazinin yararlandığını şöyle açıklıyorlardı:
“Burjuvazi, iktidara geldiği her yerde, bütün feodal, ataerkil, romantik ilişkilere son verdi. İnsanı doğal efendilerine bağlayan çok çeşitli feodal bağları acımasızca kopardı ve insan ile insan arasında, çıplak çıkardan, katı “nakit ödeme”den başka hiçbir bağ bırakmadı. Dinsel tutkuların, şövalyece coşkunun, dar kafalı duygusallığın ilahi vecde gelmelerini, bencil hesapların buzlu sularında boğdu. Kişisel onuru, değişim-değerine indirgedi ve sayısız tasdikli kazanılmış özgürlüklerin yerine, o tek insafsız özgürlüğü, ticaret özgürlüğünü koydu. Tek sözcükle dinsel ve siyasal düşlerle perdelenmiş sömürünün yerine, açık, utanmaz, dolaysız, yalın sömürüyü koydu.
Burjuvazi, şimdiye dek saygı duyulan ve dinsel bir korkuyla bakılan bütün faaliyetlerin kutsal halelerini söküp attı. Doktoru, hukukçuyu, rahibi, şairi, bilim adamını kendi ücretli işçisi durumuna getirdi.” (“Komünist Partisi Manifestosu”, Karl Marx, Friedrich Engels, s.107-108, Dönüşüm Yayınları, Nisan 1994, İstanbul)
Bunları söylediklerinde yıl 1848 idi. Aradan geçen 173 yıla rağmen durumun temelinde herhangi bir değişiklik olmamıştır. Bugün de bilim insanlarının çaba ve çalışmalarının sonucu olarak ortaya çıkarılan Covid-19 aşısı öncelikle burjuvazinin sınıf çıkarları doğrultusunda onun kâr insafına bırakılmıştır. Çünkü bu yöndeki üretim araçlarının sahibi ulusal özelliğinden (Alman-Türk-Amerikan-Rus-Çin) bağımsız olarak burjuva sınıfın hâkimiyeti altındadır. Yasalar onun bu mülkünün korunması için vardır. Onun için “adalet mülkün temelidir” denir. Bundan dolayıdır ki aşağıda isimlerini sunduğumuz aşı sahibi tekeller bulunan aşılara patent alarak fikri mülkiyet hakkının sahibi oldular. Pazarlama hakkının sahibi olduklarından aşıyı da parayı basana sundular. Patent korumasındaki bir ilacın 5-8 yıl süre kontrolü elinde tutan şirketler vurgunu vurduktan sonra onu serbest bırakır. Yani paran yoksa öl! Çünkü kalırsa sana da düşer belki.
Piyasada esamisi okunan aşıların tablosu:
Anti-covid aşılar
BioNTech/Pfizer
11 ay gibi kısa bir zamanda onay alan ve uygulanmaya sunulan aşı sentetik bir aşıdır ve etkisi konusunda bir dizi soruların henüz bilinmediği aşılardan biridir. Uluslararası tekel gücünden dolayı en fazla reklamı yapılan sentetik RNA moleküllerini insan hücrelerine transfer eden yeni bir anti-viral aşı türüdür. Aşının başarı oranı %95 olarak gösterilmektedir. Batılı emperyalist/kapitalist ülke yönetimlerince rağbet görülen aşıdır.
Moderna aşısı
İsrail Sağlık Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada, Moderna ile 6 milyon doz aşı için anlaşma yapıldığı ve ilk sevkiyatın ocak ayı içinde olacağı bildirildi. Moderna da, BioNTech-Pfizer aşısı gibi mRNA teknolojisi ile geliştirildi. 30 bin gönüllü üzerinde denenen aşı %94,5 başarı sağladı.
