Dergimizin son sayısında -sayı 198- değişik ülkelerde, kitlelerin işsizliğe, yoksulluğa, yolsuzluğa, kısacası yerleşik düzene karşı mücadelelerinden örnekler aktarmıştık. 2019 yılında kitlelerin mücadeleleri arasında en uzun soluklu mücadelelerden biri Cezayir’de yaşandı. “Arap Baharı”nın rüzgarlarından fazla etkilenmeyen Cezayir’de, bu kadar uzun soluklu ve egemen elit kesimin iktidarına karşı mücadele edecek bir halk hareketinin gündeme geleceğini hiç kimse tahmin edemiyordu. “Arap Baharı”nda olduğu gibi kendiliğinden gelişen halkın mücadelesi Cezayir somutunda da emekçi kitlelerin yerleşik düzene karşı olduğunu, demokratik haklarına, insanca yaşanabilir bir ekonomik imkana, eğitim, sağlık, barınma vb. temel ihtiyaçlara kavuşmak istediğini ortaya koymaktadır. İşçi ve emekçilerin bu haklı mücadelelerinde tüm ülkelerde görülen ortak nokta, bu mücadelelerin esasta kendiliğinden gelişmekte olduğu ve bu mücadelelerin başarıya ulaşması için doğru marksist-leninist bir önderliğin, komünist bir partinin eksikliğidir. Bunun sonucunda da halkın haklı mücadelesi sonuçta düzen çerçevesinde kalmakta, kimi başarılar elde etse de egemenler tarafından boğulmaktadır. Kimi vitrin değişiklikleriyle düzen varlığını sürdürmektedir.
Cezayir’de de durum farklı değil. Bir seneden fazla süren ve Koronavirüsü’nün baş göstermesiyle şimdilik durdurulan halkın protestoları, bırakın devrimci, komünist önderliği, demokratik gerçek bir önderlikten bile yoksundur. Tam da bu nedenle halkın yerleşik düzene karşı protestolarının 57 hafta sürmesi ve Covid-19 virüsü nedeniyle zorunlu olarak protestolara ara verilmesi durumu ilginçtir ve ilginç olduğu kadar da kendiliğinden de olsa halkın yerleşik düzene karşı “artık yeter” tavrında ne kadar ciddi olduğunu göstermektedir. Doğru bir önderliğin ve sağlam bir örgütlülüğün olmadığı koşullarda böylesi bir halk hareketinin de başarıya ulaşması, ne yazık ki mümkün değil. Yerleşik düzenden hoşnutsuzluk, mücadele azmi vb. de mücadelenin başarıya ulaşmasına yetmiyor.
Protestoları tetikleyen gelişme
18 Nisan 2019 tarihinde Başkanlık seçimleri yapılacaktı. Cezayir’de egemenlerin iktidarını sürdürecek ve anda iktidarda olan güçlerin çıkarlarını savunacak kişinin adaylığı konusunda, “Başkanlık Birliği” adı verilen koalisyon hükümetinde yer alan partiler arasındaki tartışmalar aylar önce başlamıştı. Bu tartışmanın perde arkasındaki olgu, anda Başkan olan Abdulaziz Buteflika’nın 2013 yılından beri beyin kanaması sonucunda gerçekte ülkeyi yönetebilecek durumda olmamasıydı. Burjuva medyanın kimi temsilcileri, Buteflika’nın sağlık durumu nedeniyle Cezayir’in 2013 yılından beri gerçekte kim/ler tarafından yönetildiğini -gerçek iktidar sahiplerinin kim olduğu bilinmesine rağmen- sorguluyordu… Alternatif birinin bulunmadığı ortamda seçimlerin ertelenmesi ve böylece zaman kazanmaya yönelik tartışmalar gündeme geldi.
