İbrahim Kaypakkaya, 1949 yılında, yoksul bir ailenin çocuğu olarak Çorum‘un bir köyünde dünyaya geldi. Babası yoksul bir emekçiydi. Annesi ile babası İbrahim 2-3 yaşında iken ayrıldılar. İbrahim Kaypakkaya, ilkokul 1. ve 2. sınıflarını Karamahmut köyünde, üçüncü sınıfı Ortakışla köyünde, dördüncü ve beşinci sınıfları da Alacaköy‘de okudu.
İbrahim Kaypakkaya, daha çocukluk yaşlarından itibaren her şeye meraklı idi, bilgi açlığını gidermek için önüne çıkan her fırsattan yararlanıyordu. Verilen her işi yapmaya çalışıyor, sorumluluk almaktan korkmuyordu. Okulundan arta kalan zamanlarda bütün işlerde ailesine yardım ediyordu, koyun gütmeye giderken bile yanına defter, kalem, kitap almayı unutmazdı. İbrahim Kaypakkaya, daha o yaşlarda bile yaşıtları arasından sıyrılıyordu, fakat o, bunu hiçbir zaman kuruntu kaynağı yapmaz, arkadaşlarını küçümsemezdi. Arkadaşları arasında da çalışkanlığı, bilgisi, ağırbaşlılığı, yardımseverliği ve fedakârlığı ile sayılıp sevilirdi.
İbrahim Kaypakkaya, ilkokulu bitirince öğretmen olmayı kafasına koydu, devlet parasız-yatılı sınavlarına girip kazandı ve Ankara-Hasanoğlan Öğretmen Okulu‘na yatılı öğrenci olarak alındı. O, yatılı okulda okurken, yazları ve diğer ara tatillerde köyüne dönüyor ve ailesine yardımcı oluyordu. Çalışırken yorulmak bilmezdi. Köydeki diğer öğrenci arkadaşları köylüye karışmaz, işe katılmazken o, elinden ne iş gelirse ailesine ve köylüye yardım ederdi. Öğrenci oluşunu, köylünün yaptığı işleri yapmamak anlamında bir ayrıcalık olarak görmezdi.
İbrahim Kaypakkaya, ilk devrimci düşüncelerle Hasanoğlan Öğretmen Okulu‘nda tanıştı. Araştırıyor, soruyor, okuyordu, siyasal olarak geliştikçe davranışları ve ilişkileri de değişiyordu. Bu gelişme sayesinde İbrahim Kaypakkaya‘nın adı çevre köylerde bile duyulur oldu. Tabii gericilerin, yobazların gözüne batmaya da başlamıştı. Okulda „yeşili sevmiyorum“ başlığı ile yazdığı bir kompozisyon yüzünden öğretmenlerden biri ona çok kızmış ve „peki kızılı mı seviyorsun“ diye hayli eziyet çektirmişti.
İbrahim Kaypakkaya, Hasanoğlan‘dan „pekiyi“ derece ile mezun oldu. Ve sınavları kazanarak İstanbul Çapa Yüksek Öğretmen Okulu’na kayıt oldu. Bu okula başladığında, devrimci fikirler karakterinin bir parçası olmuştu bile. Buradaki siyasal gelişimi çok hızlı bir seyir izledi, kısa zamanda devrimci öğrenciler arasında sivrildi, onlarla tartışan, onlara öğreten, onları güçlendiren ve örgütleyen bir devrimci olarak ön plâna çıktı. Fakat o, köyüyle olan ilişkisini hiçbir zaman kesmedi, her fırsatta köyüne döndü, oraya dergi, gazete, kitap götürdü, yeni dostluklar ve ilişkiler kurdu. Bu faaliyetleri neticesinde İbrahim Kaypakkaya, polis tarafından “fişlendi”.
