Kuzey Kürdistan-Türkiye’de bileşenleri açısından oldukça geniş yelpazeli bir kadın hareketi giderek –sokak hareketi olarak da– gelişiyor. Hemen her gün bir kadın cinayetinin işlendiği, bizzat iktidar tarafından kadınların kazanılmış haklarına saldırıların gündemde olduğu (örneğin “yoksulluk nafakası”nın tırpanlanması), erkek şovenisti ideolojik zehrin medya vb. aracılığıyla saçıldığı, kadınların giyim-kuşamına, oturup-kalkışına, gülüşüne, ilişkilerine, kaç çocuk doğuracağına müdahalenin devletin en tepesinden mahallelerimize, evlerimize dek sürgittiği bir toplumda başka türlüsü de beklenemez! Koyu erkek egemenliğine, cinsiyetçi baskılara can havliyle tepki veriyor kadın hareketi!
Dayanışma içinde, ortak mücadele hedefleri geliştirerek, sosyal medya üzerinden ağlarını kurarak durmadan dinmeden protestolarını gerçekleştiren kadın hareketi genelde feminist olarak tanımlanmaktadır. Bundan anlaşılan çoğunlukla bu grupların dikkatinin merkezinde kadın haklarının savunusunun durmasıdır.
Feminizmin bir burjuva ideolojisi olduğundan yola çıkan sosyalizm ve komünizm adına konuşanlar açısından, Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki (feminist) kadın hareketinin nasıl değerlendirilmesi gerektiği hep tartışmalı bir sorun olagelmiştir. Bir zamanlar bu feminist hareketlenmelerin bağrında taşıdığı demokratik muhtevayı görmezden gelip “feminizmi” düşman ilan edenlerin bir bölümü bugün bir diğer uç noktaya savrulabilmektedir. Ve bugüne kadar feminist hareketle birlikte gündeme gelen bir dizi konu hararetli tartışmalara ve ayrılıklara neden olabilmektedir:
Salt kadınların katıldığı yürüyüşler/ayrı kadın örgütü/kadın partisi/kadın kotası/pozitif ayrımcılık vs. vb. olabilir mi? Ya da ML bakış açısından ne kadar doğrudur? tartışmaları bunlara örnektir.
Bu yazımızda komünistlerin feminist hareket bağlamında nasıl bir tavır geliştirmeleri gerektiği konusunu ele alacağız.
Kadınların kurtuluşu mücadelesinde çıkış noktamız Marksizm-Leninizm’dir!
En başından şu ilkesel yaklaşımımızın altını çiziyoruz:
Kadınların kurtuluşu mücadelemizde sorunun konuluşu ve çözümünde Marksizm-Leninizm’i, Dünya Komünist Hareketi ve Dünya Komünist Kadın Hareketi’nin deneyimlerini temel alıyoruz.
Bu demektir ki:
Engels’e göre dünya tarihinde ilk köle-efendi ilişkisi kadın-erkek ilişkisidir. Kadın cinsinin kurtuluşu, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyetin ortadan kalktığı; insanın insan üzerindeki sömürüsünün ortadan kalktığı komünizmde mümkündür.
Kadınların kurtuluşu mücadelesi sınıf mücadelesi perspektifi ile yürütülmek zorundadır. Bir bütün olarak kadın cinsinin kurtuluşunu hedefleyen bu mücadelenin öncüsü nihai noktaya kadar ilerleme yetisine sahip olan kadın ve erkeklerden oluşan proletarya sınıfıdır.
Çünkü –Marx ve Engels’in deyimiyle– sonuna kadar devrimci olan sınıf, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti ortadan kaldırabilecek yegâne sınıf proletaryadır.
Sorunun bu genel konuluşunda Marksizm-Leninizm’e dayandığını söyleyen tüm kişi ve kurumlar birleşebilirler. “Kadınlar olmadan devrim olmaz, devrim olmadan kadınlar kurtulmaz” şiarı ülkelerimizde devrimci hareketin temel şiarlarından biri olagelmiştir. Ancak, bu bizce yeterli değildir. Somuta geldiğinde aramızdaki farklılıklar da ortaya çıkmaktadır. Bugünkü kadın hareketinin değerlendirilmesi bağlamında da aynı şey söz konusudur.