Buteflika, Cezayir’de 1990’lı yıllarda yaşanan “iç savaşın” bitmesinden sonra 1999 yılında, esasta ordunun ama sadece ordunun değil, özellikle Fransız sömürgeciliğine karşı ulusal kurtuluş savaşı sürecinde ve sonrasında devletin köşe başlarını ele geçiren kimi kesimlerin de adayı olarak seçimleri kazanıp başkanlık koltuğuna oturdu.
2005 yılında halkın referandumuna sunulan ve onaylanan “ulusal uzlaşı ve barış için siyasi şart” temelinde ordu ile isyan eden islamcı güçler arasında uzlaşma sağlama ve çatışmaları dindirip sonuçta sonlandırma siyasetiyle Buteflika, kitleler nezdinde ülkeyi kanlı çatışmalardan çıkaran ve barışı yeniden sağlayan kişi olma prestiji edindi.
“Siyasi şart” ile esasta savaş döneminde yaşanan kimi cürümlere af ilan ediliyordu. Cinayet, tecavüz ve bombalı saldırılar resmi olarak af dışında bırakılsa da, silahlarını teslim eden ve pişman olduğunu açıklayanlar ceza almadan kurtuldular. Gerçekte ne islamcıların (FİS) ne de devletin savaştaki cürümleri açıklığa kavuşturuldu! Devletin sorumluluğunu üstlendiği “kaybettirilen” 7000 kişinin akrabaları bugüne kadar yakınlarının başına ne geldiğini öğrenmek için mücadele etmektedir.
Savaşın ve çatışmaların son bulmasının yanı sıra, petrol ve gaz ihracatından elde edilen gelirden kitlelerin kimi temel ihtiyaçlarının -şeker, un ve yağ gibi temel gıda maddelerinin, özellikle de enerji ihtiyaçlarının- devlet tarafından sübvanse edilmesi, belli bir rant dağıtımı sistemi vb. de kitlelerin yönetime karşı ciddi bir mücadele vermesini frenleme rolünü oynuyordu.
Bu ortamda Buteflika 2004 ve 2009 yıllarında yapılan seçimlerde yeniden başkanlığa seçildi. 27 Nisan 2013 tarihinde beyin kanaması geçirmesine, konuşma zorluğu çekmesine ve tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına rağmen; 2014 yılında yapılan seçimlerde, şahsen seçim propagandası bile yürütemeden ve halkın protestolarına rağmen, dördüncü kez başkanlığa seçildi.
Bu dönemden sonra halk arasında Buteflika’nın başkanlığına karşı hoşnutsuzluk giderek güçlendi. Bu hoşnutsuzluğu tetikleyen olgu sadece Buteflika’nın sağlığı nedeniyle ülkeyi yönetebilecek durumda olmaması değildi. 2014 yılından itibaren dünya piyasasında petrol ve gaz fiyatlarının düşmesi, buna bağlı olarak gelirlerin azalması ve 2016 yılından itibaren halkın ihtiyaçlarının sübvanse edilmesinde alınan kısıtlama kararları, işsizliğin giderek yükselmesi (30 yaş altı genç kesimin işsizlik oranı resmi verilere göre %30 kadardı) vb. gelişmeler kitlelerin yerleşik düzene karşı hoşnutsuzluğunu güçlendiriyordu. Bu hoşnutsuzluk kendisini şu ya da bu dönemde değişik protesto veya grev eylemleriyle gösteriyordu.
Cezayir’de devlet iktidarını elinde tutan esasta üç güç merkezi olarak gösterilen, ordu, sivil ve askeri gizli hizmet örgütleri, başkan ile başkanın güvenlik ve ekonomi danışmanları idi. Buteflika bu üç güç merkezini birleştiren ve giderek başkanlık kurumunu güçlendiren bir siyaset yürüttü. Kendi iktidarını güçlendirme çabasında rüşvet ve yiyicilik temelinde akrabalarını ve yakınlarını da hem siyasi hem de ekonomik alanda devreye sokuyordu. Bunlar somut belirlenmeyen görevler alanlarında danışman rolünü üzerleniyorlardı. Ya da Başkan Buteflika adına bakanlarla, valilerle ve hatta Batılı diplomatlarla görüşmelerde bulunuyorlardı. Böylece son yıllarda Buteflika’nın yakın çevresinde özellikle de kardeşi Said’e yakın olan patronlar, tüccarlar vb.nin içinde yer aldığı bir güç merkezi oluşmuştu. Bunlar halk arasında “Buteflika klanı” olarak adlandırılıyor.
