İşçilere-emekçilere düşen savaş, açlık, yoksulluk!
Gidişata “dur!” demek, değiştirmek, işçilerin, emekçilerin, ezilen halkların ellerindedir!
Gerçek kurtuluşun tek yolu vardır: devrim! Haydi, gerçek kurtuluş için mücadeleye!
Kaynayan dünya kazanında işçilere, emekçilere, dünyanın yoksullarına düşen savaş, açlık ve daha fazla yoksulluk oluyor. Emperyalist dünya sisteminde ekonomik gidişatın gösterdiği şeylerden birisi, yaşanan krizin yıkıcı sonuçlarını halklara yüklemek, sistemin içinde bulunduğu krizden çıkması için savaşların da içinde olduğu çeşitli seçenekleri uygulamaya koymak, halkları birbirlerine kırdırmak ve savaşlardan “güçlenerek” çıkmak… Günümüz dünyasında emperyalist/kapitalist sistemin yaşadığı krizin kimi görüntüleri bize, emperyalistler açısından çıkış yolu olarak var olan, süren savaşlara ek yeni savaş/lar/ın uygulamaya konulacağını; bunun da ötesinde uzun vadede bir dünya savaşının hazırlığının yoğunlaştığını gösteriyor.
Dünya hâlleri
Mali krizin durgunluk hâlleri
Geçtiğimiz dönemin dünya ekonomisinde öne çıkan en önemli sorun bir mali krizin yaşanmasıydı.
Dünya ekonomisi bir bütün olarak ele alındığında 2022’nin son üç çeyreğinde üst üste sıfıra yakın “büyüdü”, yani büyümedi, yerinde saydı. Bu durum bir resesyon/durgunluk demekti.
Ekonominin durgunlaşması büyük bir finansal kriz, tedarik zincirlerinin kopmasını beraberinde getiren bir dış ticaret şoku ya da büyük ölçekli bir doğal afet (örneğin bir salgın) gibi çeşitli olaylar tarafından tetiklenebilirdi. Nitekim Korona salgını döneminde başlayan dünya ekonomisinin kötüleşme durumu, Avrupa’nın orta yerinde başlayan Rusya-Ukrayna savaşı ile daha da derinleşti. Savaşın etkisiyle enerji ve gıda krizi gibi bir dizi şok yaşandı, tedarik zinciri koptu. Yüksek enflasyon, reel gelirlerde düşüşü, dolayısıyla yaşam maliyeti artışına sebep oldu, tüketim düştü.
– ABD Merkez Bankası’nın (FED) önceki yıllardaki neredeyse sıfır faiz siyasetinden sonra ardı ardına yaptığı faiz artırımları, gelişmekte olan ülkelerde sermaye çıkışlarını ve kur değer kayıplarını tetikledi. Yükselen faiz oranları ve azalan satın alma gücü, tüketici güvenini ve yatırımcı duyarlılığını zayıflatarak dünya ekonomisi için yakın vadeli büyüme beklentilerini daha da belirsiz hâle getirdi.
– Ekonomik durgunluk borçlanmayı da artırdı. Anda devletler tarihlerinin en büyük borçlanma krizi içinde. Şu anda ABD’nin devlet borcu 30 trilyon dolar! Bu rakam 2008’deki borç stokunun 8 misli!!! Avrupa devletlerinin borç stoku 12,5 trilyon dolar! 2008’deki borç stokunun 2 misli!!!
Devletlerin yoksulluğa karşı mücadele için kullanacakları rezerv yok. Eğer bir şeyler yapmak zorunda kalırlarsa bu, ancak yeni borçlanma ile olur.
Savaş için de rezervleri yok aslında. Bu alanda da yeni harcamalar ancak devletlerin borç yükünü arttırmakla olur.
Ve dünya bu şartlarda adım adım yeni büyük bir savaşa ilerliyor.
– Merkez bankalarının bilanço toplamları sürekli kurtarma operasyonları nedeniyle şişirildi. Salgın öncesi 4.2 trilyon dolar olan ABD Merkez Bankası (Fed) bilanço büyüklüğü 8.3 trilyon dolara; 4.7 trilyon avro olan Avrupa Merkez Bankası (ECB) bilanço büyüklüğü de 8.0 trilyon avroya yükseltildi. Bu çapta bir büyüme bundan birkaç yıl önce hayal edilemeyecek bir seviyeydi. Gerçekte bu, karşılığı olmayan, sadece piyasalardaki durgunluğu aşmaya yönelik operasyonel adımlardan biridir.
Burada yeni para basma bir seçenek olarak ileri sürülebilir ki bu da enflasyonu yükseltir!
Enflasyonu aşağı çekmenin bir yolu –klasik liberal para politikasında– politik faizi yükseltmektir. Ama bu yapıldığında yatırım/üretim geriler. Bunun yanında banka iflasları gündeme gelir.
Bugün olan budur.
ABD’de orta boy üç banka (Sylvster Bank, Signatur Bank, Silicon Valley Bank… (Bu üçüncüsü yeni teknolojili “start up”lara kredi veren bir banka) çöktü.
Devlet mevduat sahiplerine güven vermeye çalışıyor.
Banka iflasının etkilerinin diğer ülkelere atlaması engellenmeye çalışılıyor.
Ama mümkün değil.
Nitekim dünyanın en önemli bankaları arasında olan iflasa bırakılmayacak/çökmesine izin verilemeyecek kadar büyük /sistem için belirleyici bankalardan birisi olan Credit Suisse iflas noktasına geldi. Devletten (Merkez Bankasından) 50 milyar İsviçre frankı borç istedi ve aldı (50,7 milyar avro).
Credit Suisse tahvilleri bir hafta içinde %23 değer kaybetti.
