Türk Sanayicileri ve İş İnsanları Derneği’nin (TÜSİAD) 13 Şubat’ta yapılan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşma nedeniyle hakkında ”adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs ve gerçeği aykırı bilgiyi alenen yayma” suçlamasıyla soruşturma başlatılan TÜSİAD Yüksek İstişare Kurulu (YİK) Başkanı Ömer Aras ile soruşturmaya aynı suçlamayla dahil edilen TÜSİAD Başkanı Orhan Turan polis eşliğinde götürüldükleri İstanbul Adliyesinde ifade verdi. Aras ile Turan, yurt dışına çıkış yasağı şeklinde uygulanacak adli kontrol şartıyla serbest bırakıldı.
TÜSİAD yöneticisi büyük burjuvaların “polis nezaretinde ifadeye götürülmesi” ve yurt dışına çıkış yasağı kararı verilmesi, anti Erdoğan cephesi tarafından tepki ile karşılandı.
TÜSİAD’ın Genel Kurulu’nda, yapılan konuşmalarda hükümetin ekonomi başta olmak üzere çeşitli konularda izlediği politikalar, son dönemde yaşanan tutuklamalar, kayyum uygulaması, ihraç edilen teğmenler, 6 Şubat depremleri ve Kartalkaya yangını konusunda yeterli denetimin olmaması vb. eleştiri konusu yapılmıştı.
Bu eleştiriler AKP/MHP tarafından sert tepki ile karşılandı. TÜSİAD topa tutuldu!
AKP Genel Başkanı, Cumhurbaşkanı RT Erdoğan’da partisinin meclis grup toplantısında yaptığı konuşmada TÜSİAD’a verdi veriştirdi. “Yeni Türkiye’de haddinizi bileceksiniz” dedi.
Yargı da boş durur mu? O da gereğini yaptı!
Dalaşın perde arkası
TÜSİAD ile AKP/MHP’nin bir diğer ifadeyle Cumhur İttifakı’nın kapışmasının arka planında, egemenler arasında sert yürüyen iktidar mücadelesi yatıyor.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki siyasi gelişmeler, iki burjuva grubu arasında, siyasi arenada da kıyasıya süren iktidar mücadelesi tarafından belirleniyor.
Türkiye’de burjuvazi, başta tekelci burjuvazi olmak üzere, aralarındaki geçişgenlik oldukça düşük olan iki ana gruba bölünmüş durumdadır.
Birinci grup: Eski/yerleşik burjuvazi. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren geliş(tiril)en, ilk birikim temellerinden biri soykırıma uğratılan, sürülen, ülkeyi terk etmek zorunda bırakılan gayrimüslim burjuvazinin üzerine çökülen malı-mülkü olan yeni Türk burjuvazisi. Cumhuriyetin kuruluşundan hemen önce yapılan Birinci İzmir İktisat Kongresi’nde, “İktisadi bağımsızlık”ı öngören ve bunun “karma ekonomili” kapitalist kalkınma üzerinden olacağını savunan Türk burjuvazisi. Süreç içinde oluşan güçlü bir bürokrat devlet burjuvazisi ile iç içe büyüyüp gelişen, öncelikle Batılı emperyalist tekellerle işbirliği içinde tekelleşen özel sermayeli büyük Türk burjuvazisi. 1950’den sonra ve özellikle de 1980’li yıllar ve ertesinde iyice güçlenen, 2000’li yılların ilk 10 yılına kadar mutlak egemen konumda olan “bir bildiri ile hükümet devirecek güce sahip” burjuvazi kesimi. Bunlar 1980 sonrasında artan bir biçimde Kuzey Kürdistan-Türkiye pazarı dışına da açıldı. Gelinen yerde yurtdışındaki doğrudan sermaye yatırımlarından elde ettikleri ciro ve kâr, tüm ciro ve kârları içinde önemli paya sahip. Bunlar öncelikle sınıf örgütü TÜSİAD tarafından temsil ediliyor.
TÜSİAD bugün de ekonomik güç olarak hâlâ burjuvazisinin en zengin, en varlıklı kesimini oluşturuyor.