İktidardakilerin kendi aralarındaki dalaşı açık cepheleşme temelindeki bir çatışmaya dönüşmediği ve uzun vadede bu durumu sürdürmek için alternatif bir aday üzerinde anlaşma sağlanmadığı ortamda, Buteflika beşinci kez başkanlığa aday gösterildi.
9 Şubat 2019 tarihinde Buteflika’nın başkanlık seçimlerinde aday olacağının resmen açıklanması halk arasında, öncelikle de gençlik arasında hiddet ve öfkeye yol açtı. 16 Şubat 2019 tarihinden itibaren yaşanan protestolar giderek bir halk hareketi haline dönüştü. 2001 yılından beri pratik olarak var olan miting, yürüyüş vb. eylem yasağına rağmen protestolar gerçekleşiyordu. İlk başlarda binlerle ifade edilen protestocuların sayısı, giderek onbinler, yüzbinler ve milyonla ifade edilmeye başladı. Özellikle Cuma günleri ülke çapındaki protestoların ve Salı günü de öğrencilerin protestolarının simgesi haline geldi.
Protestolar ve Buteflika’nın istifası
Protestolar esasında barışçıl eylemlerdi. Buna rağmen kolluk güçleri eylemcilere göz yaşartıcı gaz ve tazyikli suyla saldırdı ve eylemleri bastırmaya çalıştı. Kolluk güçleriyle eylemciler arasında yer yer çatışmalar yaşandı. Onlarca kişi tutuklandı. Kitle “beşinci dönem başkanlığa hayır!”, “halk sistemin değişmesini istiyor!”, “yeter artık!” vb. sloganlarla taleplerini dile getiriyordu. Dile getirilen talepler arasında Başbakan ve Hükümetin istifa etmesi talebi de vardı. Radyo ve televizyonlar protesto eylemleri yokmuş gibi davrandı.
Eylemlere kitle katılımı yükseldikçe siyasi partilerin tavırları da değişmeye başladı. Muhalefet seçimleri boykot edeceğini açıkladı. Buteflika, seçilmesi durumunda tüm dönem başkanlık yapmayacağını, seçimleri örgütleyip yeniden aday olmayacağını açıkladı. Buteflika’ya göre Cezayir’in demokrasiye doğru ilerlemesi gerekiyordu. Bunun için de seçilmesi durumunda siyasi, ekonomik ve sosyal reformları ele alacak bir ulusal konferans gerçekleştireceğini, yeni bir anayasanın hazırlanacağını ve halkın onayına sunulacağını açıkladı. Bunun hangi zaman dilimi içinde gerçekleştirileceğine dair ise herhangi bir açıklama yapmadı.
Bu açıklama protestoları durdurmaya yetmedi. Bu arada sağlık kontrolü için Buteflika Cenevre’ye gitti. Protestocular ise O’nun istifa etmesi ve yeniden aday olmaması talebinden ısrarcıydı ve bu talebe Buteflika’nın ülkeye dönüşünün yasaklanması ve “rejimin yıkılması” talebi de eklendi. Eylemcilerin ulaşımını zorlaştırmak için metro ve tramvaylar çalıştırılmadı, helikopterlerle eylemcilere korku salmak için sürekli uçuşlar gerçekleştirildi, kolluk güçleri tarafından sokaklar kapatılmaya çalışıldı. İşe yaramadı! Giderek kitleselleşen protestocular egemenleri Plan B üzerine düşünmeye zorladı.
