Siyonizm, antisemitizm ve Filistin ulusal sorununun anlaşılması için, geçmişin, tarihsel sürecin bilinmesi gerekiyor. Dergimizin 202-208. sayılarında “Antisemitizm ve Siyonizm üzerine” başlıklı yazı dizisi yayımlandı. Bu yazı dizisinin son bölümünü Filistin ulusal sorunun daha iyi anlaşılması için yayınlıyoruz.
SİYONİZM / ANTİSEMİTİZM (YAHUDİ DÜŞMANLIĞI) VE FİLİSTİN SORUNU ÜZERİNE TEZLER
1.Romalıların Filistin’i işgali ertesinde bütün dünyada sürgün hayatı yaşamak zorunda kalan Yahudiler, göçmek zorunda kaldıkları tüm alanlarda bir “yabancı” azınlık olarak yaşamışlardır.
Gittikleri alanlarda egemenler, her dönemde bu “yabancı azınlık”tan kendi çıkarları için yararlanmışlardır.
2.Yahudiler göçtükleri yerlerde hep yabancı azınlık olarak tutulmuşlar; onların bulundukları toplumlar içinde, kimi ulusal-kültürel özelliklerini koruyarak o toplumla birleşip, toplumun öz unsurları hâline gelmesi (entegrasyonu) engellenmiştir. Yalnızca entegrasyon değil, Yahudilerin kendi ulusal özelliklerinden bütünüyle sıyrılıp, bulundukları toplum içinde bütünüyle erimeleri (asimilasyon) de, yer yer tersi söylense bile, genelde reddedilmiş, onlar çoğunluk toplumunun dışında bir yabancı grup olarak tutulmuşlardır.
3.Kölelik çağında Filistin’den göçmek zorunda kalan Yahudilerin göçtükleri alanlarda toplumun hayatına katılmasına –gerek kölelik çağının devamında gerekse feodal çağda– genelde ticaret ve para işlerinde izin verilmiş, bu işler feodal çağda egemen feodallere bağlı olarak Yahudilere gördürülmüş, bu onların en azından küçük bir azınlığına, feodal egemenlerin “özel imtiyazlı” hizmetçileri görünümünü vermiştir. Yahudilerin büyük çoğunluğu ise hep toplumun en fakir, yoksul, ezilen horlanan kesimini oluşturmuştur.
4.Egemenler hemen her toplumsal dönemeçte iç zorlukları aşmak için “Yahudi yabancı azınlık”a karşı yerli ezilenleri kışkırtmış, kendilerine karşı yönelebilecek öfkeyi, Yahudilere karşı yönlendirmeye çalışmış ve bunu da başarmıştır. Bu kışkırtma işinde feodal çağın temel ideolojisi olan din belirleyici rol oynamış, kendilerine özgü bir dine sahip Yahudiler bu dönemde bütün kötülüklerin sebebi olarak gösterilebilen saldırı hedefleri olmuşlardır. Bu dönemde Yahudi düşmanlığı dini motiflerle gerekçelendirilmiştir, anti-semitizm genelde dinsel görünümdedir.
5.Kapitalizm egemen hâle gelene dek, bütün dünyaya yayılmış –Filistin’de kalan Yahudi nüfus çok azdır– Yahudileri bulundukları ülkelerde “yabancı” yapan, Yahudileri diğerlerinden ayıran ve kendi aralarında birleştiren temel bağ da dindir.
Kapitalizm egemen hâle gelene dek, Yahudiler bulundukları ülkelerde esasta –aşağılanan, horlanan– bir dini azınlık konumundadırlar. Küçük bir azınlığı egemenler içindedir, ama bunlar da Yahudiliklerinden dolayı aşağılanmaktan paylarını almaktadır.
Bu dönemde, kendi içine kapalı Yahudi cemaatlerinde dini metinlerin okunması, dini ritüeller vb. üzerinden en azından dindar Yahudiler arasında bir kültürel birlikten de söz edilebilir.
6.Yahudi dini, hemen tek tanrılı dinlerin tümünde o dine ait olanlara tanınan “ayrıcalık” gibi, Yahudi olanlara üstünlük atfeden, Yahudilerin Yahudi tanrısının en sevgili kulları olduğunu öğreten bir dindir. Bu din aynı zamanda Filistin’in Yahudilere vadedilmiş topraklar Yahudi vatanı –siyon– olduğunu iddia eden bir dindir de. Bu vadedilmiş topraklara geri dönüp “Tanrı Krallığı”nda yaşamak ve gelecek Mesihi beklemek, Yahudi dininin temel öğretilerinden biridir. Bu, kendini en iyi biçimde, bu dinde duaların genelde “Bir dahaki yıl Kudüs’te” sözcükleriyle sonlanmasında gösterir.
