31 Ekim-12 Kasım 2021 tarihleri arasında İskoçya’nın Glasgow şehrinde yapılan, 13 gün süren resmi adıyla Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Konferansı, “COP26 İklim Zirvesi”nden şimdiye dek bu başlık altında yapılan bütün zirvelerde olduğu gibi boş gevezeliklerden başka bir şey çıkmadı. Çıkmaz da! Çünkü bu benzer zirveler (siz hep zırvalar anlayın) kapitalist sistemin kontrolünde. Kapitalizm kendi mezarını kazmayacağına göre, bu ve benzer zirveler “blah blah blah”ın, boş gevezeliklerin fazla ötesine geçmeyecektir.
COP26 ile ilgili olarak Çinli delege Gao Xiang’ın söylediği, “Gelişmiş ülkelerin taahhütlerinde samimiyet görmedik ve pratik sonuçlardan çok, slogan duyduk” durumu gayet güzel özetlemektedir. (İklimhaber 08.11.21) Tabii bu yalın gerçeğin Çin Halk Cumhuriyeti delegesi tarafından dile getirilmesi, bizzat Çin’in kirletme işinde başı çekenlerden olduğu gerçeğini değiştirmiyor.
COP 26, 30-31 Ekim 2021 tarihleri arasında Roma’da yapılan G20 zirvesinde “en gelişmiş”, gerçekte en kirletici 20 ülkenin devlet başkanlarının aldığı kararlar sonrasında başladı. İklim Zirvesi’nde Çin, Rusya ve Türkiye dışındaki ülkeler en üst seviyede temsil edildiler.
COP26’nın ilk günlerinde “ormansızlaşmayı 2030’da bitirecek”, “katılanların metan emisyonlarını 2030’da yüzde 30 azaltacağı”, “kömürden çıkışın ilan edileceği ve net sıfır emisyonlarının bir bir duyurulacağı” yönünde kararlar alınacağı beklentileri bir bayram havası yaratmıştı. Bu hava çok çabuk söndü. “2030’a kadar ormansızlaşmanın devam edeceği” net sıfırın koca bir yalan olduğu anlaşılmaya başlandı devam eden günlerde.
Yaşamı savunanların, emperyalist-kapitalist zengin ülkeleri vaatlerini yerine getirmemekle suçlamalarının da para etmediğini de bir kez daha gördük bu zirvede.
COP26 nedir? Dert ne?
Üretilen zararlı sera gazlarının miktarını azaltmak,
Rüzgâr ve güneş enerjisi gibi yenilenebilir enerji kullanımını artırmak,
Küresel sıcaklık artışını 2°c’nin altında tutmak.
Küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak. Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesini 1994 yılında imzalayan ülkeler, her yıl farklı ülke/şehirlerde toplanıyor. “Conference of Parties” (COP) Taraflar Konferansı, yani 1994 sözleşmesini kabul eden tüm tarafların katıldığı bir konferans anlamına geliyor. Zirvelerin ilki 1995 yılında Berlin’de gerçekleşti. O gün bugündür bu küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak işi konusunda ciddi hiçbir adım atılmadı. Sonuç yine hüsran, vergilerden beslenenlerin boy gösterisi devam ediyor. Gezegenimizin kirlenmesi devam ediyor.
Bilim insanları sıcaklık artışını kontrol altında tutmak için “bu 10 yılda emisyonların %45 azaltılması gerektiğini” tekrarlaya dursunlar küresel ısınmayı 1,5 derece ile sınırlamak hedefine varmak boş hayal olmuş durumda. Çevre barbarlığı devam ediyor. Herkes bildiğini okuyor ve kendi “ulusal” çıkarları –bunu tekellerin çıkarları olarak okuyun– için gerekeli olanı yapmaya devam ediyor. COP26’da böyle oldu. Zaten bunu katılımcıların konumlarına baktığımızda anlamak zor değil. COP26 toplantılarına katılanların büyük çoğunluğu ve söz sahibi olanlar 197 ülkeden hükümet temsilcileri, kapitalist iş dünyası ve sivil toplum kisvesine bürünmüş lobici örgütlerin temsilcileridir.
