Yerel seçimlerde burjuva partilerden kadınlara ohooo! Bol keseden şahane vaatler!!!
Önümüzdeki Pazar 31 Mart’ta yerel seçimler yapılacak. Partiler, adaylar, yarışın bu son etabında ellerindeki bütün kozları kullanıyorlar… Ve her türden burjuva ayak oyunları kitlelerin gözleri önünde cereyan ediyor. Tehditler havada uçuşuyor… Tabii ki para teklifleri de… Şu ya da bu partinin lehine adaylıktan çekilme pazarlıkları son gaz gidiyor! Her seçimde hep yeniden yaşanan türde! Döngü hep para ve çıkar üzerinden…
Partilerin seçim beyannamelerine bakacak olursak, vaatlerde yine yok yok! “Gerçek belediyecilik!” “Gönül Belediyeciliği”, “Demokratik belediyecilik”, “kadın merkezli belediyecilik”! vs. vb.
Partiler, ittifaklar ve adaylar, istisnasız olarak her kesime bol keseden vaatlerde bulunuyor. Bu yerel seçimlerde propaganda sürecinin genel seçim havasında geçtiğini görüyoruz. Öne çıkan hedef kitle olarak da emeklilere ve kadınlara yönelik vaatlere ağırlık verilmesi göze çarpıyor. Hem seçim mitinglerinde, hem de TV kanalları üzerinden yapılan seçim spotlarında bunu izledik, izliyoruz.
Vatan – Millet – Kur’an’a karşı Vatan – Millet – (Batılı) Yaşam Tarzı
Seçime giderken, pek çok partinin bağımsız adaylar çıkaracağını açıklamasıyla eski ittifaklar dağılmış gibi görünse de, partiler güçlü oldukları yerde kendi adaylarıyla seçimlere giriyor, diğer alanlarda ise pazarlıklarla anlaştıkları adaylar üzerinden “kent ya da yerel ittifaklar”a girişiyorlar. Her kesim kendi gücünü görmek, tartmak istiyor… Bu arada özde birbirinden farkı olmayan burjuva partilerindeki eski “bölünmüşlük” devam ediyor. Bir yanda vatan-millet-Kur’an (“kutsallarımız”) söylemi, diğer tarafta aynı milliyetçi söyleme ek olarak (Batılı) yaşam tarzına sahip çıkma özelliği.
Fakat şurası açık: Hiçbir parti artık kadınları görmezden gelemiyor. Hemen hemen bütün partilerin seçim beyannamelerinde uzun paragraflar boyunca kadınlara yönelik vaatler yer alıyor. İfadeler değişik olsa da, ortak konular “Kadına yönelik şiddetin önlenmesi”, çocuklara kreş, kadınların istihdamı ve yoksulluğu, toplumsal eşitsizlik konuları oluyor. Somut vaatlerin birçoğu benzer olmasına karşın bu partiler arasında şu temel ayrılık ortaya çıkıyor: Milliyetçi ve İslami Yaşam Tarzını benimseyen partiler (AKP, MHP, Yeniden Refah Partisi, Saadet Partisi vb.) kadınlara yönelik vaatlerinin en başına “aile”nin güçlendirilmesini koyuyorlar. Kadınlara yönelik vaatlerinin birçoğu kadınların aile içindeki görevlerini yerine getirebilmeleri için desteklenmeleri oluyor. Bunun karşısında Batılı Yaşam Tarzına sahip çıkan, aileye değil, birey olarak kadınların desteklenmesine vurgu yapan en büyük muhalefet partisi olarak CHP ve bütün bu talepleri “İstanbul Sözleşmesi”ne yeniden dönülmesi talebiyle somutlaştıran kesim yer alıyor.
Başlıca (en güçlüleri) burjuva partilerin yerel seçim beyannamelerindeki savunu ve vaatleri şöyle:
AKP
Son 20 yıldır hem genel hem de yerel seçimlerden birinci parti olarak çıkan AKP’nin hedefi son yerel seçimlerde kaybettikleri İstanbul’u yeniden ele geçirmek ve tabii ki bütün belediyelerde egemen olmaktır. AKP, bu seçim sürecini şimdiye kadar yaptıklarını referans gösterme temelinde daha fazlasını vaat etmek şeklinde sürdürmektedir:
“Geçmiş̧ yönetimlerde, çöplerin düzgün toplanması, suların kesilmeden verilmesi temel beklentiyken, bugün AK Partili belediyelerin idaresindeki şehirlerde sosyal donatı alanları, yeşil alanlar, sosyal ve kültürel belediyecilik gibi hizmetlerde yüksek standartlar olağanlaşmıştır. (…)
Yerel yönetimlerin vazife ve niteliklerinden biri olarak gördüğümüz, milletimizin gelecekteki ihtiyaçlarını öngörme ve onlara yönelik çözümler üretme vizyonumuzu “insan odaklı” bir anlayışla hep daha ileriye taşıyoruz.”
Kadınların yerel yönetimlerdeki temsilini artırmayı vaat eden AKP, “2009’da yüzde 0,9 olan kadın belediye başkanı oranının 2019’da yüzde 3’e ulaşmasına imkân sunduk. Yine kadın belediye meclis üyesi oranını 2009’da yüzde 4,5’ten 2019’da yüzde 11,1’e yükselttik” diyor ve övünüyor. Toplumun yarısını oluşturan kadınların yerel yönetimlerde 20 yılda yüzde 11,1 gibi bir düşük oranla yer almasını başarı olarak sunmak nasıl bir şey ise!!! AKP uzunca bir zamandır söyleminde olan “Güçlü aile, güçlü toplum anlayışıyla hareket eden, kültür ve medeniyet tasavvuruna sahip çıkan ve gelecek kuşaklara taşıyan (…)” muhafazakâr anlayışını vurguluyor. En önemli vaat olarak başta İstanbul olmak üzere birçok kentte “her mahallede kreş” açma vaadi önem kazanıyor:
“Kadınların çalışma hayatına dâhil olmasını kolaylaştırmak için kreşlerin, bakım merkezlerinin ve mesleki eğitim imkânlarını arttıracağız. İş hayatı ve ev hayatı arasında tercih yapma zorunluluğunu ortadan kaldıran bir anlayış ile kısmi zamanlı çalışma imkânlarını yaygınlaştıracağız.”
