1 Ekim’de meclisin açıldığı gün tescilli faşist Devlet Bahçeli DEM sıralarına giderek DEM partililerle tokalaştı.
Bu tokalaşmanın ardından “yeni bir çözüm süreci mi başlıyor” söylemleri dillendirilmeye başlandı. Son günlerde “yeni bir çözüm süreci”, “süren pazarlıklar”, “İmralı-Kandil telefon hattı”… gibi konularda haberlerin yaygınlaşması, MHP’nin Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin Abdullah Öcalan’a yönelik “buyursun, terörün bittiğini, örgütün tasfiye edildiğini tek taraflı ilan etsin”, “Tecridi kaldırılırsa gelsin, TBMM’de DEM Grup Toplantısı’nda konuşsun. Terörün tamamen bittiğini ve örgütün lağvedildiğini haykırsın. Bu dirayeti gösterirse umut hakkının kullanımıyla ilgili yasal düzenlemenin yapılmasının önü de ardına kadar açılsın. Adres İmralı’dan DEM’e uzansın” şeklindeki açıklamaları, bu açıklamaların AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından “çok değerli” bulunması ve sahiplenilmesi, DEM Parti yöneticilerinden gelen “Ortadoğu ve Türkiye’de barışın muhatabının İmralı’da ağır tecrit altında olduğu, çözümün yolunun TBMM olduğu, inisiyatif almaya hazır olunduğu, başlangıç olarak tecrit kaldırılması gerektiği”nin ifade edilmesi, iktidar cenahından yapılan açıklamalara olumsuz tavır takınılmaması… tüm bunlar son günlerde yaşanan ve “bir şeyler pişirildiğini”, yeni bir sürecin başladığını gösteriyor.
Bir şeyler pişiyor, pişiriliyor!
Kapalı kapılar arkasında görüşmeler, pazarlıklar yapılıyor. Bunların ne olduğunu bilmiyoruz.
Başlayan yeni sürecin iç ve dış gelişmelerle bağı var.
Gelecek seçimlerde Erdoğan yeniden aday olmak istiyor. Bunun olabilmesi için ya meclisten erken seçim kararının çıkması ya da bir anayasa değişikliği gerekiyor.
Erken seçim AKP, MHP’nin istediği bir şey değildir. Bu durumda anayasa değişikliği üzerinden bu işin çözülmesi planlanmaktadır.
Ancak bir anayasa değişikliğinin halk oylamasına/referanduma sunulması için en az 360 milletvekilinin oyuna ihtiyaç vardır. Anayasayı değiştirmek için Cumhur İttifakı partilerinin meclis içinde yeni bir ittifaka gereksinimi vardır. İktidarın andaki sayısal gücü ancak 329 milletvekilidir. Eğer anlaşabilirlerse DEM’in 57 milletvekili ile sayı 386’ya ulaşıyor.
Bu durumda yeni anayasa işi -referanduma sunulması anlamında- “teknik olarak” çözülmüş olacaktır.
Planın bir ayağı budur.
Diğer yandan büyük burjuvazi Kürt sorununu en düşük seviyede taviz vererek “çözmek”ten yanadır. Gelinen yerde bu istekle AKP, MHP’nin istekleri örtüşme durumundadır. Eğer gerçekleşirse hem Kürt sorunu burjuva anlamda “çözülmüş” ve hem de Recep Tayyip Erdoğan’ın seçimlerde aday olması garantiye alınarak tartışma dışına çıkarılmış olacaktır.
Hesap, “Kürt sorununu çözen” Recep Tayyip Erdoğan liderliğinde, DEM’in de ya bir çeşit eklemlendiği –ya da eklemlenmese bile en azından muhalefet dışında tutulduğu– bir Cumhur İttifakı, seçim ekonomisinin de devreye sokulmasıyla, seçimlerde başarıyla çıkarak iktidarı sürdürme hesabıdır.
Bu hesabın gerçekleşmesi için önce bir “yol temizliği” yapmak gerekmektedir. Yıllarca milliyetçi-şoven politikalarla zehirlenmiş Türk milliyetçiliğinin törpülenmesi ve en azından “çözüm” yönündeki adımlara karşı çıkmayacak bir seviyeye getirilmesi gerekmektedir. Ama yetmez! Aynı zamanda on yıllardır devlet terörüyle sindirilen, en temel hakları gasp edilen, kayyumlarla iradesine ipotek konulan, daha düne kadar “halay çekmesi” bile sorun edilen Kürt halkının ikna edilmesi; atılacak adımın Kürdistan toplumunda da karşılık bulması gerekmektedir.