UBS, devletin garanti vermesi karşılığında Credit Suisse’i üzerlenmeye hazır olduğunu belirtti. Credit Suisse’teki güven krizi, küresel finans piyasalarında şok dalgaları yaratırken, UBS, 260 milyar dolara varan devlet ve merkez bankası desteğiyle 19 Mart’ta Credit Suisse’i 3 milyar İsviçre frangı karşılığında satın aldı, bankanın 5.4 milyar dolar büyüklükteki borcunu da üstlendi.
(Geçerken: Bu banka krizinin diğer ülkelerde yarattığı/yaratacağı finansal etki, tahvillere etkisi yanında banka çalışanlarının işten atılmasını da beraberinde getirdi. İsviçre basınına yansıyan haberlere göre, Credit Suisse’i devlet yardımıyla acil satın alan ülkenin en büyük bankası UBS’in, dünya çapında %20 ile %30 arasında çalışanı ile yollarını ayıracağı ileri sürüldü. Bunun sayısal anlamı, dünya genelinde toplam 25 ile 36 bin arasında çalışanın işten atılması demek. Gazeteye göre sadece İsviçre’de işten çıkarılacakların sayısı 11 bin civarında olacak.)
Sonuçta bankacılık krizi devlet garantileri ile şimdilik “çözüldü”.
Ama bu çözüm devletlerin daha da borçlanması, bunun yanında yeni para basma ile tetiklenen enflasyon artışı pahasına bir çözümdür.
Aslında bütün mali sektör, altı büyük çapta boş olan bir sektör. Esasta güvene dayalı olarak işliyor. Orta boy bir bankanın bile çökmesi panik yaratabiliyor. Sistem her an yeni krizler doğurmaya açık.
Mali sektörde yeni bir 2008’dekinden çok daha büyük sonuçlara (küçük ve orta yatırımcıların yok olması yanında, kimi büyüklerin de büyük kayıplarına) yol açtı, açıyor. Çünkü yukarıda gösterildiği gibi mali piyasalarda trilyonluk değerleri 2008’e göre katlanmış durumda…
Mali piyasalarda çöküş otomatik olarak gerçek ekonomide çöküş anlamına gelmez; fakat burayı da negatif etkiler.
Gerçek ekonomi zaten 2019’un dördüncü çeyreğinden itibaren küçülmeye başladı, iki çeyrek üst üste küçüldü. Yeni bir kriz devresi başladı. Üzerine Korona krizi (tedarik zincirlerinin kopması, üretimin birçok alanda durma noktasına gelmesi, tüketim harcamalarının azalması vb.) ile iyice derinleşen bir krize dönüşme eğilimi gündeme geldi. 2020’de dünya ekonomisi %2,95 küçüldü. Küçülme yükselen enflasyonla birlikte geldi (Stagflasyon). 2021’de üçüncü çeyrekten itibaren başlayan toparlanma, 2022 Mart’ında Avrupa’nın göbeğinde başlayan savaşın etkileri ile hız kesti.
2017’den itibaren dünya ekonomisinde büyüme grafiği şöyle:
2017 %3.61
2018 %2.81
2019 %2.08
2020 % -2.95
2021 %6,2 (Baz bir önceki yıldaki küçülme.)
2022 beklenen %3,4’lük büyüme idi. Ama tahminler bunun çok altında gerçekleşeceği yönünde. Öngörülen büyüme oranı %2 civarında. Bu düşüşün en önemli nedenlerinden birisi Ukrayna’daki savaş ve bunun etkileridir. Krizin başlangıç öncesindeki seviye –araya yeni felaketler (depremler/savaş/pandemi/aşırı iklim olayları vs.) girmezse– ancak 2025/26’da yakalanabilir görülüyor…
2023’e ilişkin küresel ekonomide durgunluğun süreceği öngörüsü Dünya Bankası’nın da öngörüsü. Hatta Dünya Bankası yayınladığı son “Küresel Ekonomik Beklentiler” raporunda (Ocak 2023) “el yükselterek” küresel resesyon uyarısında bulunuyor, 2023 büyüme tahminini birçok ülkenin resesyonun eşiğinde olduğuna işaret eden bir seviyeye indiriyor, 2023 yılında küresel GSYH büyümesinin %1,7 olmasını beklediğini ilan ediyordu.
Gelişmiş ekonomilerdeki 2022’de yüzde 2,5 olduğu tahmin edilen büyümenin, 2023’te yüzde 0,5’e yavaşlayacağı öngörülen Dünya Bankası raporunda “Son yirmi yılda bu ölçekteki yavaşlamalar küresel bir durgunluğun habercisi oldu.” değerlendirmesini de yaptı.
Küresel ekonominin 2023’te yüzde 1,7 ve 2024’te yüzde 2,7 büyüyeceğini tahmin eden Dünya Bankası, büyümedeki keskin gerilemenin yaygın olması beklendiğini belirterek 2023 tahminlerinin gelişmiş ekonomilerin yüzde 95’i ve gelişmekte olan piyasaların yaklaşık yüzde 70’i için aşağı yönlü revize edildiğini vurguladı. (Aktaran: foreks.com)
Aşağıda yayınladığımız tablo (Tablo 1) ise IMF tahminlerini gösteriyor. IMF de 2023 için küresel büyümenin 2022’ye (yüzde 3,4) kıyasla yüzde 2,8’e yavaşlayacağı tahmininde bulunuyor. Rusya-Ukrayna savaşının dünya çapında ekonomiye yük olduğunu, savaşın dünya çapında enflasyon oranlarını yukarı ittiğini ve birçok ülkede önemli faiz oranları artışlarına ve daha yavaş büyümeye yol açtı. Batı’nın, esas olarak daha yüksek enerji maliyetleriyle ilişkilendirilen Rusya ile ekonomik ilişkilerini büyük ölçüde askıya aldığına dikkat çeken IMF’ye göre “küresel olarak, fiyat istikrarını yeniden sağlamak ve resesyona girmekten kaçınmak ip üzerinde yürümektir.” (Aktaran: statista.com)Dünya hâllerinin ekonomi ile ilgili bölümünde son olarak “dünya parası” konusuna değinmek istiyoruz.
