Çarşamba, Haziran 4, 2025
  • Tüm Yazılar
Yeni Dünya İçin ÇAĞRI
E-DERGİ OKU
  • Anasayfa
  • Dünya
    • Tümü
    • Afrika
    • Amerika
    • Asya
    • Avrupa
    • Ortadoğu
    Gazze: Soykırım sürüyor!

    Gazze: Soykırım sürüyor!

    Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

    Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

    BİR-KAR ve YDİ Çağrı’nın ortak toplantısı Hakkında

    BİR-KAR ve YDİ Çağrı’nın ortak toplantısı Hakkında

    Hindistan Pakistan savaşına dair

    Hindistan Pakistan savaşına dair

    Toplantı: “71 Devrimci Hareketinin mirası ışığında güncel devrimci sorumluluklar”

    Toplantı: “71 Devrimci Hareketinin mirası ışığında güncel devrimci sorumluluklar”

    Almanya Ulm’de 1 Mayıs

    Almanya Ulm’de 1 Mayıs

    Trending Tags

      • Avrupa
      • Amerika
      • Ortadoğu
      • Afrika
      • Asya
      • Pasifik
    • Yayınlar
      • Son Sayı
      • YDİ Çağrı / Tüm Sayılar
      • Tekoşîna Komunîst/Komünist Mücadele
      • Yeni İşçi Dünyası
      • Yeni Dünya İçin
      • Yeni Kadın Dünyası
      • Yeni Dünya Gençliği
      • Eğitim Dizisi
      • Bildiriler
      • Broşürler
    • İşçi Dünyası
      YDİ ÇAĞRI

      Mayıs sayımız, sayı 69 çıktı!

      Bir işçi düşmanı Çalık Holding!

      Bir işçi düşmanı Çalık Holding!

      1 Mayıs’ı sınıfsal özüne uygun kutlamak için ne yapmalı?

      1 Mayıs’ı sınıfsal özüne uygun kutlamak için ne yapmalı?

      Mersin de 1 Mayıs

      Mersin de 1 Mayıs

      İzmir’de 1 Mayıs

      İzmir’de 1 Mayıs

      1 Mayıs çalışmamız sürüyor

      1 Mayıs çalışmamız sürüyor

      Trending Tags

      • Kürdistan
        “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı” yapıldı

        “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı” yapıldı

        Şeyh Said (Azadi Ayaklanması) üzerine

        Şeyh Said (Azadi Ayaklanması) üzerine

        Panel: Yüzüncü yılında Azadi Ayaklanması

        Panel: Yüzüncü yılında Azadi Ayaklanması

        Newroz ateşi ile devrim ocağını körükle!

        Newroz ateşi ile devrim ocağını körükle!

        Adım adım “barış”a doğru mu?

        Adım adım “barış”a doğru mu?

        Îhmalkirina îradeya hilbijêran û  JI  QEYÛMAN RE NA!

        Îhmalkirina îradeya hilbijêran û JI QEYÛMAN RE NA!

        Trending Tags

        • Güncel
          12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

          12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

          Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

          Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

          Kemalistlerin Lozan histerisi

          Kemalistlerin Lozan histerisi

          Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

          Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

           Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

           Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

          YDİ ÇAĞRI

          Yeni sayımız, sayı 219 çıktı!

          Trending Tags

          • Gençlik
            Kimsenin payandası olmayacağız!

            Kimsenin payandası olmayacağız!

            Kayyım uygulaması: Faşizm!

            Kayyım uygulaması: Faşizm!

            Üniversiteler, kampüsler savaş çığırtkanlığı yeri değildir!

            Üniversiteler, kampüsler savaş çığırtkanlığı yeri değildir!

            Protesto haktır!

            Protesto haktır!

            Kaza değil cinayet!

            Kaza değil cinayet!

            ÇEDES projesine hayır!

            ÇEDES projesine hayır!

            Trending Tags

            • Kadın
              “Alevi kadınlara yönelik sistematikleştirilmiş saldırılara karşı susmuyoruz!”

              “Alevi kadınlara yönelik sistematikleştirilmiş saldırılara karşı susmuyoruz!”

              Melek’ten mektup var…

              Melek’ten mektup var…

              Emperyalist yayılmacılığa ve savaşlara hazırlığın nüfus politikası olarak  “Aile Yılı”

              Emperyalist yayılmacılığa ve savaşlara hazırlığın nüfus politikası olarak “Aile Yılı”

              İran: Baskının gölgesinde direniş ve Kürt kadınlarının mücadelesi

              İran: Baskının gölgesinde direniş ve Kürt kadınlarının mücadelesi

              Kadıköy’de kitlesel 8 Mart eylemi

              Kadıköy’de kitlesel 8 Mart eylemi

              Erkek egemen sisteme karşı mücadeleye!

              Erkek egemen sisteme karşı mücadeleye!

              Trending Tags

              • Makaleler
                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu  II

                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasının üzerinden 80 yıl geçti…

                İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasının üzerinden 80 yıl geçti…

                Viyanalı işçiler faşizme karşı silahlı mücadele içinde (Şubat 1934)

                Viyanalı işçiler faşizme karşı silahlı mücadele içinde (Şubat 1934)

                2025 Merkezi Yönetim Bütçesi ve üzerine yürütülen tartışmalar

                2025 Merkezi Yönetim Bütçesi ve üzerine yürütülen tartışmalar

                Emperyalizm üzerine kimi yazılar

                Emperyalizm üzerine kimi yazılar

                Trending Tags

                • Çevre
                  Öldüren deprem değil, rant, kâr üzerine kurulu sömürü düzenidir!

                  Öldüren deprem değil, rant, kâr üzerine kurulu sömürü düzenidir!

                  Gezegene ihanette sınır tanımayanlar

                  Gezegene ihanette sınır tanımayanlar

                  COP29 İklim Zirvesi (zırvası!) Bakü’de yapıldı

                  COP29 İklim Zirvesi (zırvası!) Bakü’de yapıldı

                  Ülkelerimizde nükleer santral istemiyoruz!

                  Ülkelerimizde nükleer santral istemiyoruz!

                  Kaz Dağları’nda bakır madenine karşı eylem!

                  Kaz Dağları’nda bakır madenine karşı eylem!

                  16 Kasım 2024 Uluslararası Çevre Mücadele Günü İçin Sokağa!

                  16 Kasım 2024 Uluslararası Çevre Mücadele Günü İçin Sokağa!

                  Orman yangınlarında rekor artış!

                  Orman yangınlarında rekor artış!

                  5 Haziran Dünya Çevre Günü

                  5 Haziran Dünya Çevre Günü

                  Ayvalık’ta “havlunu al gel” kıyı eylemi

                  Ayvalık’ta “havlunu al gel” kıyı eylemi

                  Trending Tags

                  • Youtube TV
                  • İletişim
                    • Hakkımızda
                    • Tüm Yazılar
                  Sonuç yok
                  Tüm Sonucu Görüntüle
                  • Anasayfa
                  • Dünya
                    • Tümü
                    • Afrika
                    • Amerika
                    • Asya
                    • Avrupa
                    • Ortadoğu
                    Gazze: Soykırım sürüyor!

                    Gazze: Soykırım sürüyor!

                    Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

                    Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

                    BİR-KAR ve YDİ Çağrı’nın ortak toplantısı Hakkında

                    BİR-KAR ve YDİ Çağrı’nın ortak toplantısı Hakkında

                    Hindistan Pakistan savaşına dair

                    Hindistan Pakistan savaşına dair

                    Toplantı: “71 Devrimci Hareketinin mirası ışığında güncel devrimci sorumluluklar”

                    Toplantı: “71 Devrimci Hareketinin mirası ışığında güncel devrimci sorumluluklar”

                    Almanya Ulm’de 1 Mayıs

                    Almanya Ulm’de 1 Mayıs

                    Trending Tags

                      • Avrupa
                      • Amerika
                      • Ortadoğu
                      • Afrika
                      • Asya
                      • Pasifik
                    • Yayınlar
                      • Son Sayı
                      • YDİ Çağrı / Tüm Sayılar
                      • Tekoşîna Komunîst/Komünist Mücadele
                      • Yeni İşçi Dünyası
                      • Yeni Dünya İçin
                      • Yeni Kadın Dünyası
                      • Yeni Dünya Gençliği
                      • Eğitim Dizisi
                      • Bildiriler
                      • Broşürler
                    • İşçi Dünyası
                      YDİ ÇAĞRI

                      Mayıs sayımız, sayı 69 çıktı!

                      Bir işçi düşmanı Çalık Holding!

                      Bir işçi düşmanı Çalık Holding!

                      1 Mayıs’ı sınıfsal özüne uygun kutlamak için ne yapmalı?

                      1 Mayıs’ı sınıfsal özüne uygun kutlamak için ne yapmalı?

                      Mersin de 1 Mayıs

                      Mersin de 1 Mayıs

                      İzmir’de 1 Mayıs

                      İzmir’de 1 Mayıs

                      1 Mayıs çalışmamız sürüyor

                      1 Mayıs çalışmamız sürüyor

                      Trending Tags

                      • Kürdistan
                        “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı” yapıldı

                        “Rojava Kürt Birliği ve Ortak Tutum Konferansı” yapıldı

                        Şeyh Said (Azadi Ayaklanması) üzerine

                        Şeyh Said (Azadi Ayaklanması) üzerine

                        Panel: Yüzüncü yılında Azadi Ayaklanması

                        Panel: Yüzüncü yılında Azadi Ayaklanması

                        Newroz ateşi ile devrim ocağını körükle!

                        Newroz ateşi ile devrim ocağını körükle!

                        Adım adım “barış”a doğru mu?

                        Adım adım “barış”a doğru mu?

                        Îhmalkirina îradeya hilbijêran û  JI  QEYÛMAN RE NA!

                        Îhmalkirina îradeya hilbijêran û JI QEYÛMAN RE NA!

                        Trending Tags

                        • Güncel
                          12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                          12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                          Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

                          Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

                          Kemalistlerin Lozan histerisi

                          Kemalistlerin Lozan histerisi

                          Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

                          Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

                           Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

                           Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

                          YDİ ÇAĞRI

                          Yeni sayımız, sayı 219 çıktı!

                          Trending Tags

                          • Gençlik
                            Kimsenin payandası olmayacağız!

                            Kimsenin payandası olmayacağız!

                            Kayyım uygulaması: Faşizm!

                            Kayyım uygulaması: Faşizm!

                            Üniversiteler, kampüsler savaş çığırtkanlığı yeri değildir!

                            Üniversiteler, kampüsler savaş çığırtkanlığı yeri değildir!

                            Protesto haktır!

                            Protesto haktır!

                            Kaza değil cinayet!

                            Kaza değil cinayet!

                            ÇEDES projesine hayır!

                            ÇEDES projesine hayır!

                            Trending Tags

                            • Kadın
                              “Alevi kadınlara yönelik sistematikleştirilmiş saldırılara karşı susmuyoruz!”

                              “Alevi kadınlara yönelik sistematikleştirilmiş saldırılara karşı susmuyoruz!”

                              Melek’ten mektup var…

                              Melek’ten mektup var…

                              Emperyalist yayılmacılığa ve savaşlara hazırlığın nüfus politikası olarak  “Aile Yılı”

                              Emperyalist yayılmacılığa ve savaşlara hazırlığın nüfus politikası olarak “Aile Yılı”

                              İran: Baskının gölgesinde direniş ve Kürt kadınlarının mücadelesi

                              İran: Baskının gölgesinde direniş ve Kürt kadınlarının mücadelesi

                              Kadıköy’de kitlesel 8 Mart eylemi

                              Kadıköy’de kitlesel 8 Mart eylemi

                              Erkek egemen sisteme karşı mücadeleye!

                              Erkek egemen sisteme karşı mücadeleye!

                              Trending Tags

                              • Makaleler
                                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu  II

                                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                                Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                                İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasının üzerinden 80 yıl geçti…

                                İkinci Dünya Savaşı’nın sonlanmasının üzerinden 80 yıl geçti…

                                Viyanalı işçiler faşizme karşı silahlı mücadele içinde (Şubat 1934)

                                Viyanalı işçiler faşizme karşı silahlı mücadele içinde (Şubat 1934)

                                2025 Merkezi Yönetim Bütçesi ve üzerine yürütülen tartışmalar

                                2025 Merkezi Yönetim Bütçesi ve üzerine yürütülen tartışmalar

                                Emperyalizm üzerine kimi yazılar

                                Emperyalizm üzerine kimi yazılar

                                Trending Tags

                                • Çevre
                                  Öldüren deprem değil, rant, kâr üzerine kurulu sömürü düzenidir!

                                  Öldüren deprem değil, rant, kâr üzerine kurulu sömürü düzenidir!

                                  Gezegene ihanette sınır tanımayanlar

                                  Gezegene ihanette sınır tanımayanlar

                                  COP29 İklim Zirvesi (zırvası!) Bakü’de yapıldı

                                  COP29 İklim Zirvesi (zırvası!) Bakü’de yapıldı

                                  Ülkelerimizde nükleer santral istemiyoruz!

                                  Ülkelerimizde nükleer santral istemiyoruz!

                                  Kaz Dağları’nda bakır madenine karşı eylem!

                                  Kaz Dağları’nda bakır madenine karşı eylem!

                                  16 Kasım 2024 Uluslararası Çevre Mücadele Günü İçin Sokağa!

                                  16 Kasım 2024 Uluslararası Çevre Mücadele Günü İçin Sokağa!

                                  Orman yangınlarında rekor artış!

                                  Orman yangınlarında rekor artış!

                                  5 Haziran Dünya Çevre Günü

                                  5 Haziran Dünya Çevre Günü

                                  Ayvalık’ta “havlunu al gel” kıyı eylemi

                                  Ayvalık’ta “havlunu al gel” kıyı eylemi

                                  Trending Tags

                                  • Youtube TV
                                  • İletişim
                                    • Hakkımızda
                                    • Tüm Yazılar
                                  Sonuç yok
                                  Tüm Sonucu Görüntüle
                                  Yeni Dünya İçin ÇAĞRI
                                  Sonuç yok
                                  Tüm Sonucu Görüntüle
                                  Anasayfa Makaleler

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                                  2 Haziran 2025
                                  İçinde Makaleler, Tüm Yazılar
                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I
                                  0
                                  PAYLAR
                                  34
                                  GÖRÜNTÜLEME
                                  Facebook'ta PaylaşTwitter'da Paylaş

                                  [Yeni Dünya İçin Çağrı’nın 217. sayısında, emperyalist sistemdeki gelişmeler, buna bağlı olarak Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin bu sistem içerisindeki yeri; gelinen yerde emperyalist bir güç olup olmadığı tartışmaları bağlamında, “Emperyalizm üzerine kimi yazılar” başlığı altında 1997’de yayınlanmış olan yazılar yeniden okuyucunun bilgisine sunuldu. Bu yazılar, tartışmaları başlatan giriş yazıları olarak kavranmalıdır.

                                  Türkiye’nin emperyalist olarak değerlendirilmesi gerektiğini, bu değerlendirmenin yapılmasının zamanının çoktan gelmiş olduğunu düşünen bir Yeni Dünya İçin Çağrı’nın okuru, tartışmaya katkı olması açısından yazdığı yazının birinci bölümünü Yeni Dünya İçin Çağrı’nın 218. sayısında yayınladık. Bu tartışma yazısının birinci bölümünü yayınlıyoruz. Okuyucularımızdan talebimiz, bu tartışmalara katkı sunmaları ve yazılarını bize göndermeleridir. YDİ Çağrı]

                                   

                                  EMPERYALİST DÜNYA SİSTEMİ İÇİNDE T.C.’NİN KONUMU ÜZERİNE

                                  Lenin’in emperyalizm teorisi ve bugün

                                  Çağımız –“Emperyalizm ve Proleter Devrimleri Çağı”– aynı olmakla birlikte, soruna diyalektik materyalist bakış açısıyla yaklaşıldığında, aradan geçen bunca zaman süresinde, sistem içinde –özsel olmasa bile– birçok değişiklik olduğu açıktır.

                                  Bu durumda gündeme Lenin’in “Emperyalizm” tahlilini yaptığı dönemdeki emperyalist dünya sistemi ile günümüzdekinin arasındaki farklar gelir.

                                  Önce Lenin’in yaklaşımı üzerinde duralım.

                                  Lenin emperyalizmi zamanında, çokça bilinen ve alıntılanan, aşağıdaki şu özsel biçimiyle tanımlamaktadır.

                                  “Emperyalizmin olanaklı en kısa tanımını yapmak gerekseydi, emperyalizmin kapitalizmin tekelci aşaması olduğunu söylerdik. Bu tanımlama temel öğeyi içermiş olurdu; çünkü bir yandan mali sermaye, birkaç tekelci büyük bankada yoğunlaşmış ve tekelci sanayi gruplarının sermayeleriyle iç içe geçmiş banka sermayesidir; öte yandan, dünyanın paylaşılması da herhangi bir kapitalist devletçe el konmamış bölgelere kolayca yayılan sömürge politikasından, tamamıyla paylaşılmış olan yeryüzüne tekelci bir şekilde egemen olma sömürge politikasına geçiştir.

