Sınıfsal, cinsel ve ulusal baskı ve sömürü mekanizmalarının oluşturulmasında önemli bir işlev gören kibirlilik burjuva toplumunca sürekli canlı tutulmakta, kışkırtılmaktadır. Sınıflı toplumlarda egemen sınıfların kendilerini diğer sınıf ve tabakalardan, ulusların kendini diğer uluslardan, erkeklerin kendilerini kadınlardan üstün görmesinden daha olağan bir şey yoktur.
Hele hele bireyciliğin alabildiğine körüklendiği günümüz şartlarında “kendini övme” burjuva rekabette “yaşamsal bir zorunluluk” olarak insanlara öğütlenmekte ve bu en uç noktasına götürülerek “herkes kendinin reklam ajansı gibi davranmalıdır” prensibi yaygınlaşmaktadır. Yaptığını bire beş katıp olduğundan fazla göstermek, başarılarını abartmak, kendini herkesten üstün göstermek, başkalarını aşağılamak vs. vs. burjuva toplumunca erdem kabul edilmektedir. Her şey gibi, işgücünün de meta olduğu kapitalizm şartlarında “kendini pazarlamak” bir zorunluluk olarak kendini dayatıyor. Ve bu “pazarlamada” kendini “daha iyi”, “daha büyük” göstermek için yer yer başkalarını kötüleme, başkalarını aşğılama yolu seçiliyor: “Ben diğerlerinden iyiyim”, “ben diğerlerinden büyüğüm”, “Ben haklıyım!”… mantık böyle işliyor.
Küçükburjuva örgütlerinde egemen anlayış ve pratik
Günbegün boğuşmak zorunda kaldığımız burjuva toplumunun ilişkileri içerisinde “erdem” sayılan bu illetten yakamızı kurtarmak oldukça zor. Buna karşı bilinçli bir mücadele gerekli. Fakat ne yazık ki, burjuva toplumunun bu hastalığı neredeyse birebir devrimci saflara yansıyor. Devrimci saflarda saydığımız küçük burjuva örgütlerde bunu, örneğin “devrimci palavracılık” şeklinde görüyor, yaşıyoruz. Bunlar sürekli ve sistemli olarak durumlarını abartmakta, kendi durumlarını olduğu gibi yansıtma yerine palavracılığa başvurmaktadırlar. “Büyük örgüt” pozlarına bürünme, şu eylemde şu kadar kitle yürüttük vb. gibi abartılı haberler yayma, en küçük başarılar ertesinde “Zafer kazandık!”, “Faşizmi dize getirdik!” vb. gibi başlıklar atma, hiçbir yenilgiyi, olumsuzluğu kabul etmeyip, hatta yenilgileri çevirip “başarı”, “zafer” olarak gösterme bütün küçük burjuva örgütlerin karakteristik bir özelliği olagelmiştir. Tabii ki bu özellik salt yayın organları üzerinden yapılan ajitasyon-propagandayla sınırlı kalmamaktadır. Palavracılık ve kibirlilik bu örgütlerin insanlarıyla yanyana gelinen heryerde kendisini göstermektedir. Bu çevrelerde sık sık “büyük siyasetçi”, “ben önemli işlerin adamıyım” pozlarıyla dolaşanlara, “şeflik” taslayanlara rastlıyoruz. Kimileri “Biz geçmişte şöyle yapmıştık!” biçiminde geçmişteki “devrimcilik”lerinden, kimileri ise andaki “pozisyon”larından bir nevi “rant” sağlamaya çalışıyor. Bu tür küçük burjuva hastalıklara karşı mücadele bugün ivedilikle komünistlerin önünde bir görev olarak durmaktadır. Devrimci saflardaki her türden kibirlilik, palavracılık, başkalarını küçümseme, “küçük” görülen örgütü ezmeye kalkma vb. gibi tavırlara karşı mücadele içinde bizim yaygınlaştırma görevine sahip olduğumuz anlayış, devrimciliğin bir yaşam biçimi olduğu ve bunun alçakgönüllülükle yaşanması gerektiğidir. Gerçek büyük zaferler için, mücadelenin her bir anında gerçekçi olmak gereklidir. Palavracılıkla uzun yol almak mümkün değildir.