Uzun yıllardır tartışılan bir konu olan “dünya parası” geçtiğimiz aylarda da gündeme geldi/getirildi; doların dünya parası olarak işlevi geçtiğimiz dönemde de sorgulandı, sorgulanıyor.
Bu tartışmanın gösterdiği şu: Gidişat iki ayrı ekonomik/mali sisteme; iki kampa doğru gidiyor. En geç 30’lu yılların başında iki ayrı dünya parası olacağa benziyor: Dolar-Avro bir tarafta; Yuan-Ruble diğer tarafta. (Bu arada sanal paranın “bitcoin”in geleceği şimdilik belli değil.)
Bilindiği üzere 1990 öncesi ortak dünya pazarı yoktu. 1990’dan sonra bu oluştu. Şimdi yeniden bu ortak dünya pazarı ve doların hâkimiyeti ortadan kalkma yönünde gelişiyor. Ve Rusya-Ukrayna savaşı bu gelişmeyi hızlandırıyor.
Gelecekte “bütünlüklü”, ortak bir dünya sisteminin ortadan kalkması demek, cepheleşmenin daha da netleşmesi ve keskinleşmesi, iki büyük emperyalist kampın arasındaki dalaşın bir dünya savaşını da potansiyel olarak içinde taşıyan derecede sertleşmesi demek.
Savaşa doğru silahlanma hâlleri
Dünyadaki mali göstergeler, büyük emperyalist güçler açısından krizden çıkışın bir yolu olarak savaşı öne çıkarıyor. Bu durum dünyada son yıllarda artan silahlanma gerçeğiyle birlikte değerlendirildiğinde durumun vahameti daha da belirgin hâle geliyor. Dünya adım adım yeni bir dünya savaşına doğru sürükleniyor.
Dergimizin 208. sayısında yayınlanan, “Ukrayna’daki Savaşın Gösterdikleri” başlıklı 20 Ağustos 2022 tarihli yazımızda şu tespitleri yapmıştık:
“Ukrayna’daki savaş 2000’li yılların başından beri sertleşerek süren dünyayı yeniden paylaşım dalaşında şimdiye kadarki en tehlikeli zirve. Dünyanın iki kampa bölündüğü soğuk savaş döneminden bu yana ilk kez yeniden taktik atom bombasının kullanılabileceği ciddi olarak konuşuluyor. Rusya atom silahı arsenalini aktifleştirdiğini, eğer varlığını “ciddi tehdit altında” görürse, atom silahını da kullanacağını ilan etti. Bunun yalnızca bir blöf olmadığını, Rusya’nın bu savaş öncesinde ve sırasında yaptığı açıklamalardan ve pratiğinden biliyoruz. Eğer ABD ve NATO şimdi Rusya ile sınırlı bir atom savaşını göze alırsa, Rusya’nın böyle bir savaşa hazır olduğu bir ortamda bulunuyoruz. ABD ve NATO ülkelerini şu an geri tutan, kendi halklarının henüz böyle bir savaşa hazır olmamasıdır. Kendi aralarındaki birlik bu konuda sağlam olmadığı gibi, “cephe gerisi” de henüz böyle bir savaş için yeterince hazırlanmış durumda değildir.
Ukrayna’daki savaş, bütün ülkelerde egemen burjuvazi tarafından, başını karşılıklı olarak Çin ve ABD’nin çekeceği kesin hesaplaşma olacak Üçüncü Dünya Savaşı’nın hazırlığı için kullanılıyor. Silahlanma bütün zamanların en büyük boyutlarına ulaştı. Bütün emperyalist ve gerici ülkeler “savunma harcamaları” adını verdikleri savaş bütçelerini katlayarak arttırıyorlar. İçe dönük olarak militaristleşme, faşistleşme ilerletiliyor. Her fırsatta “Olağanüstü hâl”ler gündeme getiriliyor. Bütün bunlar savaş hazırlıklarıdır.” (Yeni Dünya İçin ÇAĞRI, sayı 208, sayfa 10-11)
Geçtiğimiz yıl yaptığımız bu tespitler bugün de yeni olgularla/verilerle destekleniyor.
Örneğin silahlanma konusunda dünyadaki gidişin ne yönde olduğunu ortaya konan son verilerle pekişiyor.
İşte ortaya konulan verilerden bazılarına İsveç merkezli düşünce kuruluşu SIPRI’nin (Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü=SIPRI) 2022 yılı küresel silah ihracatı raporunda karşılaşıyoruz.
Raporun “Askeri harcamalar” başlıklı bölümünde küresel askeri harcamaların, 2021’de art arda yedinci kez artarak 2113 milyar ABD dolarına ulaştığı ve ilk kez 2 trilyon doları aştığı bilgisi veriliyor. Bu rakam küresel gayri safi yurtiçi hasılanın (GSYİH) yüzde 2,2’sini oluşturuyor.
Dünya askeri harcamaları bağlamında rapor, harcamaların 2020’ye göre yüzde 0,7 ve 2012’ye göre yüzde 12 daha yüksek olduğunu, bu yukarı yönlü gidişatın, Covid-19 pandemisinin neden olduğu ekonomik dalgalanmalara rağmen değişmediğini belirtiyor.
Raporun “Uluslararası silah transferleri” başlığı altında büyük silah tedarikçileri alt başlığında rapor döneminin en büyük 5 tedarikçisi olarak ABD, Rusya, Fransa, Çin ve Almanya olduğunu, bunların toplam ihracatın yüzde 77’sini gerçekleştirdiği bilgisini veriyor.