                                  Ne var ki, en kısa tanımlar, en önemli olanları özetledikleri için kolay olsalar da tanımlanacak görüngünün çok önemli bazı çizgileri buradan çıkarsanmaya başlandığında yetersiz kalır. Bu bakımdan –bütün tanımlamaların, gelişmesini tamamlamış bir görüngünün bütün bağlantılarını kapsayamayacağından ötürü genelde itibari ve göreli bir önemi olduğunu unutmadan – emperyalizmin aşağıdaki beş temel özelliği kapsayan bir tanımını yapmak zorundayız: 1) üretimin ve sermayenin yoğunlaşması, ekonomik yaşamda tayin edici rol oynayan tekelleri yaratacak kadar yüksek bir seviyeye ulaşmıştır; 2) banka sermayesi sanayi sermayesi ile iç içe geçmiş ve bu ‘mali sermaye’ temelinde bir mali oligarşi oluşmuştur; 3) meta ihracından farklı olarak sermaye ihracı özel bir önem kazanmıştır; 4) dünyayı aralarında paylaşan uluslararası kapitalist birlikler oluşmuştur; 5) kapitalist büyük güçler tarafından dünyanın teritoryal paylaşımı tamamlanmıştır. Emperyalizm, tekellerin ve mali sermayenin egemenliğinin ortaya çıktığı, sermaye ihracının birinci planda önem kazandığı, dünyanın uluslararası tröstler arasında paylaşılmasının başlamış olduğu ve dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaşılmasının tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir.” (“Seçme eserler, cilt V”, Lenin, s. 91, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul)

                                  Yukarıda Lenin tarafından yapılan tanımlama, yapıtın tümü ve konuyla ilgili diğer yazıları da göz önünde bulundurularak nasıl yorumlanmalıdır?

                                  İlk olarak burada kapitalizmin en yüksek aşaması olarak emperyalizm tanımlanmaktadır. Yani kapitalizmin gelişme süreci içinde, yukarıda özetlenen beş özelliğin oluşması sonucu sistemin kaçınılmaz olarak gideceği yer, kapitalist emperyalizmdir.

                                  O dönemde kapitalist gelişmesi bu aşamaya varmış devlet sayısı iki elin parmakları kadardır ve bu ülkelerle diğerleri arasında bu açıdan radikal fark bulunmaktadır. Bu emperyalist ülkeler, dünyanın geri kalanını –başta sömürgeler olmak üzere– soyup soğana çevirmektedir.

                                  Kapitalizmin bu aşamasında çelişkilerin ne denli keskinleştiği ve bu çelişkilerin dünya çapında yaygınlaştığı ortaya konmaktadır. Emperyalist güçler arasında paylaşım savaşlarına neden olacak keskin çelişkiler mevcuttur. Çelişkilerden biri de bu gelişmiş büyük emperyalistlerle dünyanın geri kalanı arasında olandır. Sömürge, yarı-sömürge ve bağımlı ülkelerin bu emperyalistlere karşı savaşımı kaçınılmazdır.

                                  Lenin, kapitalizmin tekelci dönemi ile serbest rekabetçi dönemi arasındaki farkları bariz bir şekilde göstermiştir.

                                  Kapitalizmin bu son aşaması, sosyalist devrimlerin de arifesidir.

                                  Sorun, bu son aşamada keskinleşmiş çelişkilerin ortaya çıkardığı savaşımları proletarya önderliğinde bir dünya devrimi potasında nasıl ele alınması gerektiği konusunda yoğunlaşmaktadır.

                                  İkinci olarak sistemin o günkü durumu ele alınmaktadır; başka türlüsü de mümkün değildir zaten, gelecekle ilgili bazı öngörülerde bulunulabilirdi ancak.

                                  Üçüncü olarak emperyalist aşamaya ulaşmış kapitalist güçler arasında, güç dengesi bağlamında farklar olması kaçınılmazdır.

                                  Dördüncü olarak yapıtın tümü ve yazarın diğer başka makaleleri incelendiğinde, emperyalizmin, ancak ve sadece bu kıstaslarla, bunların tümünün tam olarak oluşmuş olmasıyla mümkün olabileceği, başka türlüsünün olamayacağı gibi bir iddia ve yaklaşım bulunmamaktadır. Lenin’in, saydığı ölçütlerin tam olarak henüz oluşmadığı, bazı ölçütlerin eksik olduğu ama buna karşın geçmişin mirasına bağlı olarak, örneğin büyük sömürgeci devlet özelliğine sahip olan bazı ülkelere de emperyalist olmayı uygun gördüğünü, paylaşım dalaşında bunların da önemli rolü olduğu anlayışında olduğunu görüyoruz.

                                  Emperyalist ülkeler arasında güç bağlamında farklar olabilir; büyük, güçlü, başat durumda olanlar olduğu gibi görece daha zayıf olanlar da bulunabilir, böylesi farklar ikinci durumdakilerin emperyalist olmadıklarını göstermez. Ama bu ikincilerin yerkürede oynadığı rolün başat durumdakilerden farklar göstereceği de anlaşılır bir durumdur.

                                  Burada açıklığa kavuşması gereken hususlar bulunuyor ve bunlar, tartışmamız açısından önem arz ediyor.

                                  Gelişmiş, ileri kapitalist ülkelerde, emperyalizm bağlamında oluşan gücün göreceliliği

                                  Yukarıda Lenin tarafından sıralanan tüm bu özellikler oluşmuş olmasına karşın, tek tek ülkelerin, birbirleri karşısında genel güçleri bağlamında, bir dizi etmene bağlı olarak, durumlarının ne olduğu da önem arz etmektedir.

                                  Bu etmenlerin, değerlendirme yapılırken, son derece önem sunduğunu gözden kaçırmamalıyız.

                                  Ülkenin demografik durumu bile önemli bir etmen oluşturmaktadır.

                                  Örneğin nüfusun büyüklüğü açısından bakıldığında, kapitalizmin gelişmişlik düzeyinin ve sıralanan özelliklerin benzer biçimde oluşmuş olmasına rağmen, birinin nüfusu diğerinin onlarca kat üzerinde olan iki ülke arasında güç açısından büyük fark bulunacağı açıktır. Hatta bazı durumlarda son derece gelişmiş olan ve fakat demografik açıdan daha küçük ülke, kapitalizmin daha az geliştiği büyükçe bir ülke karşısında, güç bağlamında daha dezavantajlı durumda olabilmektedir.

                                  Paylaşım savaşımında son kertede askeri gücün belirleyici olduğu bilindiğinde, birinin ötekine karşı, aynı biçimde donatılmış asker sayısı bakımından katbekat güce sahip olmasının nasıl sonuç vereceği ortadadır. Kaldı ki, kapitalizmin gelişmişlik düzeyi açısından benzer niteliklere sahip iki ülke arasında, ülkelerin boyutlarına bağlı olarak, üretimin büyüklüğü açısından ve bir bütün olarak Gayrisafi Milli Hâsıla (GSMH) vb. açısından büyük fark olacağı da açıktır.

                                  İçinde yer alınan coğrafya bile çok önemli olabilir. Hammadde ve mamul madde pazarlarına, önemli dışalım ve dışsatım pazarlarına olan mesafeden tutun, ne denli zengin yeraltı kaynaklarına sahip olunduğu, genel güç değerlendirilmesi açısından önemli olmaktadır.

                                  Lenin’in bu yapıtı ve diğer başka makaleleri de göz önünde bulundurularak bakıldığında, bu aşamaya o dönemde ulaşmış bir dizi gelişmiş ülke olduğu görülüyor. Bunlar arasında önemli farklılıklar da bulunmaktadır ve Lenin, yapıtı içinde bunlara değinmektedir.

                                  Örneğin mali sermayeyi ele aldığı bölümde, dört büyük gücün (İngiltere, ABD, Fransa, Almanya) kıymetli evrak toplamlarının geri kalan kapitalist ülkelerden (sıraladığı diğer on iki ülke vs.’den) nasıl farklılaşmış olduğunu gösterir ve “dünyanın diğer ülkelerinin neredeyse tümü, bu uluslararası banker ülkelere, dünya mali sermayesinin bu dört ‘direği’ne şu ya da bu biçimde borçlu durumdadır ya da haraç vermektedir” der (Age., s. 65)

                                  İşin salt bu yanına bakılırsa, dünyanın haracını kesen bu dört ülke emperyalisttir ve dünyanın geri kalanı bunlara bağımlıdır.

                                  İşin bu denli basit olmadığı açıktır ve kuşkusuz sorunu çok yönlü değerlendirmek gerekir.

                                  Örneğin Lenin’in sermaye ihracını ele aldığı bölümde (Age., s. 70), sömürgelerde kurulan banka ağlarının rolüne değindiği yerde, sahip olunan banka sayısı açısından “‘başarılı’” konumda olan İngiltere ve Fransa’ya “kıskançlıkla” bakan Alman emperyalizminin ancak Hollanda düzeyinde olduğunu, o düzeyi yakalayabildiğini görüyoruz.

                                  Oysa kıymetli evrak toplamında kıyaslama yaptığında Almanya’nın Hollanda’dan 7,6 kat daha fazlasına sahip olduğunu görüyoruz.

                                  Almanya’nın ancak yüzde 13’ü kadar kıymetli evrak toplamına sahip olan Belçika; Fransa, Almanya ve İngiltere’nin ardında ve Fransa’nın önünde üçüncü sırada Ray Karteline katılım göstererek, diğer ülkelerdeki demiryolu yapımına katılmakta, dolayısıyla buralarda bu alanda pay kapma dalaşının içinde yer almaktadır.

                                  Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin, örneğin sömürgelere sahip olma bağlamında Almanya’dan çok da geride kalmadıkları görülüyor.

                                  Kısaca bazı alanlarda güçlü durumda olan emperyalist güç(ler) diğer başka alanlarda geri planda kalmış bulunabilmektedir.

                                  Doğuda Japonya yükselmekte olan bir emperyalist güçtür. Ama kıymetli evrak toplamının İngiltere’ninkinin on ikide biri olduğu gözden kaçmıyor. Bununla birlikte Lenin, yapıtının “Emperyalizmin Eleştirisi” bölümünde (Age., s. 120), Japon mali sermayesinin de küçümsenemeyecek rolüne değinir: “Hindistan’ı, Çin Hindi’ni ve Çin’i alalım. Bilindiği gibi, 600-700 milyon nüfusu barındıran bu üç sömürge ve yarı-sömürge ülke, birkaç emperyalist devletin –İngiltere, Fransa, Japonya, Birleşik Devletler vs.– mali sermayesi tarafından sömürülmektedir”.

                                  Lenin’in mali sermaye bağlamında kıymetli evrakların toplamını ele aldığı yerde (Age., s. 65), birinci durumdaki İngiltere’nin 142 milyar franklık kıymetli evrakına karşın sekizinci sıradaki Japonya ancak 12 milyarlık kıymetli evraka sahiptir. Aynı yerde Lenin en yukarıda sıralanan 4 devlet için, dünyanın geri kalanını haraca kesmektedir demektedir. Bu durumda olan Japonya, bölge Çin ve Çin Hindi olunca, mali sermayesiyle buraları sömürür pozisyonundadır.

                                  Sıralanan dört devletin yanına “vs.” diye eklenen devletlerin de dünya sömürüsünde rolü olduğu atlanmamalıdır.

                                  Kısaca, bu dört ülke dışında diğer bazılarının da dünya sömürüsüne katıldıkları bazı alanlarda pek aşağı kalır yanları olmadığı görülüyor.

                                  Ancak yukarıda bahsettiğimiz ve güç anlamında dikkat çektiğimiz hususlar dikkate alındığında, güç dengeleri açısından, beş-altı kadar ülkenin konumunun diğerlerinden farklı olduğu, bunların öne çıktığı görülüyor. Örneğin Belçika ve Hollanda gibi ülkelerin, güç dengesi açısından bir Almanya’nın yanına bile yaklaşamayacakları açıktır. Bu ama bunların da dünya sömürüsüne emperyalist biçimde katılmadıkları anlamına gelmez.

                                  Bununla beraber büyük emperyalist güçlerle daha küçük olanlar arasında ciddi fark bulunduğu su götürmez bir gerçekliktir.

                                  Ama büyük güçler arasında da farklar olduğu açıktır. Ve bu durum değişmez değildir.

                                  Emperyalist olmak ancak beş temel ölçütün en gelişmiş hâliyle bir arada bulunması ile mi mümkündür?

                                  Başka bir deyişle, Lenin tarafından sıralanan bu temel özelliklere en gelişmiş hâliyle sahip olan ülkeler mi ancak emperyalist olarak adlandırılabilir ve tersine bu özelliklerden biri veya birkaçı eksik ya da yeterli görülmezse böyle bir adlandırma uygun düşmez mi?

                                  Önce Lenin’in döneminde dünyanın içinde bulunduğu durumun nasıl bir görünüm sunduğuna bakmalıyız.

                                  Lenin, yapıtının çokça alıntılanan, “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı İle Bağıntılı Üç Devlet Tipi” başlığı altındaki bölümünde (Age., s. 312), ülkeleri “üç ana tip”e ayırır.

                                  1- “Batı Avrupa’nın ileri kapitalist ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletleri.” Lenin’e göre “burjuva-ilerici ulusal hareket burada çoktan son bulmuştur. Bu ‘büyük’ güçlerden her biri sömürgelerde ve kendi ülkesinde yabancı ulusları ezmektedir.”

                                  2- “Doğu Avrupa: Avusturya, Balkanlar ve özellikle Rusya. 20. yüzyıl burada özellikle burjuva-demokratik hareketleri geliştirmiş ve ulusal mücadeleyi şiddetlendirmiştir.”

                                  3- “Yaklaşık 1 milyar nüfusa sahip Çin, İran ve Türkiye gibi yarı-sömürgelerle tüm sömürgeler. Burada burjuva-demokratik hareketler kısmen daha başlangıç aşamasında bile değildir, kısmen de tamamlanmış olmaktan uzaktır.”

                                  “Marksizm’in Bir Karikatürü ve ‘Emperyalist Ekonomizm’ Üzerine” başlıklı makalesi tamamlayıcı niteliktedir:

                                  “Bu ileri ülkelerde (İngiltere, Fransa, Almanya vs.) ulusal sorun çoktan çözülmüş, ulusal birlik çoktan ömrünü doldurmuştur ve ‘genel ulusal görevler’ nesnel olarak artık yoktur. O nedenle sadece bu ülkelerde şimdiden ulusal birliği ‘yıkmak’ ve sınıf birliğini kurmak mümkündür.

                                  Gelişmemiş ülkelerde, (tezlerimizin 6. maddesinde) 2. ve 3. başlıklarda saydığımız ülkelerde, yani bütün Doğu Avrupa’da ve bütün sömürge ve yarı-sömürge ülkelerde durum farklıdır. Buralarda kural olarak hâlâ, ezilen ve kapitalist anlamda gelişmemiş uluslar vardır. Böyle ulusların önünde, nesnel olarak genel-ulusal görevler, hem de demokratik görevler, yabancı egemenliğin yıkılması görevleri durmaktadır.” (Age., s. 333-334)

                                  “…ülkelerin çoğunluğu ve dünya nüfusunun çoğunluğu şimdiye kadar henüz kapitalist gelişme aşamasında bile değildir, ya da bu aşamaya yeni ulaşıyor.” (Age.)

                                  Dünyanın o dönem için genel görünümü böyle.

                                  Bu genel görünümden o gün için bir dizi siyasal sonuç çıkarılmış ve tezler ortaya konmuştur.

                                  Buralarda yapılan analizler ile yaklaşım biçiminin örnek alınması gerektiği açıktır.

                                  Her ne kadar burada söz konusu edilen Ulusların Kendi Kaderlerini Tayin Hakkı (UKKTH) meselesi ise ve meselenin bu olduğu hiçbir biçimde gözden kaçırılmaması gerekse de burada ülkeler arasındaki temel farklılık ortaya konmuş ve bu farklılıklara bağlı farklı devrim tipleri, devrim aşamaları sorununda bir dizi temel görüş geliştirilmiştir.

                                  Bizim tartıştığımız bağlamda burada ortaya konulan görüşler nasıl yorumlanmalıdır?

                                  Benim gördüğüm kadarıyla genel eğilim, 1. başlıkta yer alan ülkeleri emperyalist ülkeler, diğer başlıklardakini ise bağımlı kapitalist, yarı-sömürge ve sömürge ülkeler biçiminde ele almak biçiminde oldu.

                                  Lenin’in 2. ve 3. başlıkta sayılan ülkeleri bir bütün olarak “gelişmemiş ülkeler” olarak tanımlamış olması ve “buralarda kural olarak hâlâ, ezilen…uluslar” olduğunu belirtmesi ve bunun tek yanlı yorumlanması da belki bu yaklaşıma katkıda bulundu.

                                  Bu, bir yere kadar doğru idi kuşkusuz. O gün somutunda ve sorunun UKKTH olduğu koşulunda kesinlikle doğru idi. Ama başka alanlara genişletildiğinde meselenin dikkat edilmesi gereken yanları bulunuyor.

