Lenin, “Bir Adım İleri İki Adım Geri” kitabını neden yazdı? Bu soruya cevap vermek için önce RSDİP İkinci Kongre’sini kısaca anımsamakta fayda var.
Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisi’nin İkinci Kongresi, 17 Temmuz 1903’te (yeni takvimle 30 Temmuz) Brüksel’de toplandı. Oturumlar ilk önce Brüksel’de yapıldı. Belçika polisinin RSDİP delegelerinin ülkeyi terk etmesini istemesi nedeniyle, Parti Kongresi Londra’ya aktarıldı. Parti Kongresi’ne 26 örgütü temsilen 43 delege katıldı. Her parti örgütünün kongreye iki delege gönderme hakkı vardı. Ama bazı parti örgütleri sadece bir delege göndermişti. İkinci Kongre’nin 43 delegesi 51 oy hakkına sahipti. İkinci Kongre’nin bileşimi konusunda SBKP (B) tarihinde şunlar söylenmektedir:
“Parti Kongresi’nin bileşimi homojen değildi. Yeminli “Ekonomistler”, aldıkları yenilgiden dolayı, kongrede temsil edilmiyorlardı. Ama görüşlerini o zamandan bu yana öyle ustaca gizlemişlerdi ki, parti kongresine bazı delegeler sokmayı başardılar. Ayrıca, “Bund” delegeleri, “Ekonomistler”den sadece lafta ayrılıyor, gerçekte ise “Ekonomistler”i destekliyorlardı.
Parti kongresinde böylece yalnızca “Iskra” yandaşları değil, “Iskra” karşıtları da hazır bulunuyordu. “Iskra” yandaşlarının sayısı 33’tü, yani çoğunluk onlardaydı. Ama kendini “Iskra”cı sayanların hepsi gerçek “Iskra”cı, leninist değildi. Delegeler çeşitli gruplara bölündüler. Lenin yandaşlarının ya da kararlı “Iskra”cıların 24 oyu vardı, 9 “Iskra”cı Martov’u destekliyordu. Bunlar kararsız “Iskra”cılardı. Delegelerin bir kısmı ise “Iskra” ile hasımları arasında yalpalıyordu; bu delegelerin Kongre de 10 oyu vardı. Bunlar Merkez’i oluşturuyordu. “Iskra”nın açık hasımlarının ise 8 oyu vardı (3 “Ekonomist”, 5 Bund’cu). “Iskra”cıların saflarındaki bir bölünme, üstünlüğün “Iskra” düşmanlarına geçmesine yetecekti.” (SBKP (B) Tarihi, Kısa Ders”, Stalin, s. 56-57, İnter Yayınları, Aralık 1990, İstanbul)
İkinci Kongre’nin en önemli tartışma konusu Parti Programı ve Parti Tüzüğü üzerine idi. Partinin oportünist kanadı, Parti Programı’ndaki proletarya diktatörlüğü tezine itiraz ediyordu. Oportünistler, daha bir dizi başka konularda da Parti Programı ile hem fikir değildi. Ama onlar esas mücadeleyi proletarya diktatörlüğü meselesi üzerinde yoğunlaştırmaya karar verdiler. Parti kongresi, “Iskra”nın önerdiği programı kabul etti.
Esas çatışmalar fakat Tüzük üzerine tartışmalarda yaşandı.
SBKP (B) Tarihi, Kısa Ders’te, Parti Tüzüğü hakkında yürütülen tartışmalar şöyle aktarılmaktadır:
“Programın kabul edilmesi nispeten pürüzsüz olmuştu, ama Parti Tüzüğü sorununda parti kongresinde şiddetli tartışmalar çıktı. En şiddetli görüş ayrıldığı, Tüzüğün birinci paragrafının, parti üyeliğine ilişkin paragrafın formülasyonu üzerine çıktı. Partiye kim üye olabilirdi, partinin bileşimi nasıl olmalıydı, parti örgütsel bakımdan ne olmalıydı. Örgütlü bir bütün mü, yoksa şekilsiz bir şey mi? İşte tüzüğün birinci paragrafına ilişkin olarak ortaya çıkan sorunlar bunlardı. İki formülasyon birbiriyle mücadele ediyordu: Plehanov ve kararlı “Iskra”cılar tarafından desteklenen Lenin’in formülasyonu ve Akselrod, Zasuliç, kararsız “Iskra”cılar, Troçki ve parti kongresinin açık oportünist kesiminin tümü tarafından desteklenen Martov’un formülasyonu.
Lenin’in formülasyonu, parti programını kabul eden, partiyi maddi yönden destekleyen ve onun örgütlerinden birine mensup olan herkesin parti üyesi olabileceğini söylüyordu. Martov’un formülasyonu ise, parti programının kabul edilmesinin ve maddi desteğin parti üyeliği için mutlaka gerekli olduğunu kabul ederken, parti örgütlerinden birine katılmayı şart olarak görmüyor, bir parti üyesinin mutlaka parti örgütlerinden birine üye olması gerekmediği görüşünü savunuyordu.
Lenin, partiyi, üyeleri kendi kendini partili sayamayacak olan, bilakis ancak parti örgütlerinden biri tarafından partiye alınabilecek ve dolayısıyla parti disiplinine boyun eğecek olan örgütlü bir müfreze olarak görüyordu.
Martov ise partiyi, üyeleri kendi kendini partili sayabilecek ve bir parti örgütüne üye olmadıkları için parti disiplinine boyun eğmek zorunda olmayan örgütsel bakımdan şekilsel bir şey olarak görüyordu.
Böylece Martov’un formülü, Lenin’in formülünden farklı olarak, partinin kapılarını kararsız, proleter olmayan unsurlara ardına kadar açacaktı. Burjuva-demokratik devrimin arifesinde, burjuva aydınları arasında devrime geçici bir süre sempati duyan kimseler vardı. Bunlar zaman zaman partiye küçük hizmetlerde bile bulunabilirdi. Ama bu kimseler bir örgüte katılmaz, parti disiplinine uymaz, partinin vereceği görevleri yerine getirmez ve bu görevlerin beraberinde getirdiği tehlikeleri göze almazdı. Ve Martov ve diğer Menşeviklerin önerisine göre, bunlar parti üyesi olarak görülmeli, bunlara parti meselelerini etkileme hak ve imkânı verilmeliydi. Hatta onlar, grevlere sosyalist olmayanlar, Anarşistler, Sosyal-Devrimciler de katılmasına rağmen, her grevciye kendini parti üyesi “sayma” hakkının tanınmasını bile önerdiler.
Böylece, Lenin ve leninistlerin parti kongresinde uğruna mücadele ettikleri homojen ve militan bir parti yerine, örgütünün sınırları berrakça tanımlanmış bir parti yerine, Martovcuların heterojen, gevşek, şekilsiz ve sırf bu heterojen niteliği yüzünden hiçbir zaman sıkı disiplinli, militan olamayacak bir parti istedikleri ortaya çıktı.
Kararsız “Iskra”cıların sağlam “Iskra”cılardan ayrılarak merkezcilerle ittifak yapmaları, açık oportünistlerin de bunlara katılmaları, bu noktada üstünlüğü Martov’a verdi. Parti kongresi 22’ye karşı 28 oy çokluğuyla (ve 1 çekimser) tüzüğün birinci paragrafını Martov’cu formülasyonunu kabul etti.
Tüzüğün birinci paragrafı konusunda “Iskra”cıların bölünmesinden sonra. Parti kongresindeki mücadele daha da keskinleşti. Parti kongresi, gündemin son maddesine geliyordu, partinin yönetici kurullarının seçimi: Parti Merkez Organı (“Iskra“) yazı kurulunun ve Merkez Komitesi’nin seçimi. Ama kongre seçimlere geçmeden önce parti kongresindeki güçler dengesini değiştiren bazı olaylar meydana geldi.
Parti Tüzüğü ile bağlantılı olarak parti kongresi, Bund sorununu ele almak zorunda kaldı. Bund, parti içinde özel bir yere sahip olmak istedi. Rusya’daki Yahudi işçilerin biricik temsilcisi olarak tanınmayı talep etti. Bund’un bu talebini kabul etmek, parti örgütlerindeki işçileri milliyetlerine göre bölmek ve işçilerin ortak bölgesel sınıf örgütlerini reddetmek anlamına gelirdi. Parti kongresi, Bund’un önerdiği, ulusal çizgiler üzerinde örgütlenme sistemini kabul etmedi. Bunun üzerine Bund’cular parti kongresini terk ettiler. Ayrıca iki “Ekonomist” de, parti kongresi onların Yurtdışı Ligası’nı partinin yurtdışındaki temsilcisi olarak tanımayı reddedince, kongreyi terk etti.
