2022’in ilk günlerine dünya Kazakistan’dan gelen isyan, isyanın egemenler tarafından hunharca bastırılması girişimleri haberleriyle girdi. Yüzölçümü açısından dünyanın en büyük 9. ülkesi. Orta Asya’nın hammadde kaynakları açısından en “zengin” ülkelerinden biri Kazakistan. Doğal gaz, petrol ve altın zengini. Çok uluslu bir devlet. Çoğunluk Kazak ulusundan. Nüfusun dörtte biri Rus. Ruslar ve Kazaklar dışında Ukrayna, Uygur, Özbek, Çeçen, Azeri, Ermeni, Alman, Kırgız, Rum, Türk, Kore vd. azınlıklar yaşıyor ülkede. Zenginliği ve Orta Asya’ya hâkimiyet dalaşında jeo-stratejik konumuyla büyük komşuları Rusya ve Çin’in olduğu gibi, başta ABD olmak üzere Batılı emperyalist büyük güçlerin ilgi odağında bulunuyor. Sovyetler Birliği (SB) dağılana dek onun bir parçası olan Kazakistan, bağımsızlığını ilan ettiği Aralık 1991’den sonra emperyalist güçlerle ilişkilerinde bir “denge politikası” gütmeye çalıştı. Çin’le, Rusya’yla, ABD ile AB ile ticari ilişkilerini, hiçbirine tek yanlı bağımlı hâle gelmemeye özen gösteren bir biçimde geliştirdi.
Kazakistan zengin ve gelişme potansiyeli yüksek bir ülke. Ama gerçekte zengin olan, SB döneminde de ülkede egemen olan ve Sovyetler Birliği yıkıldıktan sonra devlet mülkünü kendi mülklerine dönüştürüp oligarklar hâline gelen bürokrat elitten ve yeni yetme burjuvalardan oluşan küçücük bir kesim. Zenginliğin paylaşımında en adaletsiz ülkelerden biri. İşçiler, emekçiler yarattıkları zenginlik içinde yoksulluğu yaşıyorlar. Asgari ücret 100 dolar civarında! Ülke SB’nin dağılmasından sonra tam bir “Kazak usulü” “Başkanlık Sistemi” ile Nur Sultan Nazarbayev tarafından yönetildi. Rejimin kendi içindeki oligarklar arasındaki iktidar dalaşında rejim için muhalefet mafya usulü hâl ediliyor! Rejime karşı olduğu değerlendirilen muhalefet ise faşist saldırılarla eziliyor. Akraba, eş dost kayırmacılığı, rüşvet, iktidarı kişisel zenginlik aracı olarak kullanmak diz boyu. Başkent Astana’nın adı Nazarbayev’in altın suyuna batırılmış heykelinin gölgesinde Nur Sultan olarak değiştirildi. Nazarbayev klanının tüm fertleri ülkenin en zenginleri olarak hem ekonomide hem siyasette yönetici kademelerde yer aldılar, alıyorlar. İki yıl önce Nazarbayev, şahsi iktidarına karşı yönelen protestoların önünü almak için kendi isteği ile başkanlıktan “feragat edip”, yerini yapılan göstermelik başkanlık seçiminde “halk oyuyla!” seçilen favorisi Tokayev’e bıraktı. Fakat iktidar iplerini gerçekte elinden bırakmadı.