                                  Lenin’in diğer yazılarına bakıldığında burada yapılan tespitin çok genel olduğu görülüyor. Daha doğrusu burada yazılanlar, Lenin’in diğer yazıları ve ülkelerin durumu ile birlikte değerlendirildiğinde, tartıştığımız bağlamda anlam kazanıyor.

                                  3.başlıkta sıralananlarla yani sömürge ve yarı-sömürgelerle ilgili durum daha açıktır. Gerek ülkelerin konumu gerekse bu konuma uygun söylenen görevler açısından bu böyle.

                                  2.başlıkta sıralanan ülkelerde durum biraz daha karmaşıktır. 1. başlıkta yer alan ülkeler dışındakiler iki ayrı başlıkta sıralanmış olmalarına karşın, görevler bağlamında her iki gruptakiler bir arada ele alınmıştır. Sorun UKKTH olduğu için benzerlikler vardır kuşkusuz ve buna bağlı görevler bağlamında da benzerlik söz konusudur.

                                  Ancak emperyalizm bağlamında başka şeylere de dikkat edilmesi gerekir.

                                  Avusturya, Rusya gibi ülkelerin durumuna bakmalıyız.

                                  Lenin “buralarda kural olarak hâlâ, ezilen ve kapitalist anlamda gelişmemiş uluslar vardır” deyip, buna uygun görevleri sıralarken neleri kastetmiş olabilir. Burada gelişmemiş, ezilen ülkeler olarak kastedilenler arasında Avusturya ve Rusya da sayılmaktadır. Ama bu, ne anlamdadır? Kastedilen esas olarak bir bütün olarak bu devletler midir yoksa bunların sömürgeleri midir?

                                  Bu iki devlet –Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ve Rus İmparatorluğu– dönemin büyük ve güçlü devletleridir. Kapitalizmin gelişme düzeyi açısından, en gelişmiş olanlarla bunlar arasında farklar bulunmakla birlikte bunlar birinci emperyalist paylaşım savaşına, bu paylaşımdan pay kapmak amacıyla katılmış emperyalist güçlerdir. Bunların (diğer!!!) büyük emperyalist güçlere şu veya bu oranda bağımlılığı da söz konusuydu. Ancak bu iki güç, o dönem için, emperyalizm tarafından ezilen ülkeler statüsünde değerlendirilemezdi. Bunlar çok uluslu imparatorluklar idi ve ülke içinde egemen ulus dışındaki uluslar ve ulusal azınlıklar, baskı altında bulunduruluyor ve eziliyorlardı. Bu açıdan bunlar “milletler hapishanesi” olarak değerlendiriliyordu.

                                  “Buralarda kural olarak hâlâ, ezilen ve kapitalist anlamda gelişmemiş uluslar vardır” derken Lenin’in kastettiği bu imparatorluklar içindeki bağımlı uluslar ve halklardan başkası olamaz. Onları bağımlı hâle getiren, ezen, doğrudan diğer emperyalist güçler değil, bizzat bu imparatorluklar içindeki egemen ulus ve onların devletidir. “Böyle ulusların önünde, nesnel olarak genel-ulusal görevler, hem de demokratik görevler, yabancı egemenliğin yıkılması görevleri durmaktadır” derken, yıkılması gereken yabancı egemenliği, bu iki imparatorluğun sömürgelerindeki Rusya ve Avusturya imparatorluklarının egemenliğidir.

                                  Lenin’in bu yazıları kaleme alındığı tarihten önceki 50 yıllık sürece bakıldığında bu iki imparatorluğun topraklarını nasıl büyüttüğü, başka ulusları nasıl boyunduruk altına aldığı görülür.

                                  Rus İmparatorluğu doğuda tüm Sibirya topraklarını işgal edip Alaska’ya geçer. ABD emperyalizmi ile karşı karşıya gelir. 1905’te Japon emperyalizmi ile savaşa tutuşur. Kafkasya’da egemenliğini geliştirir. Burada Ermenistan, Gürcistan, Azerbaycan başta bir dizi Kafkasya ülkesi ilhak edilmiş ve halklar boyunduruk altına sokulmuştur. Batıda Ukrayna, Polonya, Finlandiya, Baltık ülkeleri vb. için de aynı şey geçerli.

                                  Avusturya-Macaristan, iki krallık olarak birlik sağlayınca iyice güçlenir. Kuzeyinde bugün Çekya, Slovakya, Polonya’nın güneyi, doğuda Romanya ve Ukrayna’dan parçalar, güneyde Slovenya, Hırvatistan vb. egemenliği altındadır. 1878 Berlin anlaşması ile Bosna-Hersek üzerinde egemenlik hakkı kazanır, 1908’de ilhak eder vs. Sırbistan’da gözü vardır ve İtalya ile Arnavutluk için çatışma hâlindedir.

                                  Her iki imparatorlukta kapitalizm oldukça gelişmiş, tekeller vs. oluşmuştur. Lenin’in mali sermayeyi incelediği bölümde (Age., s. 65), “kıymetli evrakların toplamı” olarak 31 milyar frank ile Rusya ve onun ardından 24 milyarla Avusturya-Macaristan gelmektedir (büyüklerle fark açısından; 4. sıradaki Almanya toplam 95 milyar kıymetli evrak sahibidir).

                                  Bu iki imparatorluk askerî açıdan da güçlü ülkelerdi; eksik tarafları olsa da bunların gelişmiş –askersel olanı da dâhil– sanayi kompleksleri de bulunuyordu.

                                  Öte yandan ama bu iki güç ile başat emperyalist güçler arasında ciddi farklar da bulunuyordu. Örneğin bunlarla Osmanlı arasında ciddi paylaşım kavgaları çıktığında ve bunlar Osmanlı ile birebir karşı karşıya kaldığında, her açıdan geri durumda bulunan Osmanlı karşısında bunların üstünlüğü açık olmasına ve çatışmalarda kazanan taraf olmalarına karşın, başat emperyalistler Osmanlı yanında ağırlıklarını koyduklarında bunlar bir hatta birkaç adım geri çekilmek durumunda da kalıyorlardı.

                                  Tartışma açısından Çarlık Rusya’sının konumu, önem verilmesi gereken özel bir yer tutuyor. O dönem Rusya’sına nasıl yaklaşıldığı öğretici niteliktedir.

                                  Lenin “Emperyalizm” yapıtında Rusya’nın durumunu, konumunu tartıştığı yerde onun nasıl bir emperyalist olduğunu ortaya koyar. “Dünyanın Büyük Güçler Arasında Paylaşılması” bölümünde –“Seçme Eserler, Cilt V”, s. 79 ve devamında– Rusya’yı bu paylaşıma katılan büyük güçlerden biri olarak ele aldığı yerde, onu, “…ekonomik açıdan en geri kalmış, modern kapitalist emperyalizmin, âdeta kapitalizm öncesi koşulların sıkı bir ağıyla kaplanmış bir ülkesi…” olarak tanımlar. Aynı yapıtta  (“III. Enternasyonal’in çöküşü“ başlıklı yazısında)

                                  Cilt V, s. 203’te yer alan dipnotunda “…Rusya’da kapitalist emperyalizm güçsüz, fakat askeri-feodal emperyalizm o oranda güçlüdür” demektedir.

                                  Burada, emperyalizmin, Lenin tarafından tanımlanan beş özelliğine takılıp kalmadan, başka türlü de olabileceğiyle ilgili açık bir işaret bulunuyor: Kapitalizmin görece güçsüz olduğu –bu doğal olarak burjuvazinin durumunun ne olduğunu içinde barındırır–, bir durumda, ülkenin diğer güçlü yanları göz önünde bulundurularak yapılmış, güçlü bir askeri-feodal emperyalizm tespiti.

                                  Rusya’nın “güçsüz” kapitalist emperyalizminin ardında, savaş öncesi on yıllık süreçte kaydedilen gelişme yatmaktadır. Bununla ilgili şöyle denmektedir: “1905 ve 1915 yılları arasındaki büyük farka rağmen (1915 yılı Rusya’da kapitalizmin gelişiminde daha yüksek bir aşama, 1905 yılına kıyasla ülkede emperyalizmin önemli ölçüde büyüdüğü…)…”  (“Cilt V”, s. 386 dipnot 33’ten). Bu büyüme ama hiçbir biçimde emperyalist büyük güçlerden bağımsız değildi. Ancak 1915’e gelindiğinde ciddi değişikliklerin de olduğu görülüyor. Emperyalist büyük güçlerin “…Rusya’nın sermaye teşekkülündeki payları 1904-1905’te bir bölü ikiden, Birinci Dünya Savaşı’ndan hemen önce bir bölü sekize (1/8) düştü. Borç verme şekli de hükümet tahvillerinden büyümeye ilişkili banka, ticaret, endüstri hisselerine olacak şekilde önemli ölçüde değişti” (Birinci Dünya Savaşı’nda Rusya’nın Askeri Stratejisi, Ahmet Karaca, s. 2, http://nek.istanbul.edu.tr:4444/ekos/TEZ/55216.pdf)

                                  Bu, bir noktaya dek kapitalist gelişmenin emperyalist büyük güçlerin sermaye yatırımları ile sonrasında ise daha büyük oranda yerli sermayenin katkısı ile olageldiğini gösterir. Ancak Lenin’in yapıtında ortaya koyduğu gibi gelinen yerde de bağımlılık açıktır.

                                  Bunun dışında Rusya o dönem 180 milyon civarında nüfusu egemenliği altında bulunduruyordu ve böyle büyük nüfus sayesinde dev bir orduya sahipti; müttefiklerine ve karşıtlarına kıyasla bu açıdan güçlüydü ve savaş boyunca müttefikleriyle birlikte çıkardığı asker sayısının yüzde 40’ını (13 milyon) tek başına kendi sağlamıştı. “Hafif zırhlı araç ve silah sayısı 6848, ağır zırhlı araç ve silah sayısı 240’dı. 1916 yılının sonuna kadar silahaltına alınan insan miktarı ise 13.000.000 idi. Bunun yanında Rusya Birinci Dünya Savaşı yıllarında 3.300.000 tüfek, 28.000 makineli tüfek, 11.700 top, 3.500 uçak, 67.000.000 top mühimmatı, 13.500.000.000 tüfek mermisi ve 20.000 adet kamyon üretmiştir. Savaş boyunca ordunun ihtiyacı olacak araç ve gerecin üretimi açısından Almanya ve Büyük Britanya’nın ardından Amerika Birleşik Devleti ile üçüncü sırayı paylaşmaktadır” (Age., s. 25)

                                  Bununla birlikte işin başka bir yanı da bulunuyordu. Lenin, “Emperyalizm” yapıtını kaleme aldığı tarihten az önce, Birinci Dünya Savaşı’nın başlarında bu yanı da vurguluyordu: “…İngiliz ve Fransız burjuvazisi… çoktandır, milyarlar harcayarak Avrupa’nın en gerici ve barbar monarşisi olan Rus çarlığının ordusunu paralı askerler hâline getirip Almanya’ya karşı saldırıya hazırlamaya çalışıyordu” (“Savaş ve Rus Sosyal Demokrasisi” “Cilt V”, s. 134, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul).

                                  Stalin de “Leninizm’in Tarihsel Kökleri”ni anlattığı konferansta (“Stalin, Eserler, Cilt VI”, s. 82-83, İnter Yayınları, İstanbul), Rusya’nın devrim arifesindeki durumunu ele aldığı bölümde Lenin ile benzer yaklaşımı sergilemektedir.

                                  Gayet somut, çok yönlü bakış açısıyla yapılan tanımlamalardır yukarıdakiler; Rusya’nın ancak “ya bağımlı ya da emperyalist” olabileceği gibi bir yaklaşımdan eser yoktur. Ve bu yaklaşım bize de örnek olmalıdır.

                                  Çarlık Rusya’sının, sanayi üretimi bakımından dünyada 5. ve Avrupa’da 4. sırada yer aldığının tespit edildiğini biliyoruz. Bu sıralamada yabancı sermayenin olumlu rol oynadığı görülüyor. Ancak aynı Rusya ekonomik ve teknik gerilik yüzünden diğer gelişmiş kapitalist, emperyalist ülkelere ve emperyalist “müttefiklerine” de bağımlı durumdaydı. Ağır sanayisinin tayin edici dallarında ve bankacılıkta yabancı kapitalistler egemendi (“Politik Ekonomi Ders Kitabı, Cilt II”, s. 42, İnter Yayınları, Mayıs 1993, İstanbul) Aynı zamanda Rusya, yarı-feodal ilişkilerin ve serflik kalıntılarının egemen olduğu geniş bir köylülük ülkesiydi.

                                  Çarlık Rusya’sının yarı-sömürge konumundan, yarı-sömürgesel bağımlılığından ve ama diğer ülkelerle savaşından elde edeceği çıkarlardan söz edildiği yerde (“Lenin, Cilt V”, s. 370, dipnot 18, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul) onun, Almanya, Avusturya-Macaristan ve Türkiye ile savaştan çıkarı olduğu belirtiliyor. Genişçe bir alıntı yaparak bakalım.

                                  “Batı Avrupa’nın emperyalist devletleri için Çarlık Rusya’sı, mallarını sattıkları ve sermayelerini yatırdıkları yarı-sömürge bir ülkeydi” deniyor alıntıda. Bu bir tespittir. Aşağıda alıntının devamında görüleceği gibi, iş burada bırakılmıyor.

                                  “Ne var ki Rusya’nın egemen sınıflarının da Almanya, Avusturya-Macaristan ve Türkiye ile bir savaştan ekonomik ve politik olarak daha az çıkarı yoktu. Almanya eskiden beri Rus tarım ürünleri için geniş bir pazardı. Fakat daha 19. yüzyılın sonundan itibaren bu pazar Almanya’nın gümrük politikası sonucunda Rusya için daralmaya başlamıştı. Rusya ile Almanya arasında Almanya’ya yapılan tahıl ihracı gümrüklerinin düşürülmesi uğruna mücadele dünya savaşı öncesinde otuz yıl içinde aralıksız sürmüştü.”

                                  Demek ki bu “yarı-sömürge” ülkenin yukarıda söz edilen ülkelerle bir savaştan çıkarları söz konusudur. Burada işin emperyalist yanına bir giriş yapılıyor: Almanya, Rus tarım ürünleri için geniş bir pazardır ve bu pazar için bir çekişme, gerektiğinde bir savaşın göze alınacağı bir çekişme söz konusudur.

                                  Benzer bir durumda meseleye tek taraflı bakıldığında egemen eğilim, bir tarafın emperyalist büyük güç, diğer tarafın ise “yarı-sömürge” olması nedeniyle, bunun bir bağımlılık ilişkisi biçiminde ele alınması biçimindedir ve doğal olarak yarı-sömürge, emperyalist güce bağımlı durumdadır. Mesele böyle ele alınıp burada bırakılır. Bu duruma göre siyasi sonuçlar çıkarılır. Yukarıda görüldüğü gibi doğru bakış açısı bir başkadır.

                                  Yukarıdaki alıntıya bakıldığında mesele salt bir meta ihracı sorunu da değildir.

                                  “Alman pazarının daralması sadece Rus büyük toprak sahiplerine değil, Rus finans kapitaline de zarar veriyordu, çünkü tahıl ihracı, Rus sanayii ve Rus tarımıyla sıkı bağlar içinde olan bankalar aracılığıyla gerçekleşiyordu.”

                                  Yani çelişki, salt Rus üretici ile Alman emperyalizmi arasında değildir; işin içine Rus finans kapitalinin de girdiğini görüyoruz. Bu durumda Rusya açısından emperyalist yan daha bir açığa çıkıyor. Ama bu Rus finans kapitalinin, yani Rus sanayii ve Rus bankacılığının iç içe girmiş olmasının nasıl bir görüntü verdiği hiç önemsiz midir? Değildir kuşkusuz. Rusya’da var olduğu kadarıyla sanayi işletmelerinde tekelleşme ciddi boyutlara ulaşmış durumdadır; öyle ki örneğin büyük işletmelerde işgücünün yoğunlaşmasının, aynı dönemde ABD’dekinden fazla olduğunu okuyoruz. Bu tabii ABD emperyalizminden güçlü olduğu anlamına gelmiyor, Rusya’da var olduğu kadarıyla büyük işletmelerde durum budur.

                                  Bankacılıkta da yoğunlaşma söz konusudur ve banka sermayesi ile sanayi tekelleri iç içe geçmiştir (Bkz.: Agy., s. 56-58). Mali sermayenin boyutlarının göstergelerinden biri olarak ele alınan kıymetli evrakların ülkelere göre dağılımına bakıldığında (s. 65), Rusya’nın 4 büyük emperyalist gücün ardından 5. sırada olduğu görülüyor; ancak 4. Almanya ile arasında büyük farkla; Almanya’nın kıymetli evrak toplamı 95, Rusya’nınki 31 milyar Frank idi.

                                  Ne var ki Lenin yapıtında aynı zamanda, Rusya’daki işletme ve bankalarda yoğunlukla farklı emperyalist güçlerin –bu arada, emperyalist paylaşım savaşımında karşısında yer alınan Almanya’nın da– yatırımı olduğunu verilerle koymaktadır. Kıymetli evrak toplamının içinde yabancı sermaye payı da söz konusudur dolayısıyla (s. 57’de bu konulara değinmekte).