Yedi oportünistin parti kongresini terk etmesiyle, güçler dengesi leninistler lehine döndü.
Lenin, daha başından itibaren, bütün dikkatini partinin merkezi kurullarının bileşimi üzerinde yoğunlaştırmıştı. Merkez Komitesi’ne kararlı ve tutarlı devrimcilerin seçilmesini gerekli görüyordu. Martov’cular ise, istikrarsız, oportünist unsurların merkez komitesine hâkim olmasını sağlamaya çalışıyordu. Parti kongresinin çoğunluğu bu meselede Lenin’i destekledi. Seçilen merkez komitesi Lenin’in yandaşlarından oluşuyordu.
Lenin’in önerisi üzerine, “Iskra” yazı kuruluna Lenin, Plehanov ve Martov seçildi. Martov, parti kongresinde, “Iskra” yazı kuruluna, çoğunluğu kendi yandaşı olan “Iskra”nın eski altı üyesinin seçilmesini talep etti. Parti kongresi bu talebi oy çoğunluğuyla reddetti. Lenin’in önerdiği üçlü seçildi. Bunun üzerine Martov, merkez organın yazı kuruluna katılmayacağını açıkladı.
Böylece Parti kongresi, partinin merkezi kurulları konusunda verdiği oylarla, Martov yandaşlarının yenilgisini ve Lenin yandaşlarının zaferini pekiştirdi.
Bu andan itibaren, parti kongresindeki seçimlerde oyların çoğunluğunu (Rusça: Bolşinstvo) alan Lenin’in yandaşlarına Bolşevikler ve oyların azınlığını (Rusça: Menşinstvo) alan Lenin’in hasımlarına da Menşevikler adı verildi.” (Age., s. 58-60)
II.Parti Kongresi’nden sonra, parti içindeki mücadele keskinleşti. Menşevikler, partinin merkezi kurumlarını ele geçirmek için mücadeleye giriştiler. Kendi yandaşlarının yazı kuruluna ve merkez komitesine alınmasını talep ettiler! Menşeviklerin bu istemleri II. Parti Kongresi’nin kararlarına aykırıydı. Bolşevikler, Menşeviklerin taleplerini reddetti. Bunun üzerine Menşevikler, partiden gizli olarak, Martov, Troçki ve Akselrod önderliğinde kendi fraksiyoncu örgütlerini kurdular. II. Parti Kongresi’nde yenilgiye uğrayanlar, Lenin’e karşı ayaklandılar! Menşeviklerin mücadele yöntemleri Lenin’in deyimiyle “tüm Parti çalışmasını dezorganize etmek, davaya zarar vermek, adım başı sabotaj” idi. Menşevikler esas olarak “Yurtdışı Ligası”nda mevzilenmişlerdi.
Plehanov, Menşeviklerin yardımına koştu. Oysa aynı Plehanov II. Parti Kongresi’nde Lenin’in yanında yer almıştı. Menşevikler, II. Parti Kongresi’nden sonra Plehanov’u, partinin bölüneceği ile tehdit etti. Elbette ki Plehanov’u Menşeviklere iten şey, daha önceki oportünist hatalarının bir yansımasıydı. Menşevik oportünistlerle uzlaşma savunucusu olan Plehanov giderek Menşevik oldu. Plehanov, bütün eski Menşevik Yazı Kurulu üyelerinin “Iskra” Yazı Kurulu’na alınmasını talep etti. Lenin, bu öneriyi onaylamadı ve Yazı Kurulu’ndan istifa etti.
Plehanov, II. Parti Kongresi’nin iradesini çiğneyerek, kendi başına eski Menşevik Yazı Kurulu üyelerini “Iskra” Yazı Kurulu’na aldı. Menşevikler 52. sayıdan itibaren “Iskra”yı kendi organlarına dönüştürdüler ve “Iskra” üzerinden kendi oportünist görüşlerinin propagandasını yapmaya başladılar. “Iskra”nın 52. sayısından itibaren Bolşevik “Iskra”dan eski “Iskra”, Menşevik oportünist “Iskra”dan ise yeni “Iskra” olarak söz edilmeye başlandı.
Lenin, RSDİP II. Parti Kongresi’ndeki mücadeleyi ve parti kongresini izleyen dönemde parti içi mücadele gerçeklerini ortaya koymak istiyordu. Bu görevi Lenin, 1904 yılının Şubat-Mayıs ayları arasında yerine getirdi. “Bir Adım İleri İki Adım Geri” kitabı 1904 yılının mayıs ayında Cenevre’de yayınlandı. Lenin, bu kitabın hazırlığında, toplantı protokollerini ve II. Parti Kongresi kararlarını, parti kongresinde oluşan siyasi gruplaşmaları, Merkez Komitesi’nin ve Parti Meclisinin dokümanlarını inceledi.
Lenin, “Bir Adım İleri İki Adım Geri” kitabında RSDİP’in II. Parti Kongresi’nde ve daha sonraki tüm mücadele sürecinin ayrıntılı bir analizini yaptı. Lenin, parti üyelerinin dikkatini iki ana noktaya çekti: Partinin “çoğunluk” ve “azınlık” şeklinde bölünmesinin siyasi açıdan taşıdığı önem, yeni “Iskra”nın örgütsel sorunlara ilişkin olarak bulunduğu yerin ilkesel açıdan taşıdığı önemi vurguluyordu. Lenin şöyle diyordu:
“Altı aydır bütün parti üyelerimizin dikkatini bağlayan parti içi mücadelede de böyle olmuştur. Ve ben bütün mücadeleyi anlatan bu elinizdeki yazıda son derece önemsiz bir sürü küçük meseleye, aslında hiç ilgi çekmeyen bir sürü tartışmaya değinmek zorunda olduğum için, okuyucunun dikkatini baştan, son derece önemli, kuşkusuz tarihi önemi olan ve partimizin gündemindeki acil politik sorunları ifade eden iki merkezi ve temel soruna çekmek istiyorum.
Bu sorunlardan birincisi, partimizin 2. Kongre’de gerçekleşen Rus Sosyal-Demokratlarının o zamana kadarki bölünmelerini arka plana iten “azınlık” ve “çoğunluk” kanadı olarak bölünmesinin politik anlamı sorunudur.
İkinci sorun, yeni “Iskra”nın örgütsel sorunlarda aldığı tavrın (bu tavır gerçekten ilkeselse tabii) ilkesel anlamıdır.
Birinci sorun, parti içi mücadelenin çıkış noktası, kaynağı, nedenleri ve belirleyici politik karakteriyle ilgilidir. İkinci sorun ise bu mücadelenin sonucu, vardığı yer, ilkeler alanına giren her şeyi topladığında ve dalaşma alanına giren her şeyi bir kenarda bıraktığında elde edilen ilkesel sonuç sorunudur. Birinci sorun, kongrede yürütülen mücadelenin analiz edilmesiyle, ikinci sorun ise yeni “Iskra”nın yeni ilkesel içeriğinin analiz edilmesiyle çözümlenmiştir. Broşürümün onda dokuzunu oluşturan gerek birinci gerekse ikinci analiz “çoğunluk”un partimizin devrimci kanadını, “azınlık”ın ise oportünist kanadını oluşturduğunu ortaya çıkarmaktadır. Şu an bu iki kanadı birbirinden ayıran görüş ayrılıkları esas olarak programatik ve taktik sorunlara değil, örgütsel sorunlara dayanmaktadır. Yeni “Iskra”da pozisyonunu derinleştirmek çabasına girdikçe ve bu pozisyon, göreve çağırma nedeniyle çıkan kavgadan kurtuldukça, örgütsel sorunlarda izlenen oportünizm daha çok su yüzüne çıkmaktadır.” (“Seçme Eserler”, Lenin, cilt II, s. 405-406, İnter Yayınları, Kasım 1993, İstanbul)
Lenin, “azınlık” oportünizminin parti tüzüğünün daha ilk paragrafı üzerine yapılan tartışmalarda kendini gösterdiğini belirtmektedir. Böyle bir sonuca, mücadele etmeden ulaşılamazdı. Lenin, “Iskra” karşıtlarının ve parti kongresinin tutarsız “batağa düşmüş” unsurlarının oportünist dalgalanmalarının ve politik karaktersizliğinin adım adım maskesini düşürüyordu. Lenin, partinin faaliyetinin örgütlülüğünü bozan, çalışmalarını sabote etme gibi en seviyesiz mücadele yöntemlerine başvuran Menşeviklerin maskesini açığa çıkarıyordu. Örgütsel sorunlarda, Menşeviklerin pozisyonunu oportünizm olarak adlandırıyordu. Lenin, RSDİP’in “çoğunluk” ve “azınlığa” bölünmesinin, başka ülkelerde uzun zamandır var olan sosyal-demokrasinin devrimci ve oportünist kanatlara bölünmesinin kaçınılmaz bir devamı olduğunu gösteriyordu.
