2023 yılının 6 Şubat’ında meydana gelen Maraş merkezli depremler –ve artçı depremler– 10 ilde büyük bir yıkıma, can ve mal kaybına neden oldu. Verilen resmi rakamlara göre 50 bin 783 insan yaşamını yitirdi. Yaralı sayısı ise 107 bin 204 olarak belirtildi. Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’nın açıklamalarına göre Hatay’da 13 bin 883, Kahramanmaraş’ta 7 bin 295, Adıyaman’da 5 bin 826, Malatya’da 4 bin 197, Gaziantep’te ise 3 bin 805 olmak üzere bölgede 36 bin 932 bina deprem anında yıkılmış; 311 bin bina ise aldıkları hasarlar nedeniyle kullanılamaz hâle gelmişti. Bu rakamların ne kadar doğru rakamlar olduğu depremin birinci yılında hâlâ tartışma konusu… Depremde yaşanan kayıplara ve yıkımlara ilişkin gerçek veriler aradan geçen bir yılda henüz açıklanmış değildir.
Deprem, milyonlarca insanın yersiz-yurtsuz, evsiz-barksız kalmasına yol açtı. Depremin ilk günlerinde devletin ilgili kurumlarının (örneğin AFAD) kurtarma ve yardım çalışmalarına geç ve yetersiz katılımı nedeniyle binlerce insan enkaz altında yaşamını yitirdi; örneğin Kızılay’ın yardımları ya geç ya da yetersiz yapması nedeniyle on binlerce insan günlerce yiyecek, içecek sıkıntısı çekti.
Depremin ardından “Sıfırdan inşa edeceğiz ama bize bir yıl izin verin” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan “OHAL kapsamında yerleşme ve yapılaşma” kararnamesi yayımladı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı “harekete geçti”.
Deprem bölgesinin bir yıl içinde sıfırdan inşa edilmesi elbette mümkün değildi ama ne gam… Çaresiz insanların öfkelerinin/tepkilerinin dindirilmesi ve kimi atılacak adımları oya tahvil etmek için söylenilen yalanlardan sadece birisiydi.
Cumhurbaşkanının bu sözünün üzerinden bir yıl geçti. Bu bir yıl içerisinde deprem bölgesinde bırakalım “sıfırdan inşa”yı, en temel sorunlar bile tam olarak karşılanmış değil.
Bir yanda iktidar medyası deprem yaralarının sarıldığı propagandasını yoğun bir şekilde yaparken; diğer yanda konteyner kentlerde insanlar zor koşullar altında yaşam savaşı vermeye devam ediyorlar.
Bir yanda örneğin temmuz ayında bir açıklama yapan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Mehmet Özhaseki, Hatay’a 220 bin 66 afet konutu, 34 bin 129 köy evi olmak üzere toplam 254 bin 195 konut inşa edileceğini söylüyor; diğer tarafta ama olan Hatay’da sadece 3 bin civarında konut için temel atıldığı ve konutların aralık ayından itibaren teslim edilmeye başlanacağı –ki bunların da hepsinin teslim edilmediği!– deprem bölgesinden gelen haberler arasında!
Deprem bölgelerinde geçici olarak kurulan “çadır kent” ve “konteyner kentler”de yaşamak zorunda kalan on binlerce insan sel felaketine maruz kaldı. Çünkü seçilen alanlar doğru seçilmemişti! Kurulan konteyner kentlerde yaşayan depremzedeler ilk kuvvetli yağmurda sel baskınlarına maruz kaldılar. Çünkü konteynerlerin kurulduğu alanların seçimi tüm uyarılara rağmen doğru yapılmamıştı.
AFAD verilerine göre hâlihazırda deprem bölgesinde 384 konteyner kentte 400 binden fazla konteyner bulunmakta ve bu konteyner kentlerde 658 bin 485 kişi yaşamakta.
Depremin birinci yılında bu alanlarda hâlâ yeterli gıda ve su ihtiyaçlarının yeterince karşılanamadığı, sık sık elektrik kesintilerinin olduğu, sağlık sorunlarının, salgın hastalıkların yaşandığı sıkça dile getiriliyor.
Konteyner kentlerde yemek yardımı durduruldu. Bunun yerine AFAD-Kızılay ortaklığı ile geçilen Esenkart sistemine yüklenen aile başına her ay 3 bin TL ise ihtiyaçları karşılamaktan uzak.