Raporda, silah ihracatçıları listesi de veriliyor. Listenin birinci sırasında ABD var. ABD’nin 2018-2022 yılları arasında küresel silah ihracatındaki payı, önceki dört yıla göre yüzde 7 artış göstererek yüzde 40’a yükselmişti. İkinci sıradaki Rusya’nın payı ise yüzde 22’den yüzde 16’ya gerilemişti. ABD ve Rusya’yı üçüncü sıradaki Fransa, dördüncü sıradaki Çin ve beşinci sıradaki Almanya izliyordu.
(Tablo 2 — SIPRI’nin 2021 yılı için dünya çapında en yüksek askeri harcamaya sahip 20 ülke sıralaması)
Raporda, Avrupa’nın silah ithalatının Rusya’nın Ukrayna’yı işgalinin ardından olağanüstü bir artış gösterdiği, Avrupa’daki bu silahlanma trendinin, dünyanın geri kalanındaki trendi yansıtmadığına da dikkat çekiyor. “Uluslararası silah transferi” bağlamında 2018-2022 zaman dilimi ile 2013-2017 zaman dilimi kıyaslaması yapılan raporda 2018-2022 zaman diliminde karşılaştırma yapılan zaman dilimine göre yaklaşık %5 oranında düşüş tespiti yapılıyor, bu genel trendin aksine ama Avrupa ülkelerinin silah ithalatının %47 artış gösterdiği belirtiliyor. Rapora göre NATO üyesi Avrupa ülkelerinin silah ithalatındaki artış ise %65 olmuştu!
Rapora göre silah ithalatı artan Avrupa’nın, uluslararası silah transferindeki rolünde de değişiklik olmuş; 2013-2017 yılları arasında bu bağlamda yüzde 11’lik bir paya sahip olan Avrupa ülkelerinin payı 2018-2022 zaman diliminde yüzde 16’ya yükselmişti.
Raporda Çin’in durumu da ele alınıyor. Küresel silah ihracatındaki pay listesinde başı çeken ülkelerden ABD’nin toplam ihracatı %14, Fransa’nın %44 artarken; Rusya’nın (%31), Çin’in (%23) ve Almanya’nın (%35) ihracatlarında azalma meydana gelmişti.
Silah ihracatındaki bu düşüşe rağmen Çin’in genel askeri harcamalarında her yıl belirgin bir artış görülüyor. SIPRI’nin bir önceki yıl (2021) raporuna göre Çin askeri harcamalarını 2012-2021 arasındaki zaman diliminde %72 (!!!) artırmıştı. 2022 yılında ise Çin askeri harcamalarını %4,7 artırarak 293 milyar dolara yükseltmişti.
Askeri harcamalarının 27 yıldır art arda artırdığı Çin, 2023 yılında ülkeye yönelik yoğunlaşan “tehditler” gerekçesi ile 2023 yılı askeri harcamalarını %7’nin üzerinde artıracağını duyurdu. (Veriler: euronews internet sitesi, 25.04.2022)
Bu artışla 225 milyar dolarlık bir askeri bütçeye ulaşan Çin’in bu konuda geldiği nokta ABD’nin askeri bütçesinin yanında hâlâ zayıf kalıyordu: ABD’nin askeri bütçesi Çin’in dört katı kadardı! (6 Mart 2023, bbc.com haberi)
Çin’in silahlanma ve askeri bütçesi ile ilgili veriler henüz Çin’in dünyanın paylaşımında yarıştığı güçlerden birisi olan ABD’nin askeri alandaki büyüklüğünün çok gerisinde olduğunu ama bu alanda da arayı kapamak için sistemli bir arayış ve atılım içinde olduğunu gösteriyor.
Rapordaki şu analiz de dikkat çekici: “Çoğu bölgede gerilimin arttığına dair güçlü göstergeler var ve önümüzdeki yıllarda büyük bir kısmı uluslararası transferlerle karşılanacak olan büyük silahlar için daha fazla talep olacak gibi görünüyor.”
Ukrayna-Rusya savaşı hâlleri ya da bir “David – Goliath öyküsü” ve gerçekler
“David-Goliath öyküsü” zayıf birinin kendinden daha güçlü birine karşı beklenmedik zaferiyle ilgili çokça örnek verilen bir metafordur. Rusya, Ukrayna’ya saldırdığında dünya siyaset çevrelerinde beklenti savaşın kısa sürede biteceği, Rusya’nın Ukrayna’yı kısa sürede denetim altına alabileceği yönündeydi. Ve fakat bu öngörü/beklenti gerçekleşmedi, Ukrayna, Rusya’nın saldırılarına karşı direndi, savaş uzadı ve hâlihazırda savaş sürüyor.
Savaşın bu denli uzaması, Rusya’nın kesin bir şekilde Ukrayna’ya diz çöktürememesi olgusundan hareketle Batı dünyası Rusya-Ukrayna savaşından bir “David-Goliath” öyküsü çıkardı. Buna göre Rus devinin (“Goliath”) karşısındaki Ukrayna (“David”) öyküdeki gibi devi yenebilirdi.
Benzetme güçsüz Ukrayna-güçlü Rusya’ya karşı biçimindeydi ve ama gerçekler farklıydı.
Her şeyden önce Ukrayna güçsüz bir ülke değildi. Rus sosyal emperyalizminin etkisi altında bulunan ve sonradan dağılan “Sovyetler Birliği” ülkeleri arasında askeri ve ekonomik olarak Rusya’dan sonra gelen en güçlü ülkelerden birisi idi.
