Burjuva muhalefet 2018 seçimlerinin hemen ertesinden başlayarak, seçimlere hile karıştırıldığı tezini işleyerek, seçilen başkan ve hükümeti gayrı meşru ilan etti. Aslında bu tespitin mantıki sonucu bu gayrı meşru ilan edilen seçim sonucu oluşan parlamentoda çalışmanın en baştan ret edilmesi olurdu. Fakat tabii bu yapılmadı. Parti yönetimleri karar alsa bile bu karar uygulanamaz, partiler bölünürdü. Yeni milletvekili seçilmiş, milletvekilliğinin getirdiği nimetlerden yararlanma imkânına sahip burjuva politikacıların büyük bölümünün “partim karar aldı, uyarım, doğrusu budur” demesini beklemek boş iştir. Kaldı ki, burjuva parti yöneticileri kendi yaptıkları seçimleri RTE ve AKP’nin hile ile kazandığı tespitinin doğru olmadığını gayet iyi biliyorlardı. CHP’nin adayı Muharrem İnce’nin –Kendisi Korona döneminde kuruluşunu ilan ettiği “Memleket Partisi”nin başkanıdır şimdilerde– seçim gecesi sonuçlar ortaya çıktıktan sonra açıkladığı gibi “Adam kazandı”ydı!
Bu seçim sonuçlarını gayrı meşru ilan etme işi kısa sürede tavsadı.
2019 Mart’ında yapılan yerel seçimlerde İstanbul-Ankara gibi büyük şehirlerde Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın el değiştirmesi, “Millet İttifakı adaylarının” kazanması, CHP ve İP’e büyük umut verdi. AKP’nin ve genelde “Cumhur İttifakı’nın oylarının 2018’de yapılan başkanlık ve parlamento seçimlerine göre düşüş göstermesi, AKP iktidarına seçimlerle son verilebileceği konusunda umut yarattı. CHP-İP, bu arada AKP’den ayrılarak yine Korona döneminde kendi partilerini kuran Davutoğlu ve Babacan, Saadet Partisi yerel seçimlerde RTE iktidarının halk desteğini kaybettiğinin açıkça görüldüğü, bu iktidarın “meşruiyetini” yitirdiği tezini işlemeye ve buna bağlı olarak erken seçim talebini dillendirmeye başladılar.
Erken seçim taleplerinin dillendirilmesi, ABD seçimleri döneminde Biden’in bir konuşmasında Türkiye’de açıkça Erdoğan hükümetinin iş başından uzaklaştırılması gerektiğini, bunu Türkiye’deki “demokratik muhalefeti destekleyerek”, “ama bu kez seçimlerle” yapacaklarını söylemesi ertesinde hız kazandı. Biden’in başkan seçilmesi Erdoğan’ın seçimlerle iş başından uzaklaştırılması konusunda umutları arttırdı.
Burjuva muhalefet hükümetin bütün alanlarda politikalarının iflas ettiğini, hükümetin yönetemez durumda olduğunu söyleyerek, hükümete ömür biçmeye başladı. Hükümet yönetemez durumda olduğu için mutlaka erken seçime gidecekti! Erken seçim tarihi olarak önce 2020 baharı, sonra sonbaharı, sonra 2021 ilkbaharı konusunda iddialı açıklamalar yapıldı. Gelinen yerde artık somut tarih vermek konusunda daha dikkatli davranıyorlar. Ama her halükârda seçimin 2023 Haziran’ı öncesinde, erken veya baskın seçim olarak yapılacağı konusunda iddiaları sürüyor.
Buna karşı andaki MHP destekli AKP-RTE hükümeti bütün açıklamalarında ısrarla seçimlerin zamanında yapılacağını söylüyor.
Eğer seçimler demokratik meşruiyet için kıstas olarak kabul edilirse –ki burjuva muhalefet bunu seçimlere katılarak, seçimlerde seçilen kurumlarda çalışarak vb. en baştan kabul ediyor– o zaman RTE hükümetinin meşruiyetinin burjuva muhalefet tarafından sorgulanması havanda su dövmektir.
Kuzey Kürdistan-Türkiye’de başkanlık ve parlamento seçimleri 5 yılda bir yapılır. Seçilenler 5 yıllığına seçilirler.
RTE, başkanlık seçimlerinde %52,59 oyla birinci turda 5 yıllığına başkan seçilmiştir.
AKP parlamento seçimlerinden %42,56 oranında oyla açık ara (CHP %22,64) fakla birinci parti olarak çıkmıştır. AKP’nin MHP ile kurduğu “Cumhur İttifakı”nın parlamento seçimlerindeki oy oranı %53,66 dır! (“Millet İttifakı” %33,94)
Parlamento, “yerel seçimlere kadar” değil, 5 yıllığına seçilmiştir!
