En geç mart ayının başından bu yana bütün dünyada hayatın her alanını belirleyen bir konu var: Covid-19 pandemisi. Daha önce yaşanmış olan SARS ve MERS salgınlarını da tetikleyen Korona ismi verilen virüsün mutasyona uğramış bir türü SARS-Cov 2, ya da Covid-19. İnsan açısından mikroskobik ölümcül bir hastalık yayıcısı. Bir parazit. Bu tip parazitler insan yapısı iklim değişikliğinin sonuçlarından da biri olarak giderek çoğalıyor. Covid-9’un kendini çoğaltması, yaşaması için insan vücudundaki hücrelere kendini yapıştırması, onlardan beslenmesi gerekiyor. En sevdiği hücreler insanın solunum merkezi akciğerdeki hücreler. Virüsün bu hücrelerde kendini yeterli çoğaltması durumunda o hücreler işe yaramaz bir hâle geliyor. İnsan nefes alamaz bir duruma geliyor. Sonuç virüs dolu, insan için giderek işlevini yitiren bir akciğer ve eğer o tedaviye olumlu cevap veremezse solunum yetmezliğinden ölüm. Şimdi yalnızca ciğere değil, böbreklere ve diğer bazı organlara da zarar verdiği söyleniyor kimi tıp uzmanlarınca. Tedavi ertesi hastalığı yenenlerde uzun vadede hangi izlerin kalacağı henüz bilinmiyor. Tedavi bağlamında virüsün bu mutasyona uğramış cinsi henüz yeni olduğu, hakkındaki bilgiler çok sınırlı olduğu için doğrudan bu virüse, bu virüsün yol açtığı hastalığa karşı geliştirilmiş bir ilaç yok. Daha önceki gribal virüs salgınlarında kullanılmış olan birçok ilaç, bu arada kimi başka hastalıkların tedavisinde kullanılmış kimi ilaçlar da akut hastalar üzerinde deneniyor. Bu arada toplanan bilgiler temelinde yeni ilaçlar geliştirilmeye ve aşı geliştirilmeye çalışılıyor. Her şey deneme-yanılma yöntemiyle ilerliyor. Virüsün bulaşma yöntemi basit, kolay. Vücuda ağız, burun, göz yoluyla giriyor. Yayılma hızı yüksek. Doğrudan ilaç ve aşı olmadığı için de ölüm oranı da yüksek.
Covid-19’a karşı mücadele
Anda hızlı yayılmayı önlemenin, bu yolla virüse karşı “zaman kazanma”nın tek yolu tecrit. Aslında virüsün ilk ortaya çıktığı alanda uygulanacak bir aylık bir mutlak tecritle ve dünya çapında yine 3-4 haftalık bir mutlak tecrit ile bulaşma zinciri bütünüyle kırılabilirdi. Bu aktüel virüs ortadan kaldırılabilirdi.
Çin örneği
Fakat önce virüsün ilk ortaya çıktığı, kimi “solcu”ların!!! hâlâ akıl almaz bir aymazlıkla sosyalist diye savunduğu sosyal emperyalist büyük güç Çin Halk Cumhuriyeti’nde, revizyonist, sosyal faşist yönetici elit başlangıçta virüsün varlığını bile inkâr eden bir yolu seçti.
Bu bağlamda: Wuhan’da bir hastanede çalışan Çin’li hekim Li Wien Liang, 30 Aralık 2019’da internet üzerinden bir dizi doktor arkadaşıyla haberleştiği “We chat” grubunda, Wuhan’daki bölgesel hastanede, akut solunum yolu hastalığı virüsünün tetiklediğini düşündüğü, çok sayıda ağır zatürre vakasının var olduğu, bir salgın tehlikesinin söz konusu olduğu bilgisini paylaşır. Li Wien Liang ve haberleştiği gruptan en az 7 doktor arkadaşı bölgesel polis tarafından “toplum düzenini bozmaya yönelik yalan haberler yayma“ suçlamasıyla sorguya çekilir. Bu haberleri yaymayacakları konusunda yazılı açıklama imzalatılır onlara. 1 Ocak’ta Çin resmi haber ajansı Xinhua üzerinden Wuhan’da ortaya çıkan hastalığın insandan insana bulaştığı yönünde internet üzerinden yayılan haberlerin “yalan haber” olduğu açıklaması duyurulur. Li Wien Liang 7 Şubat 2020’de, henüz 33 yaşında, büyük ihtimalle hakkında uyarı yaptığı hastalıktan ölür.