Toplumun çok önemli bir bölümünü ilgilendiren bu konuda taraflar arasındaki görüşmeler/pazarlıklar kapalı kapılar ardında yürütülüyor. Burjuva siyasetin özelliğidir bu. Taraflardan birisi olan, Kürt siyaseti adına konuşanlar burjuva siyasetin dışına çıkma ve yer yer şeffaflığa vurgu yapmalarına rağmen görünen bu tarzı üzerlenmiş durumdadır.
Türk devleti/tekelci burjuvazi Kürt sorununu çözecekse, kendi çıkarı temelinde ve en az tavizle çözmek isteyecektir. Bu duruma göre en üst sınırı “kültürel özerklik” ya da kimi demokratik hakların tanınması biçiminde olacaktır. Bir ulusun kendi kaderini tayin hakkına saygı duymak ve bunun koşullarını yaratmak, bunu “çözümün merkezine koymak” ve buna uygun hareket etmek Türk hâkim sınıf siyasetinin yapacağı bir şey değildir, olmayacaktır.
Bugün başlayan süreç 2013-2015’teki çözüm süreci gibi olmayacaktır.
O günün koşulları ve güç dengeleri ile bugünün koşulları ve hedefler farklıdır. Tarafların dünkü talep ve öncelikleri ve pazarlık güçleri ile bugünkü talep ve pazarlık güçleri farklıdır.
Kürtlere neden el uzatılıyor?
Bugün Türk devletinin Kürtlere “elini uzatmasının” bölgede yaşanan Filistin-İsrail savaşı ile bu savaşın genişle(til)mesi durumu ve bunun yaratacağı “tahribatlar” ya da “imkânlarla”, emperyalistlerin ve onların bölgedeki uzantılarının bölgedeki ülkelere ilişkin bugüne dek yürüttükleri politikalar/hesaplar/hedeflerle, bölgedeki güç ilişkileriyle bağı vardır.
Bir yandan Gazze’de katliamlarına devam eden, diğer yandan Lübnan’da işgale soyunan İsrail, ABD’yi de İran’a karsı savaşa doğrudan katılması yönünde, İran’ı vurması yönünde zorluyor. İran’a yönelik savaşta, ABD’nin bölgede eğittiği/desteklediği güçleri de harekete geçirebileceği ve savaşta bu güçlerin de katılabileceği hesaplar dâhilindedir.
Yıllardır bölgede askeri olarak büyük deneyim kazanan, ABD tarafından silahlandırılan, eğitilen Kürtleri de bu savaş denklemi içine sokabilir. Ortadoğu’da savaşın İran’ı da kapsayacak bir şekilde genişlemesi bölgede büyük değişiklikleri de beraberinde getirebilecek, ucu açık bir savaş olacaktır.
Ortadoğu’da savaşın genişlemesi, Kürtlerin denklem içinde kendilerine daha fazla yer bulmaları Türk devleti açısından hiç de istenecek bir durum değildir. “Yeni çözüm süreci” tartışmalarını “Kürt’ün kıymete bindiği” bir ortamda “kendi Kürdünü” en azından kendisine karşı tehdit unsuru olmaktan çıkarmak, dahası, uzun vadede bölgedeki hareketlilikte kendi lehine kullanmak… gibi açılardan da değerlendirmek yerinde olacaktır. Türk devleti açısından yapılmak isteneni bölgedeki olası gelişmelere karşı pozisyon almak ya da önlem almak olarak da değerlendirilmelidir.
Kürt ulusal sorunu nasıl çözülür?
Kürt ulusal sorunu savaş ile şiddet ile çözülecek bir sorun değil.
Bir ulusu, o ulusun kendi kaderini tayin hakkını, nasıl yaşamak istediğini baskı ve şiddetle ortadan kaldırmak mümkün değildir!
Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Kürt ulusunun kendi kaderini özgürce belirleyeceği koşullar yaratılmadığı sürece, Kürt ulusal sorunu şu veya bu şekilde varlığını sürdürecektir.
Kürt ulusal sorunu ve genel olarak ulusal sorunun gerçek çözümü devrimi gerektirir…
Ulusal sorunun çözümünde temel ilke, ülkenin demokratikleştirilmesi, demokratik halk devriminin tam zaferidir. İşçi sınıfı önderliğinde demokratik halk devrimi, ulusal sorunda hukuki eşitsizliği ortadan kaldıracak, ulusların ayrılma haklarını özgürce kullanacakları ortamı yaratacaktır.
Hedefimiz demokratik ve sosyalist bir gelecek kurmak, dünya işçi sınıfı ile omuz omuza sınıf mücadelesi yoluyla komünizme ilerlemektir.
Gerçek kurtuluş için, gerçek barış için, halkların eşitliği ve özgürlüğü için:
Demokratik halk devrimi mücadelesini yükseltelim!
23 Ekim 2024