7.Filistin topraklarının Yahudilerin vatanı olduğu, bu toprakların Yahudilere Tanrı tarafından adanmış topraklar olduğu düşüncesi –siyon düşüncesi– dini öğreti ve ritüeller aracılığıyla kuşaktan kuşağa aktarılmış dini bir düşüncedir. Yahudilerin hemen tüm dünyaya dağılmış ve her yerde azınlık olarak yaşıyor olması olgusu, siyon düşüncesinin dini bir vaat olarak Yahudiler arasında güçlü bir biçimde yaşamasının şartlarını yaratmıştır.
8.Kapitalizm öncesi Siyonizm’den, siyon düşüncesi taraftarlığından söz edilecekse, ancak dinsel bir öğreti olarak Siyonizm’den söz edilebilir.
Bu dönemde egemen sınıfların, halkı kendi peşlerine takmak için kullandığı “Yahudi düşmanlığı” –anti-semitizm– da öncelikle dinsel bir karakter taşır.
9.Kapitalizm önce Batı Avrupa ülkelerinde gelişmiş, kapitalizmin gelişmesi ile birlikte burjuva demokratik düşünceler yanında ulus düşüncesi, ulus devlet düşüncesi ve milliyetçilik de gelişmeye başlamıştır.
10.Demokratik devrimlerin oldukça köklü olarak geliştiği ülkelerde (örneğin Fransa’da) feodal dönemde Yahudilere karşı yönelen yasal sınırlamalar kaldırılmış, cumhuriyet “vatandaş”ları arasında yasal eşitlik sağlanmıştır. Fakat bu yasal eşitlik de Yahudilerin eskiden gelen “yabancı görülme” konumunu esasta değiştirmemiştir.
11.Demokratik devrimlerin olmadığı (Doğu Avrupa ülkeleri) veya derinlemesine olmadığı (Almanya) Avrupa ülkelerinde ise yasalar önünde eşitliğin sağlanması da gecikmiş; bunun da ötesinde egemen sınıflar emekçi yığınların kendilerine yönelecek öfkelerini başka düşmanlara yönlendirme çabası içinde militan ve aşırı siyasi bir akım olarak anti-semitizmi geliştirmişlerdir.
12.Bir yandan eski toplumların dağılıp ulusların ve ulusal devletlerin ortaya çıkması, diğer yandan bu ulusal devletlerde de Yahudi düşmanlığının sürmesi olguları temelinde, Yahudi sorununun çözümü için Yahudilerin kendilerine ait bir vatanı olması, bir ulusal devleti olması gerektiği düşüncesi, 19. yüzyılın ortalarından itibaren ifade edilmeye başlanmış, dinsel Siyonizm’den, siyasi Siyonizm’e doğru bir gelişme yaşanmıştır. (Almanya’da: Moses Hess, (Roma / Kudüs), Rusya / Polonya’da: Pinsker.vd.)
13.Siyasi Siyonizm’in iki temeli vardır: a) İdeolojik kök olarak dinsel Siyonizm. b) Siyasi olarak gelişen Yahudi düşmanlığına tepki.
14.Siyasi Siyonizm formüle edilmeye başlandığında, kuşkusuz dünya çapında bir Yahudi ulusundan söz etmek mümkün değildir.
Bulundukları tek tek ülkeler ele alındığında da Yahudiler esasta –şu veya bu ülkede şu veya bu güçte– millî azınlık konumundadırlar. (Yani Yahudileri kendi aralarında birleştiren, diğer milliyetlerden ayıran kimi ortak ulusal özelliklere sahip ve fakat ulusal bir topluluğu ulus yapan tüm özelliklere sahip olmayan bir ulusal topluluk.)
Bu dönemde Yahudilerin uluslaşmaya en yakın olduğu ülkeler Polonya-Ukrayna-Beyaz Rusya’dır. Doğal olarak Yahudi milliyetçilik hareketinin de en çok taban bulduğu ülkeler buralardır.
15.Yahudi milliyetçiliğinin en çok geliştiği ülkelerin bu ülkeler olmasında, kuşkusuz bu ülkelerde Yahudi düşmanlığının da en fazla gelişmiş olması ve pogrom boyutlarına varması da belirleyici bir rol oynamıştır, oynamaktadır.