Her mahallede kreş vaadini hemen hemen bütün partiler devralmış durumdalar. Çocukların güvenli bakımı konusunun çalışan kadınların en büyük sorunlarından biri olduğu artık ortada. Bu, ucuz iş gücü olarak kadın iş gücüne ihtiyaç – özellikle de çocuk, hasta, yaşlı bakım meslek alanlarındaki ihtiyaçla da birleşince artık elzem oluyor. Ne var ki, “her mahallede kreş”, hatta kadınların çalışma saatlerine uygun çalışma saati olan kreşler vaat edilirken, bunun maddi yönü havada kalıyor. Bizim talebimiz her mahalleye ücretsiz kreştir. Diğer taraftan kreşlerin kadınların çalışma saatlerine uygun hâle getirilmesi vaadi toplumsal olarak çocukların bakımının hâlâ kadın işi olarak görülmesini pekiştirmektedir. Bizim vaadimiz kadın-erkek çalışanların ihtiyaçlarına göre olmalıdır. Ve elbette ki, bu kreşlerde nasıl bir eğitim, hangi içerikli eğitim verildiği/verileceği en önemli noktadır. Mahallelerdeki kreşler “İslami yaşam tarzını öğütleyen”, egemen muhafazakâr ya da Batılı şoven-milliyetçi yaşam tarzını çocukların beynine işleyen bakım ve eğitim kurumları olduğu sürece anne babalar çocuklarını buralara güven ile bırakamayacakları açıktır.
AKP’nin bazı diğer vaatleri şöyle:
“Aile, Kadınlar ve Çocuklarımız için;
Türkiye Yüzyılı’nda aileyi güçlendirme ve koruma hedefinden taviz vermeden kadın haklarına ve çocuğun üstün yararına duyarlı belediyecilik hizmetleri kapsamında;
Girişimcilik, finansal okuryazarlık, dil, pazarlama, teknoloji becerileri, e-ticaret gibi uygulamalı eğitimlerin verilip sonrasında iş hayatına yönlendirileceği “Kadın Girişimcilik Akademisi”nin (KAGA) kurulup yaygınlaştırılması ve belediyeler bünyesinde “Girişimci Kadınlar Ağı”nın oluşturulmasını teşvik edeceğiz.
Aile akademilerinde aile içi şiddeti önlemeye yönelik eğitimleri yaygınlaştırarak şiddetin tespiti halinde anında müdahale edecek mekanizmaları daha da geliştireceğiz.
(…)
Ailelere ve çocuklarına yönelik sosyal, kültür, spor etkinliklerinin birlikte verildiği “Aile Yaşam Merkezi” modelimizi yaygınlaştırarak mahalle bazlı uygulamalar yapacağız.
Evlilik öncesi ve sürecinde anne, baba ve çocuklara yönelik her türlü eğitim, psikolojik ve danışmanlık hizmetlerinin verildiği “Evlilik ve Aile Okulu” modelini yaygınlaştıracağız.
Aile atölyeleri, oyunlar, hobiler gibi içeriklerin olduğu, tematik günleri esas alan “Aile Haftaları”nın düzenlenmesini sağlayacağız.
Aileler ve çocuklara özel “Spor Yaşam Merkezleri”nin sayılarını artıracağız.
Kadın dayanışma ve sosyalleşme mekânlarını mahalle düzeyinde ve çocukları da dikkate alacak şekilde tasarlayıp yaygınlaştıracağız.
İş-yaşam dengesini dikkate alarak çocuk kreşlerinin, gündüz bakım evlerinin ve mola evlerinin sayısını artıracağız.
Belediye bünyesinde çalışan kadınlara ve ihtiyacı olan erkeklere daha fazla esnek çalışma imkânlarının sunulmasını sağlayacağız.
Başta kültür odaklı olmak üzere çocukların ve gençlerin tarih, gelenek, örf ve adetleri tanıması amacıyla belediyelerin tanıtıcı ve öğretici tur etkinliklerine ağırlık vereceğiz.” (Abç)
MHP
İktidar partisinin küçük ortağının yerel seçim beyannamesi baştan sona açık bir ırkçı-milliyetçi-şoven dil konuşuyor. Ve aynı iktidar ortaklarında olduğu gibi “ailenin korunması” en önemli üç konudan biri olarak görülmektedir. Bunların “ailenin korunması” dedikleri şeyin içeriği, muhafazakâr kadın-erkek rollerinin devamıdır. Ve en önemlisi kabul etmedikleri LGBTİ+lar haklarını kullanarak “aile- örf adet-ahlak elden gidiyor” söylemi ile oy toplama çabasıdır. “Terörizm var!” “Vatan-millet elden gidiyor!” söylemine ek olarak “ahlak” ve “ailenin korunması”nı dillerine dolamış bulunuyorlar. Halkı dolandıran, sömürü sistemini ayakta tutmak için savaş dâhil her türlü kötülüğe başvurmayı elzem bilen bir burjuva partisinin; her türlü sahtekârlığa başvuran, mafya, uyuşturucu kaçakçılığı vs. vb. ne bulaşmış tiplerin “aile korumacılığı” söyleminin nasıl bir rezalet olduğu ortadadır.
“Önceliğimiz Türkiye Yüzyılı’nı milli menfaat öncülüğünde inşa edilen çağda adil bir yerel yönetim anlayışıyla kucaklamaktır. Asrı Türk asrı yapacak yolun güçlü merkez güçlü yerel yönetim anlayışından geçtiği tartışmasızdır. Beyannamemizin 3 ana temasından birincisi yeni tehditler ve Türkiye’nin bekası konusudur. Milliyetçi Hareket Partisi; aile kurumu başta olmak üzere, millî ve manevî değerlerimizin küresel bir saldırı altında olduğu gerçeğine dikkat çekmekte, gerçekleştirilen saldırıların da sadece ülkemizle ilgili olmadığını, tüm toplumların aynı tehditle karşı karşıya olduğunun altını çizmektedir. Toplumlar cinsiyetsizleştirilmek istenmekte; tarihsel ve kültürel tüm değer ve kurumlara karşı açık bir saldırı gözlemlenmektedir. Toplumda erkek ve kadının rol ve konumları aşındırılmakta, özellikle anne ve baba kavramları değersizleştirilmeye çalışılmakta, aile sadece bir arada bulunmaktan ibaret olan basit bir konuma indirgenmek istenmektedir.
Türk milleti, geçmişine ve kültürüne sahip çıkmak açısından dünya genelinde en ön sıralarda yer almaktadır.