BM Genel Sekreteri Antonio Guterres’in delegelere yönelik “COP26’nın yetersiz kalması durumunda ülkelerin iklim planlarını her yıl yeniden gözden geçirmeleri gerektiğini” söylemi de oyalamadan öte bir beyan değildir.
Ulusal katkı beyanları (NDC)
Paris İklim anlaşmasıyla 2015 yılında taraf ülkeler “niyet” beyanlarını vermiş ve 2030 için hedefler belirlenmişti. 2030’a 8 (sekiz) kala imza atan 130 ülkenin, G20 dâhil olmak üzere, hiçbirinin “emisyon değerleri” hedefine uymadığı ortaya çıktı. Bu konudaki bilgi kaynağı; 2009 yılından bu yana bağımsız bilimsel araştırmalar yapan Climate Action Tracker (CAT) adlı sivil toplum örgütüdür. Dünyadaki karbon salımıyla ilgili kapsamlı bir raporu kamuoyuyla paylaştı.
COP26’da 113 ülke niyet beyanlarını açıkladı! Buna göre 2030 yılı için 2010’a göre cüzi bir miktarda azaltacaklarmış! 70 ülkenin ise 2050’ye kadar sıfır emisyon hedefi koyduğunu duyduk. Ama gerçek olan ise 192 ülkenin toplam emisyon salınımının 2010 yılına göre, 2030’a kadar yüzde 23,6 artacak olmasıdır. İklim değişikliği hızlanacak. Bu işte karbon borsası veya emisyon ticareti de önemli rol oynamaktadır.
Karbon borsası / emisyon ticareti
En kısa tanım ile kara para aklama gibi “karbon aklama” projesidir. Doğa/çevre dolandırıcılığında kapitalist buluştur karbon borsası, diğer adıyla emisyon ticareti.
Karbon borsası, ülkelerin ve şirketlerin uygun sera gazları emisyonuna ulaşabilmeleri için emisyon alım ve satım piyasasıdır.
1997 Kyoto Protokolü kapsamında bir ülke kendisine tahsis edilen emisyon izinlerini, emisyon iznine ihtiyacı olan diğer ülkelere, Kyoto Protokolü’nün 3. ve 17. maddeleri uyarınca satabilir.
Protokoller sonucu her üye ülkeye karbon emisyon kotası tahsis edilmiştir. Üye ülkeler bu kotaları kendi ülkelerindeki şirketler arasında paylaştırır. Kotasını aşanın, aşmayandan karbon satın alma işlevini ayarlayan bir mekanizmadır emisyon ticareti / karbon borsası.
Deyim yerinde ise, çok kirleten az kirleten veya hiç kirletmeyenden kirletme hakkını para karşılığı satın almasıdır. Yani sen atmosferi kirletmeyeceksen veya kirletme hakkının tamamını kullanmayacaksan al şu parayı ben senin kirletme hakkını kullanayım.
Pratikte, gelişmekte olan ülkeler sera gazı sınırlamalarına tabi olmadıkları için, karbondioksit kredisini gelişmiş emperyalist ülkelere / tekellere satabileceğini anlatmaktadır, karbon borsası. Bastır parayı, temizle elini! Sonuçta parasını verip istediğin kadar karbon salmaya devam!
Bu karbon ticareti 2005 yılındaki 362 milyon ton CO² ve 7,2 milyar avro işlem hacmine sahipti. 2010 yılına gelindiğinde bu hacim 8,4 milyar ton CO² ve 121 milyar avroya yükselmiştir.