                                  Bu güçlere yarı-sömürgesel bağımlılığın bir nedeni buralarda yatmaktadır.

                                  Rusya’da tekellerin, mali sermayenin oluşumu yabancı sermayeden, büyük emperyalist güçlerden bağımsız olarak ele alınmamaktadır. Lenin’in yapıtında bunu açıkça görüyoruz; gerek Rus büyük tekellerinde gerekse banka sermayesinde yabancı sermaye egemen durumdadır (Agy., s. 56-58).

                                  Hem bağımlılık hem de dünya sömürüsünden pay kapma savaşımına katılım; ikisi bir aradadır.

                                  Bizde ise işin bağımlı / yarı-sömürge yanına takılma, diğer yanı görmeme ya da fazla dikkate almama belirleyici eğilim olmuştur. Ya da diğer yan görülse bile, bağımlılık meselesini belirleyici planda ele almak öncelikli durumda olmuştur.

                                  Rusya’nın Almanya’ya değişik alanlarda ciddi oranda var olan bağımlılığı, savaşa onun yanında katılmayı beraberinde getirmemiştir. Siyasi açıdan bağımsız hareket etmeyi beceren Rus burjuvazisinin çok yönlü planları, pazarlıkları başka türlü davranmasını sağlamıştır.

                                  Alıntıda işin başka bir yanına da değiniliyor:

                                  “Fakat Rus sanayi ve finans burjuvazisinin Almanya’ya karşı savaştan başka çıkarı daha vardı. Savaş öncesinde Alman sanayi ürünlerinin Rusya’ya ithalinin artması, gerek Rus burjuvazisinin, gerekse de Rus sanayiine sermaye yatırımı yapmış İngiliz, Fransız ve Belçika burjuvazisinin çıkarlarını ciddi biçimde yaralıyordu.”

                                  Yani işin, Almanya’ya karşı Rusya pazarının Rus, İngiliz, Fransız ve Belçika burjuvazisi lehine korunması gibi bir boyutu da vardı. Burada, dışalım bağlamında bu denli Almanya’ya bağımlı gözüken ülkenin, onun kuyruğunda değil, tersine, bu durumda Almanya’ya karşı pazarını koruması biçiminde davranış göstermesine tanık oluyoruz. Pazarın korunması salt Rus burjuvazisinin çıkarları anlamında değil, bazı diğer emperyalist güçlerin lehine olmak üzere korunması anlamına da geliyordu.

                                  İşin önemli başka bir yanı da Rus burjuvazisinin yeni pazarlara gereksinim duyması ve bu pazarlar için çatışmaya girmesidir.

                                  “Olgunlaşmakta olan çatışmanın nedenlerinden biri de Ön Asya’da gelişen Rus emperyalizminin çıkarlarıydı. Rus emperyalizmi pazara ihtiyaç duyuyordu. Doğu Asya’da Rusya’nın, 1905’te Japonya’ya karşı savaşta yenilgisinden sonra, Asya’da Rus sanayii için tek dış pazar olarak Türkiye ve İran görülüyordu. Burada Rus sanayii diğer ülkelerin sanayileri ile başarılı biçimde rekabet edebilirdi. Ayrıca Rus burjuvazisi ve Rus büyük toprak sahipleri, Karadeniz’den serbest, Türkiye’den bağımsız bir çıkış elde etmek istiyorlardı; bu da İstanbul ve Karadeniz’i Akdeniz’e bağlayan boğazlar anlamına gelmekteydi; zira 1913 yılında Rus ihracatının yarısı boğazlardan yapılmıştı. Oysa Türkiye, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın müttefikiydi ki bu ülkeler de kendi açılarından Türkiye üzerinde ekonomik nüfuz sahibi olmayı ve egemenlik kurmayı amaçlıyorlardı. Böylece Rusya’nın Türkiye’yi fethetme çabaları, Almanya ve Avusturya-Macaristan’ın çabalarıyla çatışıyordu.”

                                  Japon emperyalizmi karşısında yenilgi alan Rus emperyalizmi, başka arayışlara girip, Ön Asya’da dişine göre pazarları ele geçirmenin peşine düşmüştür. Başka emperyalist güçlerin pazarı durumunda olan bir gücün, kendinden zayıf olanlar üzerinde boyunduruk kurma girişimidir bu ve açıkça emperyalist girişimdir. Bu girişim ama karşıt ittifak güçleri ile çatışmaya gebe bir girişimdir. Kendi ittifak yaptığı emperyalistlerle bir paylaşım yapılmış ve Rusya’ya bir pay ayrılmıştır; tabii emperyalizmin karakteri gereği bunlar geçici anlaşmalar olabilir ancak ve bu durum, müttefiklerle de bir çatışma olasılığını gündemde tutar. Nitekim İngiliz emperyalizmi ile Orta Asya’da daha önce defalarca karşı karşıya geldiğini biliyoruz: “Rusya ile İngiltere arasında, Orta Asya’daki ganimeti paylaşma uğruna iki gücün emperyalist yarışında neredeyse emperyalist bir savaş çıkacaktı!” (Agy., s. 265) (Yıl 1898’dir ve Lenin burada da emperyalist savaştan söz etmektedir. O yıl bile Rusya’ya nasıl baktığını gösterir bir veridir bu).

                                  Önceki alıntıda aynı zamanda Rus emperyalizminin ikmal yollarını garantiye alma bağlamında boğazlara egemen olma girişimini görüyoruz. Tipik emperyalist girişimdir bu. (Günümüzde Türk burjuvazisinin, dünya ticaretinin önemli bölümünün yapıldığı Kızıldeniz çevresindeki politikasına bakın. Kızıldeniz doğusunda Katar, batısında yer alan Afrika ülkelerinde izlenen politika; “Türk Üçgeni” vs.)

                                  Rusya’nın ulusal bakımdan ezilen bir ülke olmadığı, tersine onun başka ulusları ezme eğiliminde olduğu (“Stalin, Eserler, Cilt IX”, s. 164, İnter Yayınları, Ağustos 1991, İstanbul) açık seçik konmuştur. Rusya, İngiltere’nin ardından en büyük sömürgelere sahip olan ikinci devlettir (“Lenin, Seçme Eserler, Cilt V”, s. 83, İnter Yayınları, Haziran 1995, İstanbul)

                                  Rusya ile ilgili yapılan konum tanımlamalarında, onun hiçbir kategoriye tam uymadığını görüyoruz: Gelişmiş ülkelere bağımlı, yarı-sömürge, başka ulusları ezen ve ezme eğiliminde olan, emperyalist çıkarları için başka ülkelerle savaşa giren bir ülke.

                                  Yarı-sömürge olarak mutlak biçimde ele alınsaydı, Rusya 3. kategoriye dâhil edilebilirdi. Lenin’in yazılarında –UKKTH bağlamında– 2. kategorideki ülkelerle benzeştiği de konmaktadır.

                                  Burada anlayışın işi belirli kalıplar içine sıkıştırmaktan uzak olduğu; kategorilerin veya kategorileştirmelerin ancak genel bir yönerge olabileceği; her duruma, her ülkenin durumuna somut olarak bakmanın, onun özgünlüklerinin doğru bir şekilde saptanmasının gerekli olduğu açıkça görülüyor. Ayrıca yukarıda üç başlık altında yapılan gruplaştırmanın UKKTH bağlamında yapılmış olduğu da gözden ırak tutulmamalı.

                                  Rusya’nın emperyalist bir ülke olduğu açıktır ve ama onun (diğer !!!) büyük emperyalist güçlerle arasındaki fark da açık-seçik konmaktadır.

                                  Geçerken şuna da değinelim:

                                  Lenin’de, sadece ortaya koyduğu ölçütlerin şu veya bu biçim ve oranda gerçekleşmiş olduğu ülkelere emperyalist denebileceği gibi bir anlayışa ben rastlamadım. Ama Rusya örneğinde olduğu gibi, başka yerde de emperyalizm sözcüğünü, bu ölçütlerden bağımsız biçimde kullandığını görüyoruz. “Emperyalizm” yapıtı ile aynı tarihlerde kaleme aldığı “Junius Broşürü Üzerine” adlı makalesinde şunları görüyoruz: “…Napoleon Fransız Krallığını kurup, Avrupa’nın uzun süreden beri varlığını sürdüren büyük, hayatiyet sahibi bir dizi ulusal devletini boyunduruk altına aldığında, ulusal Fransız savaşları emperyalist savaşlara dönüşmüş, bu kez bu savaşlar Napoleon’un emperyalizmine karşı ulusal kurtuluş savaşlarına yol açmışlardır” (Age., s. 288).

                                  Bu savaşların yaşandığı dönem 19. yüzyılın başlarıdır.

                                  Ya da “İngiltere ve Fransa Yedi Yıl Savaşlarında sömürgeler uğruna savaştılar, yani emperyalist bir savaş yürüttüler” (s. 290).

                                  Yedi Yıl Savaşları daha da geriye gidiyor, 18. yüzyıl ortaları gibi. Bu, o tarihe dek yeryüzünde görülen, savaşa tutuşan güçlerin egemenliğindeki topraklar göz önüne alındığında, en kapsamlı savaş idi, o günün dünya savaşı niteliğindeydi.

                                  Tüm bu savaşların, kapitalizmin en yüksek aşaması olan emperyalizm ile bu temelde yapılmış olan emperyalist savaşla bir ilgisi olmadığı açık. Bunlar da kapitalizmin ilk dönemlerine, serbest rekabetçi dönemine denk düşen emperyalist savaşları. Savaşa tutuşan güçler de sömürgeler için birbirine düşen o dönemin emperyalist güçleri.

                                  Görüldüğü gibi Lenin bunlara da emperyalist diyor. Ama bunu ne anlamda hangi ilişkide söylediği de açıktır. Buna dikkat edildiği sürece, burada sözü edilen emperyalizmin, kapitalizmin tekelci dönemine özgü emperyalizm ile ilgisi olmadığının bilincinde olunduğunda fazla bir sorun yoktur.

                                  Lenin “Dünyanın Büyük Güçler Arasında Paylaşılması” bölümünde bu konuya, emperyalizmi ekonomik temelinden kopararak salt bir politika olarak tanımlayanlarla polemik içinde şöyle değinir: “Sömürge politikası ve emperyalizm, kapitalizmin en son aşamasından, hatta kapitalizmden önce de vardı. Kölecilik üstüne kurulu Roma, sömürge politikası izlemiş, emperyalizmi gerçekleştirmişti. Fakat toplumsal ve ekonomik formasyonlar arasındaki radikal farkları unutan ya da arka plana atan emperyalizm üzerine bütün ‘genel’ değerlendirmeler, kaçınılmaz olarak, ‘Büyük Roma’nın ‘Büyük Britanya’ ile karşılaştırılması gibi birtakım boş bayağılıklara ve palavralara düşecektir. Zira kapitalizmin önceki evrelerindeki kapitalist sömürge politikası bile, mali sermayenin sömürge politikasından önemli farklılıklar gösterir”.

                                  Ve devamında bu farkların neler olduğu ve önceki dönemlerden farklı olarak dünya sahnesine neler getirdiği ve bunun anlamı üzerinde durur.

                                  Ayrıca güç dengeleri bakımından, gelişmiş kapitalist üretim temeline oturan günümüz emperyalizmi önceki dönemlerin emperyalizmi ile kıyaslanamaz bile. Şu veya bu biçimde geniş bir sömürge imparatorluğuna sahip olup da kapitalist gelişmenin ilk aşamalarına takılıp kalan bir devletin ne duruma geleceğine, getirileceğine Osmanlı iyi bir örnektir. Bunun dışında büyük emperyalistlerle arasında fark olmasına karşın, kapitalizmi şu veya bu oranda gelişmiş, büyükçe nüfusa sahip devletler, ellerinde önceki dönemden kalan sömürgelerini bir biçimde koruma ve bunlara mümkün olduğunca başkalarını ekleme anlamında paylaşım dalaşına dâhil olabilmektedir. Ezen konumunda olan bu gibi devletlere emperyalist demekte bir sakınca olmadığı, daha doğrusu böyle adlandırmanın gerekli ve doğru olduğu görülüyor.

                                  Mesele şurada düğümlenmektedir: Hangi niteliklere sahip ülkeler “ezen” konumunda yer alır?

                                  Buraya kadar anlattıklarımızdan, kapitalist-emperyalist olmanın belirleyici özellikleri olarak şu sonuçları çıkarabiliriz.

                                  – Siyasi bağımsızlık bir önkoşuldur.

                                  –  Ülkede kapitalizmin belli bir noktaya kadar gelişmiş olması gerekir.

                                  Lenin, gelişmiş olanlarla kıyaslama içinde, Rusya için “orta derecede gelişmiş” tanımlaması yapıyor. O gün için “kapitalizm öncesi koşulların sıkı bir ağıyla kaplanmış bir ülkesi…” olan Rusya’da olduğu gibi, tekellerin, mali sermayenin oluşmuş olması gerekli koşullardandır.

                                  – Kapitalistleşmenin bu belli aşamaya dek gelişmesinin yerli ya da yabancı sermaye ile gerçekleşmiş olmasının, emperyalist güç olup olmama ile doğrudan bağı bulunmamaktadır. Yabancı sermayenin katkısı ile de gelişen kapitalizmin, belli bir aşamaya gelindiğinde, kapitalist emperyalizmin ortaya çıkmasında önemli rolü vardır. Dünyanın paylaşımına katılım artık farklı bir temelde olmaktadır.

                                  – Yabancı sermayenin, bağımlılık ilişkisi bağlamında önemi olduğu kuşku götürmemekle birlikte, tek başına bunun varlığı, otomatik olarak siyasi anlamda da tam bir bağımlılık oluşturmak anlamına gelmez. Yabancı sermayenin şu veya bu oranda varlığı, siyaset belirlemede bir etmen olabilir, ama izlenecek siyasetin oluşmasında ve duruma göre oluşturulacak bağlaşıklar vb. söz konusu olduğunda ülke egemen sınıflarının, dönemsel ve mümkün olduğunca kapsayıcı çıkarları belirleyici olur.

                                  – Dış borçların oluşma biçiminin ne ve nasıl olduğu da önemli bir etmendir.

                                  – Doğrudan yatırımlar ve bunun nasıl olacağı ile ilgili ulus devletin verdiği karar önemlidir.

                                  – Yabancı sermayenin (doğrudan yatırım, borçlar vb.) varlığı ve bunun belli bir bağımlılık ilişkisi oluşturması koşullarında, emperyalist olup olmama bağlamında belirleyici olan, ülkenin, emperyalist dünya sistemi içinde hangi konumda yer almış olduğudur.

                                  Bu konum nasıl belirlenecektir?

                                  Şu veya bu biçimde kapitalizmi, onu dış pazarlara yayılmaya zorlayacak aşamaya gelmiş ülke, bunu değişik araçlarla, yumuşak ve sert gücünü kullanarak gerçekleştiriyor ve gücü oranında pay kapmayı becerebiliyorsa, onun dünya emperyalist sistemi içindeki yeri “ezilenler” arasında olamaz. Elinde sömürge(ler) ya da nüfuz alanları bulunan ve kapitalizmi şu veya bu oranda gelişmiş olan ülkeler için de aynı şey geçerlidir.

                                  Hammadde ve mamul madde pazarlarının garantiye alınması bağlamında neler yapıldığı, ticaret ve ikmal yollarının garantiye alınmasında kullanılan yol ve yöntemler ile bu sorunda ne denli etkin güç kullanıldığı vb. unsurlar belirleyici önemdedir. Bunu şu veya bu oranda yapabilen etkin güçler vardır, bütün bu etkinliklerde etki altında bulundurulanlar vardır.

                                  – Emperyalist güçler arasında göreceli farklar olması kaçınılmazdır. Bazı alanlarda görece geri olan güç, bunu başka alanlardaki güçlü konumuyla olabildiğince dengelemek durumundadır. Her bir gücün, kendi güçlü yanlarından yararlanarak politikalar geliştirmesi beklenir. Diğer alanlarda görece güçsüz durumda bulunan ve ama örneğin askeri sanayi alanında görece gelişmiş konumda bulunan gücün, bu yanını öne çıkarıp kullanması olağandır.

                                  – Rusya’nın somutunda görüldüğü gibi, çeşitli açılardan bağımlı durumda olan bir ülke, karşısında daha güçlü bir emperyalist olduğu koşullarda kendine güçlü müttefik(ler) bulma durumunda kalır. Duyduğu bu gereksinim, bağımlılığının derecesine göre ve bağımlılık oluşturan unsurların üstesinden süreç içinde ne denli geldiğine bağlı olarak değişiklikler gösterir.

                                  – Paylaşım dalaşında farklı güçlerin oluşturdukları blokların içinde yer alma bağlamında, görece güçsüz ülkenin blok içinde yer alırken yaptığı pazarlıklar ve bu pazarlıklarda gücü oranında kaptığı paylar vb. bile dikkatle izlenmesi gereken bir olaydır.