“Kongrenin başlıca görevi neydi? Kongrenin başlıca görevi, “Iskra” tarafından geliştirilen ve hazırlanan ilkeler ve örgüt fikri temelinde g e r ç e k bir partinin yaratılmasıydı. Kongrenin tam da bu yönde çalışmak zorunda olduğu, “Iskra”nın üç yıllık faaliyeti ve onun parti komitelerinin çoğunluğu tarafından tanınmasıyla belirlenmişti. “Iskra”nın programı ve eğilimi, partinin programı ve eğilimi olacak, “Iskra”nın örgütlenme planı, Parti Örgütlenme Tüzüğü’nde sağlama alınacaktı. Elbette böyle bir sonuca mücadele etmeksizin ulaşmak olanaksızdı.” (Age., s. 410)
Menşevikler, parti faaliyetinin örgütlülüğünü bozma, çalışmalarını sabote etme yöntemlerine başvuruyorlardı. Lenin, yeni, örgütsel sorunlarda Menşevik “Iskra”nın pozisyonunu oportünizm olarak tanımlıyordu ve bu pozisyonun, merkeziyetçiliğe ve katı proleter disipline düşmanca karşı olduğuna işaret ediyordu. Menşevikler, anarşizmi ve örgütlü disiplinsizliği korumaya alıyor ve küçük burjuva, oportünist unsurlara partinin kapısını sonuna kadar açıyordu. Lenin şöyle diyordu:
“Programın kabul edilmesi, parti çalışmasının merkezileşmesini tüzüğün kabul edilmesinden daha çok ilerletmiştir. Felsefe diye yutturulmak istenen bu eskimiş iddia nasıl da sosyal-demokrasiden çok burjuva dekadanlığına çok daha yakın olan radikal entelektüelizm kokuyor! Bu ünlü safsatada merkeziyetçilik sözü tamamen sembolik bir anlamda kullanılmaktadır. Bu tumturaklı sözlerin yazarları düşünemiyorlarsa ya da düşünmek istemiyorlarsa, o zaman hiç olmazsa programın Bundcularla birlikte kabul edilmesinin, sadece ortak çalışmanın merkezileşmesine yol açmamakla kalmadığı, aynı zamanda bizi bir bölünmeden bile korumadığı basit gerçeğini anımsasınlar. Program sorunlarında ve taktik sorunlarında birlik, partinin birleşmesi için, parti çalışmasının merkezileşmesi için gerekli fakat henüz yeterli bir koşul değildir. (…) Bu birleşme için bir de örgütün birliğine gerek vardır; bu birlik, bir aile çevresi çerçevesinden az çok çıkmış bir parti de saptanmış bir tüzük olmadan, azınlık çoğunluğa tabi olmadan, parça bütüne bağlı olmadan düşünülemez. Program ve taktiğin temel sorunlarında birliğimiz olmadığı sürece, bir dağınıklık ve çevrecilik döneminde yaşadığımızı da açıkça söylüyorduk; birleşmeden önce, aramızdaki ayrılıkları belirlememiz gerektiğini açıkça ifade ediyorduk; ortak bir örgüt biçiminden değil, bilakis sadece program ve taktik alanında oportünizme karşı mücadelenin yeni (o zamanlar gerçekten yeni) sorunlarından söz ediyorduk. Şimdi bu mücadele artık herkesin kabul ettiği gibi, parti programı ve taktik sorunlar üzerine parti kararlarında ifadesini bulan yeterli bir birlik sağladı; artık ikinci adımı atmak zorundaydık ve herkesin rızasıyla bu adımı attık: yekpare, bütün çevreleri bir bütün halinde bir araya getiren bir örgüt biçimi hazırladık. Şimdi bu biçimler yan yarıya yıkıldı ve geriye, anarşistçe davranışa, anarşist lafazanlıklara, parti yazı kurulu oluşturmak yerine bir çevreyi yeniden kurmaya geri çekildik ve şimdi bu geri adım, alfabenin, edebi konuşmayı sentakstan daha çok ilerlettiğiyle haklı çıkarılmaktadır.
Üç yıl önce taktik sorunlarda serpilip gelişen kuyrukçuluk felsefesi, bugün örgütsel sorunlara uygulanması içinde yeniden canlanmaktadır.” “Bir Adım İleri İki Adım Geri”, Lenin, s. 210-211, İnter Yayınları, Haziran 1994, İstanbul)
Eski “Iskra”nın yürüttüğü mücadele sonucu ve II. Parti Kongresi’nin çalışmaları ile sosyal-demokrat hareket önemli gelişmeler kaydetmişti. İdeolojik birlik, parti programında ve parti kararlarında formüle edilerek ideolojik birlik sağlanmıştı. Farklı gruplar bir araya getirilerek partinin oluşturulma görevleri başarılmıştı. Lenin bu yüzden, “bizi geriye örseleyip partiyi yıkacak ve parti çalışmasının organizasyonunu bozacaklar”, diye yazıyordu. Eski “Iskra”, devrimci mücadeleyi öğretiyordu. Menşeviklerin Yeni “Iskra”sı, oportünistlerle uzlaşmayı öngörüyordu. Eski “Iskra” ilkelerden taviz vermeyerek ve ilkeler üzerine tartışmayarak hem Rusya hem de Batı Avrupa oportünistlerinin düşmanlığını kazanıyordu. Yeni “Iskra”, aşırı oportünistlerden de övgü alıyordu.
Lenin yeni “Iskra”nın örgütsel sorunlardaki tutumunu şöyle anlatıyor:
“Yeni “Iskra”nın örgütsel sorunlardaki tutumunun son karakteristik özelliği, Jirondizm ve soylu anarşizmiyle kopmaz bir bağ içindedir: merkeziyetçiliğe karşı özerkliğin savunulması. İşte bürokratizm ve otokratizm üzerine bunca feryadın, “Iskracı olmayanların” (bunlar kongrede özerkliği savunmuşlardır) “hak etmedikleri biçimde hiçe sayılması” üzerine bunca hayıflanmanın, “mutlak itaat” talep edilmesi üzerine bunca gülünç yaygaranın, “pompadorluk” üzerine bunca yakınmanın vs. ilkesel anlamı (eğer varsa tabii) budur. Her partinin oportünist kanadı, her zaman her türlü geriliği, programatik, taktik ve örgütsel her türlü geriliği savunur ve mazur gösterir. Yeni “lskra”nın örgütsel geriliği (kuyrukçuluğu) savunması, özerkliğin savunulmasıyla sıkı bir ilişki içindedir. Ne var ki özerklik, eski “lskra”nın üç yıl boyunca yürüttüğü propagandayla genelde öylesine büyük bir itibar kaybına uğramıştır ki, yeni “Iskra” özerkliği açıkça savunmaktan hâlâ utanıyor. Merkeziyetçiliğe sempati duyduğuna bizi hâlâ temin ediyor, fakat bunun ispatı, sadece, merkeziyetçilik sözcüğünün siyah harflerle yazılması. Gerçekte yeni “Iskra”nın sahte merkeziyetçiliğinin “gerçek sosyal-demokrat” (anarşist değil mi?) “ilkeleri”nin en hafif eleştirisi, her adımda özerklik bakış açısını açığa çıkarmaktadır.” (Age., s. 218-219)
Menşevikler, parçanın bütüne tâbi olması gerekmediğini, parçanın bütünle ilişkilerini tespit ve tayinde özerk olduğunu savunuyorlardı. Lenin ise parti yaşamının değişmez normlarını ele alıyordu. Bu normların en önemlileri şunlardır: Tüm parti üyelerinin parti tüzüğünün gerekliliklerine ve tek tip parti disiplinine kesinlikle uymak, demokratik merkeziyetçiliğin ve parti içi demokrasinin ilkelerini tutarlı bir şekilde uygulamak; geniş parti kitlelerinin eylem ve girişimlerinde olabilecek en üst seviyede gelişmesi ve eleştiri ve özeleştirinin geliştirilmesi.