Hava satılık, su satılık, toprak satılık ve karbon da satılık her şey satılıktır kapitalizmde. Kapitalizm / burjuvazi gölgesini satamadığı ağacı keser misali “insan ilişkilerinde çıplak çıkardan, katı nakit ödemeden başka bir bağ bırakmadığı gibi”, doğayı kirletmede de sınır tanımaz durumdadır.
Alın size çok basit taahhüt örneği
2015 Paris Anlaşması’nın 25. paragrafında, “tüm tarafların anlaşmanın 4. Maddesinde işaret edilen NDC’lerini Taraflar Konferansı’ndan (COP) en az dokuz ila 12 ay önce UNFCCC’ye bildirmesi gerektiği” yazılıdır. Climate Watch’a verilerine göre küresel emisyonların %0,1’inden sorumlu olan üç ülke (Surinam, Norveç ve Marshall Adaları) 2020 Ulusal Katkı Beyanlarını (NDC) bildirdi. COP26 taraf ülkeleri 2050 yılına kadar net sıfır karbon emisyonu doğrultusunda 2030 yılına kadar emisyon azaltma hedeflerini detaylı ve kararlı bir şekilde belirleme beklentisi, başka bildirenin olmadığının ilanıdır. İklim finansmanında yoksul ülkelere yılda 100 milyar dolar verme taahhüdünü karşılamayan zengin ülkeler, (emperyalistler) şimdi bu taahhüdü 2030’a kadar da yerine getirmeyeceklerini söylüyorlar.
Unutmadan hatırlatmakta yarar var, iklim fonu denilen şey de aldatmacadır. Çünkü sonuçta bir miktar hibe olsa esasta krediler söz konusudur. Yani faizli borçtur alınan “destekler”. Paris Anlaşması’nı onaylaması için Almanya ve Fransa’nın teminatı ile T.C.’nin de aldığı 3 milyar avro da faizli kredidir.
“Avrupa Birliği’ne (AB) üye 27 devlet dâhil Paris İklim Antlaşması’na imza atan dünyanın en büyük ekonomilerine sahip 36 ülke arasında “küresel ısınma oranını 1,5 derece altına düşürebilen” hiçbir ülke olmadığı” CAT raporunda verilen bilgiler içerisindedir.
Raporda, söz konusu 36 ülkenin dünyadaki karbon salımının yüzde 80’ine neden olduğu ve Paris İklim Antlaşması’na taraf olan 191 ülkenin “emisyon değerlerinin hâlâ 2 santigrat derecenin üzerinde” yer aldığı kaydedildi. (Euronews 15/09/2021)
T.C.’deki durum
Bu konuda bizleri yakından ilgilendiren T.C.’deki duruma bir göz attığımızda çok daha berbat bir gerçekle yüz yüze geliyoruz.
“Öyle kötü ki, bu beyanları ile 2010 yılından daha fazla sera gazını 2030’da salacaklarını deklare ettiler. Türkiye 1990’da yaklaşık 220 milyon ton olan salımlarını 2010 yılında yaklaşık 180 milyon ton arttırarak 400 milyon seviyesine çıkarmıştı. Türkiye bu beyanı ile sonraki yılda 180 milyon ton değil, 360 milyon ton değil, 720 milyon tondan fazla arttırıp 1 milyar 150 milyon tonu hedefledi. Bu yetmezmiş gibi bunu da 929 milyon tona çıkartmayı “indirim” olarak taahhüt etti. Özetle, böyle bir cümle ile 20 yılda 180 milyon ton arttıran Türkiye, sonraki 20 yılda 529 milyon ton arttırmayı indirim olarak taahhüt etti.” (01.11.2021 Gazeteduvar / Önder Algedik)
COP26’nın finans hedefi
COP26’nın hedeflerinden biri de ülkelerin iklim finansmanı için her yıl 100 milyar dolar ayırmalarını sağlamak. Ülkelerin maliye bakanları, merkez bankası başkanları ve büyük bankaların CEO’ları küresel finans sisteminin nasıl ‘yeşil’ hâle getirilebileceğini tartışmak için 3 Kasım’da COP26 kapsamında gerçekleştirdikleri finans panelinde bir araya geldi. Burada karbon ticaret sisteminin ve karbon piyasalarının dünya çapında nasıl şekilleneceği üzerine yoğunlaştı tartışmalar. Yani anlayacağınız sistem temsilcileri bu işten de nasıl azami kâr sağlanacağı hesaplarına daldılar.