                                  Yarı-sömürgesel bağımlılık içine düşmüş ülkeler arasında farklar var mıdır?

                                  Var olduğu görülüyor. Bunu reddeden kimse de pek çıkmaz. Ancak farkın ezen / ezilen devlet ayrımında yarı-sömürgesel bağımlılık içinde olanlar arasında bazılarının ezen kategorisinde olabileceği pek düşünülmemiş ya da düşünülmüşse bile, bu, ezilen ülkenin ezen konumunda da olabileceği anlayışıyla anlamsız duruma getirilmiş, fark silikleştirilmiştir.

                                  Oysa Rusya örneğinde gördüğümüz gibi bazı durumlarda bu farklar ülke konumunun farklı değerlendirilmesine neden olacak biçimdedir.

                                  Yarı-sömürgesel bağımlılığa sahip iki tip ülke arasında bu fark kendini bariz biçimde gösteriyor. Bunlar için tipik iki örnek Rusya ve Osmanlı’dır.

                                  Bu konuyu ele almamızın nedeni, bağımlılık sorununa yaklaşırken meseleyi, tanımlamalara takılı kalmadan çok yönlü araştırmanın doğru ve gerekli olduğuna dikkat çekmek içindir. İkinci olarak bu, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de Osmanlı sonrası dönemde / cumhuriyet döneminde gelişmenin nasıl olduğu ve önceki dönemle aradaki farkın ne olduğunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayabilir.

                                  Yukarıda Lenin ve Stalin’den alıntılarla Rusya’nın yarı-sömürgesel bağımlılığından söz ettik. Bu bağımlılık durumu açık olmasına karşın, Rusya, emperyalist bir güç olarak ele alınır.

                                  Buna karşın tipik yarı-sömürgeler olarak “İran, Türkiye ve Çin” sıralanmaktadır. Bunlardan “İran tam olarak sömürge durumundadır, Çin ile Türkiye de bu yolda”dır (Age., s. 82).

                                  Dönemin “Türkiye”si ile Rusya’sının değerlendirilmesi bağlamında, her iki devlet arasında, yarı-sömürgesel bağımlılıklarına karşın, ciddi farklar vardır.

                                  Farkın ardında iki devlet arasında kapitalist gelişmenin durumu belirleyici unsur olarak durmaktadır. Birinde –Osmanlı’da, o da Batı bölgelerinde olmak üzere- kapitalist gelişmenin ilk aşamalarından söz edebiliriz.

                                  Var olduğu kadarıyla hafif sanayi, korumadan yoksun durumda olduğu koşullarda, Avrupa’nın makineleşmiş sanayi ürünleri ile rekabet edememiş ve giderek yok olmaya yüz tutmuştur. Osmanlı’nın yükselme döneminde Avrupa devletlerine verilen ve o dönem avantajlar sağlayan kapitülasyonlar geri tepen silah gibi, son dönemlerde aleyhte rol oynamıştır. Devleti sürdürecek mali kaynaklar azalınca Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinden borç alınmak durumunda kalınmış ve birkaç on yıl içinde borçlar geri ödenemez konuma gelinmiştir. Mali, ekonomik açıdan bağımlılık açıktır.

                                  Askeri alanda ciddi bir bağımlılık söz konusudur. Var olan işletmelerde Batılı emperyalist güçlerle başa çıkabilecek bir askeri araç-gereç üretimi söz konusu değildir. Ordu süreç içinde, önceleri ıslah vb. kaygılarla Batılı uzmanların yönetiminde düzenleme, eğitim gibi reformlara tabi tutulmuş, son dönemde artık neredeyse doğrudan Batılı (Birinci Dünya Savaşı’nda Alman generaller başta olmak üzere her kademeden subay Osmanlı ordusunda “görevdeydi”. Osmanlı subayları ile oldukça çelişkili durumlar da yaratmıştır bu durum) subayların sevk ve idaresine girmiştir.

                                  Borçlar ödenemeyince oluşturulan Düyun-i Umumiye adlı kurum aracılığıyla Osmanlı devlet gelirlerinin yarısına emperyalistler doğrudan el koymuşlardı.

                                  Ekonomik ve adlî kapitülasyonlar da işin cabasıdır.

                                  Büyükçe denebilecek az sayıda işletmenin önemli bölümü ya doğrudan emperyalistlere ya da onlarla yakın ilişkilere sahip gayrimüslim tebaaya aitti.

                                  Ulaşım olanakları; deniz yolları büyük oranda, demiryolları tümüyle emperyalistlerin işletmesinde, denetiminde idi vb.

                                  Böyle bir yapıda devlet bürokrasisinin bağımsız bir davranış gösterme olanak ve olasılığı yok gibiydi.

                                  Söz konusu olan tipik bir sömürge olmaya doğru ilerleyen yarı-sömürge yapıdır. Ve burada açık bir devletsel bağımlılıktan söz edilebilir; devletin emperyalist güçlerin etkisi dışında kıpırdayacak hâli yoktur. Burada siyasal bağımsızlık “lafta” derekesine düşürülmüştür.

                                  Çin ile benzerlikler gösteren bu yapı –Stalin’in deyimi ile– ulusal etmenin oluşmasını beraberinde getirmiştir. Ulusalcı aydınlar bu yapıya karşıt pozisyonda tavır geliştirmişler ve işçi sınıfı da 1908 burjuva “devrimi”nden sonraki ilk yığınsal grev eylemlerini “gâvur” işletmelerinde yapmışlardı.

                                  Ötekinde –Rusya’da– ise kapitalizm bir bütün olarak ele alındığında orta düzeyde gelişmiş olmakla birlikte, coğrafi açıdan Avrupa sayılan bölümünde ciddi gelişmeler olduğu görülüyor. Yabancı sermayenin de yardımıyla bu bölgede oluşmuş ve tekelleşme boyutlarına ulaşmış bir kapitalist temelden söz edilmektedir. Yukarıda bunun yeterince üzerinde duruldu.

                                  Stalin Çin ile farkları ele aldığı aynı yerde Rusya’daki bağımlılığın ulusal etmen oluşması için yeterli olmadığını, Rusya’nın ezen bir devlet olduğunu belirtir.

                                  Yukarıdakilere ek olarak burada belki sahip oldukları sömürgeler konusundaki iki devlet arasındaki belirleyici farka değinmek gerekir.

                                  Her iki devlet –Osmanlı ve Rusya– sömürgelere sahip devletlerdir. Temel fark Rusya’da sömürge politikası, artık oluşmuş durumdaki mali sermaye temelinde yürütülürken, Osmanlı’da kapitalizmin hemen hiç gelişmemiş olduğu koşullarda yürütülen, yani kapitalizmin serbest rekabetçi döneminin de gerisinde kalan bir sömürgecilik söz konusudur.

                                  Rusya’da emperyalist tarzda bir sömürge politikası gündemdedir. Lenin yapıtında mali sermayeyi ele aldığı bölümde “…mali sermaye de genelde olası hammadde kaynaklarını amaçlayarak, henüz paylaşılmamış dünya köşelerinin paylaşılması mücadelesinde, ya da paylaşılmış olup da yeniden paylaşılması söz konusu olan toprakların paylaşılmasında geride kalmaktan korkarak, nasıl olursa olsun, nereden olursa olsun, hangi araçlarla olursa olsun olabildiğince çok toprağa el koyma eğilimindedir” der. Devamında İngiliz kapitalistlerinin sömürgesi Mısır’da ve Rus kapitalistlerinin sömürgesi Türkistan’da pamuk üretimini teşvik ettiğinden söz eder. “…zira bu yolla, yabancı rakiplerini daha kolay alt edebilirler, hammadde kaynaklarını daha kolay biçimde tekelleştirebilirler, üretimin ve pamuğun işlenmesinin bütün evrelerini tek başına kucaklayan ‘kombine’ üretim yapan, daha ekonomik, daha avantajlı bir tekstil tröstü kurabilirler” (Age., s. 87). Rus mali sermayesinin sömürgesi Türkistan somutunda uyguladığı sömürge politikası, İngiliz emperyalizmiyle kıyas içinde ele alınmaktadır burada.

                                  Bu durumdaki bir devletin, emperyalist dalaş içinde yer alan bir devletin, her ne kadar yarı-sömürgesel bağımlılığından söz ediliyorsa da devletsel bir bağımlılık içinde olduğu söylenemez. Burada siyasal anlamda bağımsızlığın söz konusu olduğu ve bunun diğer alanlardaki edimlerde de yansıması olduğu kuşku götürmez.

                                  Politik Ekonomi Ders Kitabı’nda Cilt 1, s. 345’te “Sömürge ve bağımlı ülkelerin en az üç kategorisi arasında ayrım yapılmalıdır” denmekte ve ayrım, kapitalizmin ve buna bağlı proletaryanın gelişme düzeyine göre yapılmaktadır. Burada sorunun sömürgelerin ulusal kurtuluş mücadelesi açısından ele alındığını görüyoruz. Her üç kategoride ele alınan ülkelerin durumu Rusya’nın konumundan fark göstermektedir.

                                  Ele alındığı biçimiyle ülke kapitalizminin gelişkinlik derecesinin ve buna bağlı proletaryanın nicel gelişmişliğinin, “bu, sömürge ve bağımlı ülkelerdeki ulusal kurtuluş hareketinin özelliklerini belirler” denerek savaşım üzerinde önemli bir rol oynadığı konmaktadır.

                                  Emperyalist güçler arasındaki dalaş sonucunda dönemsel olarak bağımlı duruma düşen emperyalistler

                                  Yarı-sömürgesel bağımlılığa sahip ülkeler arasında sistem içinde konumlandırma bağlamında bariz farklar olabildiği gibi, emperyalist ülkelerin arasındaki farklar da bazılarının dönemsel olarak yarı-sömürgesel bağımlılığa kadar giden bir bağımlılık ilişkisi içine düşmelerine neden olmuştur.

                                  Bunun üzerinde durmamın nedeni, sorunu incelerken yukarıda alıntılarla değindiğimiz Lenin’in “Ulusların Kendi Kaderini Tayin Hakkı İle Bağıntılı Üç Devlet Tipi” başlığı altında yaptığı gruplandırma ve devamında değindiğim “Marksizmin Bir Karikatürü ve ‘Emperyalist Ekonomizm’ Üzerine” makalesinde iki gruba ayırmanın, o gün somutunda yapılan işler olduğu, gruplandırmanın durağan olmadığı, olamayacağını vurgulamak içindir.

                                  Emperyalist sistem içinde kalındığı koşullarda süreç içinde gruplar arasında kaymalar olması kaçınılmazdır.

                                  Emperyalist güçler de birbirlerini boğazlamak, pazarlarını ele geçirmek için ellerine geçen hiçbir fırsatı kaçırmazlar. Bırakın o an için karşıt emperyalist cephe içinde yer alanları, geçici veya görece uzun dönem “dost ve müttefik” cephe içinde yer alanlar için de aynı şey geçerlidir. Güçlü olan bu açıdan avantajlıdır doğal olarak.

                                  Birinci ve ikinci paylaşım savaşlarında yenilen emperyalist güçlerin ne duruma geldiğini, getirildiğini biliyoruz. Ama savaştan yengi ile çıkan bazılarının da durumu, kendinden büyük güce muhtaç duruma gelme, bağımlı olma açısından benzerlik gösteriyordu.

                                  İkinci Dünya Savaşı sırasında ABD emperyalizmi, “dost ve müttefiki” olan İngiliz emperyalizmini, eline fırsat geçer geçmez, çok yönlü olarak kendine bağımlı duruma getirmek amacıyla elinden geleni ardına koymamıştı.

                                  Almanya’ya karşı savaşta kaynaklarının sonuna doğru yaklaşan İngiltere hem ABD’den yardım alabilmek hem de savaş sonrası dünyayı nasıl biçimlendirebilecekleri ile ilgili görüşmeler yürütmek için ABD nezdinde girişimlerde bulunmaya başladı. O güne dek geniş sömürge ve dominyonları ile kendine bağımlı geniş bir coğrafyada nüfuz sahibi olarak büyük bir emperyalist güç konumunda, en güçlü olanlardan biri durumunda olan İngiltere, bu konumunu savaştan sonra da koruyabilme amacındaydı.

                                  1941 yılının mayıs ayında İngiltere, özel temsilci olarak Keynes’i atadı. ABD Dışişleri Bakanı ile görüşen Keynes’e ABD emperyalizminin temsilcileri, dünyanın değişik ülkelerindeki ve ABD’de bulunan İngiliz yatırımlarının, bunun yanında üs, tesis ve donanımların da kendilerine devredilmesini istediklerini söylediler. Keynes, “bunlar bize, bizim en zavallı Balkan ülkesine yaptığımız muameleden de kötüsünü yapıyorlar” diyerek geri döndü.

                                  Sonrasında başlayan Bretton Woods görüşmeleri iki yıldan fazla sürerek 1944’te tamamlanabildi ve ABD tüm görüşlerini İngiltere’ye kabul ettirdi. Savaşın süreci içinde İngiltere, beklendiği gibi, daha da sıkışmıştı. ABD’den milyarlarca dolarlık borç almak zorunda kaldı ve o dönemden kalan borcun son taksitini 2006’da ödedi.

                                  Bu, İkinci Dünya Savaşı’ndan yengi ile çıkmış ve ABD’den sonra en güçlü konumda olan emperyalist gücün durumudur. Diğerlerinin durumunun nasıl olabileceği, olduğu açık olmalıdır. Almanya, Japonya –devletsel bağımsızlığı yitirmeleri bağlamında da– birer yarı-sömürge durumuna düşürülmüştür. Birinci Dünya Savaşı sonrası yine Almanya’nın konumu farklı değildi.

                                  Savaşlar çelişkilerin en keskin olduğu durumdur kuşkusuz.

                                  Savaşta olduğu gibi mola dönemlerinde de kapitalizmin eşitsiz gelişim yasası geçerlidir. “Bu yasaya göre, işletmelerin, tröstlerin, sanayi dallarının ve tek tek ülkelerin gelişmesi, eşit bir şekilde değil, sabit bir sıralanışa göre değil, bir tröstün, bir sanayi dalının ya da bir ülkenin tüm zaman boyunca önde gitmesi, diğer tröstlerin ya da ülkelerin sıraya göre birbiri ardında geri kalması şeklinde değil; tam tersine sıçramalı bir şekilde, bazı ülkelerin gelişmesinde duraklamalar ve diğer ülkelerin gelişmesinde ileriye doğru sıçramalarla olmaktadır.” (“Proleter Devrim Teorisi”, 2. Defter, s. 69, İnter Yayınları, Eylül 1990, İstanbul)

                                  Dolayısıyla kapitalist emperyalizmin karakteri gereği, çeşitli etmenlere bağlı olarak, kapitalist ülkelerde gerçekleşen ilerleme ve gerilemeler güç dengelerinde değişmelere neden olur. Kapitalist-emperyalist devletlerin her alanda güçlerinin eşit olması gibi bir durum da söz konusu değildir.

                                  Olağanüstü durumlarda, emperyalistler her türlü fırsatı kullanarak birbirlerinin pazarına nüfuz etmeye ve bu yolla aynı zamanda nüfuz edilen emperyalist ülkenin pazarlarında da etkin duruma gelmeye çalışırlar.

                                  Birinci Dünya Savaşı sonrası Almanya’nın durumu buna iyi bir örnek oluşturur. Alman emperyalizminin dirilip, ayağa kalkması biraz da –ve belki bu çok önemli rol oynamıştır–, savaşın galibi emperyalist güçlerin bu pazardaki etkinlikleri ile olmuştur.

                                  “Politik Ekonomi Ders Kitabı” (Cilt 1, s. 384) durumu şöyle özetler: “Birinci Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğrayan Almanya, Amerikan ve İngiliz kredilerinin yardımıyla ağır sanayiini kısa zamanda tekrardan kurdu ve kısa süre sonra etki alanlarının yeniden paylaşılmasını talep etti”. Ya da “ABD, İngiltere ve Fransa’nın kartel anlaşmaları yoluyla Alman tröstleriyle bağlanan büyük tekelleri, bu ülkelerin egemen çevrelerinin politikasını, daha sonra savaşa yol açan Hitlerci saldırganlığın teşvik edilmesi ve kışkırtılması politikasını esinlendirdiler ve yönlendirdiler” (Agy., s. 323). Dikkat edilirse burada birileri yönlendiren, birisi de yönlendirilen konumda ele alınmaktadır. Ama bu böyle diye bir tarafın emperyalist, diğerinin emperyalistliğini örter biçimde, sanki hep böyle kalacaklarmış gibi, bağımlı vb. olarak konumlandırılmasına neden olmamıştır. Dönemsel bir olaydır bu.

                                  Dönemin galibi büyük emperyalist güç, bağımlı duruma getirdiği diğer emperyalist gücün pazarına nüfuz eder. Bunun ardında yatan itici güç, azami kâr dürtüsünden başka bir şey değildir. Nüfuz eden gücün niyeti doğrudan bu olmamakla birlikte, sistemin çelişkileri, nüfuz edilen ülkede de hızlı bir toparlanmayı, gelişmeyi beraberinde getirir.