Lenin ilkesel sorunlardaki oportünizme karşı şunları söylüyordu:
“Bürokrasi kavramını tahlil etmek için yapılan tek girişim, yeni “lskra”da (No. 53) “resmi-demokratik ilke” (italikler yazarın) ile “resmi-bürokratik ilke”nin karşılaştırılmasıdır. Bu karşılaştırma (ne yazık ki lskracı olmayanlara ilişkin söylenenler gibi geliştirilmemiş ve tartışılmamıştır) bir nebze doğruluk payı içermektedir.
Bürokratizme karşı demokratizm, yani merkeziyetçiliğe karşı özerklik; işte bu, devrimci sosyal-demokratların örgütsel ilkesine karşı oportünist sosyal-demokratların örgütsel ilkesidir. Oportünistlerin ilkesi, aşağıdan yukarıya doğru örgütlenme çabasını içerir, o nedenle de mümkün olan her yerde ve mümkün olduğunca (akıllı olmaktan çok gayretkeş olan kişilerde) anarşizme kadar varan özerkliği, “demokratizm”i savunur. Devrimci sosyal-demokrasinin örgütsel ilkesi, yukarıdan aşağıya bir çizgi izler, o nedenle de parçaya karşı merkezi organların hak ve yetkilerinin genişletilmesini savunur. Dağınıklık ve çevrecilik döneminde, devrimci sosyal-demokrasinin kendisine örgütsel hareket noktası olarak almaya çalıştığı bu en yüksek organ, kaçınılmaz olarak bu çevrelerden biriydi, faaliyeti ve devrimci tutarlılığı sonucunda en büyük etkinliği kazanmış olan çevreydi (bizim örneğimizde “lskra” örgütüydü). Gerçek parti birliğinin yeniden kurulduğu ve eski çevrelerin bu birlik içinde çözülüp gittiği dönemde, en yüksek organ mutlaka parti kongresidir, partinin en yüksek organıdır. Parti kongresi olanaklar ölçüsünde aktif örgütlerin bütün temsilcilerini birleştirir, merkezi organları atar (bu organların bileşimi partinin geri unsurlarından çok ileri unsurlarını, partinin oportünist kanadından çok devrimci kanadını hoşnut kılar) ve gelecek kongreye kadar bu organları en yüksek parti organları durumuna getirir. En azından Avrupa sosyal-demokrasilerinde bu, böyledir, anarşistlerin prensip olarak nefret ettikleri bu alışkanlık, zorluk, mücadele ve gürültü patırtı içinde de olsa, yavaş yavaş Asya sosyal-demokrasileri arasında da yayılmaktadır.
İşaret ettiğim örgütsel sorunlardaki oportünizmin ilkesel çizgilerinin (özerklik, soylu ya da aydın anarşizmi, kuyrukçuluk ve Jirondizm), uygun değişikliklerle, devrimci ve oportünist kanatlara bölünmüş dünyanın bütün sosyal-demokrat partilerinde (ve hangi partide bu bölünme yok ki?) görüldüğünü saptamak son derece ilginçtir.” (Age., s. 220-221)
Krupskaya, II. Parti Kongresi ön günlerini ve sonrasını şöyle anlatıyor:
“Parti programının temeli olarak Lenin o zamanlar, 1885’de “Emeğin Kurtuluşu” grubu tarafından hazırlanmış olan ve üzerinde programı daha güncelleştiren bir dizi değişiklik yaptığı “Rus Sosyal-Demokratlarının Bir Program Taslağı”nı önerdi. İlyiç programın teorik yanını geliştirmenin özellikle önemli olduğu görüşündeydi. Bu İlyiç’in teoriye öylesine büyük önem vermesinden kaynaklanıyordu. Programda Marksizm’in ana ilkelerinin doğru formüle edilmesi, oportünizmin ana hatalarına karşı bir garanti oluşturmalıydı, işçi hareketinin görevlerinin daraltılmasına karşı, mutlakıyete karşı savaşımın oluşturduğu öze yanlış anlam vermeye karşı, legal muhalefetin mutlakıyetin yıkılması için savaşımla aynı kefeye konmasına karşı, partinin genel olarak rolünün ve siyasal savaşımda önder rolünün küçümsenmesine karşı bir garanti oluşturmalıydı, Rus liberal burjuvazisine fazla değer verilmesinden korumalı, sosyalizme barışçıl yoldan, yani sınıf savaşımı olmadan ulaşılabileceği hayaline karşı bir garanti oluşturmalıydı.
Bernsteincılığın tersine İlyiç teoriye özellikle büyük önem veriyordu.
“Iskra” yazı kurulu parti programına açıklamaya daha 1902’de başladı. Karşıt görüşlerin en önemli savunucuları Plehanov ve Lenin’di. Plehanov seksenli yılların başından beri Rus sosyalistleri arasında aktif bir şekilde Marksizm’in propagandasını yapmıştı. Bu konuda olağanüstü çok çaba sarf etmişti. Marksizm’in revizyonistler, Legal Marksistler, “Raboçeye Delo”cular tarafından çarpıtılmasına karşı enerjik bir savaşım yürütmüştü. Plehanov’un bu rolünü hiçbir zaman unutamayız. Fakat II. Parti Kongresi toplandığında Plehanov yirmi yıldan beri siyasal göçmen olarak yaşıyordu. Uyanan işçi hareketinin canlı, doğrudan savaşımından kopuktu. Buna karşılık Lenin bu hareketle binlerce bağla bağlıydı. Lenin’in programı bir eylem kılavuzu olarak formüle etmek istemesi anlaşılır. O, Plehanov’u, sade parti üyelerinin programı anlamalarını zorlaştıran formülasyonlarını soyutluğuyla suçladı, programın tam da Rus kapitalizmine karşı savaşımın görevleriyle birleştirilmesini talep etti, proletaryanın önder rolünün, proletarya diktatörlüğünün rolünün vurgulanmasını istedi, köylünün ikili rolünün karakterize edilmesi üstünde ısrar etti. Lenin işçi sınıfının çıkarlarını temsil eden sosyal-demokrasinin aynı zamanda tüm toplumsal gelişmenin çıkarlarını ifade ettiğini vurguladı.
Plehanov Lenin’in haklı olduğunu hissettiği için ve o, Plehanov, formülasyonlarıyla aktarması gereken çok şeyi aktaramadığından, program üzerine tartışmalarda sinirlendi ve saldırganlaştı, öyle ki neredeyse kopma noktasına gelindi. Ama sonunda Lenin’in “Iskra” yazı kurulunca II. Parti Kongresi’ne sunulan programdaki temel talepleri göz önüne alındı. Bu program yazı kurulunca ortak savunuldu.
II.Parti Kongresi toplandığında partinin görüntüsü nasıldı? Rusya’daki toplumsal hareketin özellikleri ve yığınların düşük kültür düzeyi partinin ilk gelişme aşamalarında yönetici üst tabakasında hemen yalnızca Rasnoçinzen aydınlarının temsilcilerinin bulunması sonucunu doğurmuştu. Bu yüzden parti delegelerinin yarısı, II. Parti Kongresi özenle hazırlanmış olmasına karşın oportünist görüşteydi. Parti kongresi programı görüşürken, tartışmada bazen örneğin kadın işçilerin çocukları için kreşlerin caiz olup olmadığı, devletin yoksul çocuklara yiyecek, giysi ve öğrenim araçları vererek bakmak zorunda olup olmadığı, ulusal kültürlerin gelişmesi için çaba harcamalı mıyız yoksa bu bizi hiç ilgilendirmez mi?… gibi hiç beklenmedik tümüyle saçma tartışmalar oldu. Ayrıca program özel bir savaşım olmaksızın kabul edildi.
Fakat kararlaştırılan program dışa karşı sadece bir süsleme değil, gerçek bir eylem kılavuzu olarak düşünülmüştü ve burada bu programı gerçekleştirecek partinin nasıl inşa edilmesi gerektiği sorusu tüm büyüklüğüyle ortaya çıktı. Lenin’in bakış açısı açıktı, o bunu 1902’de “Ne Yapmalı?” kitabında geliştirmişti. Parti bir savaşım örgütü olmalıydı, üyelerinin her biri hem gündelik küçük işlere hem de silah elde savaşıma hazır özverili savaşçılar olmalıydı. Her parti üyesi tüm parti için sorumluluğunun bilincinde olmalıydı, parti her birinin tek tek çalışmasını izlemeli ve onlar için kefil olmalıydı. İdeolojik ve örgütsel birlik olmaksızın savaşım partisi yaratılamazdı.