Gençlerimiz ve çocuklarımız aileden ve geleneksel değerlerden koparılmakta, önlerine çıkartılan hastalıklı rol modeller sebebiyle kendi örfüne, ailesine ve değerlerine yabancılaştırılmak istenmektedir. Bu nedenle, yerel yönetimlerin temel hedeflerinin başında aile kurumu, gençler ve çocuklara yönelik bu açık saldırının önlenmesi yer almalıdır. Türk milleti, geçmişine ve kültürüne sahip çıkmak açısından dünya genelinde en ön sıralarda yer almaktadır. Ancak sürekli olarak teyakkuz halinde bulunmak ve millî değerlerimize yönelik saldırıları önlemek de en önemli sorumluluklarımızdan biri olmalıdır. Bu bakımdan, kültürümüzde yozlaşmaya ve değerlerimizde çözülmeye yol açacak teşebbüslere izin vermemek üzere yapılacak çalışmaların en önemli sacayağını yerel yönetimlerimiz oluşturmalıdır.” (Abç)
Bu genel yaklaşımın ardından, diğer partilerden farklı olmayan “kadınlara iş” ve “çocuklara kreş” gibi vaatler sıralanmaktadır.
“Kadınların işgücüne katılımını artırmak için yeni iş imkânları sağlayacağız. Her yaştan çocuğun eğitim süreçlerine intibakını sağlamak için hem çalışan hem de ev hanımı annelerin çocuklarını gönderebileceği kreşler açacağız. Çocuklar için güvenli oyun alanları, çalışma atölyeleri ve eğitim destek programları oluşturarak, çocuklarımızın sağlıklı bir çevrede büyümelerini sağlayacağız.”
Bunların ele geçirecekleri belediyelerde açılacak kreşlerde nasıl bir bakım ve eğitim hizmetinin verileceği de ortadadır. Çocukların beynini en küçük yaştan itibaren şovenizm ve ırkçılıkla zehirlemek.
CHP
Ana muhalefet partisi CHP’nin yerel seçimlerdeki vaatlerinin başında kadına şiddetle mücadele, kamu ve özel sektörde kadınlara iş imkânının sağlanması ve eşitsizliğin bertaraf edilmesi yer alıyor. Ve CHP, muhafazakâr kesimin Batılı yaşam tarzını tehdit eden kültürel yükselişinden, baskınlığından korkan, fakat aynı derecede Türkçü, milliyetçi olan kesimlerin “sığındığı” parti olma özelliğini taşıyor. Ve bu özelliğiyle burjuva-kemalist kadın hareketinin tam desteklediği parti oluyor. Dinci-faşist-muhafazakâr kültür ve yaşam tarzının kadınları baskılayıcı zihniyetine karşı “eşitlikçi söylem” elbette prim kazanıyor. Fakat bu iki kesimin Türkçülük, “vatan-millet” çığırtkanlığı, partilerde ve hayatın her alanında erkeği öncelemeleri, erkek egemenliğini ayakta tutmaları konularında özde birbirlerinden farkı olmadığı unutulabiliyor. CHP yerel seçim beyannamesinde “Kadın Merkezli Belediyecilik” başlığı altında şu vaatleri sıralıyor:
“Kadınların iş hayatına, sosyal, kültürel ve sportif faaliyetlere katılımının önündeki engelleri kaldıracak, onlara güvenli alanlar sunacağız.
Özellikle sanayi sitelerine, esnaf işletmelerinin yoğun olduğu mahallelere odaklanarak kadın istihdamının artması için kreş ve çocuk bakım evi sayılarını artıracağız.
Ulaşım sistemlerini kadının toplumsal hayata katılımını sağlayacak şekilde tasarlanmasını sağlayacağız.
Anne sağlığını her aşamada takip edecek sistemi yaygınlaştıracak, belediye hizmetlerinde kadınlara pozitif ayrımcılık uygulayacağız.
Kadın yönetici ve çalışan istihdamında cinsiyet eşitliğini esas alacağız.
Kadın kooperatiflerini destekleyeceğiz. Tasarımında ve yürütmesinde doğrudan kadınların rol aldığı kadın sığınma ve dayanışma evleri kuracağız.”
İYİ Parti
Genel başkanı kadın olan tek parti olarak İYİ Parti şoven-milliyetçilikte içinden kopup geldiği partiden hiç geri kalan yanı olmadığını her fırsatta gösteriyor. Meral Akşener, Mart 2024 yerel seçim sürecinde bütün söylemlerinde özellikle göçmen ve sığınmacılar üzerinden zehir saçarak, prim toplamaya çalıştı, çalışıyor:
“Ülkemizdeki kaçak ve sığınmacı sorununa karşı ortaya koyduğumuz Millî Göç Doktrinimizi hayata geçirmek için ilk adımı yetkiyi aldığımız belediyelerimizde atacağız! Hani kültürümüzle yabancılaşmış malum dükkânlar, hani âdeta bir başka ülkedeymişiz gibi hissettiren sokaklar, gettolaşmış mahalleler var ya… İşte tam olarak, onların hepsini bitirmeye geliyoruz! Bu duruşumuzun, birçoklarını rahatsız ettiğini de pek tabi biliyoruz. Zaten Türk’ten ve Türklükten rahatsız olup da bizden rahatsız olmayan bir Allah’ın kulu yok. Ne diyelim? Şükürler olsun! Kent dokumuza, kültürümüze, demografimize sahip çıktığımız için elbette özür dileyecek değiliz. Türksüz bir Türkiye rüyası görenler, istedikleri kadar rahatsız olabilirler… Hiç merak etmeyin; iktidar ne kadar sorumsuz, ciddiyetsiz ve beceriksizse biz de o kadar kararlıyız! Ana muhalefet ne kadar kör, sağır, dilsizse biz de o kadar kararlıyız! Milletimize söz olsun; İYİ Parti’nin yönettiği tüm belediyelerde kaçak ve sığınmacı sayısını süratle azaltacağız!” (Meral Akşener)
En başta, hangi vaatlerde bulunursa bulunsunlar, kadın politikalarının bu ırkçı-şoven-faşist zihniyetli politikadan hiçbir şekilde ayrı olamayacağını bilinçte tutmak gerek! Dolayısıyla kadınların siyasette daha fazla sayıda yer alması için çalıştıklarını ileri sürdükleri yerde aynı zihniyette bir kadın hareketini hedefledikleri açıktır: “Ülkenin yarısını oluşturan kadınların siyasette var olması” gerektiğini, “sadece broşür dağıtan bir eleman değil, hem seçilen hem de seçen” olarak yer alması gerektiği söylemi bu şekilde anlaşılmak zorundadır. Somut vaatlere gelince, İYİ Parti’nin seçim beyannamesinde de farklı bir şey yok:
“Hiçbir kadını şiddetle bir başına bırakmayacağız. Yönettiğimiz belediyelerde kuracağımız “Kadın Destek Merkezleri” ile gece veya gündüz fark etmeksizin her konuda yanlarında olacağız!”