Suçlanan doktor arkadaşları, ocak sonunda Yüksek Halk Mahkemesi tarafından aklanırlar!
Çin, salgın hızla ve artık gizlenemez ve inkâr edilemez biçimde yaygınlaşmaya başlayınca, evet, bir dizi diğer ülkede eşine rastlanmayan radikal tedbirler aldı. Milyonluk Wuhan kentini mutlak bir karantina altına aldı. Sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Kente giriş çıkışlar yasaklandı. Testlerde pozitif çıkanların temasta olduğu insanlar, daha önce kurulmuş elektronik/dijital kontrol sistemi üzerinden tespit edilip, karantinaya alındı. Zorunlu evden çıkış durumunda, kamusal alanda zorunlu maske zorunluluğu getirildi. Şehirlerarası trafik durduruldu vs. vb. Fakat bunlar sonuçta geç alınmış tedbirler olarak tarihe geçtiler. Bu tedbirler alındığında Covid-19 çoktan bir dizi ülkeye yayılmıştı. Peki, neden bu tedbirler mesela en geç 2019 sonunda alınmadı? Alınmadı, çünkü bu tedbirler dünyanın atölyesi/fabrikası durumunda olan, 2017‘de 2 trilyon 263 milyar dolarlık ihracat değeriyle dünya ihracat şampiyonu olan, diğer emperyalist büyük güçlerle dünya hegemonyası için dalaşan Çin’de ekonomik alanda büyük bir kaybı, bir kırılmayı erkenden gündeme getirirdi. Covid-19’un Çin’in bir bölgesinde tecrit edilerek sonlandırılması, bütün zararın yalnızca Çin ile sınırlı kalması anlamına gelirdi. Çin yalnızca kendi ekonomisinde büyük zararları göze alarak dünya çapında bir pandemiyi engellemiş olurdu. Bir emperyalist güç, büyük insanlığın, dünya emekçilerinin sağlığını kendi emperyalist çıkarlarının önüne almış olurdu. Fakat bu emperyalizmin mantığına terstir. Tabii burada, ama bu virüs yeni bir virüs idi, bu kadar tehlikeli olduğu bilinmiyordu vs. gerekçesi getirilebilir. Bu bağlamda şunun bilinmesi gerekir: 2011’deki Kuş Gribi pandemisi sonrasında, önümüzdeki dönemde de pandemilerin daha sıklıkla gündeme gelebileceği, Dünya Sağlık Örgütü tarafından ilan edilmiş, bütün devletlerin olası bir pandemiye karşı planlar geliştirmesi istenmiştir. Covid-19 öncesinde en başta emperyalist devletler olmak üzere, birçok devletin elinde olası bir pandemide yapılacaklar konusunda oldukça detaylı planlar vardır. Çin sonuçta kendi planını geç devreye sokmuştur. Burada bilinmezlik değil, siyasi-ekonomik tercih söz konusudur. Emperyalist rekabette, bu genelde insan sağlığı açısından doğru olsa bile, sonuçta kendini zayıflatacak, rakiplere yarayacak adımlar atmama mantığı işlemiştir burada.
Diğerleri
Yalnızca Çin mi? Hayır aslında diğer burjuva devletler açısından da durum değişik değil.