                                  Burada, buralara akan emperyalist sermayenin iki yönlü işlev yerine getirdiği görülüyor. Birinci sonrası olduğu gibi İkinci Dünya Savaşı sonrasında da Almanya pazarına nüfuz eden ABD emperyalist tekelleri, buradan üçüncü ülkelere ki buralar Almanya’nın etkin olduğu pazarlardır, ihracat yaparlar, ama bu Almanya’nın dışsatım hanesine yazılır ve ülke olarak bundan bir çıkar elde eder.

                                  İkinci Dünya Savaşı sonrası, savaştan galip ve yenilerek çıkan Avrupalı emperyalistlerin pazarı her alanda ABD emperyalistlerince doldurulmuş, bunların ekonomisi, Stalin’in deyimiyle gemlenmiştir.

                                  Dünyadaki emperyalistler arası denge de buna bağlı olarak radikal biçimde değişmiştir.

                                  Her iki savaş sonrası emperyalist güçler dengesini Harry Magdoff  “Sömürgesiz Emperyalizm” (Devin Yayıncılık Şubat 2005) kitabında inceler. Kitabının 95 ile 108. sayfalarında ABD ve diğer emperyalistler arasındaki ilişkiler önemli veriler içermektedir.

                                  Sermaye ihracı bağlamında bakıldığında, kitapta Tablo 8’de tüm dünyadaki sermaye ihracının yaklaşık %90’ını yapan 4 büyük güç arasındaki yüzdesel dağılımı görmekteyiz.

                                  Sermaye ihracı%

                                  Ülke Yıllar
                                  1914 1930 1960
                                  ABD 6,3 35,3 59,1
                                  İngiltere 50,3 43,8 24,5
                                  Almanya 17,3 2,6 1,1
                                  Fransa 22,2 8,4 4,7

                                  Veriler dönemler itibariyle savaş öncesi ve her iki dünya savaşı sonrası sermaye ihracı alanında büyük emperyalistler arasındaki güç dengesini gözler önüne seriyor. Birinci savaş öncesi bu bakımdan diğer güçlerin epey gerisinde olan ABD emperyalizminin giderek güçlendiği ve başat güç hâline geldiği görülüyor. İngiliz emperyalizmi ise payının yarı yarıya azalması ile başat güç olmaktan çıkıp, ikinci duruma düşmüştür. Fransa ve Almanya ise ciddi zemin kaybına uğramıştır.

                                  Her iki savaştan yenilgiyle çıkan Alman emperyalizminde sermaye ihracı bağlamında gerileme daha da çarpıcıdır. Birinci savaştan bir süre sonra payı ancak yüzde 2’lerde iken, ikinci savaştan 15 yıl sonra ancak yüzde bir düzeyine çıkabilmiştir. Ve bu düzey, ABD ve İngiltere tarafından yapılan sermaye ihracı yanında neredeyse dikkate alınmayacak orandadır. Bu, ama Almanya’nın emperyalist olma özelliğini yitirmesi anlamına gelmiyordu; büyük emperyalist güce birçok alanda bağımlı duruma gelen ve kendine gelmekte olan emperyalist bir gücün durumunu yansıtıyordu.

                                  Aynı biçimde yukarıda Keynes’in, ABD’nin İngiltere’ye, onun bir Balkan ülkesine yaptığı muameleden daha kötüsünü reva gördüğü konusundaki yakınmasından ve bunun gerçek durumu yansıttığından yola çıkarak İngiltere’yi emperyalist olmaktan çıkarıp, emperyalizme bağımlı ülke yapmak doğru olmazdı.

                                  Diğer alanlardaki bariz fark için de aynı durum geçerlidir. Örneğin doğrudan yatırımlar konusunda da ABD tekellerinin aynı dönem için üstünlüğü bariz durumdadır.

                                  Aynı kitapta (“Sömürgesiz Emperyalizm”) yer alan tablo 12, 1960’ların ilk yarısında üç büyük Avrupa ülkesindeki yabancı yatırım stoklarında ABD ve Avrupa ülkelerinin paylarını veriyor. Bu konuda ABD’nin tartışılmaz ağırlığı görülüyor. Fransa ve Almanya’nın durumu, sermaye ihracındaki durumları gibi hayli gerileme olduğunu gösteriyor.

                                  Fransa Batı Almanya Britanya
                                  1962 1964 1962 (% olarak)
                                  ABD 45 34 72
                                  Britanya 12 10 –
                                  Hollanda 11 17 2
                                  İsviçre 5 16 7
                                  Belçika 8 5 1
                                  Fransa – 7 2
                                  Batı Almanya 3 – 1

                                   

                                  Burada başka faktörlere dikkat ederek değerlendirmede bulunmak gereklidir. Tek başına yukarıdaki veriler, Almanya ya da Fransa gibi ülkelerin konumunu belirlemeye yetmez.

                                  Bu sonuncularla dünyanın geri kalan ülkeleri arasında o gün koşullarında varlığını sürdüren derin fark açıktır. Dünyanın büyük çoğunluğu o dönemde sömürge, yarı-sömürge koşulları altındadır ve bu bağımlı ülkeler sömürgeciliğe karşı savaşım içindedirler. Bunların ezilen kategorisi içinde yer almış olmaları gayet anlaşılır durumdadır. Ezenler ise yine açık biçimde, güç bağlamında birbirinden farklı durumda bulunsalar da emperyalist güçlerdir.

                                  Her emperyalist ülke, kendi güçlü taraflarından yararlanarak, dünyanın geri kalanını sömürmek, buralara nüfuz etmek için çaba göstermektedir. Hedef aynı olmasına karşın kullanılan araçlar farklı olabilmektedir.

                                  Örneğin Birleşik Krallık, ABD emperyalizmi karşısında gerileyen bir güç olmasına ve ABD tarafından değişik yollarla etki altına alınmış olmasına rağmen, 2. savaştan sonra da örneğin Commonwealth ile çok sayıda ülkeyi şu veya bu biçim ve oranda etkisi / nüfuzu altında bulundurmuştur. Bu konumunu İngiltere kullanabildiği kadar kullanmıştır. 1960’ta AB’nin önceline rakip olarak örgütlenen ve 1973 yılına dek on kadar ülkenin içinde yer aldığı EFTA (Avrupa Serbest Ticaret Birliği) örgütünde başat güç durumunda olmuştur.

                                  Yüksek teknolojiye dayanan askeri / sert gücünü yeri geldiğinde kullanmaktan geri kalmamıştır, kalmaz.

                                  Buna karşın İkinci Dünya Savaşı’ndan yenilgi ile çıkan ve birçok açıdan ABD’ye bağımlı durumda olan Alman emperyalizmi aynı dönemde örneğin “Entwicklungshilfe-Kalkındırma Yardımı” gibi yumuşak güç alanına giren bir aracı kullanarak nüfuz alanlarını genişletmeye önem vermiştir.

                                  Fransa ise gelişmiş ekonomisi, askeri gücü ile ve büyük sömürgelere sahip bir ülke olarak emperyalistliği kuşku götürmez.

                                  Emperyalist olarak değerlendirilen bir gücün değişik alanlarda daha büyük / üstün güce bağımlılığı ile Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin bağımlı olması arasında fark var mı?

                                  Karakter olarak bunlar farklı mıdır?

                                  Bizde eğilim bu ülkeler arasında bağımlılık açısından bir fark olduğu biçiminde oldu.

                                  Bu böyle midir sorusuna birçok açıdan bakılabilir. Konuya farklı yerlerde değiniyoruz.

                                  Yukarıda değindiğimiz gibi, bağımlı ülkeler arasındaki farklılıkları da burada göz önünde bulundurmalıyız.

                                  Herhangi bir alanda bir bağımlılık ilişkisi söz konusu ise emperyalist değerlendirilen bir ülkenin bağımlığı ile Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin (ve benzeri ülkelerin) bağımlılığı arasında özsel bir fark bulunmadığını düşünüyoruz. Bu Kuzey Kürdistan-Türkiye kapitalizminin gelişme düzeyi açısından böyle bir görünüm sunuyor.

                                  Soruna aşağıda askeri konuda, örneğin savaş uçağı üretimi alanında ABD ile müttefikleri arasındaki ilişkiye / dengeye ve bunların yakın geçmişte, İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde nasıl oluştuğuna bakalım. Üst teknoloji üretim alanını temsil eden uçak üretimini bilinçli olarak seçtik.

                                  İkinci Dünya Savaşı, Almanya ve Japonya’nın yenilgisi ile sonuçlanınca bu ülkelerin eli-kolu anlaşmalarla bağlandı. Ekonomik olarak çok yönlü bağımlılıkları yanında bunlar askerî açıdan da ABD emperyalizmine bağımlı duruma getirildiler.

                                  Almanya NATO bünyesine alındıktan sonra, özellikle ağır silahlar açısından ABD kaynaklı araç gereçle donatılmaya başlandı. Almanya o dönem kendi savaş uçağını üretemez durumdaydı, bu açıdan Kuzey Kürdistan-Türkiye ile benzerlik söz konusuydu. Fark, bu alanda birinin daha önce gelişmiş bir üretimi varken, diğerinde birçok açıdan bağımlı olan üretiminin emekleme aşamasında bulunduğu biçimindeydi. Sonuçta ama 2. savaş sonrasında her iki ülke uçak üretimini bırakmış durumdaydı.

                                  1960 yılında Batı Almanya ile ABD arasında savaş uçağı üretimi üzerine görüşmeler başladı. Amerikan Lockheed şirketi ürünü F-104 uçaklarının montajının Almanya’da yapılması görüşmeleriydi bunlar. 1960 yılının mart ayında bu tip bir üretimin başlatılması kararlaştırılmış olmasına karşın Lockheed bu işe pek sıcak bakmıyordu. Hazır satmak varken, kârın bir bölümünü başka şirketlere bırakmak istemedikleri anlaşılıyor.

                                  Uzun tartışmalar ve pazarlıklar yapıldığı görülüyor. Mayıs sonunda karar alınmasına karşın Luftwaffe (Alman Hava Kuvvetleri) ancak temmuz ortasında onayını veriyor. Bir dizi gelişmeden sonra Messerschmitt firması Ekim sonunda tüm sorumluluğu aldığını açıklıyor. Messerschmitt, bu iş için Nörvenich’te montaj için bir şube açıyor. Eğitim almak için ABD’ye uzmanlar gönderiliyor ve işletmede ABD’li uzmanlar da çalışıyorlar. İlk 8 uçak ABD’den hazır alınıyor. Ve devamında Nörvenich’teki tesiste ABD’den 12 gemi ile parçalar hâlinde getirilen 27 uçağın montajı yapılıyor.

                                  Burada yapılan iş tam anlamıyla bir montaj işidir; uçakla ilgili bir parça üretimi söz konusu değildir.

                                  Sonrasında işin içine Avrupalı diğer bazı NATO ülkeleri de katıldı. Artık uçağın bazı parçalarının da üretimi söz konusu edilmektedir ve bu konuda ABD’li şirketle kıran kırana bir pazarlık yapılmıştır.

                                  1962 yılında Alman medyasında çıkan habere göre “dünyanın en büyük ortak projesi” başlıyordu. 4 NATO ülkesi; Almanya, Hollanda, Belçika ve İtalya bu uçak için 1.045 adet sipariş vermişti. Habere göre ortak üretim, 25 uçak montaj işletmesi, 6 motor fabrikası ve 36 elektronik işletmesinde istihdam edilecek 100.000 çalışan ile yapılacaktı. Haberin böyle bir işbirliği ile yapılan üretimi desteklemek amaçlı olduğu, bu sayıdaki uçak için seferber edilecek işletme ve çalışan sayısının abartılı olduğu gözden kaçmıyor.

                                  Tabii bu farklı ülkelerin işletmelerinde yapılacak üretim ve bunun dağılımı konusunda iş bölümü hiç sorunsuz ve çelişkisiz değildir. Örneğin Alman Messerschmitt iş yükünün ağır olduğunu ve bu yüzden bazı uçakların İtalya’nın Fiat-Turin tesislerinde yapılmasını önerdiğinde, bu, Luftwaffe tarafından reddedilir. Bunun üzerine Messerschmitt, 1963 başında Manching’teki başka bir tesisinde üretim başlatır.

                                  Lisans süresi bitiminde Messerschmitt devam etmek ister, Amerikan tarafı bunu reddeder. Uzun görüşmelerden sonra Alman tarafı, üretimi yüzde 40 payla yapmaya razı eder.

                                  Sonraki üretimlerde (1965 sonrası) üç ülke; Almanya, Belçika, Hollanda, üretimdeki her yüzde birlik pay için uzun pazarlıklar yürütmek durumunda kalır.

                                  Son olarak Almanya’da üretilecek 33 uçak için 4 şirket; Messerschmitt, Dornier, Heinkel ve Siebel toplam olarak yüzde 43 pay koparabilir. İlk üç şirket Almanya’nın köklü uçak üreticilerindendir ve 2. Dünya Savaşında Nazi Almanya’sı için savaş uçağı üretmişlerdir.

                                  33 uçağın son montajı Messerschmitt tesislerinde yapılır.

                                  Süreçte üretilen uçakların motorlarının lisans altında üretilmesi için 3 ülkeden 3 motor fabrikası seçilmiştir. Bunlar üretimde motorun tamamı üzerinden üçte bir oranında paylaşımda bulunmuşlardır.

                                  İlk 144 motor ABD’den getirilen parçalarla üretilmiştir. Kendi parçalarına sahip ilk motor 1962 yılı başında BMW tarafından üretilmiştir. Tüm süreçte 632 motor BMW/Almanya, 334 motor FN/Belçika ve 262 motor Fiat/İtalya tarafından üretilmiştir.

                                  F104 ikinci nesil savaş uçağıdır. Almanya ve Avrupa ülkelerinde üretim girişiminin, İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminden 15 yıl kadar sonra başlatılmış olduğunu belirtelim.

                                  Kuzey Kürdistan-Türkiye’de 1950’lere dek yapılan savaş uçağı üretimine uzunca bir ara verildikten sonra 1970’li yıllarda tekrar niyetlenilmiş, 1973 yılı ortasında TUSAŞ kurulmuş, ilk ciddi girişim 1983 yılında F16 üretimi için karar verilmesi ile hayata geçirilmeye başlanmıştır.

                                  ABD ortaklığıyla TUSAŞ (TAİ) ve TEİ kurulmuştur. Türk burjuvazisinin, kurulan şirketlerde söz hakkının kendinde olması amacıyla yabancı payının yüzde 50’nin altında olmasına özen gösterdiği dikkatten kaçmıyor. Sonraki süreçte TUSAŞ’taki yabancı payı, satın alma yolu ile sıfırlanmıştır. TEİ’deki çoğunluk hisseleri ise TUSAŞ’ın elindedir.

                                  İlk 8 uçağın üretimi 1987 yılında ABD’de yapıldı (bu açıdan Almanya’nın F104 üretimi ile benzerlik dikkat çekici). Türkiye’de ilk üretim bir yıl sonra oldu.

                                  F16 dördüncü nesil savaş uçağıdır.

                                  1985 yılında uçaklara güç verecek F110 motorunun lisans altında üretilmesi TEİ tesislerinde yapılacaktır. TEİ bu motor için 12 parça üretimi ile başlamış, süreç içinde 100’ün üzerinde parça üretir düzeye gelmiştir.

                                  1987-95 yılları arasında TUSAŞ tesislerinde, yüzde 70 yerlilik oranıyla 152 adet F16 üretilmiştir. Sonraki yıllarda üretilen (46’sı Mısır için olmak üzere) 126 uçakta yerlilik oranı yüzde 80’i bulmuştur.

                                  Montaj mı, üretim mi tartışması ile ilgili olarak; dünyada 3 üretim hattı –ABD, Türkiye, G. Kore– olduğu, Avrupa’da ise Hollanda (FOKKER) ve Belçika’da (SABCA) iki montaj hattı bulunduğu bilgisi verilmektedir.

                                  Kuzey Kürdistan-Türkiye’de üretilen parçaların, offset anlaşmalarından yararlanılarak ihracı da gerçekleştirilmektedir.

                                  Kuzey Kürdistan-Türkiye ve Avrupa’da ABD teknolojisi ve katılımı ile gerçekleşen üretim süreçleri arasında özünde bir fark bulunmadığı görülüyor.

                                  Her iki süreçte de ABD’den pazarlıklarla belli ödünler koparılarak üretim gerçekleştirilmiştir.

                                  İki girişim arasında 20 ila 30 yıl gibi bir süre farkı bulunuyor. Batı Avrupa’nın gelişmiş emperyalist ülkeleri bu işe çok daha önce ve tesis, bilgi birikim, deneyim vb. açılardan çok daha iyi koşullarda başlamışlardır. İkinci Dünya Savaşı’ndan 15 yıl kadar sonra bu işe girişilmiştir ve o dönemde uçak üretiminde deneyimli kadroların bir bölümü hâlâ aktif durumdadır.

                                  Bu avantajlı koşullara karşın bu ülkelerin ABD’den koparabildikleri iş oranı en iyi hâlde yüzde 43 düzeyinde olmuştur.