Bir yanda görgüsüz bir zenginlik, diğer yanda büyük bir yoksulluk. Ve yığınlarda biriken öfke. Yeni yılın ilk günlerinde, 2 Ocak‘ta kış ortasında sıkıştırılmış likid gaz (LPG) fiyatlarına yapılan fahiş zam, hâllerinden zaten hoşnutsuz olan işçi ve emekçi kitlelerde birikmiş olan öfkenin fitilini ateşledi. Halk zamların geri alınması talebiyle sokaklara döküldü. Başlangıçta bir temel ekonomik talep temelinde ortaya çıkan barışçı gösteriler devlet güçlerinin faşist şiddetiyle karşılandı. Polis ve ordu güçleri göstericilerin üzerine ateş açtı. Kitle eylemleri bu faşist şiddet karşısında kısa sürede radikalleşti. Gösteriler “İhtiyar Çek Git!” sloganı altında Nazarbayev iktidarına karşı isyana dönüştü, faşist devlet güçleri ile göstericilerin bir bölümü arasında silahlı çatışmalara kadar vardı. Başkan Tokayev halkın isyanını bastırmaya devlet “güven(siz)lik güçlerinin” faşist saldırılarının yetmediğini gördüğü yerde, önce mevcut hükümeti dağıttığını açıkladı. Ardından zamların geri çekildiğini açıklamak zorunda kaldı. Bir kere daha sokağın gücü görüldü. Hakkını almak için umudun isyanda olduğu görüldü. Fakat ne hükümetin istifası, ne de zamların geri alındığı açıklaması isyanı bastırmaya yetmedi.
Bunlar, bu döneme kadar bölgede en istikrarlı ülke görünümündeki Kazakistan’da konumlarını güçlendirmek, rakip güçlerin konumlarını zayıflatmak için pusuda bekleyen tüm emperyalist ve gerici güçler açısından tabii ki “kullanılması gereken” gelişmelerdi. Haklı bir öfke patlaması olarak, haklı taleplerle barışçı başlayan gösterilerin çok kısa zamanda silahlı çatışmalara kadar varan isyana dönüşmesinde hangi “dış güç”ün ne kadar dahli var, bunu söyleyecek durumda değiliz. Fakat ülke içinde çıkan “karışıklıkların” emperyalist güçler tarafından kendi çıkarları doğrultusunda maksimum kullanılmaya çalışılmasından daha anlaşılır bir şey olmadığını, bunu hepsinin her zaman yaptıklarını biliyoruz.
Kazakistan bağımsız devlet olarak ortaya çıktıktan sonraki dönemde bir dizi uluslararası anlaşmanın tarafı olmuş, bir dizi uluslararası örgütün üyesi olan bir devlet. Birleşmiş Milletler Örgütü’nün (BM) ve onun bütün alt örgütlerinin üyesi. Bunlar dışında Şangay İşbirliği Örgütü (SCO); İslam Konferansı Örgütü; Türk Devletleri Teşkilatı; Avrupa İşbirliği ve Güvenlik Örgütü (OSZE) üyelikleri yanında, 2002’de kurulan ve Kazakistan yanında Ermenistan, Beyaz Rusya, Kırgızistan, Tacikistan ve Rusya’nın yer aldığı “Kolektif Güvenlik Anlaşması Örgütü” (KGAÖ-OVKS)’nün de üyesi. Bu “Güvenlik Anlaşması” anlaşma taraflarının birinin güvenliğinin tehdit altında olduğu bir durumda, yardım istemesi hâlinde, diğer üye devletlerin, tehdidi ortadan kaldırmak için “destek ve yardım”ını öngörüyor.
Tokayev bu güvenlik anlaşmasına dayanarak, ülkesinin “yabancı teröristlerin saldırısı” altında olduğu gerekçesiyle, KGAÖ üyelerinden destek talep etti. Bu destek talebi Rusya’ya, Kazakistan’ı Rusya’nın etki alanı dışına çıkarmaya çalışan emperyalist rakiplerine karşı büyük avantaj sağladı.
Rusya Dışişleri Bakanı tarafından yapılan açıklamada: “Dost bir ülkede yaşanan son olayları, eğitimli ve örgütlü silahlı oluşumları kullanarak devletin güvenlik ve bütünlüğünü baltalamaya yönelik bir girişim olarak görüyoruz” değerlendirmesi yapıldı.
Rusya hiç bekletmeden –ve şimdilik– 2500 kişilik bir askeri gücü, “Barış Gücü” adı altında, Kazakistan’a sevk etti. Diğer KGAÖ üyesi devletler de sembolik sayıda askeri güçle Rusya’nın “yardım ve destek” operasyonuna katıldılar.