Hiçbir burjuva devleti Çin’de epidemi ortaya çıktıktan sonra, gelişmeler açıkça ortada iken, bir aylığına da olsun kendini tam tecride alma adımını atmamıştır. Atılan adımlar hep üretime en az zarar verme, üretimi mümkün olduğunca en üst seviyede sürdürme, hatta mümkünse arttırma mantığı ile atılmıştır.
ABD’de Trump yönetimi, önce Covid-19’u küçümseyen, ABD’nin bu “Çin virüs”üne!!! karşı çok güçlü olduğunu açıklayan tavırlar takınarak her türlü tecrit tedbirini ret etmiştir. Daha sonra Covid-19’un sınır tanımadığını nihayet anladığında, alınmasını istediği tedbirleri ekonomiye en az zarar verecek tedbirler olarak kurgulamış, geçici mutlak tecridi hiçbir zaman düşünmemiştir. Bir ara bu pandemiden 200 bin ölüyle çıkılması hâlinde bunun başarı sayılması gerektiğini açıklayarak, insan hayatına ne kadar değer verdiğini göstermiştir! Sonuç bellidir: ABD şimdi vaka ve ölüm sayısıyla dünya şampiyonudur!
İngiltere’de Brexit başbakanı Johnson da, ABD’li meslektaşı gibi, önce Covid-19 “bize dokunmaz“ moduna girip, “sürü bağışıklığı” siyasetini denemiş, İngiltere’de vakalar ve ölümler jet hızıyla artınca, bir dizi tedbirler ilan etmek zorunda kalmıştır. En büyük tedbiri de bizzat kendisi Korona-pozitif testli olarak ev tecridinden yaptığı “evde kal!” çağrısıdır! Kendisi paçayı Covid-19 ölümünden zor kurtarmıştır.
İtalya’nın, Fransa’nın hâli ortadadır. Bunlar Batı Avrupa’da geç alınan tedbirler sonucu, vaka ve ölüm sayısı-oranı konusunda İngiltere dışında Avrupa şampiyonluğu için yarışıyorlar! Fakat İspanya nüfusuna oranla vaka ve ölüm oranında Avrupa’da liderliği kimseye kaptırmıyor!
Virüsün relatif geç girdiği Rusya’da da en azından büyük şehirlerde kısa süreli tam tecrit geç uygulanmaya başlandı.
Bizdeki Batı hayranı bir dizi aymaz “solcu”nun da övdüğü Almanya’da, 18 Nisan itibarıyla günlük ortalama ölü sayısı 250 civarına oturmuş, günlük vaka sayısı 2500 civarında “istikrar kazanmış”tı. Almanya’nın övülen üstünlüğü toplam vaka sayısı içinde toplam ölü sayısı oranının diğer emperyalist ülkelere ve dünya ortalamasına göre düşük olması idi. Bunun temel nedeni Almanya’daki sağlık sisteminin, –genel sağlık sigortası vb.nin– diğer bir dizi Avrupa ülkesine göre daha iyi durumda olmasıdır. Buna rağmen eğer Covid-19’un yayılma hızı kontrol altına alınmaz ise bu ülkede de sağlık sistemi, özellikle yoğun bakım üniteleri açısından, kapasitesinin kaldıramayacağı bir hasta sayısı ile karşılaşma durumunda kalınabilirdi. Geç alınan tedbirler sonucu burada da durum kritikti. Dünyanın en zengin ülkelerinden biri olan Almanya kendi sağlık elemanlarına bile yetecek maske ve koruyucu giysiye sahip değildi ve bugün de hâlâ sahip değil. 18 Nisan itibarıyla “Covid-19’un yayılma hızının kontrol edilebilir hâle geldiği” gerekçesiyle mart ortasında alınan kimi sıkı tedbirler –ki ülke çapında hiçbir dönemde örneğin Fransa’da olduğu gibi sokağa çıkma yasağı filan uygulanmadı– adım adım “yumuşatılıyor”. Kimi eyaletlerde kamusal alanda maske takılması isteniyor, ama yeter maske yok. Almanya da sonuçta Korona virüs konusunda izlenen, geç kalan ve bölük pörçük tedbirler siyaseti ile burjuva devlet açısından insan sağlığının değil, patronların kârının, Alman emperyalizminin dünya pazarındaki yerinin önemli olduğunu gösterdi.