16.Siyasi Siyonizm en olgun biçimiyle, 19. yüzyılın son on yılı içinde Thedor Hertzl tarafından (Yahudi Devleti / 1896) formüle edilmiştir.
Burada Filistin’in çeşitli ülkelerde yaşayan Yahudilerin Filistin’e göçüp, yerleşmesi yoluyla kolonize edilmesi ve “vadedilmiş topraklara” Yahudilerin kolonistler olarak geri dönüp, orada kendi devletlerini kurmaları, Yahudi sorununun çözümü için program olarak öngörülmüştür.
Siyasi Siyonizm çıkış noktasında, bir yandan özellikle Doğu Avrupa’da gelişen ve pogrom biçimlerine bürünen (sadece Doğu Avrupa’da değil, aynı zamanda Batı Avrupa’da, hatta en demokratik ülke Fransa’da bile Dreyfus vakasında görüldüğü gibi anti-semitizm vardır ve gelişmektedir) anti-semitizme haklı bir tepkinin ifadesidir. Diğer yandan fakat o aynı zamanda çözümü, sorunun çıktığı yerlerde arayacak yerde, Filistin’e yöneldiği noktada, orada yerleşik halkı yok sayan sömürgeci bir niteliğe sahiptir. “Topraksız bir halk için, halksız toprak” programı, yönelinen toprağın halksız olmadığı gerçeğini reddettiği noktada, sömürgecidir, saldırgandır. O bu saldırganlığını, o ülkenin “vahşi” halkına da demokrasi ve refah ve uygarlık götürme gibi klasik sömürgeci gerekçelerle örtmektedir.
Yani Yahudi milliyetçiliği olan siyasi Siyonizm çıkış noktasında ikili karaktere sahiptir.
-Yahudilere karşı yönelen milli baskılara karşı çıkan ve onları bu millî baskıdan Yahudilerin kendi devletini kurarak kurtarmak isteyen programıyla o, ezilen bir milliyetin haklı tepkilerinin ifadesidir.
-Kurulmak istenen devletin Filistin’de öngörülmesi noktasında o, sömürgeci, saldırgan, yerli Arap halkı yok sayan, aşağılayan, köle yapmayı öngören bir niteliğe sahiptir.
17.Siyonist program, gerçekte bulunduğu ülkelerde sınıfsal konumu açısından burjuva olan ve fakat Yahudiliği nedeniyle de ezilen konumda olan ve kendi devletinde kendi işçi-köylüsünü sömürmek isteyen Yahudi orta ve küçük burjuvazisinin programıdır.
Bu program fakat daha çok, Doğu Avrupa ülkelerinde pogromdan kaçarak, Batı Avrupa ülkelerine ve ABD’ye göçen ve göçtükleri ülkelerde de –öncelikle ve özellikle de Batı Avrupa’da–, gettolarda sıkışan, toplum tarafından kabul görülmek bir yana, horlanan, aşağılanan yoksul Yahudiler tarafından kabul görmüştür.
Bulundukları ülkelerde de egemen sınıfların bir parçası konumunda olan Yahudi büyük burjuvazisi de çeşitli saiklerle, fakat her şeyden önce de anti-semitizmin daha fazla gelişmesini, anti-semit saldırıların kendilerine de yönelmesini engellemek için, siyonist programı açıkça veya el altından desteklemiştir.
Örgütlü Yahudi işçiler ise çözümü Siyonizm’de değil, sosyalizmde arayan konumlarıyla Siyonizm’e karşı tavır takınmıştır.
18.Siyasal Siyonizm, emperyalizmin ortaya çıktığı dönemde formüle edilmiştir ve fakat o şu veya bu emperyalist büyük gücün doğrudan ortaya atıp geliştirdiği bir proje değildir. O, kapitalist gelişmenin belli bir noktasında, var olan çelişmeler temelinde normal gelişme içinde ortaya çıkan Yahudi milliyetçiliğidir. Fakat ortaya çıktığı andan itibaren de –nasıl anti-semitizm kullanıldıysa–, Siyonizm de emperyalizm tarafından kullanılmıştır.
19.Siyonistler (Siyonist Kongre), bütün burjuva milliyetçilerinin yaptığı gibi, emperyalist güçler içinde kendilerine destek aramış ve bu desteği çeşitli emperyalist güçlerde bulmuştur.