Feminizm nedir?
Feminizm en genel tanımıyla erkek egemenliğini, toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğini sorgulayan kadın hareketine verilen addır.
Clara Zetkin, “burjuva kadın hareketi –bir bütün olarak modern kadın hareketi de– kapitalist üretim biçiminin çocuğudur” der. Çünkü kadın ile erkeğin tam toplumsal eşitliğini sağlama çabasının ekonomik temelini yaratan, onun taşıyıcı ve itici gücü, kapitalist üretim biçimidir. Her ülkede benzer bir gelişme söz konusudur. Kapitalizm geliştikçe, kadın kitleleri çalışma hayatına çekilmiş, değişen ekonomik koşullarla birlikte kadınlar da (ilk başta burjuva ve küçük burjuva kesimler) yasalarda, ekonomide ve toplumda varolan eşitsizliklere karşı mücadelelerini başlatmışlardır.
Kadın ile erkeğin tam yasal ve toplumsal eşitliği ilkesel talebini yükselten burjuva (feminist) hareket hangi sınıf ve katmandan olursa olsun, kadınların kurtuluş mücadelesinde çıkarlarının ortak olduğunu, o hâlde örgütlenmesinin de ortak olması gerektiğini iddia etmektedir. Bu iddia yanlıştır. Çünkü kapitalist toplum salt kadın kitlelerini eski ev ekonomisinden çıkarıp üretime çekmekle kalmamış, aynı zamanda proletarya ile burjuvazi arasındaki aşılmaz sınıf karşıtlığını da yaratmıştır. Tarihin belirli bir döneminde kısmen ilerici bir rol oynamış olan burjuva kadın hareketinin karşısına daha sonraki gelişme içinde sosyal demokrat ve proleter (komünist) kadın hareketi çıkmıştır. İnsanın insan üzerindeki sömürüsünün sonlandığı, kadın-erkek-çocuk-yaşlı… toplumun bütün bireylerinin tam özgürlüğe ulaştığı, kafa ile kol emeği arasındaki farkın ortadan kalktığı bir toplum hedefini güden Komünist Kadın Hareketi, uzun erimli ve gerçek kurtuluşu sağlayacak mücadele hedeflerine sahiptir. Bütün dünyada komünistlerin görevi böylesi bir Komünist Kadın Hareketi’nin yaratılmasıdır. Bu temel ilkeler dün olduğu kadar bugün de geçerlidir.
1917 Ekim Devrimi ve sosyalizmin inşası döneminde Komünist Kadın Hareketi tüm zaaf ve hatalarına rağmen büyük kazanımlar elde etmiş ve bütün dünyada kadınların kurtuluşunun yolunu göstermişti. Ancak, modern revizyonizmin ihaneti ve komünistlerin kendi zaafları sonunda gelen yenilgiyle bugün gelinen nokta maalesef çok farklıdır. Bugün kitleler üzerinde az buçuk etkide bulunabilecek, çekim gücü olan bir Komünist Kadın Hareketi yoktur.
Kadınların toplumsal konumunda özde bir değişiklik yoktur. Ataerkil kapitalist toplumun baskı, sömürü, şiddeti var gücüyle sürmektedir. Buna sessiz kalmak istemeyen kadınlar kendi örgütlenmelerini yaratarak mücadele etmektedirler. Uluslararası alanda olduğu gibi, ülkelerimizde de ideolojik besinini çeşitli nüanslardaki feminizmden alan kadın grupları bağımsız gruplar olarak örgütleniyor ve fakat belirli kampanyalar, mücadele hedefleri vb.nde ortak eylemler geliştiriyorlar. Ortak etkinlikler ve mücadele platformlarında yan yana gelebilen ve evet kendilerini “feminist” olarak adlandıran kadın gruplarının savunuları çok farklı olabilmektedir. Bunların bir bölümü örneğin kendilerini anarşist feminist, sosyalist-feminist, radikal feminist olarak adlandırmaktadır. Diğerleri sözümona “ideolojilerden uzak” olarak belirli bir mücadele amacı için biraraya gelen gruplar olabilmektedir. Örneğin, kadın cinayetleri bağlamında “dava izleme grupları” vb. gibi.