“Kadınların iş hayatına katılmasını, kent ekonomisinin gelişmesinde en önemli unsurlardan biri olarak gören belediyecilik anlayışımızla; kadın iş gücünün niteliğini artırmaya yönelik uygulamalı eğitim programları düzenleyeceğiz. (…)
Kadınlara yönelik sosyal hizmetlerimizi aile kurumunun huzuru ve devamlılığı çerçevesinde geliştireceğiz. Bu bağlamda “Güçlü Kadın, Güçlü Aile” uygulamasını hayata geçireceğiz.” (Abç)
Görüldüğü gibi İYİ Parti de, kadın ile aileyi eşleştirme ve “güçlü aile” vurgusu yapma noktasında diğer milliyetçi ve muhafazakâr partilerden çok da uzağa düşmüyor.
Saadet Partisi
Genel seçimlerde ana muhalefet partisi CHP ile kurulan 6’lı masada yer alan Saadet Partisi’nin seçim beyannamesi de ilginç elbette. Özde dinci-muhafazakâr kesimin partisi olan Saadet Partisi, “Tayyip karşıtlığı” ve çıkarcılık nedeniyle Kılıçdaroğlu önderliğinde kurulan ittifak masasına oturmuştu. Genel seçimlerde başta CHP’nin “İstanbul Sözleşmesi”ni yeniden imzalama / gündeme getirme vaadine veto koyan parti de Saadet Partisi idi. “İstanbul Sözleşmesi”ne neden karşı çıktığına şöyle cevap veriyordu Temel Karamollaoğlu: “Bütün dünyada cinsiyetsizleştirmeye yönelik bir eğilim var.” Kadın, kadın olmaktan, erkek, erkek olmaktan çıkarılmak isteniyormuş… Anlatmak istediği, erkek egemenliğinden bu yana temelde belirlenerek bu güne kadar gelen / gelişen kadın ve erkek rollerinin dinci-muhafazakâr bakış açısı ile savunulmasıdır. Ve bütün dinci-faşist-milliyetçi muhafazakâr kesimleri birleştiren eşcinsellik karşıtlığıdır, LGBTİ+lar karşıtlığıdır.
Şimdi, yerel seçim beyannamesinde de aynı anlayış elbette sürüyor, vaatlerin temelinde “kadınların fıtratı” olarak görülen “kadının yeri ailesi”dir, “yuvayı kurar, çocuk doğrur-büyütür”e uygun vaatler ileri sürüyor. Fakat diğer taraftan bütün dünyada kapitalist gerçeklik kadınları çalışma hayatına yönlendiriyor, hatta zorluyor. Kadın iş gücüne kapitalizmin ihtiyacı var. O zaman ne olacak? Bir şekilde kılıfına uydurulacak elbette. Diğer dinci-muhafazakâr partiler gibi Saadet Partisi de bunu yapıyor. Temeldeki zihniyetlerinden vaz geçmeden her kesime yönelik vaatler!!! “Ailenin korunması” söylemleri, kadına yönelik şiddet konusunda tavır vesaire ve benzeri… Vaatlerde diğer partilerden pek fark yok. Uzun vaatler kataloğundan bazı noktaları aktaralım:
“Günümüzde en temel sorunlardan biri kadının toplumsal konumu ve haklarıdır. Bir yerde cinsiyet ayrımından dolayı bir ayrıştırma, aşağılama veya şiddet varsa orada insanlık sorunu var demektir.
Saadet iktidarında;
- Tarih ve medeniyetimizin günümüze kadar taşıdığı ulvi sorumluluk gereği kadınların sağlıklı sosyal hayatın temel taşı olduğu şuuruyla hareket edilecektir.
- Kadın ve erkeğin birbirine göre farklılıkları tamamlayıcı bir özellik olarak değerlendirilerek sağlam bir toplumsal yapı oluşturulacaktır.
- Kadın hakları, insan hakları metinlerinde yazılı olmaktan çıkartılarak kadınların onurlu ve şahsiyetli bir yaşam sürmeleri için mücadele edilecektir.
- Kadının sahip olması gereken temel hak ve özgürlüklerini koruyacak, aile birliği ve mutluluğunu sağlayıcı politikalar geliştirilecektir.
- Aile içi ve kadına yönelik şiddet ile kadın cinayetleri ülkemizde toplumsal yapıyı yaralayan, sakatlayan çok katmanlı sorun alanlarına dönüşmüştür. Kadına hakkı teslim edilerek hem aile içinde hem de toplumsal yaşamın her alanında kadının karşısına çıkan bütün sorunlar çözüme kavuşturulacaktır.
- Kadına yönelik yapılan psikolojik ve ekonomik şiddetin de kadınların mağduriyetleri arasında olduğu bir gerçek olarak ortadadır. Bizim iktidarımızda kadına yönelik her türlü şiddetin karşında duracak, bu konuda asla taviz verilmeyecektir.
- (…)
- Kendi ahlaki, sosyal, kültürel ve manevi değerlerimize uygun düzenlemelerle kadına yönelik “sistematik yabancılaştırma” süreci sona erdirilecektir.
- Kadının aile sorumluluğunu yerine getirebilmesi için çalışma hayatında gerekli düzenlemeler yapılacaktır.
- Çalışma hayatında kadınlarımızın yaşadığı sözel, fiziksel ve psikolojik taciz ve “mobbing” gibi kadının maruz kaldığı uygulamalarla etkin şekilde mücadele edilecektir.
- Çalışan kadınlarımızın çocuğunu yetiştirme konusunda her türlü destek sağlanacaktır.
- Doğum yapan çalışan annelere, istemeleri halinde, (en fazla) 3 yıl olmak üzere doğum izni verilecektir.