8 Mart’ta yapılan eyleme de onbinlerce katılım sağlandı. Bugünkü eylemde özellikle kadınların eyleme katılımının yoğun olduğu belirtildi. Tüm “barışçıl eylem” çabalarına karşın kolluk güçleriyle çatışmalar yaşandı. Resmi açıklamaya göre 112 polis yaralanmış 195 kişi gözaltına alınmıştı. Yaralı eylemcilerin sayısı ise net olarak belirtilmedi. Başkent Cezayir’deki bir hastanenin verilerine göre sadece başkentte 100’den fazla yaralı vardı. 10 Mart’ta birçok kentte işyerleri greve gitti, sayısız dükkan ve alışveriş yerleri kapandı.
Bu olayların yaşandığı ortamda Buteflika Cenevre’den geri geldi. Özellikle ordunun başı Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaed Salah ve kimi devletin önde gelenleriyle görüştükten sonra 11 Mart’ta bir kararname açıkladı. Buna paralel olarak Başbakan Ahmed Uyahya ve hükümet istifa etti. İçişleri Bakanı Nureddin Bedevi başbakanlığa atandı ve yeni hükümeti kurmakla görevlendirildi.
Buteflika’nın kararnamesine göre, Buteflika başkanlık adaylığını geri çekiyordu. Seçim Komisyonu lağvediliyor ve 18 Nisan’da yapılması planlanan seçimin süresiz biçimde ertelendiği, seçimlerin “ulusal konferans” sonrasında yapılacağı, bu konferansın siyasi sistemi reforme etmek için sene sonuna kadar yeni bir anayasa taslağını hazırlayacağı ilan ediliyordu. Başbakan Bedevi “geçiş sürecinin” en fazla bir sene süreceğini ve protesto hareketinin mesajını aldıklarını vb. açıkladı.
Buna rağmen seçimleri ertelemek Buteflika’nın yeni seçimlere kadar başkanlık koltuğunda oturmaya devam etmesi demek olduğundan, kitleler bu sefer “bu futbol maçı değil, uzatmaya hayır!”, “dördüncü dönemin uzatılmasına hayır!”, “defol, defol demektir!” vb. sloganlarıyla protestolarını sürdürdüler. 12 ve 13 Mart’ta onbinlerce öğrenci, eğitim ve sağlık dalındaki bağımsız sendikalar protestolar gerçekleştirdiler. “Gençlik Derneği” RAJ: “Cezayir halkı kişilerin değiştirilmesini değil, sistemin değiştirilmesini istiyor.” açıklamasıyla vitrin değişikliğine karşı olduğunu ilan ediyordu. Bu arada yüzlerce avukat ve hakim de protesto eylemlerine katılma kararı verdi. Cezayir’de atmosfer egemenlerin Buteflika’yı feda etmesini zorlamaya başlamıştı. 26 Mart’ta Genelkurmay Başkanı “saf” değiştirerek Anayasa’nın 102. Maddesi’nin işleme konmasını talep etti. Bu maddeye göre Anayasa Mahkemesi sağlığı veya başka bir nedenle görevini yerine getiremeyeceği gerekçesiyle Başkanı azledebiliyor. Bu adımla Genelkurmay Başkanı Ahmed Gaed Salah “krize bir çözüm bulunmak zorundadır” diyerek açıkça siyasete yön vermeye başladı.
Protesto hareketi, özellikle de RAJ temsilcileri bu adımın “darbe deneyimi” ve protesto hareketini boğmaya yönelik bir adım olduğunu açıkladılar. Bunu bir milyon civarında protestocunun katıldığı protesto eylemleri izledi. 16 Şubat’tan beri en yüksek katılımlı eylemlerdi bunlar. Eylemciler sadece Buteflika’nın değil Genelkurmay Başkanı’nın da, tüm siyasi elitin de istifa etmeleri gerektiği talebini haykırdılar.
