14 Mayıs 2023 Milletvekili Seçimlerindeki kazanımlarıyla meclisteki güçlerini artıran İslamcı kesim başarı coşkusuyla seslerini daha yüksek bir perdeden duyurur oldular! Bir kez daha saldırgan dinci gericiliklerini en fazla ve en kısa yoldan gösterebilecekleri yolu seçiyorlar elbette! Ekonomik krizmiş, insanların gelecek kaygılarıymış, iklim ve doğa felaketleriymiş… bütün bunların ne önemi var?! Dahası bütün bunların unutturulması da gerekli! Ve bunun de en kolay yolu “namus” ve “ahlaki çöküş” üzerine bir bardak suda fırtınalar koparmak!
Milletvekili ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin üzerinden daha henüz bir ay geçmiş iken, aralarında MÜSİAD ve sözüm ona “İlim Yayma Cemiyeti” gibi kurumların da bulunduğu bir dizi muhafazakâr-dinci örgütler Balıkesir’de festivallerin yasaklanması talebiyle bir bildiri yayınladılar. “Festivallerde yapılan yanlışlara dur diyelim!” başlığıyla çıkarılan bildiride Balıkesir’de ve genelde Türkiye’de düzenlenen özelde gençliğe yönelik festivallerin yasaklanması talebi yer alıyordu. Gerekçesi ise bunların sözüm ona yol açtığı “ahlaki çöküş” idi. Şöyle yazıyor bildiride:
“Son derece üzülerek görüyoruz ki bu festivaller çoğu zaman amacı dışına çıkarak gençlerimizi gayri ahlaki haram ilişkilere, sarhoş edici içki ve madde kullanımına, isyan ve başkaldırıya yönlendirmektedir. Hâlbuki dünyaya ışık tutacak olan bu gençliğin madde bağımlısı hâline getirilip köreltilmesi Türkiye Yüzyılına zarar vermektedir.
(…)
Gençlerimizin helal yoldan kontrollü bir şekilde kültürel faaliyet ve eğlence etkinliklerinde bulunmaları yerine böyle başıboş ve sınır tanımaz kutlama şekillerinin teşvik edilmesini doğru bulmuyoruz.
Bu gibi festivallerin iptal edilmesini talep ediyoruz.
Yapılan her türlü etkinlikte de kız – erkek bölümünün ayrılması, alkollü içki ve madde kullanımının önüne olabildiğince geçilmesi ve denetlenmesi, gençlerin ahlakını bozucu davranışların engellenmesi şeklindeki adımların bir an evvel atılmasını talep ediyoruz.” (Balıkesir Sivil Toplum Platformu) (Bildirinin altında bir dizi kurumun imzası amblem ve logolarıyla temsil ediliyor.)
Balıkesir, “Kazdağı Ekofest”, “Burhaniye Kitap Fuarı”, “Bandırma Kadın Oyunları Festivali”, gibi çok sayıda festival ve şölenlerin yapıldığı bir il. Hele hele son yıllarda Kaz Dağları’nın kâr uğruna ekolojik bir felakete feda edilmesine karşı bir iklim hareketi ve seferberliğinin gelişmesiyle, doğanın korunması uğruna devlet güçleriyle çatışmanın dahi göze alınmasıyla gündeme gelmiş bir bölge. Ve esas mesele de bizzat bildirinin içinde yer aldığı gibi gençliğin “isyan ve başkaldırıya” yönelmesine karşı duyulan tedirginliktir. Alkol ve madde bağımlılığına karşı olma meselesi bir bahanede öte bir şey değildir. Gençliğin alkol ve madde bağımlılığından uzak tutulması çok daha büyük kapsamlı, çok yönlü bir mücadeleyi gerektirir. Bu iş festivallerin yasaklanmasıyla çözülecek bir şey değildir… Bu anlamda da samimi olmayan bir “bahane” uydurmanın ötesinde bir şey değildir.