O, artık Çapa‘daki devrimci çevrenin önde gelen liderlerinden biriydi. İlk bildirisini, Çetin Altan‘a bir gezi sırasında gericiler tarafından saldırılması üzerine kaleme aldı. Ve onun devrimci saflardaki ilerleyişi günbegün hızlanan bir tempo izledi, nerede bir konferans, açık oturum, forum, tartışma, seminer varsa İbrahim oradaydı, dinliyor, not alıyor, sorular soruyordu. Ders çalışmaya çok az vakti olmasına rağmen başarılı bir öğrenciydi. Arkadaşlarını eğiten İbrahim, onları okuldaki çalışmayı örgütlü yürütme konusunda ikna etmişti. Bunun sonucunda Fikir Kulüpleri Federasyonu‘na bağlı olarak Çapa Yüksek Öğretmen Okulu Fikir Kulübü kuruldu ve İbrahim başkanlığa seçildi. İbrahim Kaypakkaya derneğin kuruluş bildirisini kaleme aldı ve bu bildiri okulda dağıtıldı. Bu bildiri ile okuldaki bütün yurtsever, devrimci ve ilericiler, yobazlara ve faşistlere karşı birlik olmaya ve mücadeleye çağrılıyordu. Buna karşı okul yönetimi hemen harekete geçti. İbrahim ve diğer kurucu üyelere “1 ay okuldan uzaklaştırma” cezası verildi, bununlada yetinmeyip, İbrahim ve arkadaşları savcılığa ihbar edildi.
İbrahim, bu bir ay sırasında arkadaşlarının evlerinde kaldı. Bütün zamanını devrimci mücadele için kullanıyordu. Bütün davranışlarına önder bir devrimcinin alçak gönüllüğü hâkimdi. Artık dergilere yazılar yazmaya başlamıştı. Öğrencilik dönemi boyunca sırasıyla Forum, Ant, Türk Solu, Aydınlık gibi dergilerde yazıları çıktı. Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun 2. Kurultayı‘na Çapa‘dan delege olarak katıldı. Bu gelişmeyi okul yönetimi ve gericiler her türlü yöntemle engellemeye çalışıyorlardı. Gericilerin taşlı/sopalı saldırıları artmıştı. İbrahim, bu gelişmelere karşı bildiriler yazdı ve bizzat dağıtımında görev aldı. Bu olay üzerine okul disiplin kurulu toplandı, İbrahim ve arkadaşlarının “Parasız Yatılı Öğrencilik” hakları ellerinden alındı. İbrahim ve arkadaşları bu gerici kararı tanımadıklarını ve buna uymayacaklarını açıkladılar, bunun üzerine faşist gericiler dışardan takviye alarak okulun önünü kestiler, İbrahim ve arkadaşlarına saldırdılar, bu olayda faşistler silah da kullandı, buna rağmen İbrahim ve arkadaşları faşistleri püskürtüp okula girdiler. Bunun üzerine müdür, polis çağırıp İbrahim ve arkadaşlarını okuldan attırdı.
İbrahim Kaypakkaya, okuldan atılınca bir süre bir otelde çalıştı, patronla kavga edince oradan ayrıldı. Geçimini matematik dersleri vererek sürdürmeye çalıştı. Tüm bu zor şartlara rağmen geçimini sağlayacak parayı kazandıktan sonra gerisine aldırmıyor, zamanını ve enerjisini devrimci çalışma için kullanıyordu. İbrahim Kaypakkaya, 6. Filo‘ya karşı eylemler ve Kanlı Pazar gibi olaylarda en önde yürüyor, fabrika ve köylerde örgütleme çalışmaları yürütüyordu. 1969-1970 yıllarında İbrahim Kaypakkaya, Türk Solu dergisinde işçi ve köylü eylemleri ile ilgili bir dizi haber ve yorum yazdı. Okuldan atılma ile ilgili kararı Danıştay bozmuştu, buna göre İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları okula geri alınmalıydılar, fakat yönetim İbrahim Kaypakkaya için bu kararı uygulamadı.
Atılan dokuz öğrenci okula alındı. İbrahim Kaypakkaya alınmadı.
1970 yılı mücadelenin daha da geliştiği ve sertleştiği bir yıl oldu. Şehirlerde ve kırlarda kitlelerin devrimci mücadele ruhu gittikçe yükseliyordu. İbrahim Kaypakkaya, Trakya Değirmenköy‘de toprakları için ağaya karşı mücadele eden köylülerin arasındaydı. İbrahim Kaypakkaya ve bu direnişte yer alan diğer devrimci önder Cihan Alptekin, bu direnişten dönerlerken polis tarafından tutuklandılar ve işkenceden geçirildiler. Yükselen mücadele 15-16 Haziran‘da doruğa ulaştı. İbrahim Kaypakkaya, bu büyük direnişin sıra neferlerinden biriydi. Gece sabahlara kadar bildiri basıyor, gündüz kavganın en yoğun olduğu yere koşuyordu. Demir-döküm, Sungurlar, Horoz Çivi, Petriks, Ege Sanayi, EAS Akü, Gıslaved, Gamak, Singer, Derby… işçileri, bu büyük devrimciyi yakından tanıyorlar ve kendilerinden biri olarak görüyorlardı.