Yerel yönetim seçimleri, adı üzerinde “yerel yönetim”lerle ilgilidir. Parlamento ve başkanlık için meşruiyet mercii değildir yerel seçimler.
Kaldı ki yerel seçimlerde de Kuzey Kürdistan-Türkiye genelinde partilerin aldığı oy oranları ele alındığında tablo şöyledir: AKP %44,33; CHP %30,12 (Batının bütün büyük şehirlerinde “Millet İttifakı”nın adayları CHP’li aday olarak tanıtılmış ve HDP tarafından desteklenmiştir. HDP’nin yerel seçimlerindeki oy oranının %4,24 olduğu bilindiğinde, CHP’nin %30’u içinde HDP’nin en az %6 oyu olduğu açıktır. “Millet İttifakı”na AKP’den alınan büyük şehirleri kazandıran HDP’dir.) İyi Parti %7,45, MHP %7,31, HDP %4,24, SP %2,71 vd.) . Yani AKP “yenildiği!!!” yerel seçimlerden de açık ara birinci parti olarak çıkmıştır. AKP’nin MHP ile kurduğu “Cumhur İttifakı”nın toplam oy oranı yerel seçimlerde %51,78’dir.
Yani nereden bakılırsa bakılsın, AKP-RTE iktidarının meşruiyetinin kalmadığı iddiası –eğer seçimler meşruiyetin temeli olarak görülürse!– boş bir iddiadır.
Burjuva muhalefetin erken seçim talebinin ikinci gerekçesi bu iktidarın “Türkiye’yi yönetemez” durumda olduğudur.
Yönetememe nedir?
Bu hükümet döneminde, Kuzey Kürdistan-Türkiye egemen sınıfları tarihinin en büyük gelirlerini, kârlarını elde ediyor.
Bu hükümet gerekli gördüğü her durumda, kanun hükmünde kararnamelerle istediği kararı alıyor uyguluyor.
İstediği yasayı istediği biçimde çıkaracak parlamento çoğunluğuna sahip ve çıkarıyor.
Bu hükümet içte ve dışta savaş yürütecek güce sahip ve yürütüyor.
Kendisine karşı her türlü muhalefeti faşist şiddetle ezebiliyor.
Güvenlik bürokrasisi bu hükümetin denetiminde.
Ordu, önemli ölçüde hükümetle bir arada yürüyor.
Yargı esas olarak hükümetin kontrolünde.
Daha nasıl yönetmesini istiyorsunuz?
Bundan önce bu kadar işlevsel bir yönetme işi bir kemalist diktatörlüğün 1925-1945 arasındaki döneminde, bir de askeri cuntalar döneminde yaşandı!
Bu bağlamda “yönetememe krizi” yok hükümetin. Yönetiyor, ama faşizmle yönetiyor. Faşizmin en koyularından birinin yaşandığı bir yönetim dönemindeyiz. Gerçek bu.
Türkiye’yi yönetememe krizinden kurtaracağını ilan eden CHP ve İYİ Parti daha kendi arasında HDP’ye karşı tavrın ne olması gerektiği, kimin başkan adayı olacağı, başkan adayının başkan seçilmesi hâlinde başkanlık yetkilerini ne ölçüde nasıl kullanılacağı konusunda bile ortak bir görüşe sahip değil!
Yani yönetememe krizi de boş laftan başka bir şey değil.
Bunun ötesinde erken seçim konusunda, AKP-RTE’nin aslında seçimleri herhâlde zamanından önce ve baskın seçim olarak yapacağı konusunda iddialı açıklamalar var. Bu açıklamalar anayasada cumhurbaşkanın ancak iki dönem seçilebileceği, iki dönem cumhurbaşkanlığı yapan bir kişinin yeniden aday olamayacağı hükmüne dayandırılıyor. Bunun bir istisnası var: İkinci dönem dolmadan cumhurbaşkanı istifa eder, istifası ile birlikte parlamento da dağılır veya parlamento dörtte üç çoğunlukla kendini fesheder, cumhurbaşkanının başkanlığı da parlamentonun feshiyle birlikte düşürülür. O zaman, cumhurbaşkanı ikinci dönem görevini tamamlamamış olduğundan yeniden aday olup seçilebilir.
Bu teorinin savunucuları, eğer cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimi zamanında yapılırsa, anayasaya göre, RTE’nin, o iki dönem cumhurbaşkanlığı görevini yapmış olduğu için aday olamayacağını bu yüzden onun en geç 2023 başlarında istifa edip, baskın seçime gideceğini iddia ediyorlar.