8 Mart ve 25 Kasım gibi eylem günlerinde daha geniş bir çevreyi, devrimci grup ve çevreleri de kapsayan eylem birlikleri oluşturulabilmektedir.
Feminist hareketlerin yürüttükleri bu eylem ve kampanyalar hep yeniden ve somut olarak değerlendirilmek zorundadır. Komünistlerin bu hareketler bağlamında ikili bir görevi vardır. Bir yandan bu hareketler demokratik bir içeriğe sahip olduğu ölçüde, bu hareketler içinde yer alarak, hareket içine komünist görüşler taşınmak zorundadır.
Kadın hareketinin ileri sürdüğü demokratik talepler aynı zamanda bizim taleplerimiz olduğu için bu talepler için birlikte mücadele ederiz. Kısmi demokratik mücadelelerdeki eylem birliklerinde komünistlerin tavrı daima “ayrı dur – birlikte vur!” olmak zorundadır.
Diğer taraftan ama sistem içinde kalan feminizmle ideolojik mücadele görevimiz de vardır. Bu ideolojik mücadeleyi yürüterek Komünist Kadın Hareketi’nin yaratılması için çalışılmak zorundadır.
Bütün mesele, demokratik haklar uğruna mücadelenin nasıl yürütüleceği noktasında düğümlenmektedir. Komünist Kadın Hareketi, demokratik haklar için mücadeleyi, reformlar için mücadeleyi devrim hedefiyle yürütmeye çalışmak emelini taşır ve buna uygun bir siyaset yürütür.
Komünist Kadın Hareketi geliştiği ölçüde, feminist akımlar devrim mücadelesi sertleştiği ölçüde ya doğrudan karşı devrimci cephede yer alacaklar, ya da sistemin reformlarla “yenilenmesi”ne takılıp kalacaklardır.
Burjuva – küçük burjuva kadın hareketinin bileşenlerini iyi tahlil etmek, devrimin stratejik hedef ve taktiklerine göre onları sınıflandırmak gereklidir.
Feminizm, evet nihayetinde burjuva ideolojisidir ve bununla ideolojik olarak hesaplaşılmak zorundadır. Buradan ama feminist hareketin bir bütün olarak “düşman” ilan edilmesi gerektiği gibi bir yanlış sonuç çıkarılamaz. Marksizm-Leninizm adına konuşan kimi örgütler bunu yapmaktadır.
Demokratik devrimin gündemde olduğu ülkelerimizde burjuva ve küçük burjuva kadın hareketini –bunların karşı devrimci saflarda duran kısmen küçük bir bölümünü dışta tutarsak– kazanma görevimiz vardır.
Kadın hareketinin sapmalarına karşı mücadele erkek şovenisti bir yaklaşımla yürütülemez!
Ülkelerimizde kendisine devrimci ve komünist diyen örgütlerde de pratikte erkeklerin egemenlikleri söz konusudur. Örgütlerin üyelerinin çoğunluğu erkeklerdir, karar ve yönetim organlarında durum genelde daha da kötüdür. Salt bu durum dahi örgütlerin-yapıların savundukları ilkelerle uyum içerisinde olmadığını gösterme durumundadır. Kapitalist toplumun bir hastalığı olarak kendisini gösteren bu durumun aşılması ancak bilinçli bir sorgulama ve mücadeleyle mümkündür. Ülkelerimizdeki devrimci grup ve örgütlerin bu noktada pek de iyi bir noktada durduğu söylenilemez. Bu konudaki sorunlar gündeme getirildiğinde erkek devrimcilerin tepki ve direnişleri ve “feminizm” suçlamasıyla kadınları bastırma eğilimi kendini gösterebilmektedir.
Komünist ve devrimci saflarda mücadele öncelikle ve esas olarak saflardaki erkek egemen anlayışlara karşı yürütülmek zorundadır. Ancak bu doğru biçimde ele alınıp yürütüldüğü zaman kadınların saflarında kendini gösterebilecek olan feminist tepkilere/sapmalara karşı doğru temelde bir mücadele verilebilir.
17 Ocak 2020