MA RIHNA NEHNA HON*
Bir enkaz halinde simdi kadın,
kim tutar elinden kaldırır ayağa,
gözünüz kör kulağınız sağır olsa da,
bir gerçek duruyor orada;
acı, yıkım, keder, umutsuzluk…
insanlık ayaklar altında…
Antakya’ya (Hatay) ilk gittiğim gün dökülmüştü bu dizeler dilimden. Antakya enkaz halinde, ya insanlar, çocuklar, kadınlar… Aş çadırlarının önünde kuyruklar oluşturan insanlar; bebek bezi, mama, ped gibi acil ihtiyaçlarını alabilmek için kapı önünde bekleyen kadınlar. Öyle bir felaket ki bu bir kadın olarak özellikle bir anne olarak çok daha sarsıcıydı. Hataylı bir kadın tanıdım; 2 evladını kaybeden, evini, doğduğu büyüdüğü toprakları kaybedip sağ kalan tek kızına sarılıp güçlü durmaya çalışan. Sımsıkı sarılıp acısını hafifletmek istedim ama geçecek diyemedim. Geçer mi? Onun o yüzünden bu acı silinir mi? Bu yaralar kapanır?
Öyle bir felaket ki bu, korkudan ölüyorsun ama çocuğuna “korkma ben buradayım” diyorsun. Kendinden çok çocuğun için korkuyorsun. “Ona bir şey olursa ” diyorsun, “bana bir şey olursa” diyorsun. Boğazın düğüm düğüm ama ağlayamıyorsun. Uyurken ellerini sımsıkı tutuyor bırakamıyorsun. Bırakırsan kayıp gideceğinden korkuyorsun.
Hiç bitmeyecek bir Şubat’tı. Sanki tüm günler şubat, tüm aylar şubat. Zaman durmuş ötesine gidemiyorduk. Evimize giremiyorduk, ne zaman sıra bize gelecek diye bekler olduk. Tüm bunlara rağmen kendimizi şanslı hissediyorduk. Sevdiklerimiz yanımızda, evimiz ayakta, doğduğumuz topraklardayız ama canımız yanıyordu. Su içerken içimiz yandı, yemek yerken, ateş başında ısınırken, sevdiklerimizin gözlerinin içine bakıp ellerini tutarken yandık, uyurken yandık, gün doğarken yandık. Hiç sönmeyecek bir ateş ile yandıkça yandık. Ama yandığımızla kaldık.
Bu felaket bir kez daha gösterdi ki kadınlar erkeklerden çok daha fazla etkilendi bu yaşananlardan. Deprem anında bile üstümüzdeki kıyafetleri düşünür olduk, toplum tarafından kabul görebilecek bir kıyafet giymeye mecbur hissettik. Afet sonrası çadırda bir çok aile ile bir arada yaşamak zorunda kalan kadınlar için cinsel taciz, şiddet korkusu, ailesini kaybedip yalnız yaşamak zorunda kalan kadınların güvenlik korkusu, hijyen şartlarındaki yetersizlikler, temiz suya ve tuvalete erişim zorluğuyla ortaya çıkan enfeksiyon riski. Afet sonrasında gebe, loğusa kadınlar için de durum pekte iyi değil. Doğum zamanı gelen kadınların korku ve şok nedeniyle erken doğum yapmaları, gebelik ve doğum sonrası hizmetlerdeki yetersizlikler bu kadınlar için afeti daha da zor hale getirmekte. Yemek yapmak, soba yakmak, çocuklarla ilgilenmek yine kadınların yükü. Deprem öncesinde hayatı kolay olmayan kadınların depremden sonra da yükü 10 kat arttı.
Tüm bu olumsuz koşullara, bunca kayıp ve acıya rağmen kadınlar dimdik ayakta. Samandağlı kadınlar felaketin 40. Gününde hayatını kaybeden insanlarımız için ellerinde reyhanlarla** ve bahhurlarla***enkazların arasından “Hüznümüz İsyanımızdır” “Afet değil katliam” pankartlarıyla, “Ma rıhna nehna hon” (Gitmiyoruz buradayız), “Hakkımızı helal etmiyoruz!” sloganlarıyla sokaklardaydı.
Tüm bu olumsuz koşulara rağmen, yaşanan acıya, evleri hasarlı, yıkılmış olmasına, çadırda kalmalarına rağmen Vakıfköy Kadın Kooperatifi kadınları birbirlerine kenetlenmiş ve büyük bir azimle işlerinin başındaydı. “Çalışarak acımızı unutuyoruz” diyordu Elena. Kooperatifleri yıkılmasına rağmen köy kahvesinde kendi ürettikleri, el emekleri reçelleri, salçaları, zeytinyağlarını paketleyip siparişlerini yetiştirmeye çalışıyorlardı.
11 ili etkileyen yüzyılın felaketi kadınlar üzerinde çok daha da yıkıcı oldu olmaya da devam edecek. Yaşanan afet nedeniyle karşılaştıkları zorluklar toplumsal koşullarının bir ürünü. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin varlığı bu felaketle birlikte kadınların omuzlarındaki yük bir kez daha arttı.
25 Mart 2023
YDİ Çağrı okuru
*Ma rıhna nehna hon: Gitmiyoruz buradayız.(Arapça)
**Reyhan: Arap Alevilerinin bir geleneği olan reyhan 40’ında mezara konur, kokusu kutsaldır.
***Bahhur: Arap Alevilerinin bir geleneği olan bahhur mezarın üzerinde yakılır sevdiklerinin ruhları huzur bulsun diye.