Bu da tam kendi kendine gelin güvey olma tavrı. Bu esasında anayasadaki hükmün nasıl yorumlanacağı ile ilgili bir konu. 2017’de referandumda kabul edilen anayasa temelinde yapılan ilk cumhurbaşkanlığı seçimi 2018’de yapıldı. Anayasada yapılan değişiklikle T.C.’de yönetim sistem değişti. Parlamenter sistemden, “Türk Tipi Başkanlık” (Cumhurbaşkanlığı) sistemine geçildi. Yeni sistemin ilk dönem cumhurbaşkanı RTE. Bu yorum bir dizi anayasa hukukçusunun (Bunlar RTE yanlısı olanlar) yorumu. Bir bölümü (bunlar da muhalefet hukukçuları) hayır, Erdoğan 2018 öncesindeki dönemde de seçilmiş cumhurbaşkanı idi. O yüzden aday olamaz diyorlar. Yani yorumlar çatışıyor.
Sonuçta kimin aday olup olamayacağına karar verecek kurum Yüksek Seçim Kurulu. O kurumun vereceği karar ise bugünden bellidir: Erdoğan 2023’de yapılacak bir seçimde de aday olabilir!
Fakat bu anayasa hükmünün Erdoğan’a 2023 seçimlerinde aday olup seçilmesi hâlinde, 2028’den sonra başkan olabilmesine imkân sunan bir yanı da var. Eğer Erdoğan o zamana kadar kendine halef olacak güvenilir ve seçilebilecek bir başkan adayı bulamazsa, 2028 öncesi istifa yoluyla, yeniden aday olabilir! Osmanlıda oyun çoktur!
Erken seçim/baskın seçim tartışmalarında en önemli mesele şudur:
AKP-RTE istemedikçe, ne erken seçim, ne de baskın seçim olmaz.
Bugünkü parlamento yapısında AKP’nin katılmadığı bir erken seçim kararı, parlamentoyu feshetme kararı mümkün değildir. MHP saf değiştirse bile mümkün değildir bu.
AKP-RTE beş yıllığına seçilmiştir, Parlamentoda açık ara birinci partidir. Ülkeyi istediği gibi yönetme durumunda ve konumundadır. Seçimi öne almasının kendine getireceği bir yarar yoktur.
Tersine ekonomik durum, yaşanan Korona krizi, korkunç orman yangınları, su baskınları vb.nin bugün ya da kısa dönemde yapılacak bir seçimde AKP oylarında bir yıpranmayı beraberinde getirmesi olasılığı büyüktür. Ekonomik veriler, gelişmenin AKP açısından bugünkünden daha olumlu bir duruma doğru gelişeceğini gösteriyor. Bu yüzden AKP seçimleri zamanında yapmak konusunda kararlı görünüyor.
AKP’nin planı, bir yandan ekonomik gelişmede kalkınma rüzgârını yakalama, diğer yandan önümüzdeki dönemde bir dahaki seçimlerde geçerli olacak şekilde, seçim yasalarında AKP açısından yarar getirecek kimi düzenlemeleri, MHP ile de danışma, anlaşma temelinde yapmak üzerine kurulu.
AKP istemezse, erken seçimi zorlayacak tek şey, Kuzey Kürdistan-Türkiye’de büyük ayaklanmalar olması, bir türlü genel kaos ortamının, bir iç savaş ihtimalinin ortaya çıkması Kuzey Kürdistan-Türkiye’nin gerçekten yönetilemez duruma gelmesi, AKP’nin erken seçimi iç savaşı engellemek için tek yol olarak görmesi olabilir. Bugün böyle bir gelişme hepten dıştalanmasa bile, küçük bir ihtimal olarak görünüyor.
Seçimin tarihi bağlamında AKP-RTE yönetiminin seçim kanunlarını değiştirme konusunda çalışmaları da dikkate alınmak zorundadır. AKP-RTE bugünkü seçim yasasında kendilerinin parlamentoya daha güçlü gelmesini sağlayacak değişiklikler yapma hazırlığı içinde. Bizzat RTE bu konuda çalışmaların AKP açısından tamamlandığını, taslak üzerinde şimdi MHP ile ortaklaşma için görüşmeler yürütüldüğünü açıkladı.