“Eski ile yeni, ölüp giden ile dünyaya gelen arasındaki mücadele, işte gelişmemizin temeli budur. Eğer açıkça ve dürüstçe, Bolşeviklere yaraşır biçimde, çalışmalarımızdaki hata ve kusurlarımızı tespit etmez ve ortaya çıkarmazsak, o zaman ileriye giden yolu kendi kendimize kapatmış oluruz. Ama biz ilerlemek istiyoruz. Ve biz, tam da ilerlemek istediğimizden dolayı, dürüst ve devrimci özeleştiriyi en önemli görevlerimizden biri hâline getirmek zorundayız. Bu olmadan ilerleme olmaz. Bu olmadan gelişme olmaz. Ama tam da bu açıdan bizde işler hâlâ topallamaktadır. Evet, hatta kusurları unutmak, kendi hâlinden hoşnutluk duymak ve böbürlenmek için birkaç başarı yeterli oluyor. İki, üç büyük başarı ve kendimizi Golyat sanıyoruz. İki, üç büyük başarı daha ve burnumuz Kaf dağına varıyor: “Biz bunu küçük parmağımızla hallederiz!” Ama hatalar kalıyor, kusurlar var olmaya devam ediyor, hastalık parti örgütünün içine atılıyor ve parti hasta oluyor.” (“Eserler Cilt 10”, Stalin, s.283, İnter Yayınları, Mart 1992, İstanbul)
Komünist saflarda küçük burjuva hastalıklara karşı mücadele
Devrimci saflarda yaygın olan bu palavracılık, kendini beğenmişlik, burnu büyüklük gibi burjuva-küçük burjuva hastalıklara karşı mücadele görevi komünistlere, komünist partisine düşüyor, dedik. Bu aynı zamanda komünist partisinin kendi saflarında da bu mücadeleyi yürütmesi anlamına gelir. Bu bağlamda da biz önce kendi saflarımızda durumun ne olduğuna bakmak zorundayız. Devrimci saflara neredeyse birebir yansıyor dediğimiz kibirlilik ve palavracılık gibi küçük burjuva hastalıklar Bolşevik saflarda önemli bir rol oynamamaktadır. Fakat bu, bu tür yaklaşımlar bize hiç yansımıyor anlamına gelmemektedir. Ve saflarımızda tali de olsa, kendisini gösteren her türden kendini beğenmişlik ve burnu büyüklük gibi burjuva tavırların üzerine zamanında gitmek, buna karşı amansızca mücadele etmek zorundadır. Çünkü durağanlığın ve yozlaşmanın bir adım öncesinde kibirlilik ve kendini beğenmişlik vardır.
Bu anlayışla yer yer saflarımıza yansıyan bazı zararlı anlayışları dile getirmek istiyoruz. Tüm yoldaşlarımızdan beklentimiz bu noktalarda önce kendilerini sorgulamaları ve kendi çevremizden başlayarak devrimci saflardaki her türden küçük burjuva kibirliliğe ve palavracılığa karşı doğru bir temelde mücadele etmeleridir.
Önemli olan davadır! Önemli olan öncelikle kimin yaptığı değil, neyin yapıldığıdır!
Bir komünist başarı ve zaaflarıyla kendisinin bir kolektifin parçası olduğunu hiçbir zaman aklından çıkarmamalı ve hiçbir zaman kendi kişisel çıkarlarını davanın önüne geçirmemelidir. Genel düzlemde tartıştığımızda bu söylediklerimize şüphesiz tüm yoldaşlarımız katılacaklardır. Fakat böylece sorun kalmadığı anlamına gelmiyor. Komünist alçak gönüllülükten uzaklaşma yer yer yoldaşlarımızda da kendisini gösteriyor.
Başarı coşkusu bizi kibirliliğe götürmemelidir!
Komünist faaliyetimizde başarılı olmak, iyi işler yapmak hepimizin hedefidir, bütün çabalarımız bunun içindir. Böyle olduğu için de iyi sonuç aldığımız her çalışmada, her başarımızda doğal olarak seviniriz. Fakat iyi yapılan bir iş için, bir başarı için sevinmek ile kibirlilik arasında önemli fark vardır. Başarı anında sevinç yaşanır, yoldaşlarla paylaşılır, bu sevinç daha büyük görevler için bir güven kaynağı olur belki… ama hepsi bu kadar. Sevinç anı yaşanır ve ileriye dönülür, diğer görevlerin çözümüne… Kibirlilik ise bundan farklıdır. Yaşanan sevincin ötesinde başarı sarhoşluğundan bir türlü kurtulunamaz. Döne döne bu başarı hatırlanır-hatırlatılır, onay ve övgü beklenir, başkalarının görece başarısızlıkları ile karşılaştırmalar yapılır vb. vb. Bu tavır engelleyicidir, bizi ilerletmez, çünkü yeni görevler peşinde koşma yerine yapılanların övgüsü ve herkesin bunu farketmesi için harcanır enerji.