Savaşım bu sorun etrafında kızıştı. Parti tüzüğünün 1. maddesinin görüşülmesinde Martov’un formülasyonu kabul edildi, buna göre bir parti örgütüne üye olmaksızın herkes parti üyesi olabilirdi; onun programını tanımak ve onu desteklemek yeterliydi! Lenin’in formülasyonu: “Partinin üyesi onun programını tanıyan ve partiyi hem maddi açıdan hem de bir parti örgütünde kişisel çalışmasıyla destekleyen kişidir” reddedildi. İlk bakışta burada sadece sözcükler için tartışıldığı düşünülebilir. Gerçekte kavga partinin nasıl olması gerektiğiyle ilgiliydi — oportünist mi yoksa militan mı?, renksiz liberal mi yoksa kararlı proleter bir parti mi? Martov’ım formülasyonunun kabul edilmesine “Bund”un ve “Raboçeye Delo”nun yandaşları yardımcı oldular, bunlar daha sonra parti kongresini terk ettiler ve böylece son anda Lenin’in görüşlerinin yandaşlarına çoğunluk olanağını verdiler.
Sadece Bolşeviklerin temsil edildiği III. Parti Kongresi’nde Martov’un tüzük maddeleriyle ilgili formülasyonları Lenin’in formülasyonuyla değiştirildi. Yaşam tüm bu kavganın hangi öneme sahip olduğunu gösterdi.
II.Parti Kongresi’nden sonra Bolşeviklerle Menşeviklerin yolları sürekli ayrıldı. Durum ne denli militancaysa görüş ayrılıkları o denli keskin oldu. 1917 yılında sosyalizmin inşası gündemdeyken, Bolşevikler adım adım koca zorlukları yenerek büyük hedefe, sosyalist toplumu kurmaya doğru yürüdükleri sırada, Menşevikler karşı devrim kampına geçtiler. 1903 ve 1933 yıllarındaki partiler ilk bakışta birbirleriyle kıyaslanamıyor, ama tam da 1903 yılında Bolşeviklerin yola çıktıkları ilkelerin doğruluğu partiyi zaferler yoluna götürdü.” (“İşte Lenin”, Nadejda Krupskaya, s. 161-164, İnter Yayınları, Ağustos 1995, İstanbul)
“Bir Adım İleri İki Adım Geri” başlıklı kitabın yayınlanması, Menşevikleri kızdırıyordu. Plehanov, Merkez Komitesi’nin, Lenin’in kitabıyla arasına sınır koymasını talep ediyordu. Merkez Komitesi’ndeki uzlaşmacılar kitabın basılmasını ve dağıtımını engellemeye çalışıyorlardı. Tüm çabalar boşunaydı. Lenin’in kitabı Rusya parti örgütleri tarafından coşkuyla karşılandı.
II.Parti Kongresi ve sonrasındaki süreç esas olarak Bolşevizm’in şekillendiği dönemdir. Lenin, 1903 sonları ile 1904 başlarında Menşevizm kılığında ortaya çıkan oportünizme karşı mücadele etti. Lenin’in, Menşeviklerin örgütsel oportünizme karşı mücadelesi, doğrudan taktik sorunlarda oportünizme karşı mücadeleye dönüştü.
Lenin’in, “Bir Adım İleri İki Adım Geri” de somut olarak Rusya’daki Menşevizme, “ulusal oportünizme” karşı savaşımı, aynı zamanda uluslararası oportünizme en büyük darbeyi vurma anlamına geliyordu. Rusya’daki oportünizme karşı mücadelede, leninist bir partinin örgütsel kuralları geliştiriliyordu. “Bir Adım İleri İki Adım Geri”, uluslararası alanda da örgütsel alanda oportünizmle hesaplaşmanın tamamlandığı eserdir. Lenin’in o dönemde oportünizme karşı yürüttüğü mücadele örnek alınarak bugün de yapılması gereken ülkelerimiz ve enternasyonal alanda oportünizme karşı mücadeledir.
Lenin, 21 Ocak 1924’te yaşama gözlerini yumdu. O’nun ölümünün 100. yıldönümünde, devrimciler, komünist olduğunu iddia edenler Lenin’i anıyor, Lenin üzerine toplantılar yapılıyor. Kuşkusuz Bolşevikler de anıyor Lenin’i. Bolşeviklerin Lenin anması oportünist örgütlerden nitel olarak ayrıdır. Lenin’i anmak, Lenin’den, Leninizm’den öğrenmeyi gerektirir. Lenin ve partisi Rusya’da oportünizme, revizyonizme karşı mücadele ederek işçi sınıfının çoğunluğunu kazandı ve hedefe vardı. Lenin, oportünizme karşı mücadele edilmeden, emperyalizme karşı tutarlı bir mücadelenin yürütülemeyeceğini söyler.
“Bugünkü, durumun ayırt edici özelliği, oportünizmin işçi hareketinin genel ve temel çıkarlarıyla uzlaşmazlığını zorunlu olarak daha da güçlendirecek ekonomik ve politik koşullarının varlığından ibarettir” (“Emperyalizm, Kapitalizmin En Yüksek Aşaması”, Lenin, s.114, İnter Yayınları, Ekim 1995, İstanbul)
“Emperyalizme karşı mücadelenin, bu mücadele oportünizme karşı mücadeleyle kopmaz biçimde bağlanmadıkça boş bir sözden ibaret kalacağını bir türlü anlamak istemeyenler, en tehlikeli kimselerdir.” (Age., s.131)
“Sosyalizm için iç savaş sloganı, emperyalist savaştan kurtulmanın en kısa yolunu gösterir ve savaşa karşı savaşımımızı, oportünizme karşı savaşımımıza bağlar.” (“Emperyalist Ekonomizm, Marksizm’in Bir Karikatürü”, Lenin, s.23, Sol Yayınları, Üçüncü Baskı, 2008 Ankara)
Oportünizme karşı mücadele ile bağıntı içinde ele alınmayan bir anti-emperyalist mücadelenin, tutarlı bir mücadele olmayacağı açıktır. Eğer Lenin’den öğreneceksek, Lenin’in oportünizme, revizyonizme karşı ilkelerden taviz vermeyerek yürüttüğü mücadeleyi kendimize rehber edinmeliyiz. Kendine marksist-leninist diyen her grup, ajitasyon-propaganda özgürlüğünü kabul etmeli; bizzat eylem birlikleri içinde, somut pratik içinde, böyle bir imkândan yararlanarak, marksist-leninist gördüğü görüşleri devrimci kitleye iletmeye çalışmalıdır. Marksist-leninist olmadığını düşündüğü örgütlerin sahte komünistliğini teşhir etmeli, devrimci kitlelerin eylem içinde de gerçek komünistler ile sahteleri arasında bir seçim yapabilme imkânını elde etmeleri için çalışmalıdır. Bugünkü dönemde, devrimci örgütler arasında ideolojik-politik mücadele ile Marksizm-Leninizm’in başarı kazanmasını düşünen; kendisinin gerçekten komünist olduğuna inanan her örgütün yapması gereken budur.
Devrimci örgütler arasındaki görüş ayrılıklarının üzerini örtmek; sanki aralarında bir görüş birliği varmış havasını vermek, sağlam bir birlik varmış gibi göstermek, belki kısa zamanda taraftarlar ve kitleler arasında moral bakımından olumlu bir etki yapacaktır! Ama uzun vade açısından, bu, kesinlikle ağır zararlar verecek olan bir uygulamadır. Komünistler, kendi aralarında bile propaganda özgürlüğünü, oportünizme karşı mücadele etme özgürlüğünü sınırlandırmamışlardır.
Örneğin, Komünist Enternasyonal’in tarihi, komünistlerin ve komünist partilerinin kendi aralarındaki açık ideolojik mücadelenin tarihidir aynı zamanda. Bolşevik Parti tarihi, aynı zamanda açık ideolojik mücadelenin tarihidir.