Kurtuluş Devrimde!
Suriye’den sonra Kazakistan’da da Rusya şimdi halkın önemli bölümünün nefret ve isyan ettiği “meşru!” yönetimin çağrısıyla, “dış güçlerin ülkeye taşıdığı terörizme karşı mücadelede yardım” etiketi altında, varlığını güçlendiriyor. Bu anlamda isyan sonuçta anda öncelikle Rusya’nın emperyalist rakiplerine karşı elini güçlendirdiği, Kazakistan’da egemenler arasındaki iktidar dalaşında da Tokayev’in kullandığı bir araç oldu. Kazakistan’da Rusya Çin’e, ABD’ye, AB’ye karşı büyük avantaj kazandı. Rusya açısından, “Türk Devletleri Teşkilatı” üzerinden Kazakistan’da da oyun kurucular içinde yer almaya çalışan T.C.’ye karşı da kazanılan bir zafer bu. Kazanan, Rusya’nın yanında Kazakistan’da da rejim. Bu rejim Rusya’nın da desteğiyle, çok daha yoğun faşist terörle isyanın hâlâ süren ateşini söndürecek gibi görünüyor.
O hâlde halk isyan etmeseydi daha mı iyiydi? Hayır, yüz kere, bin kere, milyon kere hayır! İsyan haklı idi, haklıdır. Umut isyandadır. Halkın isyanıdır Kazakistan’da egemenleri zamları geri almaya zorlayan. Onlara “yetti gari!” sınırını gösteren… İsyan halk için, kendi gücünü gördüğü, öğrendiği okuldur. Kazakistan’da 2022’ye girerken yaşadığımız halk isyanı bu anlamda bütün dünya halkları için bir umut, 2022’nin gideni aratmayacağı yönünde bir işarettir.
İsyanın sonuçta bölgede Rusya’yı rakiplerine karşı güçlendiren bir rol oynamış olmasında, Nazarbayev rejimini yıkamamış olmasında şaşılacak bir şey de yok.
Devrimci hareketin güçsüzlüğü, kendiliğinden hareketin devrimci-komünist bir önderlikten yoksunluğu, bunun sonucunda isyanın olumlu programının ve perspektifinin eksikliğinin doğal sonucu bu.
Bu gelişmelerden çıkarılacak en önemli derslerden biri şudur:
Umut isyanda, halkların isyanındadır. Fakat isyan kendiliğinden kurtuluşa götürmez. Halkların gerçek kurtuluşu, sermaye sınıfının iktidarının yıkılmasında, işçilerin, emekçilerin, halkların kendilerinin kendi iktidarlarını kurmasındadır. Kurtuluş, bütün zenginlik kaynaklarının işçilerin emekçilerin yararına kullanılmasındadır. Kurtuluş sosyalizmde, komünizmdedir. Kurtuluş sosyalizm, komünizmin yolunu açacak devrimlerdedir! İsyanların zaferi için işçilerin ve emekçilerin bu bilinçle donanması, bu bilinç temelinde örgütlenmesi gerekir. Ve dün olduğu gibi bugün de komünist devrimciler için temel mesele, temel görev bu bilinci isyanın içine taşıyacak örgütlerin, gerçek komünist, Bolşevik partilerin yaratılması, var olanların inşasının derinleştirilmesidir.
Türkiye Kazakistan olur mu?
Kazakistan’daki gelişmeler Türkiye’de en başta, her geçen gün sertleşen iktidar dalaşında birbirini yiyen egemen sınıfın temsilcileri tarafından dikkatle takip ediliyor.