“Gençlerin ahlakını bozucu davranışlar” da ancak dünyaya dinci-muhafazakâr pencereden baktığınızda bir anlam kazanır. Kaldı ki, bildirinin içinde kadın ve erkeklerin bütün festival, eğlence ve etkinliklerde ayrıştırılması talebi de yer almaktadır. Esas mesele, gençliğin bir araya gelmesinden duyulan korkudur! Kadın-erkek-LGBTİ+ gençliğin güçlerini birleştirmelerinden, çevreci, ilerici, demokratik mücadelelerinden duyulan korkudur! Yeni bir “Gezi” hareketinin ortaya çıkma ihtimalinden korkudur. Ve bu ülkede gençliğin hareketlerinden her dönem çok korkulmuştur! Her dönem yasaklar ve itibarsızlaştırmalar gündeme gelmiştir.
Muhafazakâr cephenin gerici talepleri bu kadarla da sınırlı kalmıyor! Çoğu kez kendilerinin kışkırttığı talepler ve vaatlerle muhafazakâr seçmen kitlesinin beklentilerini gözetmek, onları “doyurmak” adına hep yeni çıkışlar gündeme geliyor. Yine Temmuz ayında, Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin “gerekirse kız okulları da açabilmeliyiz” açıklamasında bulundu. Ve bunu elbette “kız çocuklarının okullaşmasını sağlamak” adına yaptı. Öncelikle bilinmelidir ki, kız ve erkek çocuklarının öğrenimlerinin önündeki engel, onların birlikte okullaşması değil, kız ile erkek çocukların aynı ortamda olmasını “dinen caiz değil”, “haram” “ahlaki açıdan sorunlu” gibi gören dinci-muhafazakâr anlayıştır. Evet, dinci-muhafazakâr kesim çocuklarının erkeklerle birlikte okumasını istemeyebilir. Bu konuda sorun, bu anlayışa ne kadar taviz verileceğidir. İşte burada muhafazakâr kesimin baskın çıkması önemli bir rol oynamaktadır. Kadın ile erkeğin yan yana geldiği her ortamda bir “ahlaksızlık” kokusu alan dinci muhafazakâr kesim tam da bu konu üzerinden yürümekte, adım adım kendi hedeflerine doğru ilerlemenin planlarını yapmaktadır. Dünya çapındaki bugüne kadarki ilerlemede sabittir ki, öğrenim ve bilimde kız ile erkek çocukların birlikte eğitim görmeleri (karma eğitim) onların eğitim ve meslek yaşamında başarılı olmaları açısından bir engel değil, tam tersi toplumsal eşitlik açısından, kadınların her alanda en az erkekler kadar başarılı olabileceğinin gösterilmesi açısından, erkek egemenliğinin kurulmasından bu yana oluşmuş kimi toplumsal rollerin aşılması açısından önemlidir. Fakat tam da bu kadın ile erkek arasında toplumsal olarak rol farklılığını, toplumsal eşitliği değil “fıtratı” temel alan muhafazakâr dinci anlayış açısından problemlidir. Bunun bir örneğine son seçimlerde Cumhur İttifakı’na dâhil olan Hüda-Par’ın parti programında görüyoruz.
Bu programda şöyle denmektedir:
“Kadınların çalışma şartları cinsiyetlerinin gereklerine uygun hâle getirilmelidir. Eğitim ve sağlık başta olmak üzere, kadınlara hizmet veren kurum ve kuruluşlarda sadece kadınlar istihdam edilmelidir.”
Nitekim Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin’in kız okulları açılabilir tartışmasını açmasıyla birlikte diğer bir muhafazakâr parti lideri olan Büyük Birlik Partisi (BBP) Genel Başkanı Mustafa Destici’den tam destek geldi:
“Milli Eğitim Bakanımızın kız çocuklarımız için müstakil okullar açılmasıyla ilgili önerisine tereddütsüz katılıyor ve destekliyorum. Laiklik adı altında buna karşı çıkanların asıl niyetlerinin inanç-din düşmanlığı olduğunu biliyoruz. Binaenaleyh onların zırvalarına aldırmadan çalışmalar süratle başlatılarak önümüzdeki eğitim öğretim yılında hayata geçirilmelidir. (…) Japonya’daki gibi kadın üniversiteleri de açmalıyız. Şehir hastanelerinden başlayarak her ile en az bir kadın hastanesi de planlamalıyız. Hayatımızı, eğitim sistemimizi, üniversitelerimizi ya da hastanelerimizi emperyalist batıya ya da sola göre dizayn etmek zorunda değiliz. İlim nerede ise gidip alırız. Lakin yöntemi kendi inanç ve kültür değerlerimize göre kurgulayıp uygulamalıyız.”