Zirvede gereksiz bilgiler bombardımanı
COP26’da yine gereksiz bilgiler ile bombardıman altında kaldık ve asıl bilmemiz gerekenler hep olduğu gibi yine bu zirvede (zırvada) de göz ardı edildi.
Asıl bilmemiz gerekenler
Dünya’nın ortalama sıcaklığı doğal olarak yukarı (+) ve aşağı (-) hareket eder, kapitalist sanayi devriminden beri çok daha hızlı şekilde yukarı (+) yönlü seyrediyor.
Sıcaklıktaki bu artış, deniz seviyesinin yükselmesi ve aşırı hava koşulları (sel-kuraklık gibi) gibi sonuçları doğuruyor. Gezegenin çevre dengesi bozuluyor. İnsan faaliyetlerinin bunda ana itici güç olduğu bilimsel olarak ispatlanmıştır. Bu sorunu “takdiri ilahiye” bağlayanları bir kenara bırakırsak, egemenlerin üretim faaliyeti içinde azami kâr hırslarının iklim değişikliğine ve küresel ısınmaya neden olan gazların salınımını artırdığı olgudur. Karbondioksit (CO2), azot oksit (NO) ve metan (CH4) ve daha birçok türde sera gazlarının fazlalığı dünya atmosferindeki dengelerin bozulmasına yol açmaktadır. Diğer ifade tarzı ile dünyamızın kirlenmesinin sebepleridir.
Dünyayı en çok kirleten sanayi dalları gemi taşımacılığı, havacılık ve demir-çelik üretimi diyebiliriz. Bunlardaki faaliyetler sonucu atmosfere senede yaklaşık fazladan 6 milyar ton karbon gazı bırakıyor. Kaynak ise fosil yakıt (petrol kömür doğalgaz) kullanımıdır.
“İnanılmaz gelebilir ama uzaydan bakan biri için resim gerçekten de bu. Atmosferi bir sürahi olarak düşünürsek ve içinde bir bardaklık seragazı alacak yer kalmışken, devletler hâlâ 3 ve hatta 4 bardak seragazı boşaltma yarışı içindeler. Bu taşan 2-3 bardak sera gazı ise aslında bizim için karbonifer dönemine doğru bir yolculuk demek.” (15.11.2021 Gazeteduvar / Ö. Algedik)
COP26’dan bildiren NY Magazine’den David Wallace-Wells, ülkelerin
Başlangıç yıllarını ertelediğini,
Eylemleri yavaştan aldığını
Bugüne dair sorumlulukları ötelemek için geleceğe dair hedefleri tartıştığını yazdığında hiçte haksız sayılmazdı.
COP26 katılım listesinde en çok orman katliamı yapan Brezilya’nın zirveye en çok katılımcı ile katılan ülke olduğunu, onu rekor ağaç kesimi politikası yapan Türkiye’nin 374 katılımcı ile izlediğini söyleyebiliriz. Ama Erdoğan’ın saray eşrafı ile katılımdan vazgeçmesine rağmen; muhalefet partileri dâhil, ev sahibi İskoçya’dan daha fazla katılımcı ile oradaydı.
Fosil yakıt lobicilerinin 503 temsilci ile en kalabalık katılımcı grup olduğu gerçeği de COP26’nın ilginçliği idi.