- Bu süre zarfında sosyal sigortalı sayılacak ve çalışma akitleri güvence altında kalacaktır. Bu süre zarfında anneler, istedikleri zaman işyerlerine kazanılmış hakları mahfuz kalmak şartıyla dönebilmeleri temin edilecektir. Çalışmayıp çocuğuna baktığı süre boyunca annelere her ay “İşsizlik Maaşı Miktarı” üzerinden “Çocuk Bakım Ödeneği” verilecektir. Yapılacak düzenlemelerle uygun iş kollarında anneye evde çalışma tercihi sunulacaktır.
- Tüm büyük işletmelerde emzirme odası ve birinci basamak sağlık hizmeti verebilecek ünitelerin olması sağlanacaktır.
- Sosyal hayatın her alanında kadınların günlük yaşamdaki ihtiyaçlarını karşılamak için gerekli ortamların sağlanmasına yönelik yasal düzenlemeleri ivedilikle hayata geçirilecektir.
- Tüketim kültürünün ağırlıklı olarak kadın üzerinden teşvik edilmesini, kadın bedeninin reklam, tanıtım, sözde sanat, eğlence, televizyon, yazılı basın ve magazinde bir meta, cinsel bir obje gibi kullanılmasını önlemek için caydırıcı hukuki düzenlemeler yapılacaktır.” (abç)
Muhafazakâr dinci bakış açısını bir kenara bırakıp, özelde çalışan çocuklu annelere yönelik vaatlere baktığımızda, oh ne güzel! Elbette bunlar gerçekleşse, kadınların yükleri epey azalır demek mümkün… Ama hep işte o baştaki nasıl bir toplum, nasıl bir kadın-erkek rolleri meselesi var. Muhafazakâr partilerin toplum modellerinde kadın hep aileye bağlı ele alınıyor. Çalışsa da çalışmasa da… Aile kurmak, çocuk sahibi olmak istese de istemese de!!! Zaten “evlenmemek” “çocuk sahibi olmamak” (eğer tıbbi nedenlerden kaynaklı değilse) İslami kesim açısından Allah’a karşı işlenmiş suç / günah sayılıyor.
Yeniden Refah Partisi
İslami muhafazakâr bir parti olarak çoğu zaman şimşekleri üzerine çeken Yeniden Refah Partisi’nin yerel seçim beyannamesi oldukça dikkat çekicidir. Dinci-muhafazakâr Yeniden Refah Partisi’nin seçim beyannamesi de aynı şekilde oldukça somut ve çok yönlü vaatlerle dolu. Bundan önce ama dinci muhafazakâr tutumlarını ve LGBTİ+lar düşmanlıklarını şu şekilde ortaya koyuyorlar:
“Değerli Milletimiz,
Millî Görüş, sadece bir siyasi hareket, sadece bir siyasi görüş değil, aynı zamanda bir yaşam felsefesidir. Millî Görüş’ün temel taşları “ahlak, fazilet, merhamet, liyakat, feraset, hidayet, dirayet ve gayret”tir. Bu sebeple Millî Görüş, maneviyatı önceleyen ve tarihimize sahip çıkan bir bakış açısı sunmaktadır.
(…)
Yetmiyor, kirli lobiler tarafından desteklenen sapkın LGBTİ anlayışı, nesillerimizin geleceğine saldırıyor, kadın ve erkek arasındaki doğal farkı ortadan kaldırarak, cinsiyet eşitliği adı altında cinsiyetsiz bir toplum inşa etmeye çalışıyor.
Milletimizin tüm dertlerine çare olacak, tüm yanlışları durduracak bir hizmet anlayışıyla buradayız. Millî Görüş, milletimizi ‘Ahlaklı Belediyecilik’ ile tanıştırmak için yine hazır!”
Yeniden Refah Partisi’nin de kadına biçtiği rol diğer muhafazakâr partilerle aynı. “Ailenin korunması”, kadına yönelik şiddete karşı mücadele onların da vaat kataloğunda başta geliyor. Fark ama bir başka noktada kendisini gösteriyor. Kadınlara yönelik vaatleri hem çok somut olma özelliğine sahip, hem de diğer partilerin genel laflarından çok daha fazla kadınların yaşam koşullarına doğrudan dokunma özelliğine sahip. Tabii ki, diğer tüm vaatler gibi lafta kalacak olmasa!!!
Şöyle deniyor seçim beyannamesinde:
“Kıymetli kadınlarımız,
Sizler bizim annelerimiz, kızlarımız, eşlerimiz, ablalarımız, iş arkadaşlarımızsınız. Ailemizin temel taşı, kültürümüzün taşıyıcısı ve nesillerimizin mimarısınız. Yıllardır ideolojik gruplar tarafından haklarınız sözde “savunulurken”, hayatın içerisinde oradan oraya sürükleniyor ve acımasızca sömürülüyorsunuz. Sizlerin hayatını kolaylaştıracak hizmetlere imza atmak, Peygamber Efendimizin hadis-i şerifinde olduğu gibi kadınları Allah’ın yeryüzündeki emaneti olarak gören Yeniden Refah Partisi’nin asli görevidir.” dendikten sonra, uzunca bir vaatler listesi geliyor. Bunların ana noktalarını şöyle alt alta dizebiliriz:
Şehrin yönetiminde kadınların söz sahibi olmasını teşvik edeceğiz.
Kadına şiddet sorunu, ‘Ahlaklı Belediyecilik’ şiarıyla yola çıkan Yeniden Refah Partisi’nin asla müsamaha göstermeyeceği bir konudur. (…)
Aile dostu politikalarımız çerçevesinde toplumda artan boşanmaların ve bu boşanmalardan kaynaklı haksızlıkların önünü alacak arabuluculuk sistemini hayata geçirmek önceliğimiz olacak. (…)
(…) ailelerin dağılmasını önlemek için imkânlarımızı seferber edeceğiz.
(…) Bir kenara itilmiş, ihtiyaçları görmezden gelinen kadınlarımızın elinden tutacağız. Oluşturacağımız evlerde, bakım ve ev hizmetleri gibi iş alanlarında profesyonelleşmelerini sağlayacağız. Kadınlarımız Meslek Edindirme Kurslarında hem vasıf kazanacak hem de hızlıca iş bulacak.
(…)
Ekonomik zorluk yaşayan ailelere belediyemizin yapacağı bütün sosyal yardımları ‘yuvayı dişi kuş yapar’ şiarından hareketle kadınlarımız üzerinden organize edeceğiz.