15-16 Haziran büyük işçi mücadelesi, İbrahim Kaypakkaya’nın siyasal mücadelesi açısından önemli dönüm noktalarından biri oldu. Bu mücadeleden çıkarılması gereken dersler bağlamında yürütülen tartışmada, İbrahim Kaypakkaya o döneme kadar içinde bulunduğu örgütün –PDA/TİİKP– merkezi ile ters düştü. Tartışmalar içinde merkezin halk savaşı çığlıkları ile üzeri örtülen reformist/legalist bir çizgi izlediğini gördü.
İbrahim Kaypakkaya, 1971 başlarında Çorum ve köylerinde araştırma çalışmalarına çıktı. Bu tarih aynı zamanda 12 Mart faşist cuntasının tezgâhlandığı tarihti. Yükselen devrimci başkaldırışı durdurmakta yetersiz kalan göstermelik parlamenter araçları bile çok gören faşist devlet, kolları sıvadı ve sıkıyönetim ilan edildi. Grevler, kitle eylemleri, mitingler yasaklandı, bütün devrimci dergiler, kitle örgütleri kapatıldı. Devrimci avına başlandı, binlerce devrimci tutuklandı, onlarcası katledildi. İbrahim Kaypakkaya da arananlar arasındaydı. 12 Mart‘ın değerlendirilmesi konusunda yürütülen tartışmada da İbrahim Kaypakkaya, TİİKP‘in merkezindekilerin revizyonist bir hat izlediklerini açıkça gördü.
İbrahim Kaypakkaya, bir süredir Çorum‘daydı. Bu bölgedeki uzun çalışmaları sonucu “Çorum İlinde Sınıfların Tahlili” konulu bir inceleme hazırladı. İbrahim Kaypakkaya, sıkıyönetim sonrası çekildiği bu bölgede arkadaşları ile sürekli okuyup, tartışıyor, kafasında yeni bir örgüt taslağı oluşturuyordu. Sonra bu bölgeden ayrılıp Kuzey Kürdistan‘a geçmeye karar verdi. İbrahim Kaypakkaya, 1972 yılı başlarında TİİKP revizyonistleri ile örgütsel bağları koparıp TKP/ML‘nin kurulmasına önderlik etti.
İbrahim Kaypakkaya, bu dönemden sonra yakalandığı gün olan 24 Ocak 1973‘e kadar esas olarak Malatya, Tunceli, Antep yörelerinde devrimci mücadeleyi örgütledi. İbrahim Kaypakkaya, yorulmak bilmez bir enerji ile köy köy dolaşıyor, yoksul köylüler ile uzun sohbetler ediyor, onlara destansı bir üslupla Çin, Vietnam ve Ekim devrimlerini anlatıyordu. Dolaştığı bölgelerdeki yoldaşlarının en küçük sorunları ile bile ilgileniyor, onlara sorunlarını çözmede yol gösteriyordu, Kürtçeyi çat-pat sökmüştü, Malatya yöresinde kitlenin ileri kesimlerine hitap eden “okuma grupları” oluşturmuştu. Sıkıyönetim tüm ağırlığı ile devam ediyordu, direnenler de vardı, teslim olanlar da.
İbrahim Kaypakkaya, sıkıyönetim işkencelerinden baş eğmeden çıkan Ömer Ayna‘nın resmini yoldaşlarına gösterip “devrimci olmanın ilk koşullarından birinin işkenceye dayanmak olduğunu” söylüyordu. Malatya yöresinde yürüttüğü çalışmalar neticesinde tuttuğu notları sistemleştirip “Malatya‘da Sınıfların Tahlili” başlıklı bir inceleme hazırladı. 1972 yılı Mayıs ayının altısında Deniz ve arkadaşları idam edilmişlerdi. İbrahim Kaypakkaya‘nın çalışma yöresinin yakınlarında da THKO‘dan Sinan Cemgil ve iki arkadaşı girdikleri çatışmada şehit düşmüşlerdi. İbrahim Kaypakkaya, bu olaydan sonra çevre köylerde araştırma yaptı ve Kahyalı köyü muhtarı Mustafa Mordeniz‘in ihbarcı olduğunu ortaya çıkardı.