Mart ayı sonunda yeni hükümet kuruldu. 27 bakanlık içinde altısı eski hükümette yer alanlardı. Bedevi Başbakan olma, Genelkurmay Başkanı Salah ise Savunma Bakanı Yardımcısı olma konumlarını korudular. Bu durum muhalefet tarafından haklı olarak “eski hükümetin yeni yüzü” olarak değerlendirildi. 1 Nisan’da Buteflika 28 Nisan’da resmi görev süresi bittiğinde başkanlığı bırakacağını açıkladı. Görevi bıraktıktan sonra ise bir geçiş sürecinin yaşanacağı resmen açıklandı. Bu sürecin nasıl olacağı ise belirsizliğini korudu.
2 Nisan’da ise Buteflika’nın Anayasa Mahkemesi Başkanı’na “bugünden itibaren” geçerli olan istifasını sunduğu medyaya yansıdı. Bununla birlikte 20 yıllık Buteflika dönemi de son buluyordu. Böylece protestocuların, halk hareketinin (HIRAK) çıkış noktasında dile getirdikleri talep gerçekleşmişti. Buteflika için beşinci bir dönem söz konusu değildi artık. Başkanın koltuktan edilmesi ama rejimin sonu değildi. 16 Şubat’tan 2 Nisan’a kadarki süreçte halkın önemli bir bölümünün sadece Buteflika dönemine son vermekle yetinmediği, vitrin değişikliği yerine anda Cezayir’deki yönetim sisteminin tüm elit kesimin değişmesini talep ettiği ortaya çıkmıştı.
Buteflika’nın istifası bağlamında ordunun şefi Salah’ın bile “halk ile ordunun aynı vizyona sahip” olduğunu açıkladığı, protestocular arasında “halk ile ordu kardeştir” vb. sloganların atıldığı ortam, Buteflika’nın istifasıyla son bulmuş, ordu ile halk hareketi -protestocuların bilinç düzeylerinden bağımsız olarak- karşı karşıya gelmişti. Halkın istediği bir “sistem değişikliği” mi, yoksa ordunun ve iktidar ortaklarının sistemi vitrin değişikliğiyle sürdürmesi mi? sorusu gündeme gelmişti. Cezayir’in yakın geleceği için mücadelenin kaderi de bu sorunun nasıl çözüleceğine bağlıydı.
Süreci yönlendiren güç esasında ordudur. Ordu ise bir yandan halktan yana görünüp protesto hareketini dindirmeye, yeniden rejimin sınırlarına çekmeye çalışırken, diğer yandan iktidardaki rakiplerine karşı konumunu güçlendirmeye çalışmaktadır. Bunu yaparken de rejimin kimi kesimlerini tutuklama, yargılama yoluna başvurmaktadır. Bu hem kitlelere “bakın rüşvetçilere, yiyicilere karşı taleplerinizi yerine getiriyoruz” vb. diyerek halkı aldatmanın aracı olarak kullanılıyor, hem de yerleşik düzen, vitrin değişikliğiyle korunmaya çalışılıyor.
İstifa sonrası gelişmeler
Cezayir Anayasası’na göre Başkan’ın istifası durumunda Parlamento’nun üst kanadı olan Ulusal Konsey Başkanı’nın geçici başkanlık görevini devralması söz konusudur. Buna uygun da davranıldı. Anayasa Konseyi parlamentonun alt ve üst kanadına Ulusal Konsey Başkanı Abdülkadir bin Salih’i geçici başkanlığa seçme görevi verdi. Parlamento da hem kitlelerin hem de parlamentodaki muhalefetin protestolarına rağmen Salih’i geçici başkan olarak seçti. Halk ise protestolarında Salih’in istifası talebiyle birlikte Başbakan Bedevi’nin ve Anayasa Konseyi Başkanı Bilayz’ın da istifasını istedi. Kitlelerin protestoları meyvesini verdi ve Nisan ayı ortasında Bilayz istifa etti.