Sputnik V aşısı
Rusya’daki Gamaleja Epidemiyoloji ve Mikrobiyoloji Araştırma Enstitüsü tarafından üretilen aşısının adıdır Sputnik V. Resmi ismi Gam-COVID-Vac tır. Üretilen aşılar özellikle ekonomik olarak zayıf olan ülkelerde pazarlanmaktadır. Meksika, Arjantin, Afrika’dan birçok ülke, İran, Malezya, Hindistan vb. ülkeler örnek verilebilir. CNN Türk’ün 23.01.2021 tarihli haberine göre; Rusya, bir Türk ilaç üreticisi ile Sputnik V Korona virüs aşısının Türkiye’de üretilmesi için anlaşma imzaladığını duyurdu. Diğer aşılar gibi pazarda yer kapmak için üretim süreci hızlandırılarak piyasaya sürülen geleneksel bir viral aşı türüdür. Aşının başarı oranı %70-91 arasında olduğu ileri sürülmektedir. Son olarak İngiltere’deki bir araştırmanın sonuçları açıklandı. Sputnik’in yüzde 90 üzeri etkili olduğu ve 20 bini aşkın gönüllüde yapılan test sonuçlarının Rusya’nın ilk açıklamasını doğruladığı tespit edildi.
Oxford/AstraZeneca
İngiltere Oxford kentinde bulunan Oxford Üniversitesi bünyesinde üretilen AstraZeneca’nın patent hakkı AstraZeneca şirketine aittir.
Aşının başarı oranı %62-90 arasında olduğu ileri sürülmektedir. Oxford AstraZeneca normal buzdolabı ısısında saklanabilmesi, aşının dağıtımını da kolaylaştırıyor. Fiyatı da diğerlerine göre daha ucuz.
Sinovac/CoronaVac aşısı
Sinovac biotech, 1993’te Weidong Yin tarafından kurulan merkezi Pekin’de olan Çin menşeili bir ilaç şirketidir. CoronaVac aşısı 3. Faz denemeleri Brezilya, Şili, Endonezya, Filipinler, Türkiye’de yapıldı. Pazarlanması da aynı şekilde daha az zengin olan ülkeler öne çıkmaktadır.
Reuters tarafından yapılan ön değerlendirmelerde Türkiye’nin CoronaVac aşısının etkinlik düzeyini yüzde 91,25, Brezilya’nın ise etkinlik düzeyi için yüzde 50 ila 90 gibi geniş bir aralık verdiği hatırlatılıyor
Tabloya aldığımız ve anda sürümde olan aşıların sahiplerinin hepsi emperyalist tekellerdir.
Pazar bunlar arasında paylaşılmış durumdadır. Pazara aşı yetiştiremediklerini hesaba katarsak milyarlarına milyarlar kattıklarını yaşamaktayız. Yani anda piyasaya hâkim olan aşı tekellerinin Alman-Amerikan-İngiliz-Çin ve Rusya emperyalistlerinin kontrolündeki tekeller olmasının elbette bu ülkelere parası olan diğer “zengin” ülkelere öncelik tanınması ve bu ülkelerin aşıya “yoksul” parası olmayan ülkelerden önce sahip olması sistemin gereğidir. Dünya Sağlık Örgütü’nün Genel Direktörü Tedros Ghebreyesus diyor ki; “Şu anda en az 49 yüksek gelirli ülkede 39 milyondan fazla aşı dozu uygulandı. En düşük gelirli bir ülkede (Gine) sadece 25 doz aşı uygulandı. 25 milyon değil, 25 bin değil, sadece 25”, bu durumu “ahlaki çöküntü” alarak gören Tedros’un anlamadığı burjuva/kapitalist ahlakın mihenk taşı para/dolar/avro olduğudur.
Belayı başımıza saranlar beladan faydalanmaktadırlar. Ceplerini doldurmaktadırlar. İşin diğer bir yanı da talebin fazla olduğu ve olacağı bilindiği hâlde üretimi kısıtlı tutarak fiyatların aşağı çekilmesinin de önünü aldılar.