COP26’da devletler yine bol keseden attılar. Önceki COP’ları aratmayacak şekilde esas yapılması gerekeni ötelediler ve yine doğa söz konusu olunca her şeyi ağırdan aldılar. Ama katılımcıların anlaşma ve fikir birliği ile ortaya Glasgow İklim Paktı (GİP) gibi yeni bir pakt çıktı. Sevinelim mi? Kyoto Protokolü, Paris İklim Anlaşması, COP’lar yanı sıra bir “yavrumuz” GİP’miz daha oldu!
Glasgow İklim Paktı, 8 başlık ve 97 cümleden oluşuyor bize ne anlatıyor? Hayal kırıklığına değinilirken, adımların büyütülmesi çağrısında bulunarak yeni ev ödevleri veriyor. Finansman kısmında ise devletlerin yıllık 100 milyar dolarlık finansman sözlerini yerine getirmemiş olmasını konu ediniyor.
Zirveye dair bazı görüşlerin “sonun başlangıcı” ifadesini kullanması başka bir ilginç yandı.
Anlaşmada, kömürün aşamalı olarak azaltılması taahhüdü, emisyon azaltma planlarının düzenli olarak gözden geçirilmesi ve gelişmekte olan ülkelere daha fazla finansal destek gibi kararlar burjuva siyasetçilerin yaptığı gibi önemli olarak lanse edildi. Ancak anlaşmanın daha önceki taslak metinlerinde kömürün “aşamalı olarak sonlandırılması” taahhüdü, son dakika Hindistan’ın itirazlarıyla karşılaştı. Hindistan İklim Bakanı Bhupender Yadav, “Kalkınma ve yoksullukla uğraşan gelişmekte olan ülkelerden, kömür ve fosil yakıt sübvansiyonlarını aşamalı olarak sonlandırma vaatleri vermesi nasıl beklenebilir?” çıkışı ile “kömürü aşamalı sonlandırılması” işi “sınırlandırılma” kavramı ile değiştirilerek başka bahara kaldı. İsviçre Çevre Bakanı Simonetta Sommaruga, kömürle ilgili ifadenin değiştirilmesine ilişkin, “Kömür ve fosil yakıt sübvansiyonları konusunda anlaştığımız dilin şeffaf olmayan bir süreç sonucunda daha da yumuşatılmasından dolayı derin hayal kırıklığımızı ifade etmek isteriz.”” Bu, hedefe ulaşmayı zorlaştıracak” diyerek bu aciz durumu çok iyi ifade ediyordu. Kömürün, karbondioksit emisyonlarının yaklaşık yüzde 40’ını oluşturduğu bilindiğinde bu acizlik daha da iyi anlaşılır.
COP26’da başarı olarak yutturulan: 1,5°C hedefini ulaşılabilir kılmak adına gelecek yıl emisyon azaltma planları için yeniden bir araya gelinecek olması, ilk kez uluslararası bir anlaşmada kömür kullanımını sınırlama taahhüdü verilmesi, gelişmekte olan ülkeler için mali yardımlar artacak denmesi işin özetidir.
Gelecek yıllarda burjuva önderliğinde küresel ısınmayı yalnızca 2,4°C ile sınırlama söylemlerini daha fazla duyacağız.
Dünya iklimi değişiyor ve insan faaliyetleriyle yükselen sıcaklıklar, yine insanlar ve diğer canlıları artık her alanda tehdit ediyor. Bu gidişe dur denilmediği takdirde, insanlar ve doğa, kuraklık, deniz seviyelerinin yükselmesi ve çok sayıda canlı türünün tamamen yok olması gibi bir dizi felaket ve dev bir tahribatla baş başa kalacaktır.
Büyük bir yıkımla karşı karşıyayız ama çözüm potansiyelleri de var.
Bunun için tüketim alanına yönelik olarak şunlar getiriliyor:
Daha az hava yolculuğu yapın!
Daha az et yemeli!
Otomobilsiz bir hayat yaşayın ya da elektrikli araçlara yönelin!
