İsviçre’nin Cenevre kentinde, 27-29 Nisan tarihlerinde Birleşmiş Milletler (BM) gözetiminde, 5+1 formatında gayriresmi Kıbrıs konulu bir konferans yapıldı.
Konferansa, Kıbrıs’ta „garantör“ devletler Türkiye, Yunanistan, İngiltere’nin yanı sıra Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve Kıbrıs Cumhuriyeti temsilcileri katıldı.
Konferansta, BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, 2004 yılında BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adı ile anılan, aynı günde hem Kuzey’de, hem Güney’de halk oylamasına sunulan, Kuzey’de çoğunluğun onay verdiği, Güney’de ise çoğunluğun reddettiği, Annan planı’nın 2021 versiyonunu çözüm olarak sundu.
Kıbrıs Cumhuriyeti ve Yunanistan 2004’deki red tavrını sürdürdü.
2004’ten değişik olarak T.C ve KKTC temsilcileri bu defa “iki bölgeli iki toplumlu” federasyon yerine, iki devletli konfederasyon anlamına gelen bir çözümü savundular.
Üç gün süren konferans sonunda BM Genel Sekreteri Antonio Guterres, resmi müzakerelerin yeniden başlaması için ortak bir zemin bulunmadığını açıkladı.
Guterres, “Gerçek şu ki, çabalarımızın sonunda resmi müzakerelerin yeniden başlatılması için yeterli ortak zemini henüz bulamadık” dedi.
1974’den bu yana yürütülen bütün görüşmeler gibi, Cenevre görüşmeleri de nafile turdan başka bir şey olmadı. Kıbrıs’taki de fakto bölünmüşlük durumu sürüyor.
Kıbrıs’ın Önemi
Kıbrıs stratejik olarak büyük öneme sahip. Ortadoğu’ya egemen olmak isteyen bütün emperyalist ve gerici bölgesel güçler açısından Kıbrıs askeri üs olarak büyük öneme sahip. Fakat Kıbrıs yalnızca askeri üs olarak değil –NATO söyleminde “Batmaz Uçak gemisi”– aynı zamanda son on yıl içinde kıta sahanlığı ve yakınında bulunan hidrokarbon yatakları açısından da muazzam ekonomik zenginliklere sahip bir ada. Önemi bu açıdan da artan, dünyanın emperyalist güçler arasında yeniden paylaşım dalaşında giderek öne çıkan bir ülke.
Bölünmüş Kıbrıs
Kuzeyi 1974’den bu yana T.C işgali altında bir sömürge devleti, anda T.C dışında hiç bir devlet tarafından resmen tanınmayan, burjuva uluslararası hukuk açısından “yok” hükmünde olan bir devlet Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti. Uluslararası hukuk açısından “yok” hükmünde, fakat 1983’den bu yana pratikte var. Bu “devlet” doğrudan TC’nin kontrolünde olan, aslında sömürge valiliği konumunda bir devlet. Varlığı burada konuşlu faşist T.C’nin askeri gücüne bağlı. Onsuz varlığını sürdürme şansı yok.
Güneyi, burjuva uluslararası hukuk açısından tüm ada adına konuşan, aslında de fakto adanın Güney bölgesinde. Kıbrıslı Rumların devleti konumunda bulunan, aynı zamanda AB üyesi olan Kıbrıs Cumhuriyeti. Bu devlet AB’nin yarı sömürgesi konumunda, işbirlikçi Kıbrıslı Rum burjuvazisinin devleti. Kendisi de anda AB’nin yarı sömürgesi konumunda bulunan Yunanistan ile çok sıkı ilişkiler içinde. Fakat Güney Kıbrıs’taki devlet, Kuzey Kıbrıs’taki devletten değişik olarak işgal altında bir sömürge devlet değil.
Kıbrıs’ta Akrotiri ve Dikelya’da iki İngiliz askeri üssü bulunmaktadır. Osmanlı devletinden sonra Kıbrıs’ta 1960’a kadar egemen olan güç Büyük Britanya sömürge imparatorluğudur. 1960’da İngiltere/Yunanistan/TC tarafından imzalanan Kıbrıs Cumhuriyeti kuruluş antlaşmasında Akrotiri ve Dikelya sonsuza dek İngiliz toprağı olarak kabul edilmiştir. Yani Kıbrıs adasının bu iki alanında İngiliz işgali vardır. Ada böylece üç egemenlik bölgesine ayrılmış durumdadır.