Emperyal amaçlarını gerçekleştirmek için Türk burjuvazisi adına, “Türk Devletleri Teşkilatı” üzerinden Türki devletleri kendi gücüne katma hayalleri peşinde koşan AKP/Erdoğan yönetimi açısından Nazarbayev Kazakistan’ı Orta Asya’daki en önemli “kardeş/ortak”tır. Sağlam görünen Nazarbayev yöntemine karşı bir anda patlayan isyan, sağlam görünen iktidarların hiç de sağlam olmadığını gösterdiği noktada, AKP/Erdoğan yönetimine de korku saldı. Diğer yandan, aynı yönetimin başı sıkıştığında çareyi Rusya’yı yardıma çağırmakta görmüş olması da Erdoğan yönetimi açısından tam bir hayal kırıklığı oldu. Hâlbuki ne de güzel “Türk Devletleri Teşkilatı” vardı. Kasım 2021’de İstanbul’da yaptıkları kongrede karşılıklı destek dayanışma açıklamaları yapılmış, “Türk Dünyası”nı birlikte büyütme kararları vs. alınmıştı. Türkiye eğer çağrılmış olsa idi –Azerbaycan’da olduğu gibi– tabii ki Kazak kardeşlerinin yardımına da koşabilirdi vs. Fakat hayaller başka, gerçek hayatın güç dengeleri başka. Nüfusun dörtte biri Rus olan bir ülkeye Türk askerinin “kurtarıcı” olarak çağrılması, Kazakistan’da bir iç savaşa ve Rusya’nın bu kez davetsiz!!! işgaline çağrıdan başka bir anlama gelmezdi bugünkü şartlarda. Kaldı ki, AKP/Erdoğan yönetimi bugün Azerbaycan/Ermenistan çatışmasında ve Suriye’de Rusya ile karşı karşıyadır ve fakat aynı zamanda Rusya ile ticari ilişki alanında iyi ilişkiler içindedir. Bu şartlarda Erdoğan yönetiminin Kazakistan’dan gelecek olası bir “davete”, Rusya’yı –yalnızca onu değil, Çin’i, Batılı düşman/“dost” müttefikleri de– burada da karşısına almak pahasına olumlu cevap verip veremeyeceği de meçhuldür. Bugün birkaç cephede çatışma içinde bulunan faşist T.C. ordusunun kapasitesinin böyle yeni bir macerayı kaldırıp kaldırmayacağı soru işaretidir. Sonuçta güç dengeleri içinde mümkün olan gerçekleşmiş, Nazarbayev rejimi iktidarını sürdürebilmek için birincil tercihini Rusya’yı “yardıma çağırmak”ta bulmuştur. Erdoğan yönetimine de, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu ağzından; “Temennimiz bir an önce Kazakistan’ın istikrara, huzura, barışa kavuşmasıdır. Bunun için Türkiye ve Türk Devletleri Teşkilatı olarak her türlü desteği vereceğiz.” açıklaması yapmanın ötesinde bir şey kalmamıştır. Buna ‘iyi ki öyle oldu’ demek gerek. Çünkü T.C. egemenlerinin Kazakistan macerasına girmeleri, Rusya ile yeni bir alanda karşı karşıya gelmesi, Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki işçi ve emekçiler açısından yeni felaketlerin ötesinde bir şey getirmez.
Benzer bir durumu Rusya’nın esas rakipleri de yaşadılar.
Kazakistan’daki gelişmelerde Rusya’nın avantajlı duruma gelmesi ertesinde ABD, AB ve ÇHC sözcülerine de temenni açıklamaları yapma tesellisi kaldı.
ABD Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Ned Price, yazılı bir açıklamasında şiddet eylemlerini ve mülkiyete verilen zararları kınadıklarını kaydetti ve “Hem yetkilileri hem de göstericileri sükûnete davet ediyoruz. Tüm Kazakistan halkının anayasal kurumlara, insan haklarına, basın özgürlüğüne saygı duymasını ve bunları savunmasını istiyoruz. Ayrıca tüm taraflara olağanüstü hâle barışçıl bir çözüm bulmaları çağrısında bulunuyoruz.” dedi.
AB’nin yürütme organı olan Avrupa Komisyonu da tüm taraflara itidal çağrısında bulundu. Bir AB sözcüsü, “Şiddet durdurulmalı. Ayrıca tüm taraflara itidal ve durumun barışçıl bir şekilde çözülmesi çağrısında bulunuyoruz. AB ülkede diyaloğu desteklemeye hazır ve istekli.” dedi.
Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Wang Wenbin ise yaptığı açıklamada Çin’in Kazakistan hükümetinin, ülkenin iç meselesi olan protestoları düzgün bir şekilde ele alacağına inandığını söyledi.
Rusya askerini gönderdi, rakiplerine konuşmak kaldı.
“Sokak” öcüsü
Kazakistan’daki gelişmeler Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki siyasi tartışmalarda da yansımasını buldu.
Öncelikle internet ortamında aktif olan Fethullah medyasında çokça Kazakistan/Türkiye- Nazarbayev/Erdoğan; ocak başında gaza ve elektriğe yapılan fahiş zamlardaki benzerlik, halkın “yeter artık” deme noktasına geldiği benzetmeleri yapıldı. Fethullah medyasının öne çıkan kimi yorumcuları uzun zamandır AKP/Erdoğan’ın seçimlerle iş başından gitmeyeceğini, bunun için seçimleri yapmayabileceğini, savaşa girip olağanüstü hâl ilan edebileceğini, ya da seçimleri kazanmak için her türlü sahtekârlığı yapacağını vb. savunarak, seçimlere bel bağlanmaması gerektiğini, başka yol ve yöntemlere kafa yorulması gerektiğini işliyor. Başta CHP olmak üzere Millet İttifakı’nın muhalefet yöntemi “pasif” bulunarak eleştiriliyor. Bu bağlamda “sokağın hareketlendirilmesi”nin belirleyici önemde olduğu vurgulanıyor. Kazakistan’daki ayaklanma bu tezin desteklenmesinde bir örnek olarak kullanılıyor. Aslında bu kesim bu bağlamda kendi çalıp kendi söylüyor. Kitlesel eylemler bağlamında bunların söylediklerinin bir kıymet-i harbiyesi yok. Burjuva muhalefet partilerinin halka yönelik ‘sokağa çıkın’ çağrısı yok.
Son dönemde özellikle asgari ücret pazarlıkları sırasında yürüyen eylemler, değişik işyerlerinde işçilerin işten atılmalara karşı direniş eylemleri, hayat pahalılığına, zamlara karşı işçi-emekçi eylemleri, öğrenci, kadın eylemleri, çevre koruma eylemlilikleri, şimdi metal iş kolunda toplu iş sözleşmesi görüşmesinde alınan grev kararları, bununla bağıntılı eylemler, kimi üniversite ve yüksek okullarda öğrenci eylemleri vb. burjuva muhalefet partilerinin halkı sokağa, isyana çağırmasının ürünü değil. Bunun ötesinde Kazakistan’daki genişlikte ve şiddette eylemler de değil bunlar. Kuzey Kürdistan-Türkiye’deki şartlar, Kazakistan’dakinden çok değişik. Burada bütün umudunu seçimlere bağlamış, seçimleri kazanacağına kendini inandırmış, tabanını da inandırmaya çalışan bir burjuva muhalefet var. Bu muhalefet sokaktan hükümetin korktuğu kadar, belki ondan daha fazla korkuyor. Sokak, bu muhalefet için, muhalefet önderlerinin esnaf ziyaretleri, ana muhalefet partisi liderinin engelli kurum ziyaret gösterileri, mitinge döndürülen tesis açılışları, kanaat önderleri ile yapılan kapalı salon toplantıları, en ileri hâlinde de izinli mitingler. Onlarda yapılan çağrılar da “Gideceksiniz, oy verip, bu hükümeti devireceksiniz. Ondan sonra iktidar olacak biz her şeyi düzelteceğiz. Bize güven gerisini merak etme sen!”in ötesine geçmiyor.
Hâl böyle olmasına rağmen, Erdoğan ve Bahçeli, burjuva muhalefeti “sokağa çıkma çağrıları yapmak”la suçluyor ve esip gürlüyorlar.