Geçici Başkan 90 gün içinde başkanlık seçimlerini gerçekleştirme görevine sahipti. Buna göre seçimler 4 Temmuz’da yapılacaktı. Halk hareketi ve muhalefet seçimlerle rejime meşruluk kazandırılmak istendiğini savunarak seçimlere karşı çıktı. Başkan ve Genelkurmay Başkanı ise seçimlerde ısrar ediyordu. Halkın protestoları devam ettiğinden ve ordu ile halkın çatışmasını göze alamadıklarından, sonuçta seçim kurulu hiçbir adaya onay vermediği ve herhangi bir adayın olmadığı gerekçesiyle, seçimler ertelendi.
Buteflika’nın istifasından sonra da halkın “kişi değil sistem değişikliği” istediği ve protestolarını sürdürdüğü ortamda hem ordunun hem de polisin eylemcilere, muhalefete karşı tavrı giderek sertleşmeye başladı. Özellikle eylemlerde öne çıkan insan hakları savunucuları, sendikacılar, gençlik örgütü temsilcileri, avukatlar ya da siyasi parti temsilcileri gözaltına alındı, tutuklandı. Berber halkının sembolü olan bayrağın taşınması da tutuklanmanın, yargılanmanın bahanesi oldu.
Halk hareketinin protestoları düzenli olarak devam ettiği bu ortamda dikkatlerin merkezinde başkanlık seçimleri, geçiş süreci vb. vardı. Halk açıkça “askeri değil sivil devlet”, “generaller çöpe” vb. sloganlarla ordunun rejimi kurtarma oyunlarına karşı, sistemde köklü değişiklik istediğini haykırıyordu. Başkanlık seçimlerini reddeden “demokratik güçler” (yedi demokratik parti ve Cezayir İnsan Hakları Ligası’ndan oluşan güçler) “gerçek demokratik bir geçiş süreci birliği” vb. konuda kendi tavrını ortaya koymak için tartışmalar yürüttü. “Demokratik güçler” içinde yer alan kesimler farklı farklı önerilerde bulundular. Ortak yanları başkanlık seçimlerinin “ulusal konferans”tan ve yeni bir anayasanın oluşturulmasından önce yapılmasını reddetmek ve devletin tüm yöneticilerinin değişmesini ve böylece siyasi bir geçiş sürecinin, kurucu meclisle gerçekleşmesini savunmaktı. Bu arada yönetimin “diyalog” çağrısı kurulu düzen çerçevesinde kaldığı nedeniyle reddedildi. Buna alternatif olarak kendisine “Cezayir sivil toplum Kollektifi” adını veren kimi güçler tarafından bir “ulusal konferans” çağrısı yapıldı. Sonuçta geçiş sürecinin nasıl olacağı konusunda tam bir görüş birliği sağlanamadı.
Haziran ayı başlarında Genelkurmay Başkanı Salah eylemlerde taşınacak tek bayrağın Cezayir ulusal bayrağı olacağını açıkladı. Buna bağlı olarak Berber halkının sembolü olan ve Anayasa tarafından resmen kabul edilen bayrağı taşıyanlara yönelik gözaltına almalar, tutuklamalar, ya da bayraklara el koyma edimleri gündeme geldi. Sayısı tam belli olmayan kişi bu nedenle ve “ulusal birliği parçalıyor” bahanesiyle yargılandı. Arap kökenli halkın bu saldırılara yanıtı ise Berber halkının bayrağını taşımaları, sallamaları biçimindeki dayanışma oldu. Ordunun bu yolla protesto hareketini bölme amacı böylece tutmadı. Mayıs ve Haziran aylarında protestolara katılımda azalma yaşansa da Temmuz ayından itibaren yeniden katılımda yükselme yaşandı.