Temel neden
Yüzyıllardır buzullar ve donmuş toprak tabakası içinde etkisiz duran bakteri ve virüsler, iklim değişikliği ile ısınan dünyamızda erime sonucu serbest kalır ve yeniden tehdit oluşturur. Buzul altındaki virüslerin yeniden canlanması bu tehdidin dışa vurumudur. Peki, yüzlerce, binlerce yıldır ortalıkta olmayan veya daha önce hiç karşılaşmadığımız ölümcül bir bakteri ya da virüsle karşılaşsak ne olur? Bugünkü gibi apışıp kalırız. Anda Kuzey Kutup Dairesi’nde ısı artışı diğer bölgelerden üç kat daha fazladır. Bu duruma sebep olan nedir? Kapitalist sistemin azami kâr hırsıdır. Çünkü en basitinden yüzyılı aşan bir zamandır fosil yakıt kullanıyoruz. Bunun sonucu doğal olan karbondioksit gazına fazlasını ekleyerek sera efektinin oluşmasına yardımcı oluyoruz. Dünyanın ısınmasını tetikliyoruz.
Covid-19 aşısı neye yarayacaktır. Her şeyden önce Korona virüsün yayılma hızını düşürecektir. Bizim derdimiz aşılar ile değildir. Aşılara bütün insanlığın ulaşabilmesi, bizim derdimizdir. İnsanlık bilimsel gelişmelere bağlı olarak bulunan aşıların faydasını fazlasıyla yaşamıştır.
Tarih boyunca insanlar bakteri ve virüslerle yan yana yaşadı. Biz, bazı hastalıklara yol açanlarına karşı direnç geliştirirken, virüslerde mutasyonlara uğrayarak yeni bulaşma yöntemleri geliştirdi. Yüzyıl kadar önce Alexander Fleming penisilini bulduğundan beri virüslere karşı direnci artırma amacıyla antibiyotik kullanıyoruz. Ama bakteriler de antibiyotiğe karşı direnç geliştirecek şekilde ve içerikte mutasyona uğradılar. İnsan ile virüsler arasındaki kavga devam ediyor ve edecektir. İnsanlık yeni virüslerle karşılaştığında bu kavga hep tekerrür edecektir.
Çünkü donmuş topraklar bakterilerin uzun süre, milyonlarca yıl canlı kalması için virüslere ideal ortam sağlıyor. Bu durumda bazı hastalıkların yeniden gündeme gelmesi söz konusu olabilir. Geçtiğimiz yüzyılda bir milyonu aşkın geyik şarbondan öldü. Bunlara derin mezarlar kazmak mümkün olmadığından cesetleri yüzeye yakın. Rusya’nın kuzeyinde bu şekilde 7 bin toplu gömüt bulunuyor. (https://www.bbc.com/turkce, 10 Mayıs 2017)
Ancak donmuş toprak altında başka nelerin bizi beklediği bilinmiyor. Örneğin araştırmacılar Alaska’nın tundralarında 1918 İspanyol gribi virüsünün kalıntılarını buldu. Veba ve çiçek virüslerinin de Sibirya’da gömülü olma ihtimali büyük.
Dünya ısındıkça hem yenileri hem de eski mikrop/virüslerle karşılaşmamız içten bile değil. İklim değiştikçe bu durum kendini dayatmaya devam edecektir.
Geçmişimize bir göz atarsak: Dünyayı değiştiren bir salgın İspanyol gribinin nasıl bir felakete yol açtığını görürüz. 50 milyon insanın öldüğü yazılır. En fazla ölenler Asya ve Afrika’daydı. Asya’daki bir hastanın ölüm ihtimali Avrupa’dakinin 30 katıydı. Bütün dünyada hastalıktan en çok etkilenenler kötü beslenen, kötü konutlarda oturan ve doktora gidemeyen yoksullar, göçmenler ve etnik azınlıklardı. Ancak Paris’te daha farklı bir durum gözleniyordu. En yüksek ölüm oranları en zengin mahallelerde olmuştu. Ama ölenler ev sahipleri değil, soğuk çatı katlarında kalan hizmetçilerdi. O günden bu yana bu bakımdan değişen çok şey olmadı. Bugünkü salgında da en fazla eziyeti çeken alttakilerdir.