Bu gerçek yanında ve daha önemli bir gerçek de Ukrayna’nın Batılı emperyalist güçler tarafından Rus emperyalizmine karşı siyasi, ekonomik ve askeri olarak desteklenen bir ülke oluşuydu.
Öyle ki, Ukrayna savaş arenasında Batılı emperyalist güçler temsilcisi durumundaydı, durumundadır. Batılı emperyalist güçler “temsilcileri” Ukrayna’yı askeri alanda silahlandırdılar, silahlandırıyorlar. Aşağıda yayınladığımız tabloda bu, açıkça görülüyor. Alman İstatistik Kurumu’nun (Statista) verilerine göre Ukrayna 2013-2017 yılları arasındaki silah alımını 2018-2022 yılları arasında 86’ya katlamıştı!!!
Ukrayna en büyük askeri desteği ABD’den alıyor. Aşağıdaki tablodan da görüleceği üzere savaşın başından bu yana askeri amaçlı 44,3 milyar avroluk mali yardım ABD’den geldi. Tabloda, ABD’nin müdahil olduğu diğer çatışmalarla bir karşılaştırma da yapılıyor. Bu karşılaştırmaya göre ABD’nin Ukrayna’ya silah ve askeri teçhizat hariç yaptığı mali yardım, ABD’nin 2001-2010 dönemindeki Afgan savaşına yaptığı yıllık askeri harcamaları kadardır.
Askeri ve mali açıdan Ukrayna’nın en büyük destekçisi yalnızca ABD değil. Birçok Batılı emperyalist güç Ukrayna’nın Rusya ile savaşında Ukrayna’nın destekçisi durumunda. Aşağıdaki tabloda Ocak 2022 ile Ocak 2023 arasındaki zaman diliminde Ukrayna’ya destek veren ilk on Batılı emperyalist güç ve verdikleri destek miktarı görülüyor.
Görüleceği üzere Batı’nın Ukrayna’ya (“David”) askeri desteğinin dolar olarak miktarı bir yılda 70 milyar doların üstünde askeri destektir.
Buna karşılık Rusya’nın (“Goliath”) 2021’de Rusya’nın askeri harcaması 65,9 milyar dolardır!
David-Goliath hikâyesinin gerçek görünümü budur!
Batılı emperyalist güçlerin gerçeklerin üzerini örtüp, Ukrayna’da yürüyen savaşı “David-Goliath” metaforu ile açıklamaya çalışmalarının nedeni, “eşitsizlik var” propagandası adı altında Ukrayna’yı –ve elbette kendilerini de– haklı çıkarma çabası yanında, savaşta oynadıkları gerçek rollerini gizleme, kendi ülkelerindeki yığınlardan ve dünya kamuoyundan destek alma, savaş karşıtı hareketi etkisizleştirme vs. vb. gayretidir.
Yürüyen emperyalist bir savaşın taraflarının başka türlü davranması da beklenemez. Ve ne yazık ki, emperyalist ülkelerde emekçi yığınların büyük bir bölümü sistemin propagandasının da etkisiyle kendi devletlerinin politikaları yanında, emperyalist burjuvazinin bayrağı altında, pratikte “kendi” emperyalist devletlerinin çıkarları temelinde hizaya girmişlerdir. Savaş karşıtlığı daha çok “karşı tarafın yürüttüğü savaşa karşıtlık”, savaşı durdurma “karşı tarafın savaşı durdurması” temelinde bir çerçevede ve esasta cılız bir şekilde yürümektedir.
Gelinen yerde savaş sürüyor. Savaşta esas olarak Rusya askeri olarak “alması gerekeni” aldı ve savaşın mevcut durumuyla bitirilmesi Rus emperyalizminin işine gelecektir. Ancak Batılı emperyalist güçler ve savaşı asıl yürüten vekil Ukrayna, “Rusya Kırım dâhil işgal ettiği topraklardan çekilmediği sürece bir barışa yanaşmayacağını” belirtmiştir. Bu durumda anda bir “barış” ya da savaşın bir anlaşmayla sonlandırılacağı mümkün görünmüyor.
Savaşın sonlandırılması konusunda çeşitli ülkelerin ya da BM gibi güçlerin “çabaları” da bir çeşit tiyatrodan başka bir anlam taşımıyor.
Bunun bir örneğini geçtiğimiz dönemde Çin’in 12 maddelik barış planı önerisinde gördük. Maddeler incelendiğinde barış planı esasta, “Ukrayna’nın toprak bütünlüğü korunmalıdır” maddesi de olmasına rağmen Rusya’nın planı. Ukrayna tarafı plana “Son Rus askeri çekilmeden biz savaşı bitirme yanlısı değiliz!” yanıtını verdi. ABD yönetimi ise barış planını bir “oyalama taktiği” olarak nitelendirdi. ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken; “Rusya güçlerinin Ukrayna topraklarından çıkmasını içermeyen bir ateşkes çağrısı, fiilen Rusya’nın işgalinin onaylanmasını desteklemek anlamına gelir” diyerek Batılı emperyalist güçlerin, özellikle de ABD-İngiltere tarafının Ukrayna savaşına ilişkin genel “beklentisini” (Rusya’nın Ukrayna’dan çekilmesi), bunun gerçekleşmediği noktada savaşın devamından yana tavrın sürdürüleceği görüşünü yineledi.
Batılı emperyalist cephenin Ukrayna savaşı konusunda bu “katı” tutumunu ne kadar sürdürecek? Bu, şimdilik soru işareti… Ancak bu savaş, bugünkü şartlarda savaşın emperyalist taraflarının, savaşın kendilerine zarar verir hâle geldiği noktada onlar tarafından geçici bir anlaşma ile yine emperyalist bir “barış”la sonlandırılabilir. Nitekim, emperyalist dünyadaki aktörlerin pazarlıklar sürdürdükleri, kendi içlerinde “toprak karşılığı barış” opsiyonunu da değerlendirdikleri, bu çerçevede yüzde hesapları yapıldığı değerlendirmeleri de medyaya yansıyan haberler arasında.