İşin bir de şu yönü var tabii ki: Sınıf mücadelesinde çok büyük gayretler harcamanıza rağmen her zaman başarı elde edemezsiniz, birçok durumda yenilgileri de göğüslemeyi bilmelisiniz. Başarı sarhoşluğuyla bu gerçeği de gözden kaçırdınız mı, bu çok daha kötü sonuçlara götürebilir sizi.
Yoldaşlar arasında ayrım yapmamak ve dinlemeyi bilmek
Komünist alçak gönüllülüğün en temel ölçütlerinden biri dikkatin öncelikle kimin söylediğine değil, neyin söylendiğine verilmesidir. İster bir yoldaşımız olsun, isterse çevremizden gelsin, insanları önce can kulağıyla dinlemek ve söylenenleri tartmak son derece önemlidir. Örgütlü ile örgütsüzler arasında, genç yoldaşlarla tecrübeli yoldaşlar arasında, kadın yoldaşlar ile erkek yoldaşlar arasında, “rütbesi yüksek” olduğu düşünülen yoldaşlarla “rütbesi düşük” olduğu düşünülenler arasında ayrım yapmaksızın eleştiriler, öneriler vb. dikkate alınmak zorundadır. Öyle durumlar olabilir ki, bir dizi deneyimli yoldaşın göremediği bir hatayı saflarımıza daha yeni katılan bir yoldaşımız görebilir. Ya da örgütlü olmayan çevredeki insanlardan, bizim çok tartıştığımız bir konuya yeni bir bakış açısı gelebilir. Bizim defalarca tartıştığımız bazı konular yeni bir tartışma içinde farklı bir önem kazanabilir. Çok deneyimli ve büyük saygınlığa sahip bir yoldaşlarımız bir noktada yanılabilir vs. vs. Bu nedenle kimden gelirse gelsin, öncelikle söylenenleri dinlemek son derece önemlidir. Ve gerçekten dinlemek, yoksa sadece söz sırasının kendisine gelmesini beklemek değil! Pratikte ne yazık ki buna her zaman bağlı kalınmadığını gözlemliyoruz. Yer yer içerik ikinci plana itilerek eleştiri ve önerilerin kimden geldiği önplana çıkmaktadır. Özellikle kendinden daha alt pozisyonda görülenlere karşı böylesi, temelinde burnu büyüklük, kendini üstün görme anlayışı yatan tavırlara girilebilmektedir.
“’Komünist kadrolar’ alçakgönüllü ve ihtiyatlı olmalıdırlar, kibirden ve acelecilikten kendilerini sakınmalıdırlar, kendi kendini eleştirme zihniyetine sahip olmalı ve çalışmalarındaki noksanlarla hataları düzeltmeye cesaret etmelidirler. Hiçbir suretle Kruşçof’un yaptığı gibi hatalarını örtbas etmemelidirler, bütün yararlıkları kendilerinmiş gibi benimseyip bütün hataları başkalarının üzerine atmamalıdırlar.” — MAO ZEDUNG —
“Ben bu konuyu iyi bilirim” tavrı, herhangi bir konuda artık öğrenebilecek yeni bir şey kalmadığı tavrı, ilerlemenin önünde engeldir ve öncelikle bu tavır içinde bulunan kişiye zarar verir, çünkü böylesi tavırlar uzun vadede yerinde saymayı ve dolayısıyla gerilemeyi beraberinde getirir. Yoldaşlar arasında ayrım yaparak kendini bazı yoldaşlardan üstün görmenin yanlışlılığı ortadadır. Fakat komünistlerin salt kendi yoldaşlarını değil, işçi ve emekçi kitleleri de dikkatle dinleme görevi vardır. Komünistler kitlelerin öğretmeni oldukları kadar, kitlelerden öğrenmeyi de bilmek zorundadırlar.
Yönetici yoldaşlar alçak gönüllükleriyle de örnek olmalıdırlar
Yönetici yoldaşlar, tüm benlikleriyle yoldaşlarımıza ve kitlelere örnek olmalıdırlar. Kitle faaliyeti içinde olan yoldaşlarımız gayet iyi bilmektedirler ki, kitleler onların salt siyasi olarak ne savunduklarına kulak kabartmakla kalmamakta, bir bütün olarak davranışlarını izlemektedirler. Bu bağlamda dürüstlük, alçakgönüllülük, sadelik gibi özellikler kitlelerin sevgi ve beğenisini kazanmakta önemli faktörlerdir. Özellikle yönetici yoldaşlarımıza bu noktada büyük görev düşmektedir. Onlar komünist alçak gönüllükleriyle de iyiyi, olumluyu, örnek olanı gündelik yaşamlarında göstermek zorundadırlar. Rahatına düşkünlük, kolektif yaşamda hoşa gitmeyen bazı işlerden kaytarma, bunları hep başkalarından bekleme, görev küçümseme vb. gibi davranışlara karşı mücadelede kadrolar kendi davranışlarıyla örnek olmak zorundadırlar.