Deprem bölgelerindeki işçiler depremden en fazla etkilenen kesimlerdendi. İşçilerin büyük çoğunluğunun deprem sonrası süreçte ücretlerini alamadığı, kısa çalışma ödeneğinden yararlanamadığı, tazminatlarını alamadığı, birçoğunun tazminatsız işten atıldığı… vb. defalarca dile getirilse de buna ilişkin ne hükümet kanadından ne de “büyük” işçi sendikalarından herhangi bir tepki gelmedi.
Tıpkı depremden zarar gören binaların onarılması ya da TOKİ’nin bölgede yaptığı inşaatlarda işçinin çalışmasında güvenliği için gerekli malzemelerin karşılanmamasına kayıtsız kaldıkları gibi…
Depremzedeler yokluk içinde yaşam savaşı verirken, burjuva siyasetçiler açısından fazla bir anlamı yok… İktidarın deprem sonrası (milletvekilliği ve cumhurbaşkanlığı seçimi öncesi!) siyasi rant devşirme gösterisi depremin birinci yılında da devam ediyor.
Yine bir seçimin, mahalli seçimlerin öngününde yapılan sınırlı sayıdaki evler bir bölüm depremzedeye şov eşliğinde verilerek oy avcılığı sürdürülecektir. Bir bölüm depremzede elbette evine kavuşacaktır, bu iyi bir şeydir ve ama konteyner kentlerde yüzbinlerce insan zor koşullar altında yaşama savaşına devam edeceklerdir.
Deprem bölgesinde yapılmayanlar kadar depreme hazırlık konusunda yapılmayanlar da önemli. Doğal felaketleri önlemek mümkün değil. Ancak alınacak tedbirlerle, her doğa olayı gibi depremin de insanlara daha az zarar vermesi sağlanabilir.
Bir deprem kuşağında olan Türkiye’de, bilim insanlarının yeni depremler, özellikle yüksek şiddette bir İstanbul depremi beklentilerini sıklıkla dile getirdiği ülkelerimizde yeni depremlere hazırlıklı olmak çok daha önemli hâle geliyor. Fakat bu noktada da kapitalistlerin devleti her ne kadar söylemde hazırlık yapıldığını söylese de her ne kadar kanunlar düzeyinde adımlar atsa da söylediklerini pratiğe gerçek anlamda geçirmiyor.
“Kâr, daha fazla kâr, en fazla kâr” üzerine kurulu bu sistemde insan hayatını değil, daha fazla kazanmayı merkeze koyan bu sistemde betondan, demirden çalmadan, dayanıklı binalar yapması beklenemez. Yine rüşvet çarkı üzerine kurulmuş sistemde yapıların gerçek anlamda denetlenmesi, hatalı/dayanıksız olan yapıların yıkılması, sorumluların cezalandırılması (göstermelik birkaç örnek dışında) gerçek anlamda mümkün değildir.
Yine rant uğruna yapılaşmaya elverişsiz zeminleri ve verimli tarım topraklarını iskâna açarak insanların altında can verdiği beton blokların dikilmesi bu sistem sürdüğü sürece engellenemez.
Dahası rant araçlarından birisi olan ve dönem dönem çıkarılan “imar barışı” yasaları ile kaçak yapılaşmayı teşvik eden bu devletin ta kendisidir.
Kısaca çöken binaların, enkaz altında kalan insanların, ölümlerden sorumlu olan; daha fazla kâr dürtüsüyle hareket eden kapitalist sömürü düzeni, sermayenin yararına çalışan devlet, gerekli tedbirleri almayan siyasi iktidardır. Merkezinde insanın değil, daha fazla kârın durduğu kapitalizm var olduğu sürece, doğa olaylarının felaketli sonuçlara yol açması kaçınılmazdır.
Depremin öncelikle işçileri, emekçileri, yoksulları vurmasını engellemenin yolu, işçilerin emekçilerin devrimiyle, sömürü sistemini yıkmak, doğa ile uyum içerisinde, merkezinde insanın olduğu bir sistem kurmaktır.
Bunun için mücadeleyi örgütlemek, örgütlenmek en acil görevdir.
Ocak 2024