Ve Türkiye
Türkiye’de Covid-19 konusunda kimi tedbirler, Batı’daki diğer ülkelere göre biraz daha erken alındı. Bu bağlamda henüz Türkiye’de hiçbir tanı konmuş Korona virüs vakası yokken, uluslararası alanda da virüs henüz Avrupa ülkelerinde de görülmemişken (Avrupa’da kesinleşmiş ilk vaka Fransa’da 24 Ocak’ta, ikinci vaka 28 Ocak’ta Almanya’da, sonra 31 Ocak’ta İtalya, İspanya ve İngiltere’de tespit edildi.) 6 Ocak’ta Sağlık Bakanlığı bünyesinde Covid-19’a karşı bir operasyon merkezi kuruldu.
10 Ocak’ta Sağlık Bakanlığı bünyesinde bir “Bilim Kurulu” oluşturuldu. Hastalığın gelişmesi takibe alındı. Bu tarih Wuhan’dan ilk Covid-19 ölüm olayının duyurulduğu tarihtir.
20 Ocak’tan itibaren Çin’in Vuhan şehri, Hongkong, Endonezya, Hindistan, Filipinler, Malezya, Myanmar, Singapur, Tayland, Tayvan, Amerika, Rusya ve Vietnam’dan gelen yolcuların tamamı Türkiye’ye girişte taramadan geçirilmeye başlandı.
3 Şubat’ta Çin’den yolcu taşımacılığına son verildi.
23 Şubat’ta Covid-19 vakalarının görüldüğü İran ile Türkiye arasındaki tüm kara ve demiryolu geçişleri durduruldu.
29 Şubat’ta Irak, İtalya ve Güney Kore’den yolcu taşımacılığına yasak getirildi.
2 Mart’ta Umre’den dönenlerin sağlık muayenesinden geçirilmesi kararlaştırıldı ve 14 günlük karantina kuralına uymaları tavsiye edildi.
6 Mart’ta son 14 gün içerisinde İtalya’da bulunan yabancı uyrukluların Türkiye’ye girişi yasaklandı. İtalya’dan gelen T.C. vatandaşları için de 14 günlük evde karantina zorunluğu getirildi.
10 Mart’ta Sağlık Bakanı F. Koca, ülkede ilk defa, Avrupa’dan gelen bir Türk vatandaşında covid-19 testinin pozitif olduğu bilgisini kamuoyuyla paylaştı.
Bu ilk vaka açıklamasından bir gün sonra okul ve üniversitelerin tatili; kamuya açık toplu etkinliklerin kısıtlanması kararları açıklandı,
İki gün sonra kapsamlı seyahat ve ulaşım kısıtlamaları gündeme getirildi.
Dört gün sonra toplu olarak kullanılan mekânlar geçici olarak kapatıldı.
14 Mart’ta Almanya, Fransa, İspanya, Norveç, Danimarka, Belçika, Avusturya, İsveç, Hollanda ve Azerbaycan’a uçuşlar, 17 Nisan’a kadar durduruldu.
Bütün bu tedbirler aslında bir dizi başka ülkelerle karşılaştırıldığında erken alınan tedbirlerdir. Ve bunlar hastalığın Türkiye’ye sıçraması ve yayılmaya başlamasını belli ölçüde geciktirmiştir. Yine de alınan bu tedbirler alınması mümkün ve gerekli olanlarla karşılaştırıldığında çok eksiktir. Örneğin Batı Avrupa ülkelerinde ilk vakalar ocak sonunda görülmeye başlamasına rağmen, bu ülkelerle ilişkilerde 14 Mart’a kadar –İtalya dışında– herhangi bir değişiklik olmamıştır. Örneğin yolcu trafiği en erken kesilen Çin ile mal trafiği, ithalat-ihracat kesilmemiştir. Örneğin Umre konusunda dönenler hakkında önce sadece kendi kendilerini tecrit etmeleri tavsiyesinde bulunma kararı alınmış, bunun uygulanmadığı göründüğünde ve ancak muhalefet bastırdığında, 15 Mart’ta dönenlerin bir bölümü karantinaya alınmıştır vs.
