Bugünlerde üzerinde en fazla konuştuğumuz, en fazla telaffuz ettiğimiz kelimelerden biri de enflasyon kelimesidir.
Enflasyonun ne olduğuna yakından bakalım.
Marksist politik ekonomi için para, çıkış noktasında insanlar tarafından üretilen metaların birbiri ile belirli oranlarda değiştirilebilmesinin aracıdır.
Paranın işlevlerinden, ortaya çıktığından bu yana geçtiği aşamalardan bağımsız olarak, para bütün metaların birbiriyle belirli oranlarda değiştirilmesini sağlayan, genel eşdeğer rolünü oynayan metadır.
Para denen nesnenin ardında, o parayı pazara sürme tekeline sahip olan devletler durmaktadır. Piyasada ne kadar para dolaşacağı doğrudan doğruya devlet tarafından, onu bütün sömürücü sınıflar adına temel araç olarak kullananlar tarafından belirlenir. Hâkim sınıfların devletinin elinde olan para basma tekeli onun ekonominin gereksinmelerine göre şekillenen bir “mali politika” (ya da para politikası) izlemesinin imkanlarını yaratır. Ve izlenen mali politikaya göre de ortaya emekçi yığınların da durumunu yakından ilgilendiren sonuçlar çıkar.
Kuşkusuz hakim sınıfların mali politikalarının bizim günlük hayatımızda en fazla yansıyanı ve üzerine en çok konuşulanı enflasyondur. Hatta bilindiği gibi ülkemizde enflasyona özel bir kişilik de kazandırılmış, ona enflasyon canavarı denmiştir.
Canavar kavramı, bir yandan enflasyonun özellikle geniş halk yığınları açısından yıkıcı sonuçlarını gösterdiği; halk yığınları açısından bir felaket anlamına geldiğini gösterdiği noktada bir gerçeğe işaret eden bir benzetmedir. Fakat diğer yandan canavar kavramı ile enflasyon, bütün canavarlar gibi, insanların, izlenen politikaların vb. dışında, kendiliğinden varolan ve kontrol edilmesi adeta imkansız olan bir olgu olarak gösterilmekte, bilinçler karartılmaktadır.
Enflasyon, kapitalist ekonominin bir ürünüdür; enflasyonist politikalar hakim sınıfların bilinçli olarak izlediği belirli bir mali politikadan başka bir şey değildir.
Enflasyon en kısa tanımıyla, fiyatların sürekli ve az ya da çok önemli oranda bir genel yükselişi olgusudur. Emekçiler açısından sonucu, ellerine geçen parayla -bu paranın mutlak rakam olarak miktarı daha yüksek olsa da- toplumsal zenginliklerden satın alabilecekleri mal ve hizmetlerin miktarının düşmesi, yoksullaşmadır.
Diyelim ki bir ülkede yıllık enflasyon oranı %50 (TUİK’e göre 36,08!!) olsun. Bu şu demektir: Bir bütün olarak ele alındığında mal ve hizmetlerin fiyatları ortalama% 50 artmıştır. Eğer işgücünün fiyatı da (yani ücretler de) yıllık enflasyon hızı oranında (bizim örneğimizde% 50) artarsa, o zaman ücretlilerin toplumsal zenginlikten aldıkları pay açısından değişen fazla bir şey olmaz. Onlar ellerine geçen parayla daha önceki hayat standartlarını aynı düzeyde sürdürebilirler. (Burada yaratılan zenginliğin paylaşımındaki dengenin korunması açısından emek verimliliğinin artışı sonucu elde edilen fazlalık oranında bir ücret artışının da olması gerektiğine yalnızca değinip geçiyoruz.)
Fakat genelde olan bu değil, işgücünün fiyat artışı oranının (yani ücret artışı oranının), genel fiyat artışları (enflasyon) oranından düşük olmasıdır. Sonuç: Nominal -yani kağıt üzerinde- bir ücret artışı, gerçekte ise ücret düşüşüdür. İşçinin eline mutlak rakam olarak daha fazla para geçse de, onun eline geçen bu parayla hayat standardını eski düzeyde sürdürmesi mümkün değildir.
Yine örneğimize dönelim. Diyelim ki genel enflasyon oranının %50 olduğu bir ülkede, ücretler yüzde 25 artsın. Ayda 5 bin TL alan bir işçi varsayalım. Bu işçinin eline %25 zamla 6 bin 250 TL geçecektir. Fiyatların ortalama düzeyinin yarı yarıya yükseldiği bir ortamda, ücretin dörtte bir oranında yükseltilmesi; gerçekte ücretlinin hayat seviyesinde bir gerileme demektir. O bir yıl önce 5 bin TL karşılığı satın alabileceği mal ve hizmetleri; bir yıl sonra 6 bin 250 TL ile satın almayacak, satın alabileceği mal ve hizmetlerde bir düşüş olacaktır.
Enflasyon en fazla emekçileri vuran bir ekonomik olgudur.
Teknik açıdan enflasyonun kaynağında hakim sınıfların devletinin para politikası yatar. Devlet çeşitli nedenlerle (bütçe açıklarını kapamak, borç ödemek, ekonomiyi canlandırmak vb.) yeni para basmak ve piyasaya sürmek yoluyla, piyasada dolaşan para miktarını, üretim artışının gerektirdiğinden daha fazla oranda arttırdığında, fiyatlarda genel yükselme gündeme gelir. Fazla paraya göre daha az ürün, piyasada arz talep yasasının işlemesi sonucu, ürünlerin (mal ve hizmetlerin) fiyatlarını arttırır. Bu genel fiyat artışından nasibini en az alan ücretler olur. Böylece enflasyon egemen sömürücü sınıflar için toplumsal zenginliğin paylaşımında kendi lehlerine bir değişikliğin en temel araçlarından biri haline gelir.
Ancak enflasyonist politikalar paranın -ve dolayısıyla onun ardında duran devletin- istikrarsızlığı ve güvenilirliğinin sarsılması anlamına da gelen politikalar olduğundan, sürekli hale gelmezler. Enflasyonla mücadele, enflasyon oranlarının düşürülmesi vb. hakim sınıfların da bayrağına yazdığı bir mücadele hedefi olarak görünür.
Hakim sınıfların antienflasyonist “mücadelede” de ilk göz diktikleri şey yine ücretler olur. Enflasyonun en temel sebeplerinden birinin yüksek ücret artışları olduğu; ekonominin çıkarları, vatanın, milletin çıkarları gereği “kemerlerin sıkılması gerektiği” vb. masalları anlatılarak, ücretliler “fedakarlığa” davet edilir. Anlayışlı ve sorumlu sarı sendika ağalarının da aracılığıyla nominal olarak da sıfır veya sıfıra yakın ücret artışları(!) toplu sözleşmelerde dayatılır. Burada da sonuçta soyulan hakim sınıfların ekonomisinin istikrarının yeniden sağlanması, dış ve iç kredi musluklarının açılması vb. adına, ücretliler olur.
5 Ocak 2021