İngiltere’nin adada işgalci, sömürgeci bir devlet konumunda olduğu Kıbrıs üzerine yürütülen bir çok tartışmada unutulan, sorgulanmayan bir durumdur.
“Kıbrıs Cumhuriyeti”
“Kıbrıs Cumhuriyeti” 1960’ta siyasi iktidarın iki toplum temsilcileri arasında tespit edilen kurallar çerçevesinde paylaşıldığı iki toplumlu bir devlet olarak kurulmuştur. Aslında ikiden fazla etnik gurup vardır, fakat nüfusun büyük çoğunluğu Kıbrıslı Rumlar ve Kıbrıslı Türklerden oluşmaktadır. Kıbrıs Cumhuriyeti İngiltere’den “bağımsızlığı”nı kazanıp bağımsız “devlet” olarak tarih sahnesine çıktığında, yalnızca Rum ve Türk milliyetinden Kıbrıslılar dikkate alınmıştır. İngiltere, Yunanistan ve Türkiye, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşundaki dengelerin korunması konusunda “garantör” devletlerdir.
Kıbrıs Cumhuriyeti kurulduktan sonra Kıbrıs’ın iki ana etnik grubu arasında çelişmeler yer yer çatışmalara yol açmış; daha İngiltere’ye karşı bağımsızlık mücadelesi içinde ortaya çıkmış olan Kıbrıs’ı “Anavatan”a bağlama -Rumlar açısından Yunanistan/Türkler açısından Türkiye- siyasetine sahip terörist örgütler güç kazanmıştır. 1974’te Yunanistan Albaylar cuntasına bağlı Enosisçi (Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama siyaseti) bir darbe girişimi ertesinde, bu darbeyi fırsat bulan T.C Kıbrıs’a saldırmış, Kuzeyi işgal etmiş, savaş içinde tam bir ‘etnik temizlik’ yaşanmış, Kuzeydeki Rumlar Güney’e, Güney’deki Türkler Kuzey’e göçmek zorunda kalmıştır.
Ortaya çıkan yeni statü 1974 Temmuzundan bu yana sürmektedir.
Kuzeye Türkiye’den göçün açılmasıyla Kuzeydeki nüfusun yapısında da önemli değişiklikler yaşanmıştır. Bugün KKTC nüfusunun küçümsenmeyecek bir bölümü 1974 sonrası Türkiye’den göçen nüfustur.
Annan Planı
BM çerçevesinde 1974’den bu yana Kıbrıs’ın statüsü hakkında, Kıbrıs’taki de fakto bölünmeyi aşma adına, iki toplumu yeniden bir devlet çatısı altında birleştirme adına bir dizi görüşmeler yürütülmüş, pazarlıklar yapılmıştır.
2004’de o dönemdeki BM Genel Sekreteri Kofi Annan’ın adı ile anılan bir plan, aynı günde hem Kuzey’de, hem Güney’de halk oylamasına sunulmuş; Kuzey’de çoğunluk bu plana onay vermiş, Güney’de ise çoğunluk planı red etmiştir.
Annan planı Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “iki toplumlu, iki bölgeli birleşik devlet” olarak yeniden yapılandırmayı öngören bir plandı. Adı birleşik devlet olmasına rağmen, aslında iki ayrı bölge için -ki bu öncelikle Kıbrıs’ın tümünde nüfusun azınlığını oluşturan Kuzey bölgesinin lehine idi- geniş özerklik öngören bir plan idi. Aslında bir federasyondu öngörülen. T.C yönetimi de bu plana onay verdi. Bu onayın iki nedeni vardı:
Birincisi: AB’ne üyelik görüşmeleri yürüten T.C açısından Kıbrıs’ta emperyalist güçlerin kabul ettiği bir çözüm olumlu bir rol oynayacaktı. Ayrıca Kıbrıs Cumhuriyetinin, iki bölgeli iki toplumlu bir devlet olarak AB üyeliği, T.C’nin de Kuzey Kıbrıs üzerinden AB içine dolaylı yoldan girmesi anlamına gelirdi.