Türkiye’de tanı konan ilk vakanın açıklanmasından bir hafta sonra, 17’yi 18 Mart’a bağlayan gece yarısı Sağlık bakanı F. Koca Türkiye’de ilk Covid-19 ölümünü duyurdu.
Bu tarihten sonra tedbirler giderek sıkılaştırıldı. 65 yaş üzeri ve daha sonra 20 yaş altı olanların sokağa çıkması yasaklandı; büyük şehirlerde kısa süreli sokağa çıkma yasakları kondu. Şehirlerarası trafik kısıtlandı vb. Fakat bütün tedbirlerde hep bir şeye dikkat edildi: Hiçbir zaman bütün ülkeyi, en azından büyük şehirleri kapsayan bir genel sokağa çıkma yasağı konmaktan, hastalığın bulaşmış olduğu tespit edilmemiş hastaların hastalığı bulaştırma süresi olan iki-üç haftalık genel bir tecrit-sokağa çıkma yasağı konmasından geri duruldu. 18 Nisan’a vardığımızda görünen andaki sonuç şu: Tanı konan hasta sayısı günde ortalama 4000 civarında, ölüm sayısı 120-130 arasında değişen bir sayıda seyrediyor. Türkiye 19 Nisan’da toplam vaka sayısı bakımından salgının ilk çıktığı ülke olan Çin’i de geçmiş durumda. Tek olumlu şey, ölüm-vaka oranının birçok ülkeye göre düşük olması. Bu sağlık hizmeti kapasitesinin görece yüksek olması ve her şeyden önce sağlık alanında çalışanların özverili çalışmalarının bir sonucu. Fakat gerçekte her hastanın ve ölümün sorumluluğu diğer ülkelerde olduğu gibi, ülkelerimizde de kapitalist ekonominin çıkarlarını merkeze koyan bir siyasetin sırtındadır.
“Pandemi enternasyonal; mücadele ulusal” mı?
Sermayenin tekelleşme ve enternasyonalleşmesinin olağanüstü boyutlara eriştiği bir dünyada yaşıyoruz. Salt bir ülke sınırları içinde iş gören, bu anlamda “ulusal” olan hiçbir büyük tekel yoktur. Tekelci sermaye grupları iç içe girmiş, bütün dünyada “iş görmekte”, üretim yapmakta, ürünlerini mümkün olduğunca bütün dünya pazarlarına, yine tekelci dağıtım şirketleri üzerinden dağıtmaktadır. Bütün dünyayı sarmış, enternasyonal tekellerin kurduğu dijital ağlar üzerinden dünyanın her yerine anında ulaşmak mümkündür. Seyahat de geçmiş dönemlere göre olağanüstü kolaylaşmıştır. Uluslararası insan trafiği de olağanüstü artmıştır. Parası olan için dünyanın bir ucundan öbür ucuna birkaç gün içinde gitmesi mümkündür. Bugün zengin emperyalist ülkelerde emekçi nüfusun küçümsenmeyecek bir bölümü da turizm adı altında tatilini bir başka ülkede geçirebilmektedir. Savaşlar, açlık, kuraklık vb. nedenlerle milyonlarca insan da göç yollarındadır. Kendi içine kapalı toplum, kendine yeterli, dışa bütünüyle kapattığında uzun süre de yaşayacak bir ekonomi kalmamıştır. Böyle bir dünyada henüz ilacı, aşısı bulunmayan bir öldürücü virüs ortaya çıktığında bunun dünya çapında yaygınlaşmasının bütün imkânları vardır. Şimdi yaşadığımız Covid-19 krizi aslında bütün insanlığı tehdit eden bir pandemi karşısında “ulus” ve “ulus devlet” çerçevesinde ve onun mantığı içinde düşünülerek doğru, başarılı bir mücadelenin mümkün olmadığını gösteriyor. Pandemi bütün dünyayı saran, ulus, ulusal sınır vs. tanımayan enternasyonal bir salgın! Buna karşı mücadelenin enternasyonal olması, hep birlikte, insanlık adına verilmesi gerekiyor. Ancak böyle bir yaklaşım ile derin bir insanlık ve enternasyonalizm düşüncesiyle verilen bir mücadele büyük insanlığı tehdit eden bir pandemiye