Aşı ile ilgili tedarik sorunu
Manzara açık dil konuşmaktadır. Hiçbir aşı firması verdiği taahhütleri yerine getiremedi, getirmiyor. Örneğin Avrupa Birliği’nin tedarikte kesinti yapacağını açıklayan ilaç şirketi AstraZeneca ile başı dertte. Aynı dert BioNTech aşısı ile yaşanmaktadır. Hemen hemen tüm aşı firmaları verdikleri sözleri/anlaşmaların ancak %40’nı temin edebilmiştir. Yani %60 açık var. Bu konuda Dünya Sağlık Örgütü verilerine bakıldığında zengin olmayan ülkeler bu hesabın dışındadır.
AB Komisyonu’nun sağlıktan sorumlu üyesi Stella Kyriakides, “İlaç şirketleri ve aşı geliştiricilerinin uymaları gereken ahlaki, toplumsal ve sözleşmeye bağlı sorumlulukları var” demesi işin özünü değiştirmiyor. El altında ödenen yüksek fiyatlar ilaç tekelleri için daha caziptir. Verdikleri taahhütlerden daha önemlidir.
Dünya genelindeki sorunda Türkiye’de durum faklı değildir. Sağlık Bakanlığı tarafından defalarca açıklanan ve hep değiştirilen aşılama tarihleri hep ertelenmiş, aşılama eylemine ancak 27.12.2020’de başlanmış ve 2 hafta sonra Çin Sinovac firmasından gelen CoronaVac aşısının 3 milyon dozu tükenince yenisini bekleme süreci de iki hafta daha ötelenmiştir. 50 milyon doz “sözler” ancak 10 milyon gelenle idare edilmiştir. Aşı konusunda en becerikli çıkan İsrail’dir. Anda nüfusun %40 ı aşılanmıştır. Aşıdaki andaki kaosun/kargaşanın daha uzun zaman süreceği açıktır.
Sonuç olarak
Evet, aşı konusunda temel yaklaşımımız. Aşı bütün insanlığın ortak “malı”dır! Bütün insanlara ücretsiz aşı sağlanmalıdır. Bunun için aşı üzerindeki “patent hakkı” derhal kaldırmalıdır. Fakat bunu yapmazlar!
Kapitalizm koşullarında sağlık sektörü sermayeye “kâr” sağlayan bir ekonomidir. Bu anlamda kapitalist sistemde insanlığın ortak çıkarı için çalışma beklenmemeli. Çünkü egemen pazar ekonomisi azami kâr üzerine kurulmuştur. Getirisi olmayan alana sermaye yatırılmaz. Sermaye yatırılan alanlar ise neye mal olursa olsun sonuna kadar sömürülür. Bunun için iklim değişikliği ve krizi kapitalist asalakların umurunda bile değildir. Sistem doğası gereği parası olana hizmet sunar. Olmayan ölsün gebersin mantığı geçerli olandır.
DSÖ Başkanı Ghebreyesus, “Feci bir ahlaki çöküşün eşiğindeyiz” derken dili varmıyor ama bu durumun sorumlusu kapitalizmdir. Kapitalist egemenlik varlığını sürdürdüğü sürece “çöküntü” barbarlığa mutasyon uğrayarak devam edecek ve alternatif olan sosyalizm kendini emekçilerin kavgasıyla kabul ettirmediği sürece Nazım ustanın dediği gibi;
“Acayipleşti havalar,
bir güneş, bir yağmur, bir kar.
Atom bombası denemelerinden diyorlar. (Biz toptan iklim krizi diyelim-BN)
Stronsiyum 90 yağıyormuş (Barbarlık her alanda almış başını gidiyormuş-BN)
ota, süte, ete
umuda, hürriyete
kapısını çaldığımız büyük hasrete.
Kendi kendimizle yarışmadayız, gülüm.
Ya ölü yıldızlara hayatı götüreceğiz,
Ya dünyamıza inecek ölüm.” (http://nazimhikmet.fisek.com.tr)
Evet, dünyamıza ölümün inmesini istemiyorsak, sarılmamız gereken SOSYALİZM kavgasıdır. Başka alternatifimiz yoktur.
05.02.2021