Bahçeli, MHP’nin Siyaset Okulu Sertifika töreninde yaptığı konuşmada, “Türkiye’den bir Kazakistan mı çıkarmak istiyorsunuz? (…) Siyaset yapıyor olmanın bir ahlakı vardır. Demokrasiyi dillerinden düşürmeyen lekeli yüzlere bakınız, milletin iradesine karşı hazımsız ve saygısızlardır. 70’ine merdiven dayamış bir akademisyen çıkmış, hükümeti erken seçime zorlamanın yollarını anlatıyor. Sokak diline başvuruyor. Milletimizin seçimi ve tercihini alçakça karalıyor. (…) Kılıçdaroğlu sokağa dökülmeyeceğiz diyor. Bırak bu beylik lafları. Sokağa dökülseniz ne yazar, dökülmeseniz ne yazar. Seçim bekliyorsanız 2023’ü bekleyeceksiniz. Sokakta gelecek planlayanlar buna pişman olacaklar.” diyor.
Erdoğan 4 Ocak’ta yapılan AKP İl Başkanları toplantısında şunları söylüyor:
“Utanmadan, sıkılmadan sokaklara döküleceklermiş, meydanlara döküleceklermiş. Siz 15 Temmuz’u görmediniz mi? Nereye dökülürseniz, dökülün, 15 Temmuz’da sokağa dökülenlere bu millet nasıl dersini verdiyse siz de dökülün, siz de aynı dersi evelallah alırsınız. Biz de Cumhur İttifak’ı olarak hepinizi önümüze katarız ve gideceğiniz yere kadar kovalarız.”
Burada tehdit edilen kuşkusuz, Erdoğan’ın ve Bahçeli’nin açıklamaları üzerine âdeta yemini billah ederek kendilerinin sokağa çağrılarının olmadığını, kendilerinin sokakla işleri olmadığını açıklayan burjuva muhalefet partileri değil.
Kılıçdaroğlu, “Beyefendi bizim sokağa çıkmamızı istiyor anladığım kadarıyla. Zorlayacak, baskı kuracak. Çıkmayacağız. Sandıkta gereğini yapacağız.” diyor.
Meral Akşener, “Cumhurbaşkanı ve AK Parti’nin Genel Başkanı olan kişi ‘Sokağa döküleceklermiş, meydanlara ineceklermiş. İnin de görelim’ diyor. Ben Sayın Erdoğan’a derhal bir psikiyatriste görünmesini tavsiye ediyorum. Çünkü halüsinasyon gören bir kişinin muhtemelen tavrı böyle olur.” diyor.
Burada tehdit edilen gerçekten hakları için, burjuva partilerin çağrısı filan olmaksızın sokağa çıkıp haklı taleplerini dile getirenlerdir. Bu açıklamalarla Kazakistan’dakine benzer bir biçimde kontrol dışına çıkabilecek kendiliğinden hak arama mücadelesine karşı ön tedbir alınıyor. Bu tehditler ve faşist baskılar da önümüzdeki dönemde kitle eylemliliklerinde gözle görülür bir artış olmasını engellemeyecektir. Bu bağlamda 2022’nin ilk günlerindeki hareketlilik umut vericidir. 2022 gideni aratmayacak görünüyor.
Bu ne kadar doğruysa, şu da o kadar doğru: Evet, görünen önümüzdeki dönemde kitle eylemliliğinin artacağı. Fakat yine görünen o ki, bağımsız kitle eylemliliğinden öcü gibi korkan burjuvazi iktidar ve muhalefetinin ortak çalışmasıyla, sokak eylemlerinin kontrolsüz gelişmesini engelleyebilecektir. Bunun nedeni bu eylemliliklere doğru yol gösterici devrimci ve komünist hareketin güçsüzlüğüdür. Görev, bu bağlamda sokaktakilerle sokakta olmak, mücadeleleri ilerletmek için yapılabileceğin azamisini yapmak, öğrenmek, öğretmek, güçlendirmek, güçlenmektir.
10 Ocak 2022