Özellikle büyükşehirlerde çalışan kadınlarımızın günümüzde en büyük sorunu çocuklarını emanet edecekleri güvenilir bir adres bulamamak. Yeniden Refahlı Belediyeler, çalışan annelerin kreş sorununu çözecek. Her mahalleye ‘Refah Çocuk Kreşi’ kuracağız. Kâr amacı gütmeyen, çok uygun fiyatlı, ihtiyaç sahiplerine ise ücretsiz bu kreşlerde çocuk bakımında, sağlığında ve eğitiminde liyakatli uzmanlarımız görev yapacak, annelerimiz gönül rahatlığıyla işine gidecek.
Çalışan kadınlarımızın en büyük dertlerinden biri de çocuklarıyla birlikte vakit geçirmeleri gereken günlerde iş yerlerinden izin almakta zorlanmaları. Şefkatli belediyecilik ilkesiyle hizmet veren Yeniden Refahlı Belediyeler, belediyede çalışan kadınlara doğum günü, okuma bayramı gibi özel günlerde ‘Anne Çocuk İzni’ verecek. Bu projemizle kadın çalışanlara pozitif ayrımcılık yaparken, özel sektöre de örnek olacağız.
Aile yaşamından iş hayatına günün ağır yükü en çok kadınlarımızın sırtında. Onca koşturmada yalnız bedenleri değil, ruhları da yoruluyor. Yeniden Refahlı Belediyelerde, kadınların hem psikolojik hem fiziksel destek alacağı ‘Kadın Refahı Sağlık Birimi’ kuracağız. (…)
Yeniden Refahlı Belediyelerde, kırsal bölgedeki kadınlarımız ve kız çocuklarımız için bölgesel kültür ve sanat evleri açacağız. (…)
Kız çocuklarımız için okul öncesi eğitim de dâhil pozitif ayrımcılık sağlayacağız. Yeniden Refahlı Belediyeler, sınırlarındaki kız çocuklarının eğitimi için özel fon oluşturacak.” (Abç)
DEVA PARTİSİ
Deva Partisi’nin kadın politikası da diğer muhafazakâr partilerden farklı değil. Zaten iktidar partisinin içinden ayrılıp gelen bir parti olarak kuyruk acısına dayanan “Tayyip karşıtlığı” ve çıkar meselesinin ötesinde iktidar partisinden hiçbir farkı yok! Deva Partisi de diğer partiler gibi kadına yönelik şiddetin ve kadın yoksulluğunun ortadan kaldırılmasının öncelikli hedef olarak alıyor. Deva Partisi’nin bu yerel seçimler için yeni bir Seçim beyannamesi de yok. Başkanları seçim vaatlerinin iki sene öncesinden beyan edilmiş olduğunu söylüyor. Kadın politikalarında toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanması, kamu ve özel sektörde kadınlara yönelik destek vaatleri yer alıyor.
Toparlarsak…
Burjuva partilerin kadınlara yönelik somut vaatlerinde pek bir fark yok. Bunun böyle olması da gayet anlaşılır. Çünkü ülkelerimizde kadınların temel sorunları farklı değil. Dikkat çekici olan bir diğer nokta kadın hareketinin inatla gündeme getirmiş olduğu sorunlar kadar söylemlerin de artık parti politikalarına alınmış olmasıdır. Örneğin kadın hareketinin gündeme getirdiği “pozitif ayrımcılık” talebini bugün hemen hemen bütün partiler seçim beyannamelerine eklemiş durumdalar. Sorunlar belirlenmiş olunca, kadın oylarına göz diken partilerin de vaatleri aynı oluyor, her kesim kendi ideolojik öncelliğiyle benzer vaatlerde bulunuyor. Vaatlerin ne kadar yerine getirildiği, getirileceği konusunda da kimsenin hayallere kapılacak durumu yok… Sayfalarca vaatlerden belki birkaç kırıntı düzeyinde iyileşme olur, hepsi o kadar… Birbirlerinden farkı olmayan burjuva partileriyle alınmış olunan yol da zaten belli… Yüzyıllık Cumhuriyet ile övünenlerin kadınların çalışma ve yaşam koşullarını iyileştirme konusunda geldikleri yer belli. Kadın hareketinin tüm ısrarlı ve ses getiren mücadelesine rağmen alınmış olan yol belli! Tümü zihniyette ve pratikte erkek egemen olan bu partilerden kadın merkezli politikalar, çevre dostu, insan öncelikli, demokratik, şeffaf belediyecilik beklentimiz yoktur! Olamaz! Bunların hepsi egemen sınıfların partileridir. Aralarında özde bir farklılık yoktur!
Gelelim farklı olmasını “beklediklerimize” (!)
DEM ve onun yanında saf tutanlar…
Egemen sınıf partilerinden farklı olan, Kürt ulusal mücadelesinin, ulusal hakların savunucusu olarak özel bir yere sahip olan, Kürdistan’da birçok durumda birinci parti ve Türkiye çapında yüzde 10 civarında bir oy potansiyeline sahip olması bağlamında önem kazanan DEM, aynı zamanda küçük burjuva-demokratik kadın hareketini de çevresinde toparlama durumu ve potansiyeliyle de özel mercek altına yatırılmayı hak etmektedir. Kürt kadın hareketi ile Türkiye kadın ve LGBTİ+lar hareketinin büyük bölümü seçimlerde ve birçok durumda birlikte hareket etmektedir. DEM’in farklılığı 2014 yılından beri partinin eşit temsiliyeti mümkün kılan yüzde 50’lik kadın kotası ve eş başkanlık sistemi uygulamasıyla da belirlenmiştir.
En baştan, Kürt kadın hareketinin büyük bedeller ödeyerek “mücadele tarihinde büyük kazanımlara imza atmış” olduğu gerçekliğini bildiğimizi, ulusal ve cinsel baskılara karşı mücadelelerine destek ve dayanışmamızın tam olduğunu belirtelim. Bugün, bütün partiler kadınlara yönelik vaatler listelerini genişletme ihtiyacı hissediyorsa, “kadına yönelik şiddete karşı mücadeleyi”, “pozitif ayrımcılığı” gündemlerine almak zorunda kalıyorlarsa, bu esasta Kürt kadın hareketinin ve onunla eylem birliği içinde gücünü yükselten küçük burjuva feminist kadın hareketinin başarı hanesine yazılmak zorundadır. Bu ama komünist kadınlar olarak bizim, DEM’in, Kürt kadın hareketinin ve Türkiyeli kadın hareketinin hem genel politikalarına, hem de kadın politikalarına eleştirilerimizi dile getirmemizin engeli değildir. Tam tersine! Bizim eleştirilerimiz, tabiatı gereği, en çok beklentimiz olanlara yöneliktir. Seçimlerle ilgili tavırlarına olan eleştirilerimiz de bu çerçevede değerlendirilmelidir.