İkincisi: Kuzey Kıbrıs işgali faşist T.C’ne ekonomik açıdan götürüsü getirisinden fazla olan bir yük konumunda idi. “Kıbrıs” sorununun Annan Planı doğrultusunda çözümü bu yükü hafifleten bir rol oynayabilirdi. Sonuçta Güney Kıbrıs’ta Annan Planının reddi ile 1974’den sonra ortaya çıkan statüko sürmeye devam etti.
T.C’nin Tavrı
Faşist T.C adanın Kuzey’ini işgal etmiştir. Adada işgalci bir güçtür. Geçmişte savunduğu “iki bölgeli iki toplumlu” federasyon tavrını terk etmiş, iki devletliçözüm noktasına gelmiştir.
T.C açısından, Kuzey Kıbrıs’taki egemenlikten vaz geçme, hele hele T.C’nin son dönemdeki yayılmacı yeni Osmanlıcı siyaseti göz önüne alındığında, hidrokarbon yataklarının keşfi ertesinde Kıbrıs’ın öneminin arttığı göz önüne alındığında düşünülemez. Andaki statükonun sürmesi faşist T.C’nin minimum talebidir. Şimdiye kadar KKTC’nin tanınması konusunda fazla çaba göstermeyen T.C’ nin önümüzdeki dönemde bu yönde çabaları arttırması şaşırtıcı olmaz.
Buna karşı gerek Kıbrıs Cumhuriyeti olarak bütün Kıbrıs adına konuşmaya devam eden Güney Kıbrıs yönetiminin de, Yunanistan’ın da –arkalarında AB ve ABD durdukça- kendilerinin egemenliğinde birleşik bir devleti savunmaktan vaz geçmeleri de beklenmemelidir.
Bütün görüşmeler boştur!
Halklar için gerçek çözüm yok mu? Emperyalizm şartlarında yok.
Kıbrıs’ın gerçekten, Kıbrıs’ta yaşayan bütün milliyetlerden halkın barış içinde birlikte yaşadığı bağımsız birleşik bir devlet olması ancak bütün milliyetlerden işçi ve emekçilerin, burjuvazinin iktidarını devirdiği, kendi iktidarını kurduğu şartlarda mümkündür.
Bütün sömürgeci güçleri Kıbrıs’tan söküp atacak olan Kıbrıs’ın bütün milliyetlerden halkının emperyalist ve bölgesel gerici güçlerin uzantıları olarak hareket eden kendi burjuvazilerini de hedef alan, sosyalizm perspektifi ile yürütülen, gerçek antisömürgeci, antiemperyalist devrimidir. Sosyalizm perspektifi olmayan bir iktidarla gerçek çözüm mümkün değildir. Milliyetçi temelde yürütülecek bir mücadele ile de çözüm yoktur.
Diğer yandan, Kıbrıs’taki gerçek bir antiemperyalist devrim Yunanistan ve Türkiye’deki devrimler ile de kopmaz bağlarla iç içe düşünülmek zorundadır.
Burada Kuzey Kürdistan –Türkiyeli devrimcilerin Kıbrıs devrimine yapabileceği en büyük destek ve katkı, Kuzey Kürdistan /Türkiye devriminin bir parçası olarak Kuzey Kıbrıs’ta faşist T.C işgalinin kaldırılması için mücadeleyi yükseltmek biçiminde olur.
Bunun da ön şartı, böyle bir devrime önderlik edecek siyasi örgütlenmenin yaratılmasını, inşasının derinleştirilmesini günün en acil görevi olarak kavranması ve ona göre bir çalışma yürütülmesidir.
Biz verili şartlarda sosyalizm perspektifli devrimleri tek çözüm olarak gösterdiğimiz noktada, bunun pek gerçekçi olmadığı itirazlarını duyuyoruz çoklukla.
Fakat devrimcilik kendini anda mümkün olanı yapmakla sınırlamak, anda mümkünün içine hapsetmek değildir. Devrimcilik, egemenlerin bize dayattığı alternatif “çözüm”(süzlük)lerin arasında tercih yapmayı, çözümsüzlüğü çözüm gibi görüp göstermeyi red etmekle başlar. Bunu yapmayan devrimci değildir.
Biz bütün sömürgeciler Kıbrıs’tan elinizi çekin diyoruz.
Fakat o eller devrimle kırılmadıkça, kimsenin eline çekmeyeceğini de biliyor ve bunu söylüyoruz.
29 Nisan 2021