“Komünist kibir, komünist partisine üye ve henüz ondan arındırılmamış bir insanın, tüm görevlerini komünist kararnameler çıkararak çözebileceğini zannetmesidir. İktidardaki partinin ve şu ya da bu devlet kurumunun üyesi olduğu sürece, bu sebepten dolayı bunun kendisine politik aydınlatmanın sonuçlan üzerine konuşma olanağı verdiğini zanneder. Yok, öyle şey! Bu sadece komünist kibirdir. Politik olarak aydınlatmayı öğrenmek gerekir, mesele budur, biz bunu henüz öğrenmedik ve meseleye henüz doğru yaklaşmıyoruz.” (“Seçme Eserler Cilt IX”, Lenin, s.301, İnter Yayınları, Mayıs 1997, İstanbul)
İyi bir yönetici birlikte çalıştığı insanları, kitleleri anlamaya, onların sorunlarına, kaygılarına önem vermeye çalışır. Kendini beğenmişlik en çok da bunun önünde engeldir. Kaygısının merkezinde kendisi duran birinin genelde kitlelerin ya da yoldaşlarının dertlerine ve gereksinimlerine kabartacak kulağı yoktur. Böylesi yöneticiler için tipik olan, yoldaşlarını ve kitleleri anlamak, onların gereksinimlerine gerçekten cevap verecek yol ve yöntemler aramak yerine emirlerle yönetmeye kalkışmak ve hotzotçuluktur.
Kendi kendini övme, kendini doğru değerlendir
Her ne kadar çok yaygın olmasa da, zaman zaman karşılaştığımız sorunlardan biri de, yaptıkları iyi işlerle haklı olarak övgü alan yoldaşların ayaklarının yerden kesilerek “ben neymişim” tavrı içine girmeleridir. Yanlışların eleştirilmesi kadar, olumlu işlerin de adlandırılması, övülmesi bir komünist partisinin olağan gündemindedir. Fakat bu, kendini bilen olgun bir komünisti kibirli tavırlara götürmez. Aklı başında bir komünist bilir ki, yerine getirdiğimiz görevlerin hiçbiri öyle “insanüstü” güç/beceri gerektiren görevler değildir. Yerine getirilmesi gereken görevler, biri değilse bir başkası tarafından çözülecektir. Görevlerin iyi bir biçimde yerine getirilmesi bütün yoldaşların hedefidir ve normal olan da budur.
Elbette ki, komünist partisi saflarında ender, özel yetenekleri olan yoldaşlar da olabilir. Fakat bu hiçbir şekilde onlara böbürlenme hakkı, bunu bir baskı aracı olarak kullanma hakkı vermez. Bir kolektif olarak işleyen komünist partisinde sonuçta önemli-önemsiz görev ayrımı olamaz. Gerekli olan tüm görevler önemlidir! Bir komünistin görevlere bakış açısını belirleyen bu anlayış olmalıdır.
“Kadroları cesur inisiyatif ruhuyla eğitmek demek, burnu büyüklüğe ve kibire karşı mücadele etmek demektir. Kibir ve palavracılık, içinde az tehlike barındırmamakta, kendini beğenmişliğe, kayıtsızlığa, ihmalkârlığa ve uyanıklığın yitirilmesine götürmektedir. Onun kaçınılmaz yol arkadaşları, durgunluk, sıradanlık ve atalardan kalma geleneklere kölece bağlı kalmaktır.” (“Komünist Enternasyonal’de Kadro Sorunu Üzerine”, s.197, İnter Yayınları, Şubat 1997, İstanbul)
Partinin yönetici organlarının üyelerini doğru yönlendirebilmesi için üyelerinin kendi yetenekleri ve eksiklikleri hakkında mümkün olduğunca tam bir bilgiye gereksinimi vardır. Bu bağlamda kendini doğru değerlendirebilme yeteneği önem kazanmaktadır. Kendini övmek değil, kendini doğru değerlendirmek! Bu, bir komünistin kendi yeteneklerinin farkında olduğu kadar, eksikliklerini, zayıf olduğu yönlerini de bilmesi anlamına gelir. Hatta ilerlemek istiyorsa, dikkatini özellikle eksiklikleri üzerine yoğunlaştırır. Eksikliklerini örtbas etme değil, onları açığa çıkararak üzerine gitme yolu, kendinden fazlaca hoşnutluk değil, kendini aşma isteği… Bizi ilerletecek olan budur.