DEM 2024 yerel seçimlerinde Türkiye çapında kendi bağımsız adaylarıyla seçime katılacağını ilan etti. Kürdistan’da seçimlere bu şekilde gireceği de kesinleşmiş durumda. Ancak, başta İstanbul olmak üzere kendi seçmen tabanının güçlü olduğu alanlarda, CHP ile pazarlıklara giriştiği de ortada. Kürdistan’da savaş yürüten AKP-MHP ittifakının şoven milliyetçi saldırılarına maruz kalıp CHP’nin oy kaybını engellemek için “kent ittifakı” vb. adı verilen sandıkta “tabandan ortaklaşalıkları” sağlamayı hedefliyorlar. İlginç olan, “Demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü paradigmamızla eş başkanlık mor çizgimiz”le “yola çıktık” diyen DEM’in yerel seçim bildirgesinin ana fikrinin “Tek adam rejimine” karşı olma duruşudur! Öyle ki, aşağıdaki alıntıladığımız bölümde görüleceği gibi, iktidar ortağı olan MHP’nin adı bile geçmemektedir. Varsa-yoksa “AKP iktidarı!”
Biz kadınlar için erkek egemen sistemin yakın tarihteki en somut ifadesi olan AKP iktidarı, 17 yıldır politikalarıyla erkek egemenliğini derinleştirerek yaşamın tüm alanlarında mücadeleyle elde ettiğimiz hak ve özgürlüklerimizi kısıtlamaya devam ediyor. Biz halkların sözünü genel ve yerel siyasete taşımak isterken, onlar herkesi susturup tüm yetkiyi tek elde toplamaya çalışıyorlar. Şimdi ise tüm gücün “tek adam”da toplandığı bir rejim değişikliğini içeren aşırı merkezileşmiş erkek egemen yönetimi yerel yönetimler üzerinden tamamlamayı amaçlıyorlar.
AKP eliyle atanan kayyumlar bin bir emek ve mücadeleyle elde ettiğimiz kadın kazanımlarını ve kadın iradesini gasp etmiştir. İrade gaspının ve erkek egemenliğinin tezahürü olan kayyumlar, eşbaşkanlık sistemini hedef alarak eşbaşkanlarımızı tutuklamış; kadın merkezlerini, kadın sığınma evlerini, kadın yaşam alanlarını, kadın emeği pazarlarını, kadın politikaları daire başkanlıklarını, kadın müdürlüklerini kapatmıştır. Bunlarla yetinmemiş bu merkezlerde çalışan kadınlar işlerinden çıkarılmış, kadın özgürlük mücadelesi yürüttükleri için tutuklanmış, kadın merkezi çalışanlarına davalar açılmıştır. Yaşam alanlarını kadınsızlaştırmaya çalışan iktidar, kadın mücadelesi yürüten yerel mekanizmaları doğrudan hedef almıştır. AKP’nin talimatlarıyla hareket eden kayyumlar, kadınlar için hayati önem taşıyan kadına yönelik şiddet merkezlerini ya kapatmış ya da bu merkezlerin adlarındaki “kadın” ifadesini çıkarıp bu merkezlere “aile merkezi” adını vermiştir. Bu merkezler şiddete uğrayan kadınların şiddet gördükleri hanelerden uzaklaşmak için sığındıkları ve kadın dayanışmasıyla güçlendikleri yerler olmaktan çıkartılmış, sözde “aile birliğini korumak” adına, kadına yönelik şiddeti meşrulaştıran kurumlara dönüştürülmüştür.”
Bizim DEM’e (ve geçmişteki öncüllerine) ve onun peşine takılan küçük burjuva devrimci sol muhalefete getirdiğimiz temel eleştiri işte bu noktada düğümleniyor. 24 Haziran 2018 seçimi sürecinden beri, egemen burjuva partilerinin karşısında demokratik alternatif olmayı hedefleyenler kendilerini bir tek hedefe kilitlemiş durumdadırlar: AKP’ye ve “tek adam rejimi”nin başı “Tayyip”e karşı olmak! Bu şekilde bir tarafta AKP rejimi, diğer tarafta ayrımsız “Tayyip karşıtları”nın olduğu bir “cephe” yaratılmaktadır. Kürt ulusal hareketinin ve Kürt kadın hareketinin ulusal haklarına ilişkin hiçbir temel talebine sahip çıkmayan, egemen sınıfların partisi olma vasfıyla sahip çıkmayacak olan CHP ile “AKP karşıtlığı”na dayanan temelden çürük bir seçim ittifakı bizim görüşümüze göre yanlıştır. Bunun adı ister “tabandan ortaklaşalık” olsun, isterse “Kent ittifakı!” Demokratik mücadeleyi, kadın eşitlikçi ve özgürlükçü mücadele talepleriyle yola çıkanların, hangi vaatlerde bulunurlarsa bulunsunlar egemen sınıf ve erkek egemen partileriyle bir ittifakı bizim açımızdan kabul edilemezdir. Mücadelelerimizde kimlerle beraber yürüdüğümüz, yürüyeceğimiz son tahlilde tayin edici önemdedir. Çünkü egemenlik ilişkilerinin net olduğu bir sistemde, ezilenlerin egemenlerle her türden çürük uzlaşısı – iş birliği egemenlere yaramaktadır, ezenlerin sisteminin devamına hizmet etmektedir.
DEM’i ve onun peşinde yer alan sol devrimci hareketi eleştirdiğimiz bir diğer nokta, iktidarda faşizmin olmasını kabul etmelerine rağmen, bunu ignore ederek, “demokratik” hatta “devrimci belediyecilik” hayallerini yaymalarınadır. Burjuvazinin egemenliği şartlarında, T.C.’de olduğu gibi erkek egemen devletin varlığı şartlarında, yerel yönetimlerin seçimlerle ele geçirilmesi yoluyla halk için, emekçi kadınlar için büyük ve kalıcı kazanımlar elde edilebileceği, yerelde “demokratik yönetim”ler üzerinden demokrasinin yaşanılabileceği gibi düşünceler boş hayallerdir.