Komünistler kendi elleriyle kendi ajitasyon-propaganda özgürlüklerine zincir vuramazlar. Buna zincir vurmak demek, belirli bir birlik ilişkisi içine girilen örgütün yanlış görüşlerini eleştirmemek, marksist-leninist görüşleri kitlelere ulaştırmamak; kitleleri marksist-leninist görüşler etrafına toplamak için imkânlardan faydalanmamak demektir. Her türden burjuva-oportunist görüşlerin yayılmasına göz yummak demektir. Lenin’in “Bir Adım İleri İki Adım Geri”de Menşeviklere karşı yürüttüğü mücadeleden kimi parçalar yayınlıyoruz.
LENİN’DEN ÖĞRENELİM
Bir Adım İleri İki Adım Geri kitabından:
“Yani yeni “lskra”nın örgütsel sorun üzerine yeni sözlerinde ilkesel bir anlam olduğu ölçüde, bu anlamın oportünist bir anlam olduğuna hiç kuşku yoktur. Bu sonuç, devrimci ve oportünist kanatlara bölünen parti kongremizin tüm tahliliyle ve örgütsel sorunlarda oportünizmin aynı eğilimlerle, aynı suçlamalarla ve neredeyse hep aynı sözlerle ifade edildiği tüm Avrupa sosyal-demokrat partileri örneğiyle doğrulanmaktadır. Elbette çeşitli partilerin ulusal özellikleri ve çeşitli ülkelerde politik koşulların heterojenliği buna damgasını vurmakta ve böylece Alman oportünizmi Fransız oportünizminden, Fransızlarınki İtalyanlarınkinden, İtalyanlarınki Ruslarınkinden tamamen farklı olmaktadır. Fakat bütün bu partilerin devrimci kanat ve oportünist kanat olarak temel bölünmesinin homojenliği, örgütsel sorunlarda oportünizmin düşünce sistemi ve eğilimlerinin homojenliği, sözünü ettiğimiz farklı koşullara rağmen, açıkça öne çıkmaktadır. Marksistlerimizin ve sosyal-demokratlarımızın saflarındaki radikal aydın bolluğu, bunların psikolojileri tarafından çeşitli alanlarda ve çeşitli biçimlerde üretilen oportünizmin varlığını kaçınılmaz kılmıştır ve kılmaktadır. Dünya görüşümüzle ilgili temel sorunlarda, program sorunlarında, oportünizme karşı mücadele ettik. Hedeflerimizin tamamen ayrı oluşu, kaçınılmaz olarak, Legal Marksizm’imizi felakete sürükleyen liberallerle sosyal-demokratlar arasında geri döndürülemez bir ayrılığa götürdü. Taktik sorunlarındaki oportünizme karşı mücadele ettik. Daha az önemli bu sorunlarda Kriçevski ve Akimov yoldaşla ayrılığımız elbette geçiciydi ve beraberinde çeşitli partilerin kurulmasını getirmedi. Bugün de elbette program ve taktik sorunları kadar temel nitelikte olmayan, fakat şu anda parti yaşamımızın ön planına çıkmış bulunan Martov ve Akselrod yoldaşların örgüt sorunlarındaki oportünizmine karşı mücadele etmek zorundayız.
Oportünizme karşı mücadeleden söz edildiğinde, bugünkü oportünizmin bütün alanlardaki karakteristik özelliği asla unutulmamalıdır: onun belirsizliği, muğlaklığı, elle tutulamazlığı. Tüm doğası itibariyle oportünist, sorunun berrak ve kesin konuluşundan daima kaçar; bir bileşke arar, birbirini dışlayan görüşler arasında yılan gibi kıvrılır ve hem biriyle hem de diğeriyle “hemfikir olmaya” çalışır ve kendi farklı düşüncelerini küçük değişiklik önergeleri, kuşkular, iyi niyetli ve masum dileklerle vs. sınırlar.” (…)
“Örgütsel sorunlarda oportünist olan Martov ve Akselrod yoldaşlar da şimdiye kadar –açıkça talep edilmesine rağmen– “tüzükle saptanabilecek” belirli ilkesel tezler ileri sürmemişlerdir, bu yoldaşlar da örgüt tüzüğümüzün temelden değişmesini mutlaka arzu ederlerdi (“lskra”, No. 58, s. 2, 3. sütun), ama ilkönce “örgütlenmenin genel meseleleri” ile ilgilenmeyi tercih ediyorlar (çünkü –1. maddeye rağmen– yine de merkeziyetçi tüzüğümüzün gerçekten temelli bir değiştirilmesi, eğer bu değişiklik yeni “lskra”nın anlayışı doğrultusunda yapılmak istenirse, kaçınılmaz olarak özerkliğe yol açacaktır. Fakat Martov yoldaş özerkliğe duyduğu ilkesel eğilimi kendi kendisine bile itiraf etmek istemiyor). O nedenle bu yoldaşların örgütsel sorunda “ilkesel” tutumu gökkuşağı gibi rengârenktir: büyük çoğunlukla otokratizm ve bürokratizm, körü körüne itaat, çark ve vidacıklar üzerine heyecan dolu masum konuşmalar – öylesine masum konuşmalar ki, bunların gerçek ilkesel anlamını gerçek kooptasyon anlamından ayırmak henüz oldukça zordur. Fakat ormanın içine ilerlendikçe ağaçlar sıklaşmaktadır: Nefret edilen “bürokratizm”i tahlil etme ve tam olarak tanımlama girişimleri, kaçınılmaz olarak özerkliğe, “derinleştirme” ve gerekçelendirme girişimleri mutlaka geriliğin mazur gösterilmesine, kuyrukçuluğa ve Jirondist lafıza götürmektedir. Son olarak da gerçekten belirli ve o nedenle de pratikte özellikle berrak biçimde öne çıkan biricik ilke olarak anarşizm ilkesi sahneye çıkmaktadır (pratik her zaman teoriyi önceler). Disiplinin alaya alınması –özerklik– anarşizm: örgütsel oportünizmimizin bir basamaktan ötekine sıçrayarak ve ilkelerini açıkça formüle etmekten kaçınarak bir aşağı indiği, bir yukarı çıktığı merdiven budur işte. Tam aynı durum, program ve taktikteki oportünizmde de görülebilir: “Ortodoksluğun”, öğretinin aslının alaya alınması, dar görüşlülük ve hareketsizlik –revizyonist “eleştiri” ve bakanlıkçılık– burjuva demokrasisi.
Disipline karşı duyulan nefret ile genelde bütün bugünkü oportünistlerde, özelde de bizim azınlığımızın bütün yazılarında duyulan bitmek tükenmek bilmez tekdüze incinmişlik teranesi arasında sıkı bir psikolojik ilişki vardır. İzlenmişler, baskıya maruz kalmışlar, kovulmuşlar, kuşatılmışlar ve ezilmişlerdir. Bu sözcükler, ezenle ezilen hakkındaki hoş ve zekice fıkranın yazarının sezdiğinden çok daha fazla psikolojik ve politik gerçekler içermektedir. Gerçekten de kongremizin tutanakları incelendiğinde, azınlığın baştan sona incitilmişler olduğu, devrimci sosyal-demokrasinin zamanın birinde herhangi bir biçimde incittiği insanlardan oluştuğu görülecektir. İşte, kongreyi terk edecek kadar “incittiğimiz” insanlar, Bundcular ve “Raboçeye Dyelo”cular; işte, genelde örgütlerin, özelde kendi örgütlerinin boğazlanması nedeniyle ölümcül biçimde incinen “Yujni Raboçi”ciler, işte, ne zaman söz alsa incitilen (çünkü her defasında mutlaka çam deviriyordu) Mahov yoldaş; işte, son olarak da, 1. Madde sorununda “sahte oportünizm suçlaması”yla ve seçim yenilgisiyle incitilen Martov ve Akselrod yoldaş – hepsi oradalar. Ve bütün bu acı incinmeler, pek çok dar kafalının bugün de hâlâ inandığı gibi, uygunsuz şakaların, şiddetli çıkışların, çılgın polemiklerin, kapı çarpmanın ve yumrukla tehdit etmenin tesadüfi sonuçları değil, “Iskra”nın tam üç yıllık ideolojik çalışmasının kaçınılmaz politik sonucuydu. Bu üç yıl içinde sırf ağzımıza geleni söylemeyip, pratiğe geçirilmek zorunda olan inançlarımızı ifade ettiğimize göre, kongrede anti-Iskracılara ve “bataklığa” karşı mücadele etmek zorundaydık. Ve en ön saflarda açık alınla mücadele eden Martov yoldaşla birlikte bu kadar çok miktarda insanı incittiğimizde, bardağın taşması için Martov ve Akselrod yoldaşlar azıcık, birazcık incitmemiz yetti. Nicelik niteliğe dönüştü. Yadsıma başladı. Bütün incinmişler birbirlerini incittiklerini unutup, hıçkırarak birbirlerinin kollarına atıldılar ve “Leninizm’e karşı isyan” bayrağını açtılar.