karşı gerçek başarı şansına sahiptir. Nedir gerçek başarının kıstası? Ölümcül virüsü ilk çıktığı yerde, mutlak tecrit yoluyla aç bırakıp öldürmek! Virüsün pandemiye yol açmasını engellemek. Bu mümkün müydü? Teorik olarak Evet! Bu somut durumda Çin bunu yapacak devlet konumunda idi. Yapmadı. Onun yapmadığı yerde pandeminin salgının tek tek ülkelere sıçramasını, yayılmasını engellemek mümkün mü idi? Evet! Bunun için söz konusu devletlerin ilk vaka çıktığı andan itibaren Çin ile bütün ilişkilerini ve Çin ile ilişkilerini sürdüren bütün devletlerle bütün ilişkilerini kesmesi gerekirdi. Fakat bunu bugünkü ulusal devletler sistemi içinde, kapitalist mantık çerçevesinde hareket ederek yapmak mümkün değildir. Hâl böyle olduğu için ne yapılıyor? Her kapitalist devlet öncelikle kendini koruma altına almaya ve bu arada pandeminin yarattığı kargaşa ortamını da kendisi için fırsata dönüştürmeye çalışıyor. Ülkelerimizde bunu faşist devlet sözcüleri “Pandemi enternasyonal; mücadele ulusal” şiarıyla ifade ettiler.
Onlar için, tabii sadece onlar için değil, bütün kapitalist ülkelerde bütün egemenler için, başarı kıstası kendi ülkelerinin pandemiyi en az zararla, rakiplerinin ise en fazla zararla kapamasıdır. En az zarar dediğimizde de akla “en az insan kaybı” gelmesin! Hayır, egemenlerin “en az zarar”dan anladıkları, kapitalist ekonomi düzenlerinin en az zararıdır.
İnsan kaybı çok da olabilir. Burada önemli bir sorun yoktur. Çünkü bütün “biz hepimiz aynı gemideyiz”, “virüs hepimizin düşmanı”, “hep birlikte kazanacağız” vs. palavralarına rağmen, hastalanan ve ölenler öncelikle hayatlarını sürdürmek için çalışmak zorunda olan emekçiler, bunun yanında vücutça en zayıf olanlar, yaşlılar, vb. kısaca “büyük insanlık”tır. İnsanlığın yüzde birini bile oluşturmayan, dünyanın gerçek egemenleri için hayati tehlike yok denecek kadar azdır. Onlar rahatlıkla “evde kal”ırlar! Hastalık bir türlü onlara bulaşırsa, onlar için her türlü sağlık hizmeti satın alınabilir durumdadır. Dünyanın en ileri sağlık kurumları ve doktorları onların hizmetindedir. Hastaneler onların malıdır! Ölenler, işte, iş yolunda, alışverişte virüs kapan sağlık hizmetine ulaşımda büyük zorlukları olanlardır. ABD‘de ölenlerin yarısından çoğu ülkenin en yoksulları, yoksul Afro-Amerikan vatandaşlardır örneğin. Covid-19 sonucu ölenlerin büyük bölümü, aslında ekonomiye artık katkısı olmayan, aslında artık bir yük hâline gelmiş olan 65 yaş üzeri “yaşlılar”dır. Kapitalist kâr mantığı açısından bunların ölmesi aslında emeklilik kasalarını rahatlatan bir rol oynar! Gençlerden ölenlerin yerine ise sırada milyonlarca işsiz vardır. Bugün dünyanın birçok ülkesinde, kamplarda çürütülen, ya da göç yollarında sürünen göçmenlerden hayatta kalanlar doldurur “sanayi yedek ordusu”nun saflarını. Ölen ölür, kalan sağlar kapitalizmin güncel virüse karşı bağışıklık kazanmış sağlıklı ücretli köleleri olarak devam ederler. Kapitalizmin mantığı budur. Bu aslında doğadaki “en güçlülerin”, “doğal ayıklanma yoluyla” neslini sürdürme yasasının insan toplumuna uygulanmış biçimidir. “Enternasyonal Pandemi”ye karşı, “ulusal mücadele”nin gerçek anlamı budur! Budur “geç” alınan tedbirlerin mantığı!