Geçiş sürecinde kontrolü elinden bırakmak istemeyen Genelkurmay Başkanı Salah, Eylül ayı başlarında başkanlık seçimlerinin hazırlığına 15 Eylül’den itibaren başlanmasını “önerdi”. Geçici Başkan Salih de buna uygun davranarak seçimlerin 12 Aralık 2019 tarihinde yapılacağını ilan etti. Muhalif partiler ve protesto hareketinin seçimlere karşı tavrı değişmedi. Seçimlerin tümüyle rejimin kontrolünde olacağını da düşünerek seçimleri kategorik olarak reddettiklerini açıkladılar.
Bu dönemde devletin kolluk güçlerinin ve yargı kurumlarının muhalefete, eylemcilere karşı tavrı giderek sertleşti. Seçimlerin kabul edilip eylemlerin sonlandırılması dayatılmaya çalışıldı. Bunun somut göstergesi kolluk güçlerinin eylemcilere daha da sert, saldırgan davranması ve gözaltına alma ve tutuklamaların sayısının yükselmesiydi. Rejim internete erişimi engelleme, protestoların canlı yayınını ve haberlerini yasaklama ve hatta seçimler lehine eylemler örgütleme gibi önlemler alıyordu.
Seçimlerde adaylık başvurusunda bulunan 20 kişiden beş kişinin adaylığı onaylandı. Bu beş kişiden dördü Muteflika döneminde başbakanlık, bakanlık vb. görevlerde bulunan ve diğeri de Muteflika’nın destekçisi olan, kısacası hepsi de rejimin temsilcileri olan kişilerdi. Bu nedenle de halk protestolarda “çeteyle seçime hayır!”, “mafya ile diyaloga hayır!” vb. sloganlarla tavrını gösteriyordu. Eylemlerde yer yer üzerinde “kapitalizme karşı” yazılı dövizler de taşındı.
Sonuçta başkanlık seçimleri 12 Aralık’ta yapıldı. Seçimlere katılım oranı resmi açıklamaya göre %41,41 idi. Kullanılan oyların %58,15’ini alan Abdülmecid Tebboune yeni Başkan seçildi. Seçim sonuçlarına karşı gerçekleştirilen protestolarda “seçiminizi tanımıyoruz”, “seçim meşru değil”, “defolun!” vb. sloganlar atıldı, yüzlerce kişi gözaltına alındı. Yeni Başkan ise seçildikten sonra yaptığı ilk konuşmada halk hareketini frenlemek için reform vaatlerinde bulundu. Örneğin protestolar sürecinde tutuklananların serbest bırakılması, yeni anayasanın oluşturulması sürecine halk hareketinin de katılacağı vb. gibi tavizler verme tavrıyla uzlaşmaya hazırmış izlenimini sağlamaya çalıştı. Başkan Tebboune, Abdülaziz Djerad’ı (uluslararası ilişkiler için üniversite profesörü) başbakanlığa atadı ve yeni hükümeti kurmakla görevlendirdi.
Rejimin kimi güçleri eleniyor
Mart ayı sonlarından itibaren -Genelkurmay Başkanı somutunda ordunun Muteflika’yı feda etmeye karar vermesinden itibaren- rejimin önde gelen kimilerine karşı gerçekleştirilen tutuklamalar ve yargılamalar, egemenler arasındaki iktidar dalaşının bir göstergesi oldu.
Genelkurmay Başkanı Salah’ın 26 Mart’ta Anayasa’nın 102. Maddesi’nin işleme konmasını talep etmesi, özellikle Buteflika’nın yakın “klan” çevresinin Salah’ı devre dışı bırakmaya çalıştığı, ama Salah’ın onlardan erken davrandığı ve böylece “Buteflika klanı”na karşı bir nevi “temizlik” harekatını başlattığı bir durum söz konusudur. Salah yargıya çağrıda bulunarak Buteflika döneminde kamuoyuna yansımış ama üstü örtülmüş yolsuzluk dosyalarının yeniden açılmasını istedi.