Burada da “anti-emperyalizm” söylemiyle hep yeniden başvurulan bir demagojiyle karşı karşıyayız. Öz olan, gerçekten de muhafazakâr kesimin “inanç ve din”e verdiği öncelliktir. Gerisini işlerine geldiği gibi kullanmaktadırlar. Japonya’da olduğu gibi Batılı kimi emperyalist ülkelerde de “kız okulları” hâlâ kısmen mevcuttur… Ancak, bunlara geçmişten arta kalan ve toplumsal gerçekliğin geneline gölge düşürmeyen istisnalar olarak bakılmak zorundadır. Anti-emperyalistlik şampiyonluğu yapanların “kız okulları” bağlamında Japonya gibi bir emperyalist ülkeyi ya da kimi seküler Batılı emperyalist ülkeleri örnek olarak göstermesi de gariptir, daha doğrusu amaca giden yolda her şeyi mubah gördüklerinin göstergesidir.
Muhafazakâr kesimin dinci-cinsiyetçi bakış açısına karşı çıkarken, biz kendimizi elbette en başta CHP türünden laik T.C. savunucularından ve onun sol kuyrukçularından ayırıyoruz. Bizim T.C.’nin eğitim sistemini muhafazakâr kesimin daha fazla din yönelimli eğitim sistemine karşı savunma ya da tercih etme gibi bir sorunumuz, amacımız da yoktur! Biz andaki eğitim sistemini içerikte milliyetçi faşist ve kapitalist sistemin ihtiyaçlarına yönelik bir sistem olarak teşhir ve ret ediyoruz. Fakat biz bu gerici-kapitalist eğitim sistemin dinci-cinsiyetçi kötüleştirilmesine, cins ayrımının daha fazla körüklenmesine de karşıyız.
Ülkelerimizde ne yazık ki, kutuplaşma iki tarafta da burjuva gerici kliklerin ağır bastığı kutuplaşma şeklinde yürümektedir. Biz bunların her ikisine de karşıyız. Bizim ne “laikçi T.C.’yi savunma ne de “seküler T.C. Yüzyılını” savunma diye bir derdimiz yoktur, olamaz! Biz kadınların, erkeklerin, LGBTİ+ bireylerin eşitlikçi, özgür, demokratik eğitiminden yanayız. Milliyetçi, dinci ya da hangi niyetle olursa olsun katı toplumsal cinsiyet rollerine; kadın işi – erkek işi gibi ayrımlara, “fıtrat” tartışmalarına vb. karşıyız. Fakat biz “din ve ahlak” adına kazanılmış hakların tırpanlanmasına, gençlik hareketlerinin yasaklanarak en başından yok edilmeye çalışılmasına da karşıyız. Milliyetçi, muhafazakâr, dinci, İslamcı kesim tam da bunu yapmaya çalışmaktadır.
Seçimlerin hemen ardından gündeme geldiği gibi, şimdi resmen de Hüda-Par destekli Cumhur İttifakı’nın gündeminde yeni bir anayasa oluşturulması vardır. 12 Eylül Anayasası’ndan kurtulma, sivil anayasa yapma olarak da ilan edilen yeni bir anayasanın nasıl bir şey olacağını, henüz bu teklifi göremediğimiz için bilmiyoruz. Ancak, daha şimdiden böyle bir anayasanın yönünün nasıl bir şey olacağı konusunda yapılan açıklamalarda yeterli işaretler mevcuttur. 12 Eylül Anayasa’sından kurtulmak iyi olurdu elbette. Ancak, yerine neyin geçeceği önemli. Bugünkü koşullarda gelecek anayasa teklifinin muhafazakâr kesimin önceliklerini hedefleyen, 12 Eylül “laik”çi anayasasının yerine, “seküler”, dinci muhafazakâr bir anayasanın geçirilmesini öngören bir adımdan başka bir şey olmayacağı kesindir.