                                  Türk burjuvazisi bu işe 1970’li yılların ortasında soyunmuş olmasına karşın ciddi girişim 80’lerin ortasında başlamıştır. 1950 başlarında henüz gelişme aşamasında iken terkedilen havacılık sanayii üzerinden 35 yıl gibi bir süre geçmiş ve geçmişle bağ neredeyse bütünüyle kopmuştur.

                                  Avrupa’daki ile Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki girişim arasında ciddi zaman farkı vardır, ancak ikinci ülkedeki girişim de diğerlerinden, üretilen uçağın iki nesil daha yeni olması açısından farklıdır. Yani Türk burjuvazisi işe Almanya ve ortaklarının başladığı yerden değil, güncel teknolojinin geldiği son noktadan başlamıştır. F104 uçağı artık ne kullanımda ne de üretimdedir. Ama F16 yeni sürümleri ile hâlâ, günümüzde de talep gören, üretilen bir uçaktır.

                                  Avrupalılar ağırlıkla montaj tipi bir üretim yapıp, süreç içinde yüzde 43 oranında iş payına ulaşabilmişlerdir. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de ise bu oran yüzde 80’i bulmuştur.

                                  Gerek Kuzey Kürdistan-Türkiye gerekse Almanya ve diğerleri uçak motorunu lisans altında üretebilmişlerdir.

                                  Dikkat çekici diğer bir nokta, Avrupa’daki üretim birkaç ülkenin katılımıyla olurken, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de bu işin başkaca hiçbir ortak olmadan kotarılmış olmasıdır.

                                  Yukarıda sözü edilen ülkelerin tümü ile büyük emperyalist güç arasında bir bağımlılık ilişkisi, bu alanda ABD emperyalizmine bağımlı olma anlamında bir ilişki bulunduğu açıktır. Bu ama hiçbir biçimde Almanya ve Kuzey Kürdistan-Türkiye arasında fark olmadığı biçiminde yorumlanmamalıdır. Buna aşağıda değinilecektir.

                                  Sonraki gelişmeler nasıl olmuştur?

                                  Almanya (ve diğerleri için de aynı şey aşağı yukarı geçerli) F104’ten sonra yine ABD’li F4 Phantom uçaklarını kullandı.

                                  Kuzey Kürdistan-Türkiye’de de aynı süreç izlendi, yola, F16 üretimi öncesinde aynı uçaklarla devam edildi. Fark, Türk burjuvazisinin F104’leri de ABD’den hazır alması oldu.

                                  Daha önceleri ABD’den bağımsız üretim yapamayan ve lisans alabilmek için uğraş veren Almanya, artık bağımsız uçak üretiminde güven kazanmaya başladığında, ilk bağımsız uçak denemesine Fransız ortak ile 1970’lerin ortalarında başladı ve 80’li yıllarda Alphajet üretimi ortaya çıktı. Bu, hafif savaş uçağı kategorisinde bir uçaktır ve ilk uçak üretimi için genellikle, deneyim kazanma amaçlı böyle hafif muharebe uçakları tercih edilmektedir.

                                  Uçağın motoru Fransız (SNECMA) menşelidir. Fransa o tarihlerde kendi savaş uçaklarını da üretir durumdaydı. Bu iki durumdan yola çıkarak Almanya’nın bu açıdan Fransa’ya bağımlı olduğu da söylenebilir. Ama bunun pek bir anlamı olur mu? Almanya’nın da Fransa’ya göre üstün tarafları olabilir. Sonuçta bu iki güç, böyle bir uçağa gereksinimleri olduğu için ve maliyetlerin, riziko vs.’nin paylaşılmasını uygun buldukları için böyle bir üretim tercihinde bulunmuşlardır.

                                  Türk burjuvazisi ise bu işe, yani aynı tipte uçak üretimine 25 yıl kadar sonra soyunmuştur. HÜRKUŞ, HÜRJET aynı amaçla –yakın muharebe uçağı vb.– geliştirilen uçaklardır. İlk üretim partileri için ABD menşeli motorlar seçilmiştir. Yerli motorlar üzerinde, sonraki üretim partilerinde kullanılmak üzere çalışılmaktadır.

                                  Türk burjuvazisi aynı görev tanımlamalarına sahip bu tip bir uçağın geliştirilmesini yıllar sonra gerçekleştirmiştir ama iki uçak arasında görev tanımlaması dışında bir benzerlik yoktur. HÜRJET, Alphajet ile kıyaslanamaz üstünlüktedir. Uçağın üretiminde son teknolojiler kullanılmaktadır. Günümüzdeki rakipleri ile kıyaslandığında da birçok açıdan üstün özellikleriyle öne çıkmaktadır.

                                  Almanya diğer ortaklarıyla (Birleşik Krallık ve İtalya) birlikte, yine 70’li yıllarda F104’lerin yerini alması amacıyla, TORNADO diye adlandırılan savaş uçağının geliştirilmesine başladı. 70’li yılların sonunda üretime başlandı ve hizmete girdi. Motoru İngiliz Rolls Royce üretimidir. F4’ler ise bir süre kullanılmaya devam edildi.

                                  Üç emperyalist güç bir arada 4. nesil bir savaş uçağı geliştirmiş oldular.

                                  Sonrasında üç ülkeye İspanya’nın da eklenmesiyle, 4+ nesil Eurofighter savaş uçağı üretimine girişilmiştir. İlk uçuşunu 1994’te yapan bu uçak F16’ların üst sürümleri ile karşılaştırılabilir özelliklere sahiptir.

                                  Emperyalist güç Japonya, ABD’nin türlü engellemeleri ile karşılaştıktan sonra, ancak ABD ile (Mitsubishi ve Lockheed Martin) F16’nın türevi olan F-2’yi üretebilmektedir.

                                  Türk burjuvazisi elindeki F16’ları kendi geliştirdiği teknolojileri ve ürünleri kullanarak modernize edip, 4+ düzeyine yükseltmeyi başarmıştır ve modernizasyon süreci eldeki uçaklarla devam etmektedir.

                                  Kuzey Kürdistan-Türkiye’de yeni nesil bir savaş uçağı üretimine yıllar sonra, 2010 yılı sonunda karar verilmesine karşın, bu artık 5. nesil bir savaş uçağı olarak projelendirilmiştir. 5. nesil savaş uçağı üretimi, bu alanda teknolojinin eriştiği son noktadır.

                                  Bu iş için, bilindiği gibi TUSAŞ görevlendirildi.

                                  Bilindiği üzere bu uçağın prototipi, planlanandan önce uçurulabildi. Motorun ABD menşeili olması (F16’larda da kullanılan ve lisans altında üretiminde TEİ’nin deneyimli olduğu motor) dışında hemen tümü yerli olarak ve 5. nesil uçak gereklerini karşılayacak düzeyde üretilmiştir. Motor üzerinde ise birkaç koldan çalışma yürütüldüğü görülüyor.

                                  Avrupalıların aksine Türk burjuvazisi bu işe tek başına girişti. Kavramsal tasarım aşaması için İsveçli SAAB ile yapılan anlaşmaya bağlı yardım alındı. Geliştirilen üç tasarımdan biri üretim için seçildi.

                                  Sonraki aşamada destek için İngiliz BAE Systems tercih edildi.

                                  İlk safhada üretilecek 20 uçağın, motorun 5. nesil uçak tanımlamasına uymamasından dolayı 4++ versiyonunda olması, 5. nesle uygun yerli motorun sonraki uçaklarda kullanılması ile bunların artık 5. nesil sürümünde olacağı karar altına alınmıştır.

                                  İlk sürümü bile motor dışındaki diğer özellikleri ile Eurofighter’dan üstün bir uçaktır.

                                  5.nesil uçak üretimi 2000’li yılların konusudur. Şu anda üç ülke –ABD, Rusya ve Çin– 5. nesil uçak üretmektedir. Aralarında Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin de bulunduğu birkaç ülke geliştirme çalışmaları sürdürmektedir. Kuzey Kürdistan-Türkiye ve Japonya dışında prototip üretip uçurabilen başka ülke bulunmuyor.

                                  Çin J20 5. nesil uçağının ilk prototipini 2011’de uçurdu ama Rusya menşeli motorla. 2021 yılında Çin üretimi WS10-C motoru ile üretim yapıldığı duyuruldu. 2022 yılında uçağın Çin üretimi WS-15 motoruyla deneme uçuşları devam ediyordu.

                                  10 ülke daha gelişmiş olan 6. nesil uçak üzerinde çalışıyor. Üç ülkeli iki Avrupalı grup iki ayrı proje yürütüyor. Bunlar dışında aralarında Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin de olduğu 4-5 ülke daha var. TUSAŞ eski genel müdürü Temel Kotil 2023 Haziran başında, 6. nesil üzerinde çalıştıklarını ve bazı ülkelerden daha önce bu işi başaracaklarını açıklamıştı.

                                  İHA/SİHA konusundaki gelişmelerde ise Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin başat ülkelerden biri durumuna geldiği tartışma götürmez. (Helikopter üretiminde de motor dâhil üretim düzeyinin yakalandığı görülüyor.)

                                  Burada yukarıda yazılanlara bağlı olarak şu aşağıdakileri düşünmeden geçemiyoruz.

                                  Yukarıdaki gerçekler Türk burjuvazisinin Avrupa’daki bazı rakiplerinden, sözünü ettiğimiz alanda, işe daha sonra girişmesine karşın, onlardan aşağı kalmayan bir konuma doğru geldiğini gösteriyor.

                                  Askeri alanda bu düzeyde ve benzer biçimde bağımlı olan ülkelerden bazılarını emperyalist, kimini gelişmiş, diğerini –KK-T– bağımlı görmenin anlamlı bir yanı olup olmadığı tartışma içine çekilmelidir.

                                  İkinci olarak diğer alanlarda olduğu gibi askeri alanda da daha büyük emperyaliste bağımlı konumda olan emperyalist ülkenin, güçlü olanın karşısında emperyalist çıkarlarını nasıl savunup koruduğuna bakılmalıdır.

                                  Almanya açısından belli bir düzeye gelinceye dek bunun zor olduğu açıktır. O hâlde bir biçimde bağımlılık içine düşmüş emperyalist ülke, bu durumuna uygun siyaset geliştirip, izlemek zorundadır.

                                  Türk burjuvazisi de emperyalist sistem arenasında kendi gücüne uygun siyaset yürütmek zorundadır.

                                  Genel olarak burada güç dengesi dışında, uluslararası durumun nasıl olduğu da rol oynayabilir. Rakip blokların varlığı koşullarında, aynı blok içinde yer alan ülkelerin bu durumu pazarlıklarda nasıl kullandığı bile dikkate alınması gereken bir konudur.

                                  Yukarıda değindiğimiz gibi, burada vurgulamak istediğimiz, savaş uçağı üretimi gibi üst teknoloji alanında yapılan üretimde var olan benzerliklere dayanarak Almanya ile Kuzey Kürdistan-Türkiye arasında hiçbir fark bulunmadığı gibi bir şey değildir. Her şeyden önce Almanya savaş öncesinde gelişmiş bir sanayi ülkesi konumunda idi ve sonrasında belli bir toparlanma süresinden sonra aynı konuma geldi. Aynı dönem bir tarım ülkesi konumunda olan Kuzey Kürdistan-Türkiye ile kıyaslama yapmak anlamsızdır. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de GSYH içinde sanayi üretiminin payı, tarımın payını ancak 1973 yılında aşabilmiştir; o da Almanya’nın epey gerisinde kalmak şartıyla. Kuzey Kürdistan-Türkiye’de benzer tipte üretimin ancak çeyrek yüzyıl gibi bir farkla, sonradan yapılmış olmasının nedeni buralarda yatmaktadır.

                                  O dönem için Almanya’nın birçok alanda ABD emperyalizmine bağımlı durumda olmasına karşın, dünyanın diğer ülkeleri arasındaki fark belirleyici önemdedir. Emperyalist olmasının ardında bu gerçek yatar. Savaş uçağı üretiminde ABD’ye bağımlı durumda olan ve daha sonraları ancak diğer güçlerle ortak üretim yolu ile bu sorunu aşan Almanya, aynı dönemde başka araç-gerecin üretiminde başat konumda ülkelerdendi. Örneğin 1956 yılında, savaş sonrası dönemde ve NATO’ya dâhil olduktan sonra ilk tankının tasarımını yaptı. Burada da Fransa ile birlikte davranıyordu. Tank 1960’lı yılların ortasında üretime girdi ve aralarında Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin de bulunduğu birçok ülke müşteri oldu. Tank İtalya’da da üretildi (bu anlamda İtalya da Almanya’ya bağımlı gibi idi).

                                  Aynı tarihlerde Kuzey Kürdistan-Türkiye’de böyle bir üretim yeteneği bulunmuyordu.

                                  Örneğin Türk burjuvazisi, hafif/ağır makineli tüfek üretimini, ancak Almanya lisansı altında gerçekleştirebiliyordu. Tank vb. araçlarda Kuzey Kürdistan-Türkiye, Almanya’nın önemli pazarlarından biri durumunda idi.

                                  Burada iki ülke arasında bu alandaki fark bariz biçimde görünüyordu.

                                  Günümüzde de 2030’lu yıllarda Türk burjuvazisinin ana muharebe uçağının seri üretimine başlanacağı döneme dek boşluğu kapatmak üzere Eurofighter uçağına talep gösterildiğini görüyoruz. Bu, Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin 4 ülkenin oluşturduğu emperyalist konsorsiyuma bağımlılığını gösteriyor. Bu açıdan durum Almanya’nın 1980’lere kadar ABD’ye bağımlılığına benziyor.

                                  Sonuç olarak mesele yakın dönemde Türk burjuvazisinin benzer alanlarda yetenek geliştirmeye başlaması ve geliştirmesi ile konumunun nereye evrimlendiğinde düğümleniyor. Kuzey Kürdistan-Türkiye süreç içinde adım adım bu alanda bağımlı bir ülke, bir pazar olmaktan çıkıyor ve çıkmakla kalmıyor, rakip durumuna dönüşüyor.  Bu süreç, diğer güçlerin ambargo vb. yollarla engellemeler çıkarmasına karşın sürüyor.

                                  Emperyalizm bağlamında geçmiş dönem ile günümüz arasındaki farklar

                                  Yerküre üzerinde kapitalizmin gelişmesi Lenin’in (öncül ve ardıllarının) isabetli öngörüsüyle, emperyalist dünya sisteminin içinde yer alan ülkelerde devam etti. Kapitalist gelişme yeni gelişen ülkelerde daha hızlı oldu.

                                  Stalin, 03.12.1927 tarihli bir yazısında (Bkz.: Eserler, Cilt 10, s. 235, İnter Yayınları, Mart 1992, İstanbul), dünya kapitalizminin dengesiz gelişmesi yasasını ele aldığı yerde “güçlenmekte olan kapitalist Almanya’nın ve son yıllarda yükselen ve yükselmeye devam eden ülkelerin (Kanada, Avustralya, Arjantin, Çin, Hindistan) yanı sıra…” gibi sözler sarf ediyor. Bunların tümü o gün için bağımlılık içerisinde bulunan ülkelerdir.

                                  Lenin, kapitalizmin “en hızlı, sömürgelerde ve denizaşırı ülkelerde büyümekte” olduğunu belirtir (Cilt V, s. 100). “Bizzat bu ülkeler arasında yeni emperyalist güçler (Japonya) doğmaktadır”. Ancak o dönem kapitalist gelişmesini tamamlamış bir avuç ülke bulunduğu için dünya kapitalizminin dengesiz ya da eşitsiz gelişmesinin tartışıldığı yerde, gelişmiş kapitalist ülkeler arasındaki ilişkilere bakılmaktadır.

                                  O gün için büyük kapitalist devletler arasında var olduğu biçimiyle ele alınarak tartışılan bu ilişki, koşulların değişmesi ve dünya sahnesine daha çok sayıda kapitalist devletin ortaya çıkmasıyla onlar için de geçerli, uygulanabilir duruma gelmeye başlamıştır.

                                  Yukarıda Stalin’in sorunu tartıştığı yerde “güçlenmekte olan kapitalist Almanya”dan söz etmesi anlaşılır bir şeydir. Almanya emperyalist bir büyük güç olarak Birinci Paylaşım Savaşı’na katılmış ve yenilince Versay Anlaşması ile eli kolu bağlanmıştır. Almanya’nın bu eli-kolu bağlı durumuna sessiz kalmayacağı öngörülmüştür ve artık 1927’ye gelindiğinde durum açıklık kazanmaya başlamıştır.

                                  Ama Stalin’in “yükselen ve yükselmeye devam eden ülkeler” olarak sıraladıkları ne anlam ifade etmektedir?

                                  O dönem (1927) Çin, Hindistan sömürge ve yarı-sömürge ülkeler kategorisinde yer almakta, Arjantin ise bağımlı ülke, daha doğrusu siyasi bağımsız ama mali ve diplomatik açıdan bağımlı olarak adlandırılmaktadır.