Bu kesim kültürel olarak laikçi/Batıcıdır. Kendilerini Atatürkçü olarak tanımlarlar. “Rekabetçi Piyasa Ekonomisi” bunların pusulasıdır ve bu pusula siyasi güçlerle ilişkisini belirler. Siyasi olarak çoğunluğu “Merkez Sağ” olarak adlandırılabilecek konumun savunucusudur. Bunun yanında fakat “Modernlik”, “Uygar Batı”cılığın ülkemizdeki en önemli “ilke”lerinden biri olan laikçilik de belirleyici özelliklerinden biridir. Bu nedenle laik(“çi“)liğe ve “Atatürkçülük”e karşı tehdit olarak gördükleri siyasi İslam’a karşıdırlar.
İkinci grup: Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin yeni yetme burjuvazisi, bunun da öncelikle AKP döneminde büyüyüp, tekelleşen bölümü. Bu grubun öncülleri aslında 1950’li yıllara kadar uzanıyor. İstanbul, İzmir gibi büyük kıyı şehirlerinde konumlanan yerleşik burjuva kesimi dışında, Orta Anadolu ve Karadeniz başta olmak üzere “taşra”da gelişen daha çok tekstil, küçük imalat sanayii, giyecek, yiyecek/içecek sektörü alanlarında yoğunlaşan KOBİ’ler bu grubun öncülleri. Bunların bir bölümü süreç içinde büyüyüp, 1990’lı yıllardan başlayarak tekelleşiyor. 2000’li yıllarda bu gruba, AKP döneminde devlet ihaleleri üzerinden kısa sürede büyüyen, inşaat ve enerji sektöründeki yatırımları ile Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin en büyükleri arasında giren tekeller ekleniyor. 1990 yılında, esasta TÜSİAD’a rakip olarak kurulan MÜSİAD (Müstakil Sanayici ve İş Adamları Derneği) bu grubun sınıf örgütü.
Burjuvazinin bu kesimi, TÜSİAD’da birleşen laikçi-Batıcı-kemalist kesimin tersine, kültürel olarak İslam’ı ve İslamî değerleri öne çıkaran “mütedeyyin” kesimdir. Birincilerin Batıcı hayat tarzının karşısına kendi tutucu, İslami hayat tarzını koyarlar. Fakat kültürel olarak İslamcı ve “muhafazakâr” olmaları, ekonomi alanında atılımcı ve reformcu olmalarının da Batılı tekellerle ilişkiler kurmalarının, onlarla ticaret yapmalarının da engeli değildir. Kuzey Kürdistan-Türkiye tarihini âdeta 1923 ile başlatan, Osmanlı döneminin bir bütün olarak “gericilik” dönemi olarak değerlendirip ret eden birinci kesimin tersine bunlar Osmanlı dönemine öykünürler, “Yeni Osmanlıcı”dırlar. Esas olarak MÜSİAD içinde örgütlü “mütedeyyin burjuva”ların hayali ”bağımsız ve bağlantısız” emperyalist bir Türkiye’dir. Bugün bu ikinci grup, Türk büyük burjuvazisinin gelişen, birinci kesim ile arasındaki farkı büyük hızla kapatan kesimidir. AKP/Erdoğan yönetimindeki devlet giderek artan bir biçimde bu kesimi öncelliyor, bu kesime hizmet ediyor. Bu grubun esas siyasi temsilcisi MSP geleneğinin sürdürücüleri içinde “MSP gömleğini çıkararak”, DP/AP/DYP geleneğinin devamı merkez sağın önemli bölümünü de içinde ve çevresinde toplayan AKP’dir.