Ve her savaşın olduğu gibi, şimdi Ukrayna’da yaşanan gerici, haksız, emperyalist savaşın da kazananları ve kaybedenleri var. Ukrayna-Rusya savaşının esas kazananları –hemen her savaşta olduğu gibi– öncelikle silah tekelleridir. Bunun yanında enerji tekelleri de esas kazananlar arasındadır. Savaşın esas kazananları başta ABD ve Çin emperyalistleri olmak üzere değişik ülkelerin egemenleri, burjuvaları, sermaye sahipleri… kısaca burjuvazidir.
Bu savaşın esas kaybedenleri ise, –her gerici, haksız, emperyalist savaşta olduğu gibi– savaş içindeki ülkelerin işçi sınıfı, emekçi yığınlarıdır. Bu savaşta da cephede ölen, yaralanan Ukraynalı ve Rusyalı askerler, savaş dolayısıyla göç yollarına düşen milyonlar, savaş dolayısıyla daha fazla yoksulluğa itilen Ukraynalı ve Rusyalı işçi ve emekçiler esas kaybedenlerdir. Savaş dolayısıyla ve savaş bahanesiyle gıda, enerji fiyatları başta olmak üzere zincirleme fiyat artışları nedeniyle daha çok yoksulluğa itilen dünyanın işçileri, emekçileri kaybedenler arasındadır.
Günün acil görevi Ukrayna-Rusya savaşının sonlandırılmasıdır
Her savaşın bir sonu vardır. Bu savaş da bitecektir elbette… Ancak bu haksız, gerici, emperyalist savaşın bir an evvel durması/bitmesi bütün dünyada işçi ve emekçilerin çıkarınadır.
Bu savaşta, hangi gerekçeyle olursa olsun, bir tarafın yanında yer almak, emperyalist savaştan yana olmak demektir. Bu bilinçle bizim Ukrayna’da yürüyen gerici, haksız, emperyalist savaş, derhâl, önkoşulsuz bir ateşkesle durdurulması; işçilerin, emekçilerin, halkların iki taraflı haksız emperyalist savaşa karşı çıkmaları yönündeki talebimiz bugün de günceldir.
Bugün etkili, geniş kitleleri içine çeken bir barış hareketi yaratmak zordur ve ama bir o kadar da gereklidir. Zordur, çünkü yığınlar arasında “savaş karşıtı” hareket oldukça zayıftır. Dahası savaşa karşı var olan hareketlerde başını faşistler çekmekte, kitlelerin savaşa karşı öfkelerini kendi tabanlarını genişletmek için kullanabilmektedirler.
Tüm bu ve benzeri zorluklara rağmen bütün barışsever, demokrat, devrimci insanlar gerici, haksız, emperyalist savaşa karşı, somutta Rusya-Ukrayna savaşına karşı çıkmalı, barış hareketini yaratma görevini yerine getirmek için çalışmalıdırlar. Komünistler, böyle bir barış hareketini yaratma için en ön safta mücadele etmeli; işçilere, emekçilere;
– gerici, haksız, emperyalist savaşlar kapitalizmin sürekli yol arkadaşı olduğunu…
– kapitalist/emperyalist sistemin varlığı koşullarında kapitalist devlet/güçler arasında barışın yalnızca iki savaş arasında bir soluklanma ve yeni savaşlara hazırlanma için kullanılan geçici bir barış olduğunu…
– emperyalizmde kalıcı barışın mümkün olmadığını, kalıcı barışın ancak emperyalist sistemin bir bütün olarak, proletaryanın önderliğinde devrimlerle bir daha gelmemecesine tarihin çöplüğüne gömüldüğünde, “Halklar kendi konuştuğunda” sağlanabileceğini… anlatmalı/kavratmalı ve onları kalıcı barış için mücadeleye, kapitalist emperyalist sisteme karşı devrim mücadelesine kazanma çalışması yürütmelidirler.
Esas çatışmaya hazırlık ya da sinir uçlarıyla oynama hâlleri
Uzun bir süreden beri emperyalist bloklar arasındaki dalaş kendisini en açık biçimde Rusya-Ukrayna savaşında çok net biçimde ortaya koydu. Savaşta esasta taraf olan Batılı emperyalist güçler, ABD önderliğinde, savaşın diğer tarafında yer alan Rusya ve onun arkasındaki en büyük destekçisi Çin arasında, emperyalist dalaşın çeşitli örnekleri yaşandı geçtiğimiz süreçte. Emperyalist büyük güçler gerek askeri, gerekse diplomatik alanda birbirlerinin sinir uçlarıyla oynama tavırlarını sürdürdüler. Karşılıklı olarak birbirlerine diş gösterdiler, yer yer “it dalaşı” yürüttüler; kendi cephelerini genişletme/güçlendirme yönünde adımlar attılar. Yaşanan hâller tipik “soğuk savaş” hâlleriydi.
İşte bunlardan öne çıkan bazıları:
– Çin’in Hint-Pasifikte artan askeri ve siyasi etkisini artırmasına karşı ABD-İngiltere-Avustralya “AUKUS” adı altında bir birlik oluşturdu. Bu birlik çerçevesinde ABD, Avustralya’ya 5 adet atom denizaltısı verme konusunda anlaşmaya imza attı. Denizaltılar 2027’ye kadar teslim edilecek. Uluslararası füze atabilir kapasiteye sahip bu denizaltılar aylarca su yüzüne çıkmadan kalabiliyor. 2027’den sonra Avustralya’ya atom denizaltısı satışını İngiltere üzerlenecek.