En tehlikeli virüs
Covid-19 vb. pandemileri engellemek için insan sağlığının en önemli değer olduğunu kavrayan ona göre siyaset belirleyen dünya çapında siyasi bir irade, bu iradenin arkasında duran bilinçli kitleler gerekir. Çoğu gerçekte çok uluslu olan “ulusal devlet”ler çatışı altında örgütlenmiş, maksimum kâr ilkesi temelinde, kendi “ulusal” çıkarlarını, yani kendi burjuvazisinin çıkarlarını merkeze koyarak, kendi “ulusal” mücadelelerini yürüten kapitalist devletler dünyasında bu mümkün değildir. Dünya çapında mutlak tecridi bir yana bırakalım, güncel Covid-19 krizinde, en baştan itibaren “tam tecrit” siyaseti izlemeye cesaret eden bir tek devlet, bir tek hükümet çıkmadı. Öyle ya uluslararası rekabette kısa vadede geri düşme tehlikesi olabilirdi. Kapitalist sistem aslında kendisi ile büyük benzerlikler gösteren bu bulaşıcı hastalığı kendi mantığı ve çıkarları doğrultusunda kullanıyor.
Nedir bu virüs ile kapitalizmin benzerlikleri: Kapitalizm de aynı bu virüs gibi asalaktır. Yaşaması için başka yaşamlara, yaşayan hücrelere yapışması ve onları öldüresiye sömürmesi gereklidir. Bu asalaklık onun en yüksek aşaması olan emperyalizmde çok daha belirgin hâle gelmiştir. Sermayenin egemenliği aslında kullanılmış ve patron tarafından el konulmuş olan “ölü” emeğin, canlı emeğe, anda çalışan insan emeğine egemenliğidir. Ölümün hayata egemenliğidir. Bir farkı vardır virüsten: Virüs doğanın içinde evrimlenen ve doğa açısından belli bir fonksiyonu olan bir varlıktır. Kapitalizm ve onun en yüksek aşaması emperyalizm, insan toplumunun gelişme sürecinde kendi yarattığı bir sistemdir. Doğa açısından aslında insanı doğa ile karşı karşıya getiren, sadece insan emeğini değil aynı zamanda bütün doğal kaynakları da küçük bir azınlığın çıkarları doğrultusunda yok edici biçimde sömüren bir sistemdir. Bu sistem, onu çalışarak, kendini, emeğini sömürterek ayakta tutan büyük insanlığın ve doğanın en tehlikeli düşmanıdır Bunu görmek isteyenlere bir kez daha gösterdi Covid-19 pandemisi.
ONA KARŞI MÜCADELE, KAPİTALİZME KARŞI, YENİ BİR DÜNYA İÇİN MÜCADELE OLARAK YÜRÜTÜLMELİDİR!
20 Nisan 2020