                                  Kanada ve Avustralya ise Birleşik Krallık’ın dominyonları durumundadır. Bunların durumu üsttekilerden farklılıklar göstermesine karşın o dönem gelişmiş, bağımsız ülkeler kategorisinde olmadıkları kesindir; bunlar bir dizi bağ ile Birleşik Krallık’a bağlıdır. Kanada, Stalin’den yaptığımız alıntıdan ancak bir yıl önce, 1926’da yapılan imparatorluk konferansında, Büyük Britanya ve dominyonlarının eşit statüye sahip hür topluluklar olduğunun ilan edilmesi ve bunun 1931’de kabulüyle İngiltere’den muhtariyet kazanmıştır.

                                  Lenin ve Stalin’e göre bağımlı ve yarı-sömürge ülkeler bile, dünya kapitalizminin durumunun tartışılması bağlamında “yükselen ve yükselmeye devam eden ülkeler” statüsünde olabilmektedir. Bu mantıklı bir durum, kapitalizmin bu ülkelerde gelişmesinin yol açtığı bir durumdur.

                                  Stalin’in yaklaşımından görüldüğü gibi burada bağımlı ve yarı-sömürge ülkelerin bile dünya kapitalizminin iç dengeleri açısından önemli rol oynayabilecek düzeye gelebileceklerine açık bir anlayış bulunmaktadır.

                                  Bu ülkelerin “yükselmeye devam” ederek geldikleri konum, yakın geçmiş ve günümüz açısından izlenip, görülebilir.

                                  Yerküre üzerinde yaşanan bir dizi gelişmeye bağlı olarak zamanında Lenin tarafından ortaya konan görüşlerin güncellenmesi gerektiği açık olmalıdır.

                                  Günümüz dünyasında herhangi bir ülkeyi o dönem tespit edilen kategorilerden biri içinde ele alarak değerlendirip, çözüm üretmek anlamsız duruma gelmiştir.

                                  Lenin’in ülkeleri “üç ana tip”e ayırdığı yerde görüldüğü gibi, 2. ve 3. başlıklarda yer alan ülkeler gelişmemiş olarak değerlendiriliyor, buralarda hâlâ, ezilen ve kapitalist anlamda gelişmemiş uluslar olduğu söyleniyor; dünya nüfusunun çoğunluğunun henüz kapitalist gelişme aşamasında bile olmadığı konuyor.

                                  Bunlar göz önünde bulundurularak bakıldığında, günümüz dünyasının radikal biçimde değişmiş olduğunu kabullenmek durumundayız. Şimdi kapitalist aşamaya gelmemiş ülke yok gibidir ya da varsa bile, bunların, dünya devrimi bağlamında oynayacakları rol, sahip oldukları önem eskiye göre oldukça farklıdır.

                                  Şimdi kapitalist gelişmenin hangi aşamasında bulunulduğu, bağımlılık durumu ve bu bağımlılığın oynadığı rol, bu rolün önceki dönemden farkı vb. unsurlar ön plandadır. Bunlar göz önünde bulundurularak yapılacak konum saptaması ve bu saptamaya uygun siyaset geliştirme önem kazanmıştır.

                                  Eskiden sömürge, yarı-sömürge ülkelerin kurtuluş savaşımının, proletaryanın devrim mücadelesi açısından ne denli önemli olduğu vurgulanır, bu önemi kavrayamayanların oportünizmine karşı savaşım verilirdi. Bu, proletarya açısından çok önemli bir görevdi. Şimdi ise sömürge ülkelerin kalmadığı ya da önemsiz duruma geldiği koşullarda sömürgeler bağlamında bu görev ister istemez geri planda kaldı. Geçmişin yarı-sömürgeleri, siyasal bağımsızlıklarını kazanmaları ve buralarda kapitalizmin gelişmesi sonucu, daha çok Lenin döneminde sözü edilen bağımlı ülkelere benzemeye başladılar ve kapitalist gelişmelerinin ilerlemesine bağlı olarak günümüzde, birçok açıdan o dönemin bağımlı ülkelerindeki kapitalist gelişmenin de ötesine geçtiler.

                                  Bağımlılık sorununda ise ağırlık, siyasi bağımsızlığını kazanmış devletlerde ekonomik bağımlılığın sürmesi biçimindedir. Bu konum, eskiden Doğu Avrupa’nın ilhak edilmiş ve kapitalizmin ilk evrelerinde bulunan ulusların var olduğu durumdan farklıdır. Bu yeni durumun farklı siyasi sonuçları olacağı aşikârdır.

                                  Lenin’in tarafından yapılan bazı tanımlamalar da günümüzde anlamsızlaşmıştır. Onun, emperyalizm tanımını yaptığı yerde, yine o günün somutuna bağlı olarak, emperyalizm “…dünyanın paylaşılması da, herhangi bir kapitalist devletçe el konmamış bölgelere kolayca yayılan sömürge politikasından, tamamıyla paylaşılmış olan yeryüzüne tekelci bir şekilde egemen olma sömürge politikasına geçiştir” ve “…dünyadaki bütün toprakların en büyük kapitalist ülkeler arasında paylaşılmasının tamamlanmış bulunduğu bir gelişme aşamasına ulaşmış kapitalizmdir” gibi ifadeler kullandığını görüyoruz. Günümüzde ise sömürgelerin hemen hiç kalmadığı bir durumda böyle bir şeyden söz etmek, emperyalizm tanımı içine bu unsuru koymak anlamsız duruma gelmiştir. Doğal olarak sömürgelerin olmadığı bir durumda sömürgelerin paylaşımı uğruna emperyalist savaşlar da söz konusu olamaz.

                                  Dalaş, Lenin’in de ele almış olduğu başka alanlara kaydı.

                                  Lenin sermaye ihracının esas olarak üç büyük ülke tarafından yapıldığını gösteriyor (s. 67). Bunlar zamanın büyük emperyalist güçleridir. Bunlar birbirlerinin pazarlarına sermaye ihracı yapmakla birlikte dünyanın geri kalanı da daha kârlı olacak biçimde sermaye ihraç alanlarıdır (s. 68).

                                  Dünyanın geri kalanında / büyük çoğunluğunda kapitalizmin hiç olmadığı ya da gelişiminin ilk aşamalarında olduğu için buralarda ihraç edilecek bir sermaye fazlalığının oluşması söz konusu olamazdı.

                                  Sermaye ihraç eden emperyalist ülkelerle dünyanın geri kalanı arasında ciddi fark vardı.

                                  Günümüzde ise kapitalizmin gelişmesine ve birçok ülkede fazlalık sermaye oluşmasına bağlı olarak sermaye ihracı çok daha fazla ülke tarafından yapılmaktadır. Büyük emperyalist güçler bu alanda hâlâ farklı konumda olmalarıyla birlikte bu yeni durum eskisine kıyasla ciddi farklılık oluşturmaktadır. Söz konusu olan artık bir görecelilik meselesi gibidir. Tabii bu kapitalist gelişmeleri belli bir olgunluğa erişmiş ülkelerle ilgilidir. Bu durumda olmayan yüzlerce ülke bulunuyor günümüzde.

                                  Geçmişte sermaye ihracının yapıldığı ülkelerde bu sermayenin garanti altına alınması emperyalistler açısından büyük önem arz ediyordu. Bunlar ihraç pazarlarını hem rakiplerine karşı garantiye almak durumundaydı hem de hangi biçimde olursa olsun ihraç edilen sermayenin azami kârla geri dönüşü garanti edilmeliydi. Bu durum sömürgeleştirme eğilimini ortaya çıkaran etmenlerden biriydi; bu, sömürgelerin yeniden paylaşılmasını beraberinde getiriyor, çelişkilerin keskinleşmesine neden oluşturuyordu.

                                  Sömürgelerin yerini siyasi bağımsızlığını kazanmış ülkelerin aldığı günümüzde ise bu durum farklıdır.

                                  Birincisi, siyasal bağımsız ülkelerde eskiyle kıyaslandığında ülke egemenlerinin çok daha fazla söz hakkı olduğu açıktır. Emperyalist sermaye buralara eski yapının egemen olduğu dönemdeki biçimiyle giremez artık.

                                  İkincisi, siyasal bağımsızlığını kazanıp kapitalistleşen ülkelerde, kapitalizm belli bir olgunluk düzeyine eriştiği durumda bu ülkelerden sermaye ihracı da yapılmaya başlanmıştır. Burada artık bir görelilik durumu ortaya çıkar. Bu tip ülkelerden yapılan sermaye ihracı, her ülkenin kendi çapına göre dünya sömürüsünden pay kapma, sömürüye katılma anlamına gelir.

                                  Üçüncüsü, sermaye yatırımı yapılan ülkelerde yatırımı yapan artık sadece eski emperyalist güçler değildir, birbirine benzer ülkeler de hem karşılıklı hem de büyük emperyalist ülkelere sermaye ihracı yapar durumdadır.

                                  (Örneğin Almanya’ya 2002-2005 arası 4 yıl içinde irili ufaklı 50 kadar ülke 96,836 milyar avro doğrudan sermaye yatırımı yapmıştır. En çok yatırım yapanlar şöyle: Hollanda (31,699), ABD (12,237), İsviçre (10,181), İrlanda (6,712 milyar), İspanya (6,02 milyar), İsveç (3,564), Macaristan (3,445 milyar), Danimarka (2,52), İngiltere (2,278), Avusturya (1,952). Güney Kore (1,89 milyar). Aynı dönemde Fransa ile karşılıklı bir likidasyon söz konusudur.

                                  Alman Endüstri ve Ticaret Odası’nın yurtdışına giden sermayeyi bir kayıp, geleni de bir kazanç gibi değerlendirdiği sitedeki çeşitli yazılarından anlaşılıyor. 2002-2005 arası 4 yıl içinde Almanya’da yapılan DYSY tutarı 96,836 milyar avro iken, Almanya’dan yurtdışına yapılan DYSY 63,813 milyar avro olmuştur. 1991-2003 arası 13 yılı kapsayan dönemde Almanya’ya gelen DYSY tutarı ise 405,3 milyar avrodur. Toplam DYSY tutarı 2003 yılı itibariyle 544,6 milyar $’a yükselmiştir.)

                                  Dördüncüsü, sermaye ihracı yapan ülkeler bağlamında bakıldığında, emperyalizme bağımlılık meselesi ve bu bağımlılığın ortaya koyduğu sorunlar da eskiyle kıyaslandığında farklılaşmıştır.

                                  Beşinci olarak belki dikkat çekici bir durumu belirtmek gerekir: En çok sermaye ihraç eden ülkeler aynı zamanda en fazla sermaye çeken ülkeler durumundadır. Dış borçlar konusunda olduğu gibi doğrudan sermaye yatırımlarında da bu böyle.

                                  Hollanda gibi bazı ülkeler, onlarca yılda biriktirdikleri ilişkiler ağı, ticari beceri vb. öğeler yardımıyla uluslararası sermaye için bir sıçrama noktası durumundadırlar. Bu konum bile ekstra kazanç kapısı durumundadır. Bunun yanında başka ülke kaynaklı sermayeler burada üslenip, buradan sermaye ihracı yaptıklarında, bu, Hollanda’nın sermaye ihracı hanesine yazılır; Hollanda’nın en çok sermaye ihracı yapan ülkeler arasında olmasının bir nedeni de burada yatar. Türk sermayesinin de en çok dış yatırım yaptığı ülkedir Hollanda. Koç grubu uluslararası operasyonlarını burada üslenen şirketi Ardutch BV aracılığıyla yürütmekte idi.

                                  Dış alım ve dış satım ilişkisinde de benzer durum söz konusu; büyük emperyalist güçler dışındaki kapitalist ülkelerin kendi aralarında yaptıkları ticaret, toplam dış ticaretlerinin önemli bölümünü oluşturur duruma geldi. Yani bunlar birbirlerinin gereksinimlerini karşılayabilecek duruma doğru geliştiler. Bu anlamda emperyalist büyük güçlere bağımlılık sorunu da göreceleşti.

                                  Geçmişte esas olarak hammadde ve tarımsal ürün kaynağı olan, mamul mal sürüm pazarı durumunda olan sömürge ve yarı-sömürgeler, günümüzde siyasi bağımsızlığın kazanıldığı ve kapitalizmin gelişmesine bağlı sanayi mallarının da üretildiği durumda, emperyalist ülkelere sınaî mamuller de satmaya başladılar ve süreç artma biçiminde devam etti.

                                  Borçlar sorunu da ilginç bir görüntü sunmaktadır günümüzde. Geçmişte Lenin’in “dünyanın diğer ülkelerinin neredeyse tümü, bu uluslararası banker ülkelere, dünya mali sermayesinin bu dört ‘direği’ne şu ya da bu biçimde borçlu durumdadır ya da haraç vermektedir” diye söz ettiği bu dört direk, günümüzde dünyanın en borçlu ülkeleri durumundadır.

                                  Günümüzde farklı kapitalist ülkelerin ulaştıkları gelişim düzeyi öyle bir görünüm sunmaktadır ki, bağımlı kabul edilen birçok kapitalist ülke, birçok açıdan, emperyalist ülkeyi geride bırakmıştır.

                                  Bu gerçekler sistem içi işleyişin belli kurallar çerçevesinde yürütülmesini zorunlu duruma getirmiş olmakla birlikte, kapitalizmin çelişkilerle dolu yapısı her tür düzenleme vb.nin azami kâr hırsına ve güç dengelerine bağlı olması nedeniyle sorunlarla dolu bir görünüm sunmaktan kurtulamaz.

                                  Aralık 2024

                                  Bir YDİ Çağrı Okuru

                                  (Devam edecek)

                                   

                                  İlgili

                                  Önceki yazı

                                  12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                                  Sonraki Gönderi

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                                  İlgiliGönderiler

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu  II
                                  Makaleler

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                                  2 Haziran 2025
                                  12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!
                                  Güncel

                                  12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                                  29 Mayıs 2025
                                  Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!
                                  Güncel

                                  Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

                                  27 Mayıs 2025
                                  Gazze: Soykırım sürüyor!
                                  Dünya

                                  Gazze: Soykırım sürüyor!

                                  20 Mayıs 2025
                                  YDİ ÇAĞRI
                                  İşçi Dünyası

                                  Mayıs sayımız, sayı 69 çıktı!

                                  20 Mayıs 2025
                                  Kemalistlerin Lozan histerisi
                                  Güncel

                                  Kemalistlerin Lozan histerisi

                                  19 Mayıs 2025
                                  Sonraki Gönderi
                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu  II

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                                  Son Haberler

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu  II

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu II

                                  2 Haziran 2025
                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                                  Emperyalist dünya sistemi içinde Türkiye’nin konumu I

                                  2 Haziran 2025
                                  12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                                  12.yılında Gezi Direnişi: Karanlık gider Gezi kalır!

                                  29 Mayıs 2025
                                  Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

                                  Kurtuluş darbelerde değil devrimdedir!

                                  27 Mayıs 2025
                                  Gazze: Soykırım sürüyor!

                                  Gazze: Soykırım sürüyor!

                                  20 Mayıs 2025
                                  YDİ ÇAĞRI

                                  Mayıs sayımız, sayı 69 çıktı!

                                  20 Mayıs 2025
                                  Kemalistlerin Lozan histerisi

                                  Kemalistlerin Lozan histerisi

                                  19 Mayıs 2025
                                  Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

                                  Miktat Çamkıran Yeni Dünya yaratma mücadelemizde yaşayacak!

                                  19 Mayıs 2025
                                   Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

                                   Komünist önder İbrahim Kaypakkaya anıldı

                                  18 Mayıs 2025
                                  Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

                                  Çiçekleri koparabilirler, ama baharın gelişini durduramazlar!

                                  17 Mayıs 2025
                                  • YDİ Çağrı / Tüm Sayılar
                                  • Youtube Kanalı
                                  • İletişim
                                  Tel: +0507 037 75 27

                                  © 2023 Yeni Dünya İçin Çağrı

                                  Sonuç yok
                                  Tüm Sonucu Görüntüle
                                  • YDİ ÇAĞRI
                                  • Güncel
                                  • İşçi Dünyası
                                  • Kadın
                                  • Gençlik
                                  • Kürdistan
                                  • Çevre
                                  • Dünya
                                    • Avrupa
                                    • Amerika
                                    • Ortadoğu
                                    • Afrika
                                    • Asya
                                    • Pasifik
                                  • Makaleler
                                  • Yayınlar
                                    • Son Sayı
                                    • YDİ Çağrı / Tüm Sayılar
                                    • Yeni İşçi Dünyası
                                    • Yeni Kadın Dünyası
                                      • Dört Duvar
                                    • Yeni Dünya Gençliği
                                    • Bildiriler
                                    • Broşürler
                                    • Yeni Dünya İçin
                                  • Youtube TV
                                  • Tüm Yazılar
                                  • İletişim
                                    • Hakkımızda
                                  • tr TR
                                    • tr TR
                                    • en EN
                                    • de DE
                                    • fr FR
                                    • es ES
                                    • ar AR
                                    • ku KU

                                  © 2023 Yeni Dünya İçin Çağrı

                                  Yeni Dünya İçin ÇAĞRI Size en son haberler ve güncellemeler için bildirimler göstermek istiyoruz.
                                  Reddet
                                  Bildirimlere İzin Ver