20.Başlangıçta Alman emperyalist burjuvazisi siyonist projeyi –Filistin’e dönüş projesi olarak– desteklemiştir. Burada amaç, tabii ki bir yandan Doğu’dan gelen Yahudi göçünü Filistin’e yönlendirerek bu dertten kurtulmak, diğer yandan Ortadoğu’daki kaçınılmaz yeniden paylaşımında bir müttefik edinmekti. Ancak Almanya’nın aynı zamanda o dönemde Filistin’de işgalci konumda olan Osmanlı devletiyle müttefik olma durumunun varlığı, Siyonist Kongre / Almanya arasında daha derin bir ilişkiye izin vermemiştir.
21.20.yüzyılın başlarında en büyük emperyalist güç konumunda olan İngiliz emperyalizmi, başlangıçta Alman emperyalizminin bir projesi olarak gördüğü siyonist projeye fazla sıcak bakmamış, –özellikle Filistin’in yurt olarak görülmesi konusunda, Yahudi yurdunun Uganda’da aranması düşüncesini geliştiren ve öneren İngiliz dışişleridir!– daha sonra yine Ortadoğu’ya hâkimiyet planları içinde siyonist yerleşim planını da kendi planlarının içinde kullanılacak bir faktör olarak ele almaya başlamıştır.
22.İngiliz emperyalizmi ile Fransız emperyalizmi kendi aralarında Ortadoğu’nun Birinci Dünya Savaşı sonrasında paylaşımı konusunda anlaşmışlardır. (Sykes/Picot Anlaşması)
23.İngiliz emperyalizmi Ortadoğu’da egemenlik savaşında bu alanı, bu alanda egemen olan Osmanlı devletinin elinden almak için, önce Osmanlı devletine karşı Arap milliyetçiliğini körüklemiş ve desteklemiştir. Osmanlı devletine karşı isyanların örgütlenmesinde doğrudan İngiliz ajanları da vardır. (Lawrence)
24.Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra Filistin, Osmanlı egemenliğinden çıkıp İngiliz mandası hâline gelmiştir. İngiliz emperyalizmi Araplarla / Yahudi yerleşimciler arasındaki çelişmelerden kendi egemenlikleri lehine yararlanmak amacıyla, siyonist yerleşim projesine sınırlı ve kontrollü destek vermeye başlamışlardır.
25.Bir yandan Araplara verilen bağımsız devlet sözleri, (Mc Mahon açıklaması) diğer yandan Yahudilere verilen “Filistin’de Yahudi yurdu” sözleri (Balfour deklarasyonu) ile halklar uyutulmuş, birbirine karşı kışkırtılmış, kullanılmıştır.
26.Yahudi yerleşimi, başından itibaren yerli yoksul Arapların aleyhine bir proje olarak gelişmiş, yoksul Araplar daha da yoksullaşma durumuna girmiştir. Uygarlaştırma(!) Arap emekçiler açısından yerleşik oldukları alanlardan sürülme anlamına gelmiştir. Doğal olarak Yahudi yerleşimi Filistinli Arap yığınların tepkisi ile karşılanmış, Arap gericileri bu haklı tepkiyi genelde Yahudi olan herkese, her şeye karşı yönlendirmeye çalışmıştır.
27.İkinci Dünya Savaşı başlayana kadar Filistin’e küçümsenmeyecek bir Yahudi göçü ve yerleşimi gerçekleşmiştir. Bu göç özellikle Almanya’da Nazilerin iktidara gelmesi ertesinde hızla artmıştır.
28.İkinci Dünya Savaşı sırasında Almanya’nın yürüttüğü Yahudi soykırımına karşı, bu soykırımdan kaçan Yahudilerin bir bölümünün de sığındığı duraklardan biri Filistin olmuş, İngiliz emperyalistleri bu göçü kısıtlamak için her şeyi yapmıştır.
29.İkinci Dünya Savaşı bittiğinde Filistin’de olgu olarak Yahudi ve Araplar yan yana yaşamak durumundadır. Yahudi nüfus büyüklüğü tüm Filistin nüfusunun neredeyse üçte birine varmıştır. Ve bu Yahudi nüfus Filistin’de kendine özgü kurumlarını yaratmıştır. Filistin’deki Yahudiler önemli ölçüde artık bir ulus konumundadırlar. Alman Nazi İmparatorluğu somutunda Avrupa’daki tüm Yahudi nüfusu fiziken yok etme programı ve pratik siyasetinde (Holocaust) anti-semitizm bu ulusun oluşmasında belirleyici bir rol oynamıştır.