Avustralya’ya nükleer denizaltı satılacağını açıklayan AUKUS İttifakına Çin’den tepki gecikmedi: “Hata ve tehlike yolunda ilerliyorlar!” tavrını takındı. (euronews, 14.03.2023)
– Uluslararası Ceza Mahkemesi, Rus lider Putin hakkında Ukrayna’daki savaş suçu gerekçesiyle yakalama kararı çıkarıldığını açıkladı.
Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin, Ukrayna’da işlenen suçlara ilişkin yürüttüğü soruşturma kapsamında, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ve Rusya’nın Çocuk Hakları Komiseri Maria Alekseyevna, Lvova-Belova hakkında Rusya-Ukrayna Savaşı sırasında Ukraynalı çocukların Rusya’ya kaçırılması suçuna iştirak ettikleri belirtildi.
Bu, resmen provokasyondu.
Bu kararı Rusya tarafı “anlamsız“ ve ”önemsiz” olarak nitelendirdi. Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Maria Zakharova, “Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin kararlarının ülkemiz açısından hiçbir hukuki hükmü yoktur” dedi. Rusya’nın eski Devlet Başkanı Medvedev tepkisini, mahkeme kararına “tuvalet kâğıdı” diyerek gösterdi.
Bu Ceza Mahkemesinde Batı Avrupa devletlerinden Milosoviç ve Radoviç dışında ceza yiyen yok. Bütün davalar sömürgecilerin eski sömürgelerinin insanlarına karşı açtıklarıyla sınırlı. UCM’nin Putin’i savaş suçlusu ilan etmesinin gerçek bir yaptırımı yok. Fakat Batı’nın yaptığı propagandanın muazzam bir etkisi var.
(Uluslararası Ceza Mahkemesi’ne 126 ülke taraf. Bu 126 ülkenin nüfusu yaklaşık olarak dünya nüfusunun üçte birini oluşturuyor. Yani UCM en iyi hâlde dünya nüfusunun azınlığını temsil ediyor. ABD, Rusya, Çin, Hindistan, Türkiye, İran bu mahkemenin tarafı/imzacısı değil.)
– Bir “it dalaşı” (“dogfight”) hâli: 17 Mart’ta Karadeniz üzerinde gösteri uçuşları yapan bir ABD dronu ile Rus savaş uçakları Kırım önlerinde karşı karşıya geldi. Rus uçakları ABD dronunun düşmesine neden oldular. ABD/Batı anlatısına göre, ABD kendisi Rus uçağı ile bir çarpışma sonrası düşürdü.
Ertesi gün bir ABD ve bir İngiliz uçağı aynı alanda –uluslararası hava sahası iddiasıyla– uçtular. Evet, uluslararası hava sahası ama aynı zamanda savaş yürüyen bir alanın üzeri. Tehlikeli bir tırmanıştı bu.
19 Mart’ta Putin göstere göstere Mariupul ve Sivastopol (Kırım’ı) ziyaret etti.
Bir gün sonra Şi Cing Ping Moskova ziyaretinde idi. Çin adına Rusya ile “stratejik işbirliği” ve dostluğa vurgu yaptı!
– 6 Nisan 2023 tarihinde Tayvan Devlet Başkanı Tsai Ing-wen Kaliforniya’da ABD Temsilciler Meclisi Başkanı Kevin McCarthy ile bir araya gelmesinden iki gün sonra, 8 Nisan’da Çin bu görüşmeye misillemeyi tatbikat olarak yaptı: “Savaşa hazırlık tatbikatı!”
Tayvan Savunma Bakanlığından yapılan açıklamaya göre, 9 Nisan’da Tayvan yakınlarında Çin’e ait 8 savaş gemisi ve 42 savaş uçağı tespit edilmiş, bunlardan 29’u Tayvan Boğazı’nın orta hattını geçmişti.
Tayvan ordusu ise füze savunma sistemlerinin aktif hâle getirmiş, Çin savaş uçaklarını takip etmek üzere hava ve deniz devriyeleri başlatmıştı.
Çin Halk Kurtuluş Ordusu, bu tatbikatların Çin’in “toprak bütünlüğünü korumak için” Tayvan’ın bağımsızlık yanlısı güçlerine karşı “ciddi bir uyarı” olarak yaptığını açıklamıştı!
12-23 Haziran 2023 tarihleri arasında Almanya’da, NATO Air Defender tatbikatı yapılacak. NATO’nun bu tatbikatı savaşa hazırlık tatbikatıdır. Bu tatbikata, 18 ülke, 10 bin asker, 220 uçak katılacak. Alman emperyalizminin NATO’daki rolü güçlendiriliyor. NATO’nun bu tatbikatına Türkiye de katılıyor. 10 gün boyunca savaş uçakları Almanya üzerinde uçacak, hava ulaşımı aksayacaktır. Sadece ABD’ye ait 100 savaş uçağı NATO tatbikatında görev yapacaktır.
Tüm bu ve benzeri durumları “soğuk savaş” döneminden tanıyoruz, yabancısı değiliz. “Kör gözün parmağıma” hâlleri bunlar. Ama işin ciddi bir yanı var: Bu türden atılan her bir adım savaşı biraz daha yakınlaştırıyor, dünya kamuoyu bu tür davranışlarla savaşa hazırlanmaya, alıştırılmaya, kanıksamaya yönlendiriliyor. Öncelikle de kendi iç kamuoyu savaşa hazır hâle getirilmeye çalışılıyor.
– Bir yandan “savaşa hazırlık” tatbikatı yapan Çin, diğer yandan Suudi Arabistan ile İran’ı barıştırmayı başarıyor, Yemen’deki savaşın bitirilmesi bağlamında adımlar atıyor. Çok “barışçı” olduğundan değil elbette. Bu tür ilişkiler sonucunda Suudi Arabistan ABD etkisinden Çin’in başını çektiği cenaha dümen kırıyor.