Bu bağlamda birlikte çalışılan tüm yoldaşların da birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Yoldaşlarımızın hatalarına-eksikliklerine karşı zamanında mücadele etmek, onlara bu konuda yardımcı olmak vazgeçilmez görevimizdir:
“Kadroların kendi kendilerini övmelerine”, bunun onlara yararlı bir hizmet sunacağı varsayımıyla göz yumulmamalıdır. Böyle bir görüşten daha yanlış bir şey yoktur! Kadroları hatalarını gizleme yoluyla gözetme ve elde tutma, bu kadroları kesinkes mahvetmek demektir. Cesur, açık ve nesnel eleştiri, Bolşevik kadro eğitiminin ana yöntemidir. Bu, onların kendilerini mükemmelleştirmelerine yardım eder, ilerlemelerini ve zorlukları aşmalarını sağlar.” (Age., s.202)
Biraz da “yanlış” alçak gönüllülük üzerine
Aslında alçak gönüllülüğün doğrusu yanlışı olmaz. Alçak gönüllüsünüzdür, ya da değilsinizdir. Bir komünist için hedeflenecek özellik alçak gönüllülüktür. Burada “yanlış alçak gönüllülük” olarak adlandırdığımız şey alçak gönüllü olma adına düşülen bir yanlıştır. Açıklayalım:
Çalışmalarımızda ortaya çıkan yanlışlar kadar yaptığımız olumlulukları da diğer yoldaşlarımıza aktarma yükümlülüğümüz vardır ki yoldaşlarımız başarılı yol ve yöntemlerden öğrenebilsinler. Alçak gönüllü olma adına yapılan olumlu işler yeterli biçimde anlatılmıyor, bunlar diğer yoldaşların bilgisine sunulmuyorsa, bu bir erdem değil, kötülüktür. Bu konuda aslında neyin gerçekten başkaları faydalansın diye bilgi aktarımı olarak kaleme alındığı-anlatıldığı, neyin ise esasta beğeni toplamak için, kendi kendine övgü amacıyla anlatıldığı dinleyenler açısından çoğunlukla kolaylıkla farkedilir. Arada ince bir fark vardır, fakat bu her ihtimalde farkedilebilir türdendir. Çünkü biri dinleyenleri rahatsız eder, diğeri ise onları canı gönülden dinleyip anlatılanlardan bir şeyler kapmaya iter. Dikkatinin merkezinde “beğenilme” duran yoldaş, kendi kendine övgüye, kibirliliğe yatkındır. O yaptığı işten çok kendini önemser pozisyondadır. Diğeri ise işi önemser, sürekli yeni görevler peşinde koşar, çalışmaları daha verimli kılmak için yol ve yöntemler deneme üzerinde yoğunlaşır, inisyatifli davranır… şüphesiz bunlar için övgü de alır, fakat o bunu çok fazla önemsemez, daha çok bunu işin yan ürünü olarak görür.
Şüphesiz, yaptığı işlerde olumluluklardan çok hata ve eksiklikler üzerinde duran, hep daha iyi iş peşinde koşma anlamında erişilenden “hoşnutsuz” olan bir yoldaş gelişmeye çok daha açıktır. Fakat bu bazen tersine de dönme durumundadır. Kendi yaptığı işi haksız olarak “küçümseme”, “önemsiz” olarak görme eğilimi çokça kadın arkadaşlarda (ama sadece onlarda değil) kendini göstermektedir. Bu çekingenlik ve “yanlış alçakgönüllülük” toplumsal olarak dayatılan egemenlik ilişkisinin bir uzantısı olarak komünist saflara dek yansımaktadır. Bu tavrın ardında yatan gerçek anlamda alçak gönüllülük değil, kendi emeğinin değerini bilmeme durumudur.
Kendi emeğine sahip çıkmak ile kendini pazarlamak arasında belirgin bir fark vardır. Ne kendine övgü dizmek ne de yanlış alçakgönüllülük! Bu noktada dengeyi tutturmak belki zordur, fakat hedeflenen bu olmalıdır.
Haziran 2021