Çamaşır makinası gibi enerji kullanan eşyalarınızı yenilerken enerjiyi daha verimli kullanan ürünleri seçin!
Doğal gazlı ısınmadan elektrikli ısı pompası sistemine geçin!
Evinizin ısı yalıtımlarını güçlendirin!
Bunlar elbette yapılabilir olanlardır… Sorun bunları uygulamakla çözülse ne ala!
Dünyayı kirleten ülkeler, emisyonları azaltmak için yeterince çaba göstermediklerini lafta kabul ediyor! Gelecek yıl daha fazlasını yapacaklarını söylüyorlar! Bu durum onlarca yıllardır böyle. Zengin ülkeler, daha yoksul ülkelere sunacakları finansal desteği iki katına çıkarmayı kabul etseler bile bu sistem varlığını devam ettirdikçe, temelde değişiklik olmayacak çevre barbarlığı devam edecektir. Kötüsü şu ki, her hükümet vaat ettiği her şeyi biran için yapar diye düşünsek bile, dünyamız yine de 2°C civarında feci bir sıcaklık artışıyla karşı karşıya kalacaktır. Bir anlamda tren kaçmıştır.
Antonio Guterres, BM Genel Sekreteri:
“Onaylanan metinler birer uzlaşmadır. Günümüz dünyasındaki çıkarları, koşulları, tezatlıkları ve siyasi iradeleri yansıtırlar. Önemli adımlar atılıyor ama ne yazık ki kolektif siyasi irade bazı derin çelişkileri aşmaya yetmedi.” “Kendi mezarımızı kazıyoruz” dediğinde hiçte haksız değildir.
Greta Thunberg, iklim aktivisti:
“COP26 sona erdi. Özeti ise şu: Blah Blah Falan filan, saçmalık. Ama asıl iş bu salonların dışında devam ediyor. Ve asla vazgeçmeyeceğiz, asla” dediğine katılıyoruz.
Yaşanacak başka bir gezegenin olmadığı bilindiği hâlde bir avuç kapitalist asalağın azami kâr hırsı –refah– için güzelim dünyamızın heder edilmesinin önlenmesi COP ve benzeri konferanslarla-anlaşmalarla mümkün ve kalıcı değildir. Olamaz da çünkü COP vb. toplantılarda alınan kararların yetki mercilerinde ipler yine burjuvaların bunların elindedir. Kontrol kapitalist sistem temsilcileri aracılığı ile emperyalist tekellerdedir.
Elbette bu tür toplantılarda bir dizi olumlu kararların alınması olumludur. Kısa vadeli olarak:
Fosil yakıtların enerji sağlamada kullanılmasından bir an önce vaz geçilmesi,
Aşırı ihtiyaç dışı üretimin sınırlandırılması,
Enerji üretiminde yenilenebilir enerji kaynaklarına öncelik verilmesi,
Ormanların ve yeşil bitki örtüsünün korunması,
Toprağın ve suyun kirlenmesinin önünü alma tedbirleri,
Talepleri kısa vadeli talepler olarak hep gündemde kalmalı. Nihai hedef olarak sistemin yıkılması kavgasına sarılmak reform çabalarının boşa çıkmasının da önünü açar.
Doğa ile uyum içinde onun kurallarına gör yaşamak, emperyalist çevre barbarlığına karşı tek alternatif olan SOSYALİZM kavgası biricik kurtuluş yoludur. Bunun için her zaman söylediğimiz gibi
YA BARBARLIK YA DA SOSYALİZM!
02.01.2022
(*) İklim aktivisti Greta Thunberg’in COP26 öncesi söyledikleri “Kulağa harika gelen ancak şimdiye kadar harekete geçmemiş sözler. Umutlarımız ve hırslarımız onların boş vaatlerinde boğuluyor.” Boş gevezeliklerinde “Blah Blah Blah” (28.09.2021)