30.Böyle bir durumda en iyi çözüm, Filistinli Arapların ve Filistinli Yahudilerin içerisinde eşit haklarla yer aldığı “Bağımsız, birleşik, demokratik bir Filistin devleti”nin kurulması, bu devlette ulusların ayrılık hakkının da var olması olurdu.
Bunun olmadığı noktada, iki ayrı devlet geçici çözüm olabilirdi.
Sosyalist Sovyetler Birliği, Filistin sorunu Birleşmiş Milletler’in gündemine geldiğinde; Filistin’de bağımsız, birleşik, demokratik bir Arap-Yahudi ortak devletinin kurulmasını, bunun olmadığı şartlarda Filistin’de bir Arap ve bir Yahudi devleti, iki ayrı devlet kurulmasını savundu.
Sovyetler Birliği’nin takındığı tavır doğru idi, doğrudur.
31.İkinci Dünya Savaşı ertesinde Filistin’de yaşayan bir ulus olarak Yahudi ulusunun burada kendi devletini kurma hakkı vardı.
Bütün burjuva ulus devletler gibi, İsrail’in de –o proletarya önderliğinde bir devrimle yıkılana dek– yaşama hakkı vardır.
32.İsrail devleti kuruluşundan kısa süre sonra yerini Batılı emperyalist kampın yanında, bu kampın Ortadoğu’daki ileri karakolu olarak belirledi. Bugün de Ortadoğu’daki konumu Batılı emperyalist güçlerin alandaki ileri karakolu konumudur.
33.İsrail devleti kendi içindeki Arap milliyetinden azınlığa ırkçı bir politika izleyen, siyasi Siyonizm’i devletinin temel ideolojisi olarak gören ve uygulayan bir devlettir.
34.İsrail devleti kurulduktan sonra Filistin’de yaşayan Arapların üzerinde yaşadığı bir dizi alanı fetih savaşları ile ele geçirmiş, devlet sınırlarını Filistin Arap ulusunun aleyhine genişletmiştir. Birleşmiş Milletler’de bu fetih savaşlarında ele geçirilen topraklardan geri çekinilmesi yönünde alınan birçok karar bu siyonist devlet tarafından yok sayılmaktadır.
35.İsrail devleti kendi devlet sınırlarını savaş yoluyla genişletmesinin yanında Arapların yaşadığı bölgelere gönderdiği “Yahudi yerleşimciler” tarafından kurulan “yerleşim bölgeleri” üzerinden de genişletmeyi sürdürmektedir.
36.Filistin’de yaşayan Arap ulusuna karşı siyonist İsrail devletinin politikası faşist bir politikadır.
37.Siyonist İsrail devletinin Filistinli Araplara karşı uyguladığı ırkçı faşist siyasete karşı çıkmak, Filistin Arap ulusunun siyonist İsrail devletine karşı yürüttüğü ulusal kurtuluş mücadelesini desteklemek her ilerici, demokrat, devrimci insanın görevidir.
38.Siyonist İsrail devletinin ırkçı siyasetine karşı çıkarken, Yahudi düşmanı pozisyonlara düşmeme konusunda duyarlı ve dikkatli olunmalıdır. Siyonist İsrail devletine yönelik doğru, gerekli, haklı tepki ve eleştirilerin “Yahudi düşmanlığı” olarak görülüp gösterilmesi ne kadar yanlışsa; İsrail’in ırkçı siyonist politikalarının tüm Yahudilere mal edilip Yahudi düşmanı pozisyonlar savunulması da o kadar yanlıştır.
39.“Filistin sorunu”nun gerçek çözümü, ancak Siyonizm’in ve Yahudi düşmanlığının ortadan kalktığı, Filistin’deki tüm ulusların eşit haklarla yan yana yaşadığı şartlarda mümkün olacaktır. Bunun yolu gerek İsrail’deki siyonist iktidarın, gerekse gerici Arap rejimlerindeki iktidarların proletarya önderliğinde devrimlerle yıkılmasından geçer.
40.Emperyalist dünyada on yıllardır üzerine konuşulan, Filistin’de bir Filistin Arap devletinin kurulması ile öngörülen “iki devletli çözüm” gerçek çözüm değildir.
Fakat kısa süreli de olsa, eğer siyonist İsrail’in saldırılarını ve topraklarını genişletmesini durduran bir rol oynarsa ve Filistin Arap ulusu içinde de burjuvazi ile proletarya arasındaki uzlaşmaz zıtlığın açık görülmesinin yolunu açan bir rol oynarsa, gerçek çözümün şartlarını yaratma yönünde ileri doğru atılmış bir adım olur.
Ağustos 2022