Bu ihbarcı İbrahim Kaypakkaya ve iki yoldaşı tarafından tutuklanıp sorgulandı, suçlu görülerek kurşuna dizildi. Böylece devrimin adaletinin iki elinin devrim düşmanı ihbarcıların yakasında olduğu, ihbarcıların af edilmeyeceği dosta düşmana gösterildi. Çevredeki köylülerin ve tüm devrimcilerin büyük coşkusu ile karşılanan bu eylem sıkıyönetimin azgınca sürdüğü bir dönemde gerçekleştirilmişti. Bu eylem İbrahim Kaypakkaya‘nın devrimci dayanışmadan ne anladığını, onun silahlı mücadele çizgisini, silahlı eylem hedefleri konusundaki görüşlerini de pratikte gösteren bir eylemdi. İbrahim Kaypakkaya, bu olaydan sonra Tunceli yöresine geçti, aynı bölgeye can yoldaşı Ali Haydar Yıldız ve Muzaffer Oruçoğlu da gelmişlerdi. İbrahim Kaypakkaya, bu bölgede yoldaşları ile eğitim çalışmaları yaptı, onlara geliştirdiği yeni görüşlerini aktardı ve onlarla tartıştı. Aynı günlerde İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarının bu bölgede olduğu haberini alan Fehmi Altınbilek yönetimindeki faşist devlet güçleri köy köy, dağ taş İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarını arıyorlardı. Bu bölgedeki devlet güçleri takviye edildi, halkın üzerinde tam bir faşist terör estiriliyordu.
İbrahim Kaypakkaya, bir ara İstanbul‘a döndü, sonra Malatya‘ya uğrayıp tekrar Tunceli yöresine geçti. O güne kadar faşist kolluk güçlerinin sürdüğü hiçbir iz sonuç vermemişti. Halk, İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşlarını kendilerinden biri olarak gizliyordu. İbrahim Kaypakkaya ve arkadaşları her fırsatta halkın üzerindeki baskıları teşhir ediyorlardı. Ali Haydar, 20 Ocak 1973‘de gece yarısı dağdan Tunceli‘ye inmiş, karakolu ve lojmanı bombalamıştı. 23 Ocak akşamı Süleyman ve Ali Haydar ekmek ve yiyecek almak için Vartinik‘teki kömden ayrıldılar, akşama geri döneceklerdi. Ama yollar alabildiğine karlı olduğundan dönüşleri gecikti. Ancak sabaha doğru köme varabildiler. Az uzakta parolayı çaldılar, fakat karşılık gelmedi, parolayı tekrarladılar yine karşılık gelmedi, çevreyi süzmeye koyuldular ve uzaktan jandarmaların kömü sardıklarını gördüler, köm kuşatılıyordu. 1973 yılının 24 Ocak ayının sabahıydı. Ali Haydar ve Süleyman yoldaşlarını uyarmak için köme fırladılar, kuşatma yarımay şeklindeydi. Ali Haydar kömü en son terk etti, ne yazık ki seti aşamadı, orada vuruldu, kaldı. İbrahim Kaypakkaya, ateşten sıyrılıp kaçmaya çalışıyordu fakat o da vurulmaktan kurtulamadı, boynunun her yanı saçma dolmuştu, hemen cebindeki adresleri çıkartıp yok etti. Muzaffer, Süleyman ve Hüseyin kuşatmanın boş tarafından kaçmayı başarmışlardı. Jandarmalar İbrahim ve Ali Haydar‘ı bırakıp kaçanların peşine düştüler.
İbrahim Kaypakkaya, belli bir süre sonra kendine geldi, kafası saçma yaralarından kan içindeydi, biraz ilerde yerde yatan Ali Haydar‘ı gördü, can yoldaşını kaybetmenin hüznü ile içi burkuldu ve bir intikam yemini içip sendeleyerek oradan uzaklaşmaya çalıştı. Bir mağara buldu ve iki gün burada kaldı. Köylerde terör estiriliyordu. İbrahim Kaypakkaya, bu süre içinde değişik köylere uğradı, bazılarından yardım alamadan geri döndü, bazılarında sıcak ilgi ve yardım ile karşılaştı. Vurulduğunun beşinci günü uğradığı köyün öğretmeni azılı bir gericiydi, İbrahim Kaypakkaya‘yı ihbar etti, ev kuşatıldı ve İbrahim Kaypakkaya tutuklandı.