İsyan, eğer ilerici katmanlar gerici katmanlara karşı ayaklanıyorsa harika bir şeydir. Devrimci kanat oportünist kanata karşı ayaklanıyorsa, iyidir. Oportünist kanat devrimci kanata karşı ayaklanıyorsa, kötüdür.
Plehanov yoldaş bu kötü işe, deyim yerindeyse savaş tutsağı olarak katılmak zorundadır. Hiddetini almaya çalışarak, çoğunluk lehine şu ya da bu yazar tarafından kaleme alınan karar tasarılarındaki tek tek falsolu cümleleri alıp şöyle haykırıyor: “Zavallı Lenin yoldaş! Ortodoks yandaşları ne de iyi ya!” (“Iskra”, No. 63, Ek).
Eğer ben zavallıysam, Plehanov yoldaş, yeni “Iskra” Yazı Kurulu zavallının zavallısıdır. Ne kadar zavallı olsam da parti kongresini görmezden gelmek ve komite üyelerinin karar tasarılarında, yapacağım espri için malzeme aramak zorunda kalacak kadar zavallının zavallısı değilim. Ne kadar zavallı olsam da taraftarları tesadüfen, şu ya da bu falsolu cümleyi kullanmayan, tersine bütün sorunlarda, örgüt, taktik ve program sorunlarında devrimci sosyal-demokrasinin ilkelerine aykırı ilkelere inatla ve ısrarla sarılanlardan bin kez zenginim. Ne kadar zavallı olsam da bu tür taraftarların bana düzdükleri övgüyü kamuoyundan gizlemek zorunda kalacak kadar düşmedim henüz. Fakat yeni “Iskra”nın Yazı Kurulu bunu yapmak zorunda.” [“Bir Adım İleri İki Adım Geri”, Lenin, s. 227-232, İnter Yayınları, Haziran 1994, İstanbul]
“DİYALEKTİK ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ. İKİ DEVRİM
Parti krizimizin gelişmesine genel bir bakış, mücadele içinde bulunan kampların bileşiminin, birkaç istisna dışında, geçen zaman içinde esas olarak aynı kaldığını gösterir. Bu, partimizin devrimci ve oportünist kanatlarının mücadelesiydi. Fakat bu mücadele çok çeşitli safhalardan geçti ve bugüne kadar biriken muazzam literatür içinde, parça bölük işaretler, bütünlüğünden koparılmış alıntılar, çeşitli suçlamalar vs. yığını içinde yolunu bulmak isteyenler, bu, safhaların her birinin özelliklerini bilmek zorundadır.
Birbirinden açıkça ayrılan belli başlı safhaları sayalım: 1– Tüzüğün 1. Maddesi üzerine tartışma. Örgütlenmenin temel ilkeleri üzerine tamamen ideolojik mücadele. Plehanov ve ben azınlıktayız. Martov ve Akselrod oportünist bir formülasyon öneriyorlar ve kendilerini oportünistlerin kucağında buluyorlar. 2– Merkez Komitesi için aday listeleri sorununda “Iskra” örgütünde bölünme: Fomin ya da Vasilyev beşli kurulda, Troçki ya da Travinski üçlü kurulda. Plehanov ve ben çoğunluğu ele geçiriyoruz (dokuza yedi) – kısmen tam da Tüzüğün 1. maddesi sorununda azınlıkta olduğumuz için. Martov’un oportünistlerle koalisyonu, Örgütleme Komitesi ile çatışmanın ortaya çıkardığı bütün kaygılarını gerçekte doğruladı. 3– Tüzüğün ayrıntıları üzerine tartışmanın devamı. Yine Martov’u oportünistler kurtarıyor. Yeniden azınlıktayız ve merkezi organlarda azınlığın haklarını savunuyoruz. 4– Aşırı oportünistlerden yedi delege kongreyi terk ediyor. Çoğunluk bizde ve seçimlerde (Iskracı azınlık, “bataklık” ve anti-Iskracılar) koalisyonunu yenilgiye uğratıyoruz. Martov ve Popov üçlü kurullarımızda yer almayı reddediyorlar. 5– Kongre sonrasında kooptasyon konusunda kavga. Anarşist davranış ve anarşist safsata cümbüşü. “Azınlık”ın en tutarsız ve en kararsız unsurları üstünlüğü ele geçiriyorlar. 6– Plehanov, bölünmelerden kaçınmak için “kill with kindness” (Nezaketle öldürmek. Plehanov, Martov ve yandaşlarına, onları boğmak için kucak açtığını söylüyordu. -Alm. Red.) politikasına geçiyor. “Azınlık”, Merkez Yayın Organı Yazı Kurulu’nu ve Konsey’i işgal edip, var gücüyle Merkez Komitesi’ne saldırıyor. Her yerde ve her şeyde hâlâ kavga egemen. 7– Merkez Komitesi’ne karşı girişilen ilk saldırı püskürtülüyor. Kavga biraz yatışmaya başlıyor gibi görünüyor. Partiyi derinden etkileyen tamamen ideolojik iki sorunu nispeten sakin bir ortamda tartışma olanağı doğuyor: a) 2. Kongre’de meydana gelen ve daha önceki tüm bölünmelerin yerini alan partimizin bir “çoğunluk” ve bir “azınlık”a bölünmesinin politik anlamı ve açıklaması nedir? b) Örgütsel sorunda yeni “Iskra”nın yeni tavrının ilkesel anlamı nedir?
Bu safhaların her biri önemli ölçüde farklı bir mücadele konjonktürü ve farklı bir dolaysız saldırı hedefiyle karakterizedir; her safha, deyim yerindeyse, tüm kampanyanın ayrı bir muharebesidir. Her muharebenin içinde cereyan ettiği somut koşullar incelenmeden mücadelemizden hiçbir şey anlaşılamaz. Fakat bunları incelediğimizde, gelişmenin gerçekten de diyalektik yolu izlediğini, çelişkiler yolunu izlediğini apaçık görürüz: Azınlık çoğunluğa, çoğunluk azınlığa dönüşür; her bir taraf savunmadan saldırıya, saldırıdan savunmaya geçer; ideolojik mücadelenin çıkış noktası (Tüzüğün 1. maddesi) “yadsınır” ve her şeye egemen olan kavgaya yer açar, fakat daha sonra “yadsımanın yadsıması” başlar ve çeşitli parti organlarında tanrının verdiği kadınla bir biçimde “huzur içinde” yaşayarak, tamamen ideolojik mücadelenin çıkış noktasına geri döneriz; fakat bu “tez” artık “antitez”in bütün sonuçlarıyla zenginleşmiştir ve Tüzüğün 1. maddesi sorununda tesadüfen yapılan kısmi bir hata, örgütsel sorunda âdeta bir oportünist anlayışlar sistemi hâline dönüştüğü, bu olguyla partimizin devrimci ve oportünist kanatlara bölünmesi arasındaki ilişki giderek daha çarpıcı biçimde görüldüğü andan itibaren, en yüksek senteze dönüşür. Kısacası, sadece arpalar Hegel uyarınca büyümekle kalmaz, Rus sosyal-demokratları da birbirlerine karşı Hegel uyarınca mücadele ederler.
Fakat Marksizm’in devralıp ayakları üzerine diktiği muazzam Hegelci diyalektik, devrimci kanattan oportünist kanata iltihak eden politik önderlerin zikzak rotasını bütünlüklü bir sürecin çeşitli safhalarının gelişimiyle ilgili ayrı açıklamaları, aynı momentleri aynı kefeye atma vülger alışkanlığıyla haklı gösteren vülger yöntemle asla birbirine karıştırılmamalıdır. Gerçek diyalektik kişisel hataları haklı göstermez, gerçek diyalektik kaçınılmaz dönemeçleri inceler, bütün somutluğuyla gelişmesinin ayrıntılı bir incelemesini yaparak bu dönemeçlerin kaçınılmazlıklarını gösterir. Diyalektiğin temel ilkesi şudur: Soyut gerçek yoktur, gerçek her zaman somuttur… Bundan başka bu muazzam Hegelci diyalektik, İtalyanların şu atasözünde dile gelen yavan hayat felsefesiyle de karıştırılmamalıdır – mettere la coda dove non va il capo (Kafanı geçiremediğin yerden kuyruğunu geçir).