Seçimler öncesinde bunun sinyalleri “Ailenin güçlendirilmesi”ne ilişkin bir anayasa teklifiyle de verilmiştir. Dinci muhafazakâr kesimin kadına, kadının toplumsal rolüne bakış açısı bellidir ve bu hep yeniden tekrarlanmaktadır.
Şimdi Cumhur İttifakı’nın destekçisi olan Hüda-Par’ın parti programının konuya ilişkin bazı maddeleri bunu en açık biçimiyle ortaya koymaktadır:
“Evlenme çağına gelen her erkek ve kadın, evlenme ve aile kurma hakkına sahiptir. Aile toplumun nüvesi, devamının garantisidir. Sağlıklı bir toplum ancak ve ancak sağlıklı ailelerle mümkündür. Bu nedenle aile kurumunun korunması ve aile kurmanın teşvik edilmesi devletin vazifelerindendir.
Aile bir erkek ve bir kadının evlenmesi ile kurulur. Bazı ülkelerde vuku bulan eşcinsel sapık ilişkililerle aile kurulmaz. Buna aile denemez. Aile kurumunun kutsallığını ortadan kaldıran bu tür sapık ilişkiler toplum ve devlet tarafından meşru kabul edilemez.
Zinanın; toplumumuzun kahir ekseriyeti tarafından haram ve büyük bir ahlaksızlık olarak kabul edildiği, toplumu ifsad ederek ahlakını bozduğu, neslin karışmasına sebebiyet verdiği, huzur ve barış ortamını bozduğu kesin bir gerçektir. Bu nedenle toplumun ve neslin selameti için seküler anlayışın dayatmalarının sonucu suç olmaktan çıkarılan zina, yeniden suç olarak tanımlanmalıdır. Çünkü zinanın yasaklanması kişinin nesil emniyetini korumaya yönelik bir insan hakkıdır.
Diğer taraftan nesli ifsat ettiği için tüm insanlığı tehdit eden cinsel sapıklıkların yasaklanması ve suç kapsamına alınması da bütün toplumu ilgilendiren bir insan hakkı olarak bu kapsamdadır.”
Burada dile gelen talepler genel itibariyle bütün dinci muhafazakâr kesim açısından geçerlidir. Zaten uzun zamandan beri “cinsel sapıklık” olarak nitelendirerek LGBTİ+ hedef alan bir kampanya yürütülmektedir. Ve bu, bu konuda da kazanılmış kimi hakların geri alınmaya çalışılmasının ötesinde LGBTİ+ yönelik bir linç ortamının yaratılmasına dek vardırılmaktadır.
Salt bu da değil, Hüda-Par programında dile getirildiği gibi, kadın hareketinin mücadelesiyle “zina yasası”nın kaldırılmış olması da muhafazakâr kesimi oldukça rahatsız etmektedir. Daha doğrusu, kadın hareketinin kadın hakları bağlamında mücadele ile gündeme getirdiği ve şu ya da bu şekilde yasalaşmış tüm haklar muhafazakâr kesimi rahatsız etmektedir. Bunların bertaraf edilmesi ve hatta yeni din esaslarına uygun yasaların bunların yerine geçirilmesi onların hedefindedir. Bunu ne kadar başarabilecekleri ise, toplumsal tepkilerin ne kadar güçlü olacağına bağlıdır.
Önümüzdeki dönemin devrimci-demokratik kadın hareketini ve genel olarak demokrasi güçlerini oldukça zorlayacak bir dönem olacağı şimdiden bellidir. Bu anlamda tetikte olmak, milliyetçi-dinci-muhafazakâr kesimin saldırılarına karşı doğru temellerde, “laik T.C.” savunuculuğunun kuyruğuna takılmaksızın devrimci-demokratik mücadeleyi genişletmek zorundayız.
17 Temmuz 2023