Bugünkü yasanın bir partinin milletvekili çıkarabilmesi için ülke çapında en az %10 oy alması gerektiği hükmü bilindiği gibi “yürütmede istikrar” sağlama ile gerekçelendiriliyordu. 1982 Anayasası’na bu hüküm askeri faşist cunta tarafından aslında öncelikle “İslamcı” bir partinin ve “Kürtçü” bir partinin parlamentoya girmesini engellemek, sonuçta cuntanın biri “sağ”, diğeri “sol” merkez iki partisinin yer aldığı bir sistem kurmaktı. Aslında yapılan ilk seçimde hiç hesapta olmayan üçüncü bir parti “ANAP”ın seçimlerden birinci parti olarak çıkması ile bu sistemin işlemeyeceği ortaya çıktı. Fakat bu sistem büyük partilere büyük avantajlar sağladığı için bugüne kadar sürüp geldi. %10 barajının düşürüleceği hep tartışıldı. Ama sonuçta bir değişiklik yapılmadı.
2017’de anayasada yapılan değişiklik sonucu, parlamenter sistemden “Türk Tipi Başkanlık” sistemine geçildi. Bu sistemde yürütme doğrudan halk tarafından, en geç ikinci turda %50+1 ile seçilmek durumunda olan cumhur“başkanı” tarafından atanıyor. Yani Parlamentonun başkan seçiminde oynadığı rol sıfırlandı. Bu anlamda artık %10’luk barajın “yürütmede istikrar”la gerekçelendirilmesinin temeli ortadan kalktı. Yürütmeyi parlamento belirlemiyor.
Şimdi lafta bütün partiler yüzde 10 barajının düşürülmesini savunuyor.
Bu konuda alınacak kararda belirleyici olan, yasayı değiştirecek çoğunluğa sahip olan “Cumhur İttifakı”dır. Bu yüzden yasa değişikliğinde barajın yüzde 10’dan yüzde kaça çekileceği, AKP-MHP’nin anlaşmasına bağlıdır. MHP barajın %7’ye çekilmesinden yana. AKP %5’şe çekmeyi istiyor. Fakat MHP ısrarlı olursa, %7 üzerinde de anlaşabilirler. Anda bu konuda %7’de anlaşıldığı konusunda haberler çıkıyor.
Bu bağlamda yapılacak değişiklikte bir sorun partilerin seçimlere bir “İttifak” safında katılması hâlinde barajın ittifak içindeki partilerin her biri için geçerli bir baraj mı olacağı, yoksa ittifak için mi olacağı. Bu konu henüz tartışma konusu.
Barajın düşürülmesi “temsilde adalet” ile gerekçelendiriliyor. Kuşkusuz barajın sıfırlanması ve nispi temsil sistemi, temsilde adalet isteniyorsa burjuva seçimlerinde en iyi sistemdir. Fakat bunu yapmayacakları açıktır.
Yapılması planlanan ikinci değişiklik, seçim bölgeleri sistemi ile ilgilidir. Andaki yasada her ile nüfusu ne olursa olsun iki milletvekili hakkı tanınıyor. Bunun dışında her ilin toplam 600 milletvekili üzerinden kaç milletvekili çıkaracağı belirleniyor. İkiden fazla milletvekili çıkaracak durumda olan İller, nüfusuna göre birbirine yakın nüfusa sahip seçim bölgelerine ayrılıyor. Yurtdışı oyları eşit oranda seçim bölgelerine dağıtılıyor.
AKP-RTE yönetimi şimdi Kuzey Kürdistan-Türkiye’yi bölgesel idari yapılanmadan bağımsız olarak seçmen nüfusuna göre birbirine yakın seçmen sayısına sahip 600 seçim bölgesine ayıran “dar bölge sistemi”
Ya da “belli sayıda –mesela 10/20 vs.”– milletvekili çıkaracak “daraltılmış bölge” sistemine geçmek istiyorlar. Bu bağlamda iki turlu, ikinci tura en çok oy alan iki adayın katıldığı dar bölge sistemi, parti merkezlerinin aday belirlemede gücünü azaltan, yerele önem kazandıran bir rol oynar. Fakat planlanan bu değildir. Bu bağlamda da seçim bölgelerinde bir değişikliğe gidilip gidilmeyeceği, gidilecekse hangisinin tercih edileceği AKP ile MHP arasındaki pazarlıklara bağlıdır.
Her hâlde, AKP meclis açıldığında yasa değişikliğini gündeme getireceğini açıkladı.
Eğer AKP bu konuda ciddi ise ve MHP ile anlaşabilirse, seçim kanunu ile ilgili değişiklik en erken ekim sonu/kasım başı ortasında yasalaşabilir. Seçim kanunlarında yapılan değişiklikler seçimlerden en geç bir yıl önce yapılırsa bir dahaki seçimlerde geçerli olur.
Seçim kanununda değişiklik yapılırsa, bu 2022 Kasım’ı öncesinde seçim yapılmayacağı anlamına da gelir.
(“Korona döneminde Kuzey Kürdistan/Türkiye” başlıklı yazıdan…)