Bu talep sonrasında onlarca kişi tutuklanıp, yargılandı. Yargılamalar özellikle 10 Aralık 2019 tarihinde gerçekleşti. Bu yargılama protesto hareketi tarafından 12 Aralık seçimlerinden önce halkın gözünü boyamak amacıyla yapıldığı biçiminde yorumlandı ve yeniden, rejimin kimi temsilcilerinin yargılanmasının yetmediği, tüm rejim temsilcilerinin değişmesi gerektiği talep edildi.
Tutuklanıp yargılananlar arasında hem Muteflika’nın kardeşi ve aile mensupları var hem de Cezayir’in en zengin tabakasından şahıslar (milyarderler), örneğin ülkenin en büyük özel şirketi Cevital sanayi grubunun CEO’su, ya da patronların örgütü FCE’nin şefi vb. kişiler ile eski başbakanlar, bakanlar vb. yüksek derecede görev yapan siyasetçiler var. Hepsi de yolsuzluktan, rüşvet ve yiyicilikten yargılandı, yargılanıyor. 11 Mart 2019 tarihine kadar başbakanlık yapan Ahmed Uyahya 15, önceki dönemde yine başbakanlık yapan Abdülmelik Sellal 12, iki eski sanayi bakanı 10’ar, anda kaçak olan bir eski sanayi bakanı ise 20 sene hapse mahkum edildiler vb. vb.
Genelkurmay Başkanı Salah hem “Buteflika klanı”na karşı temsil ettiği kesimleri güçlendirmede yol aldığı hem de başkanlık seçimlerini gerçekleştirip yeni başkanla rejimi koruduğu bir ortamda, 23 Aralık’ta kalp krizine yenik düştü. Devlet şimdiye kadar hiçbir Genelkurmay Başkanı’na yapılmayan gösterişli bir resmi cenaze töreni gerçekleştirdi.
Bundan sonra iktidar dalaşının nasıl yürüyeceği belli değil. Sonuçta halkın barışçıl protestoları bile egemenleri rejimin temsilcilerini bir vitrin değişikliğine zorlamıştı. Halk hareketi Muteflika’yı devredışı bıraktırmış, hükümetin değiştirilmesini, düzinelerce kişinin yargılanmasını sağlamıştı, ama esas hedefine daha varamamıştır. Protestolar 2020 Mart ayı ortalarına kadar devam etti. Koronavirüsünün baş göstermesi ilk anda protestocular tarafından küçümsendi. “Ne Koronavirüsü ne de Kolera bizi durduramaz”, “Biz sefalet içinde büyüdük Korona bizi korkutamaz” vb. sloganlar atılıp tavırlar takınıldı. Ölü sayısının 17’yi bulduğu ortamda, iktidara, kendilerini ihtiyatsızlıkla suçlama bahanesi yaratmamak düşüncesiyle eylemler durduruldu. Başkan ise tüm ülke çapında toplantı ve yürüyüşleri ve sokağa çıkmayı yasakladı. Koronavirüsü nedeniyle eylemlerin durdurulduğu ortamda devletin yargı kurumları, kolluk güçleri halk hareketinin protesto eylemlerine katılan, destek veren muhalefete karşı saldırganlığını sürdürmektedir. Sorgulamalar, tutuklamalar gündemden kalkmadı.
Koronavirüsü tehlikesi ve yasakları ortadan kalktıktan sonra yeniden bir halk hareketi ve sürekli protestoların gündeme gelip gelmeyeceği şimdilik soru işaretidir. Demokratik de olsa ciddi bir merkezi örgütlenme ve önderlik sağlanmadığı yerde 57 hafta süren protestolar gibi uzun soluklu ve düzenli bir hareketin devam etmesi zor görünüyor. Gerek egemenlerin kendi aralarındaki dalaşı, gerekse de halkın egemenlere karşı mücadelesi ama öyle ya da böyle süreceğe benziyor.
16 Nisan 2020