Parti mücadelemizin diyalektik gelişiminin sonucu iki devrime çıkmaktadır. Martov yoldaşın “Bir Kez Daha Azınlıkta” broşüründe doğru biçimde ifade ettiği gibi, parti kongresi gerçek bir devrimdi. Dünyayı ilerleten o devrimlerdir, o nedenle biz de bir devrim yaptık! diyen azınlık kanadına mensup şakacılar da haklıdır. Gerçekten de kongreden sonra bir devrim yaptılar; genel konuşulduğunda, dünyayı devrimlerin ilerlettiği de doğrudur. Fakat bu genel vecize, her somut devrimin somut anlamını belirlemez: Gericiliğe tekabül eden devrimler de vardır denebilir, unutulmaz Mahov yoldaşın unutulmaz vecizesinin serbest çevirisiyle. Devrimi gerçekleştiren reel gücün, partinin oportünist kanadı mı, yoksa devrimci kanadı mı olduğunu bilmek gerekir; şu ya da bu somut devrimin “dünyayı” (partimizi) ileriye mi, geriye mi götürdüğünü saptayabilmek için, savaşçıların devrimci ilkelerle mi yoksa oportünist ilkelerle mi hareket ettiklerini bilmek gerekir.
Kongremiz kendi türünde tek, Rus devrimci hareketi tarihi içinde şimdiye kadar görülmemiş bir olaydı. Devrimci konspiratif bir parti, ilk kez illegalitenin karanlığından gün ışığına çıkmayı ve parti içi mücadelemizin seyrini ve sonucunu, partimizin ve bu partinin az çok önemli bütün parçalarının program, taktik ve örgüt sorunlarındaki tüm çehresini kamuoyuna göstermeyi başarmıştır. Kendimizi çevreciliğe özgü disiplinsizlik ve devrimci dar kafalılık geleneğinden kurtarmayı ve birbiriyle amansızca mücadele eden, yalnızca fikir gücüyle birbirine bağlı olan ve (ilke olarak) her türlü grupçuluğu ve grup bağımsızlığını, gerçekte ilk defa tarafımızdan yaratılan bütüne –partiye– feda etmeye hazır olan çok çeşitli düzinelerce grubu bir araya getirmeyi başardık. Fakat politikada fedakârlık kolayca elde edilmez, mücadeleyle elde edilir. Örgütlerin feshedilmesi mücadelesi kaçınılmaz olarak korkunç amansız bir mücadele olacaktı. Açık; özgür mücadelenin taze rüzgârı kasırgaya dönüştü. Bu kasırga istisnasız tüm çevre çıkarlarının, çevre duygularının ve geleneklerinin bütün kalıntılarını sildi süpürdü –ve böyle yapmakla çok iyi etti!– ve ilk kez gerçek parti organları oluşturdu.
Fakat kendini bir şey olarak adlandırmak başkadır, gerçekten öyle olmak başkadır. Çevreciliği parti uğruna prensipte feda etmek bir şeydir, kendi çevresinden vazgeçmek başka şeydir. Taze rüzgâr, küflü dar kafalılığa alışmış insanlara fazla taze gelmişti. Martov yoldaşın “Bir Kez Daha Azınlıkta” broşüründe (gayriihtiyari olarak) çok doğru bir şekilde ifade ettiği gibi, “Parti ilk kongresine dayanamadı.” Örgütlerin feshedilmesinin neden olduğu incinme çok boyutluydu. Vahşi kasırga, parti deryasının dibindeki bütün çamuru karıştırdı ve bu çamur öç aldı. Eski kaşarlanmış çevre anlayışı, henüz genç olan parti anlayışını yendi. Tamamen bozguna uğratılmış olan partinin oportünist kanadı, Akimovcu tesadüfi ganimetle güçlenerek devrimci kanat karşısında –elbette geçici olarak– üstünlük sağladı.
Sonuç, yazı kurulu üyeleri tarafından kongrede yapılan hatayı mecburen geliştirmek ve derinleştirmek zorunda olan yeni “Iskra”dır. Eski “Iskra” devrimci mücadelenin gerçeklerini öğretiyordu. Yeni “Iskra” şu hayat felsefesini öğretiyor: Baş eğ ve herkesle iyi geçin! Eski “Iskra” militan Ortodoksluğun organıydı. Yeni “lskra” bize oportünizmin yeni bir baskısını –esas olarak örgütsel sorunlarda– sunuyor. Eski “Iskra” gerek Rus gerek Batı Avrupa oportünistlerinin onur verici düşmanlığını kazanmıştı. Yeni “Iskra” “akıllandı” ve pek yakında en aşırı oportünistlerin övgülerinden utanmayı bırakacaktır. Eski “Iskra” yolundan şaşmadan hedefine yürüyordu, sözü ile eylemi farklı değildi. Yeni “Iskra”da özündeki yanlış tutum, –hatta herhangi bir irade ya da bilinçten bağımsız olarak– politik ikiyüzlülük üretecektir. Yeni “Iskra”, çevreciliğin particilik üzerindeki zaferini gizlemek için, çevreciliğe sövüp sayıyor. Sanki az çok örgütlü herhangi bir partide, azınlığın çoğunluğa tâbi olması dışında başka bir yöntem var olabilirmiş gibi, bölünmeyi ikiyüzlülükle mahkûm ediyor. Devrimci kamuoyuna hesap verme zorunluluğunu ilan ediyor ve Akimov’un kendisine düzdüğü methiyeleri gizleyerek partinin devrimci kanadına mensup komiteler üzerine yayılan söylentilerle uğraşıyor. Ne rezalet! Eski “Iskra”mızı nasıl da lekelediler!
Bir adım ileri, iki adım geri… Gerek bireylerin hayatında gerekse de ulusların tarihinde ve partilerin gelişmesinde böyle durumlar olur. Fakat devrimci sosyal-demokrasinin, proleter örgütün ve parti disiplininin ilkelerinin tam zaferinden bir an bile kuşku duymak büyük bir korkaklık olurdu. Şimdiden çok şey elde ettik, başarısızlıklar nedeniyle cesaretimizi yitirmeden mücadeleye devam etmek zorundayız. Kararlılıkla mücadele etmeli, çevre kavgacılığının dar kafalı yöntemlerini küçümsemeli, büyük uğraşlarla oluşturduğumuz Rusya’nın tüm sosyal-demokratlarının ortak parti bağlarını sonuna kadar savunmalı, bütün üyelerin, özellikle de işçilerin parti yükümlülüklerini, 2. Kongre’deki mücadeleyi ve görüş ayrılıklarımızın bütün nedenlerini ve safhalarını tamamen ve bilinçlice öğrenmeleri için, inatla ve sistemli bir çalışma yürütmeliyiz. Ki bunlar, örgütsel alanda olduğu gibi programımız ve taktiğimiz alanında da burjuva zihniyeti karşısında derhal teslim olan, burjuva demokrasisi bakış açısını eleştirisiz devralan ve proleter sınıf mücadelesi silahını körelten oportünizmin uğursuzluğunu da öğrensinler.
Proletaryanın iktidar uğruna mücadelede örgütten başka hiçbir silahı yoktur. Burjuva dünyasında anarşik rekabetin egemenliği yüzünden parçalanmış olan, sermaye için çalışma mecburiyetiyle ezilen ve sürekli olarak sefaletin, vahşiliğin ve dejenerasyonun en derinliklerine itilen proletarya, ancak Marksizm’in ilkeleriyle ideolojik birliğini, milyonlarca emekçiyi işçi sınıfı ordusu içinde birleştiren örgütün maddi birliğiyle sağlamlaştırması sayesinde yenilmez bir güç hâline gelebilir. Bu orduya ne Rus otokrasisinin çürümüş gücü ne de uluslararası sermayenin her geçen gün daha çok çürüyen gücü dayanabilir. Bu ordu, bütün zikzaklara ve bütün geri adımlara, bugünkü sosyaldemokrasinin Jirondenlerinin oportünist safsatalarına, geri çevreciliğin kendini beğenmiş övgülerine, a y d ı n anarşizminin aldatıcı parlaklığına rağmen, saflarını her geçen gün daha da sıklaştıracaktır.” [Age., s. 235-240]
(Bu makale Yeni Dünya İçin Çağrı dergisinin 215’inci sayısında yayınlandı)