– Dünyanın hâllerine ilişkin son bir nokta: Aşağıda bir tablo yayınlıyoruz. Tablo Çin’in dünya çapında ülkelerdeki toplam doğrudan yatırımını gösteriyor. 2007-2022 arasındaki zaman dilimindeki doğrudan yatırım tablosuna göre Çin’in ABD’deki doğrudan yatırımları 197 milyar dolar.
Çin’in elindeki ABD devlet tahvillerinin değeri 3 trilyon dolar.Çin’in en büyük doğrudan yatırımı (DYY), son 15 yılda yaklaşık 200 milyar ABD doları ile ABD’ye aktı. Çin’in Avustralya ve İngiltere’deki yatırımları da üç haneli aralıkta.
Tablo Çin’in yayılmacılıkta ne denli ilerlediğini göstermesi yanında ABD’yi, onunla birlikte hareket eden İngiltere ve İngiliz krallığının/emperyalizminin ekonomik, siyasi ve askeri olarak etkin olduğu Avustralya’yı içten de kuşatacak yayılmacı bir stratejiyle hareket ettiğini de gösteriyor.
ABD’nin Çin’in bu yayılmacılığının önüne geçmek için Trump’ın başkanlığı döneminde yoğunlaşan gümrük önlemleri, ithalat kısıtlamaları aldığını ve ama bunu pratikte sürdüremediğini biliyoruz. Gelinen aşamada Biden yönetimi de “çaresizce” bu paslanmış silaha başvuruyor. ABD hükümeti tarafından AMD ve Nvidia’nın üst düzey çiplerine ihracat yasağı getirilmesi bunun son örneği…
Emperyalistlerin dünyayı paylaşım dalaşı hâllerinde kimi örnekleri verdik. Onların kendi çıkar dalaşları/kavgaları durmaksızın sürüyor. Bu dalaş birisinin diğerini ortadan kaldırmasına kadar sürecek. Eğer emperyalizme, emperyalist savaşa karşı çıkılmazsa, savaşın temeli olan emperyalist sistem ortadan kaldırılmazsa, olan dünyanın işçilerine, emekçilerine, ezilenlerine olacak.
Hâlimiz hâl değil: Dünya kazanında kaynayan çok şey var, önderlik yok
Yukarıda, özellikle Ukrayna ve arkasındaki Batılı emperyalist güçlerin andaki tavırları göz önüne alındığında savaşın kısa sürede sonlanmayacağı; hatta bu savaşın genişleme potansiyelini de içinde barındırdığını görmek gerekiyor. Bu bağlamda özellikle Rusya tarafından dile getirilen Moldova’nın işgali daha çok dillendirilir oldu.
Yine Kosova-Sırbistan arasındaki gerilim, “Yeni savaş alanları mı hazırlanıyor?” sorusunu gündeme getiriyor.
Dünya kazanı kaynıyor dedik başlığımızda. Kaynayan sadece Rusya-Ukrayna savaşı ya da yeni savaş alanlarıyla sınırlı değil. Kazanda kaynayan başka şeyler de var. Örneğin, dünyanın çeşitli ülkelerinde gelişen, güçlenen, hatta iktidara ortak olan faşist hareket var. İşte İtalya! Faşizm ilerliyor. İtalya’da faşist partinin başkanı koalisyon hükümetinin başında!
İsrail’de şimdiye kadarki en ırkçı, en faşist yönetim Filistinlilere ve Suriye’ye yönelik saldırılarını artırarak sürdürüyor!!! vb. vb.
Peki dünyada sol, sosyalist güçlerin durumu?!
Bu soruya yanıtımız ne yazık ki; “güçsüzlük, örgütsüzlük, dağınıklık” şeklindedir.
Dünyanın çeşitli bölgelerinde, örneğin Latin Amerika’da sol dalga vs. deniyor. “Solcu” Lula başkanlığa yeniden geldi ve fakat toplumun yarısı Bolsonarist!
Fransa’da emeklilik konusunda kendiliğinden çok güçlü bir hareket gelişti. “Sarı Yelekliler”in yeni bir versiyonu olarak niteleyebileceğimiz bu harekette devrimci solun etkisi ne yazık ki yok denecek kadar az! “Emeklilerin hareketi” doğru bir önderlikten yoksun!
Fakat doğru bir önderlikten yoksun olmasına rağmen, umut veren muazzam bir kitle hareketi bu. Sonuçta bir türlü bastırılsa bile işçi sınıfı ve emekçiler bu mücadeleler içinde muazzam deneyimler ediniyor.
Aynı şey İran’da patlayan Molla rejimine karşı isyana dönüşen kitle hareketi için; Myanmar’da askeri diktatörlüğe karşı ayaklanan halk hareketi vb. bütün kitlesel mücadeleler için de geçerli. Halklar mücadele ediyor, fakat doğru önderlik eksik.
Bu örgütsüzlük Almanya gibi son dönemde kitlelerin alım gücünün düştüğü, buna karşın ücretlerde aynı düzeyde bir artışın olmadığı, kitleler arasında homurdanmaların arttığı ülkelerde de yaşanıyor. Almanya’da da önderlik edecek güçte devrimci sol olmayınca sol adına konuşmak örneğin Verdi gibi sendika konfederasyonlarına kalıyor.
Kısaca; dünya çapında halklara, işçilere, emekçilere önderlik edecek devrimci önderlikler yok. Bu eksikliğin bir an evvel giderilmesi, devrimci, sosyalist, Bolşevik partilerin/örgütlerin kurulması, var olanların güçlendirilmesi yerine getirilmesi gereken en acil görevdir.
14 Nisan 2023