İbrahim Kaypakkaya, Gökçe Karakolu‘na kadar buzlu derelerin içinden yaya sürüklendi, ilk ifadesi karakolda alındı, faşistler onu hemen konuşturup işini bitirmek istiyorlardı. Fakat İbrahim Kaypakkaya hiçbir örgütsel konuda ifade vermedi. Bundan sonra bitmek bilmeyen işkenceler başladı.
İbrahim Kaypakkaya, şubat başında önce Tunceli‘ye ordan Elazığ‘a, oradan da Diyarbakır‘a götürülüp Savcı Yaşar Değerli‘ye teslim edildi. İbrahim Kaypakkaya, burada gittikçe ağırlaşan yaraları yüzünden ölüm tehlikesinin belirmesi sonucu askeri hastaneye yatırıldı, cellatlar İbrahim Kaypakkaya‘nın onlara gerekli bilgileri vermeden ölüp gitmesine razı değildiler. İbrahim Kaypakkaya, burada donma/kangren sonucu iki ayağını da kaybetti.
Şubat ayı başlarında İbrahim Kaypakkaya iyileştikten sonra tekrar sorgular başladı, faşistler onu konuşturmak için akla gelebilecek her türlü işkence yöntemini deniyorlardı, fakat tüm çabaları boşa çıktı, İbrahim Kaypakkaya şaşmaz bir kararlılıkla hiçbir örgütsel faaliyeti hakkında bilgi ver medi, işkenceciler bu durum karşısında çılgına dönüyorlardı.
Mayıs ayı başlarıydı, nedense birkaç gündür işkence yapmıyorlardı. Bir defter kalem istemiş onu da getirmişlerdi. “Herhalde sorgulamalar bitti” diye düşünüp savunmasını hazırlamaya başladı. Savunmasını hazırlarken bazen duyguları yoğunlaşıyor, bunları da yazdığı şiirler ile dile getiriyordu. Bu dönem yazdığı şiirlerden bir tanesi şöyleydi:
“DEVRİM İÇİN HER ZAMAN ÖLECEKLER BULUNUR
…gider …gider, nice koçyiğitler gider
Senin de içinde bir oğlun varsa çok değildir
Ey mavi gök! Ey yağız yer bilesin ki
Yüreğimiz kabına sığmamakta
Örsle çekiç arasında yoğrulduk
Hıncımız derya gibi kabarmakta”
İbrahim Kaypakkaya, bazı özel istekler yüzünden ve görüşebilmek için babasına da mektup yazmıştı. Babası oğlunun mektubunu alınca çok sevinmişti, aylardır haber alamadığı oğlu demek ki yaşıyordu. Hemen onun istediği şeyleri yerine getirip 19 Mayıs günü Diyarbakır’a doğru yola çıktı. Bundan önce de Diyarbakır’a gitmiş fakat onu İbo‘suyla görüştürmemişlerdi. Fakat Ali Kaypakkaya’yı Diyarbakır‘da oğlunun ölüm haberi karşıladı. Oğlunun intihar ettiğini söylediler. Tabii ki o bu palavralara inanmadı, onun tanıdığı oğlu intihar etmezdi. Oğlunun cesedini almaya gittiğinde cesedin üzerindeki kurşun izlerini gördü, bunların ne olduğunu sorduğunda görevliler suskunlukla cevap verdiler. İbrahim Kaypakkaya’yı konuşturamayacağını anlayan faşistler onu 18 Mayıs günü kurşuna dizmişlerdi. İbrahim Kaypakkaya, genç yaşta faşist cellatlar tarafından kurşuna dizildi, o işkencelerde ser verip sır vermedi, o bir komünist olarak yaşadı ve bir komünist olarak öldü.
Anısı mücadelemize rehber olsun!
Kaynak: H. Yeşil’in “Türkiye Komünist Hareketi’nde dönüm noktası İbrahim Kaypakkaya kazanımları ve hataları” kitabından alınmıştır.