Kaldı ki, bizzat DEM’in seçim bildirgesinde demokratik seçimlerle iş başına gelenlerin T.C. devleti ve onun iktidarı tarafından nasıl alaşağı edildiği, kayyumların atandığı, kazanımların nasıl hiç edildiği uzun uzun anlatılmaktadır:
“Erkek egemen egemen sistemin bugüne kadar alışageldiği tekçi ulus devlet anlatısı ne yaptı? Yerel demokrasiyi inkâr ederek yol almaya çalıştı ki bugün kayım sistemi Kürdistan’da kendisini var etmeye çalışıyor. 2014’ten itibaren hayata geçirmeye çalıştığımız yerel yönetimlerdeki bu model aynı zamanda toplumsal özgürlüğü inşa etme sistemidir. En çok da bundan korkuyorlar. Birincisi mevcut iktidarlar; cinsiyetçidir, yok sayar, gasp kültürünü hayata geçirmeye çalışır. Yerel yönetimlerde inşa etmeye çalıştığımız alan ise tam da bu iktidarı sarsan bir durum. Çünkü yerel yönetimlerdeki kadın özgürlükçü model, aynı zamanda halkların ve farklılıkların özgürlüğüne ve temsiliyete dayalı bir modeldir.”
“Önce kayyımları göndereceğiz, sonra onların tahribatını ortadan kaldırarak kadın özgürlükçü sistemimizi inşa edeceğiz.”
“Bugüne kadar örmüş olduğumuz bir tarihimiz var. Sonuçta biz sıfırdan başlamıyoruz, bir sürü birikim var deneyim var. (…) Bir tarihimiz var ve bunu tekrardan yeşertmemiz gerekiyor. Bugün kayyımların tahribatını ortadan kaldıracak yegâne sistem bizim belediyelerdeki kadın özgürlükçü sistemimizdir.
Kayyımlar, kadın merkezlerini kapattı, biz kadın merkezlerini daha güçlü bir şekilde hayata geçireceğiz. Bizler özgür eş yaşam alanları olarak kadın sığınaklarını kurduk, onlar kadın sığınaklarını kapattılar. Kadın sığınaklarını daha güçlü hayata geçireceğiz. Kadınlar eşit onurlu bir şekilde doğduğu yerde doysun diye, mevsimlik göçe gitmesin diye, kendi topraklarında eşit onurlu bir şekilde yaşasın diye kurduğumuz kooperatifleri tekrardan açacağız.
(…)
“Bizler belediyelerde çok dilli belediyeciliği uyguladık. Kadınların anadilinde hizmet alması için her türlü mekanizmayı hayata geçirdik. Çok dilli, çok renkliydik. Çünkü toplumun hakikati böyleydi. Bizler bunu yaparken kayyımlar ne yaptı? Tabelalarımızı söktü, anadil yasağı getirdi, çok dilli hizmeti ortadan kaldırmaya çalıştı. Bizler dil ve kültür alanında, sanat alanında, şiddetle mücadele alanında çok dilli belediyeciliği en güçlü şekilde hayata geçireceğiz. Onlar gençliğin sorunlarını görmezden geldiler, hatta gençliğin sorunları derinleşsin diye uğraştılar. Özel savaş politikalarını Kürdistan’da hayata geçirdiler. Genç kadınların daha çok şiddet görmesini, taciz ve tecavüze maruz kalmasını sağlamaya çalıştılar. Bizler oluşturduğumuz gençlik ve kadın merkezleriyle, akademilerimizle aslında kadınların öz savunmasının öz örgütlülük ve öz bilinçten geçtiğini biliyorduk. Bunu hayata geçiriyorduk. Kayyım tahribatını ortadan kaldırmak için tekrardan gençlik merkezlerimizi, akademilerimizi, sanat kültür merkezlerimizi hayata geçireceğiz ve özel savaş politikalarına geçit vermeyeceğiz.” (29 Ocak 2024, bkz. Dem web sitesi)
Yerel seçim çalışmalarının startının verildiği Diyarbakır kadın aday tanıtım toplantısındaki kadın meclisi sözcülerinin yaptığı konuşmadan aktardığımız bölümler, DEM “Yerel Seçim Bildirgesi”nde de daha geniş biçimiyle ortaya konmaktadır.
“Kadın İradesiyle Yerel Demokrasi”, “Dema jinan vîna jinan”, “Demê cinîyan îradeyê cinîyan” sloganlarıyla yola çıkan DEM’in işi, Kürdistan’da bütün yerellerde seçimleri kazansa dahi, oldukça zordur. İktidarın bugünkü savaş politikası sürdüğü sürece, yine olacaklar bellidir: Tutuklamalar, kayyum atamaları, yıldırma ve tahribat politikası! Bu şartlarda ne “Kadın iradesiyle yerel demokrasi” inşa edilebilir. Ne de “demokratik, ekolojik, kadın özgürlükçü” bir yerel sistem. Buna rağmen direnmek, mücadele etmek doğru ve haklı mıdır? Elbette! Bu şiarların, salt mücadele şiarları olduğu hiçbir yanlış anlaşılmaya yer bırakmadan açıklandığı, seçim kazanıldığında yerine getirilebilirmiş / yapılabilirmiş boş hayalleri yayılmadığı sürece gayet yerinde ve doğru olur.
Biz komünist kadınlar, kapitalizm, onun burjuva sistemi ve onun erkek-şiddetli devleti ayakta olduğu sürece gerçek anlamıyla “kadın iradesiyle yerel demokrasi” şiarlarında ifade edilen türden, eşitlikçi- özgürlükçü-devrimci belediyeciliğin ancak mücadele şiarları olabileceğini biliyoruz. Toplumun ezici çoğunluğunun burjuvazinin gerici, dinci-muhafazakâr, ırkçı-şoven kampanyalarının peşinde sürüklendiği koşullarda bize düşen görev, egemen sınıf partilerini ve onların sahte vaatlerini teşhir etmektir.
Gerçek bir demokratik-devrimci muhalefetin genişleyerek kitleler içinde kök salması için mücadele etmek görevdir. Bu ama ancak tutabileceğimiz sözler vermekle, kitleleri yanıltmamakla, daha büyük mücadelelere hazırlamakla olabilir. Bu yerel seçimlerde de komünist kadın hareketi, usanmadan bu gerçeklikleri üzerine basa basa tekrarlamaktır. Burjuva ve küçük burjuva kadın hareketlerinin kısa vadeli çözümlerle kadınlar özgürleşebilirmiş yanılgılarını yaymalarına karşı bizim yapmamız gereken en doğru, en gerçekçi çözüm budur.
28 Mart 2024