Kuşkusuz siyasal İslamcıların iktidarda olduğu bir ortamda, aslında kültürel olarak birinci kesime yakın olan kimi burjuvaların dini bütün görünmeleri, ya da Batıcı laikçilerin iktidarda olduğu bir ortamda kimi kültürel İslamcı burjuvaların Atatürkçü tüyler takındığı karşılıklı takiyeler; bu anlamda bu burjuva sınıf örgütleri arasında geçişkenlik de vardır. Fakat bu geçişkenlik oldukça düşük ve TÜSİAD ve MÜSİAD’ın Kuzey Kürdistan-Türkiye’de esasta burjuvazinin iki ayrı kesiminin teşkilatları olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
Dünyada emperyalistler arasındaki çelişmelerin sertleşmesi, emperyalist dünyada güç dengelerinin değişmesi yanında Kuzey Kürdistan-Türkiye’de kapitalizmin gelişmesi de Türk burjuvazisinin büyüme, yayılma siyasetini mümkün kılıyor. Türk burjuvazisi bir bütün olarak büyümek, güçlenmek, bölgede ve dünyada sözü geçen emperyalist bir güç olmak istiyor. Bu istek bağlamında, TÜSİAD ile MÜSİAD arasında bir ayrılık yok. Ancak bu hedefe gidişte bugün hangi adımların atılmasının doğru olacağı konusunda farklı görüşler, yaklaşımlar var.
TÜSİAD tarafından temsil edilen, Batılı sermaye ile iç içe olan “geleneksel” (esasta İstanbul) büyük burjuvazisi için AKP/MHP iktidarının siyaseti, Batılı emperyalistlerle çatıştığı noktalarda maceracı bir siyaset olarak görülüyor. Bu sermaye kesimi, ekonomik kalkınmanın ancak demokrasi ile mümkün olduğu söylemiyle, hükümetten “yüzü batıya dönük siyaset”ten uzaklaşmaması uyarılarında bulunuyor. Bunlar için demokrasi demek, Batılı emperyalistlerle birlikte olmak demek. Demokrasi ufukları hep faşizmle iç içe olan gerici burjuva demokrasisi ile sınırlı. Demokrasi adına savundukları kendi bugüne kadarki imtiyazlı durumlarının, kendi iktidarlarının sürmesi.
Buna karşı siyasal İslam’ın esas olarak Anadolu’dan çıkıp büyüyen ve esas olarak MÜSİAD çevresinde örgütlenen yeni yetme büyük burjuva kesimi “yerli ve milli” marka adı altında sunulan yayılmacı siyasetin arkasında duruyor. Onların ise “yerli ve milli”lik adına savundukları kendi ekonomik çıkarları ve kendilerinin tam iktidarının kurulması.
Bir taraf demokrasi adına laikçi, Batıcı, kemalist diktatörlüğün sürmesinden yana; diğer taraf kültürel İslamcı, yeni Osmanlıcı, emperyalistler arasından denge siyaseti güden bir “yeni Türkiye” peşinde. İkisi de işçi düşmanı, ikisi de emekçilere düşman, ikisi de Türk olmayan milliyetleri “öteki” görüyor, ikisi de Kürt düşmanı. Yok, bu anlamda birbirlerinden farkları.
TÜSİAD ile MÜSİAD, Cumhur İttifakı ile anti Cumhur İttifakı arasındaki kavga siyasi iktidarın nimetlerinden en fazla kimin yararlanacağı kavgasıdır.
Bu kavgada her şey mübah. Dini kullanmak mübah. Türkiye’nin öteki dini Atatürkçülüğü/Kemalizm’i kullanmak mübah. Her türlü yalan dolan, hakaret küfür mübah. Zaten anda esasta Tayyipçi ve Anti-Tayyipçi olarak bölünmüş cemaatler topluluklarının sinir uçlarıyla oynamak, emekçileri birbirine karşı kışkırtmak, “kutuplaştırmak” mübah. Tabii bütün bunlar yapılırken bunları yapanların, karşılarındakileri “kutuplaştırma” işini yapmakla suçlamaları yalnızca mübah değil, adeta vacip!
Bu kavga işçilerin, emekçilerin kavgası değildir!
Bu kavgada taraf tutulacak, desteklenecek bir taraf yoktur!
İşçilerin, emekçilerin, halkların, ezilenlerin sınıf düşmanı yalnızca AKP/MHP iktidarı değil, adı ne olursa olsun, kimin önderliğinde olursa olsun, bir bütün olarak burjuvazinin iktidarı ve onun devletidir.
Mücadelemizin esas hedefi sermayenin devletini yıkma mücadelesi olmalıdır!
20 Şubat 2025